Geleceğin yok olmasıymış kıyamet, bunu anladığım anda geçmişin de yok olduğunu fark ettim. Ne de olsa gelecek geçmişin intikamını alırken onu ayakta tutar. Oysa şimdi zaman akmıyor. Gelecek yok. Düşmanını kaybeden geçmiş de kendiliğinden solup gidiyor.
Zamanın durduğu, hep aynı günde, belki de hep aynı gecede devam eden hayat. Kıyamet sonrası o günde anıların belirsizleştiği, yaşamla ölümün birbirine geçtiği, eşyanın anlamsızlaştığı bir dünya. Umudun belki de sadece zeytin ağacının dalında, zeytin yaprağını çiğneyen bir kadının göbek kordonunda saklandığı bulutsu bir evren.
Türler arasında salınan Kıyamet Sonrası Olağan Bir Gün’de Murat Gülsoy, geçmiş, şimdi ve geleceği insanla insan dışının belirsiz çizgisinde dolaşarak ince ince işliyor.
*
“Cevap nedir?”
[sessizlik]
“O halde, soru nedir?”
Gertrude Stein’ın ölümünden önceki son sözleri.
Artık Özgürüm
Bir zeytin ağacının dibinde buldum onu. Yanına gittim. Şaşırdı:
“Beni nasıl tanıdın?”
“Bana bir sır ver.”
“Bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum.”
“Melek değil misin, bilmelisin.”
Büyümeden yaşlanmış bir çocuk yüzüne sahipti.
“Öyle miyim? Emin değilim. Hiçbir şey bilmiyorum. Sadece burada bekliyorum.”
“O’nun öldüğünü duymadın o halde?”
Korkuyla baktı.
“Nasıl olur? O… öldüyse biz nasıl var olmaya devam
edebiliriz?”
“Evlatların kaderidir bu.”
“İnanmıyorum sana.”
“Bana yalancı mı diyorsun?”
“Bazen insanlar doğru olmayan şeyler söyler.”
“İşte bazı şeyleri hatırlıyorsun.”
Umutsuzca yere çevirdi bakışlarını, konuşmak istemiyor gibiydi yaşlı melek. Üsteledim.
“O’nu biliyorsun. İnsanları biliyorsun. Kim bilir
daha neler biliyorsun da saklıyorsun.”
“Hayır. Sadece bekliyorum.”
“Bekleyişinin bittiğini söylesem?”
“Öyle mi?”
Umutla doldu. Yaşlanmak saflığını hiç bozmamış.
“Evet. Gidiyoruz.”
“Nereye?”
“Diğerlerini bulmaya.”
“Diğerleri?”
“Diğer kayıp melekler… Belleğini yitirmiş yaşlı melekler.”
“Sonra?”
“Sonra hepiniz benimle geleceksiniz.”
“Sen kötülüksün.”
Kıkırdadım. Kötülüğün hakkını veren bir sırıtış yüzüme yapışıp kaldı.
“Bizi yok edeceksin.”
“Siz zaten… çoktan yok oldunuz. Artık bizim zamanımız hüküm sürüyor.”
“Hayır. Bunu yapamam. Buradan ayrılamam.”
“Buna sen karar veremezsin.”
“Neden?”
“Unutmuş olmalısın. İraden yok ki.”
Yaşlı melek birden ayağa kalktı. Külden kanatları
parıltılar saçtı. Korktum. Yanlış bir hamle yapmış olmalıydım.
“O öldüyse artık özgürüm.”
Baş döndürücü bir rüzgâr çıktı kanatlarını açınca.
Yüzümdeki kötülüğün maskesi paramparça olup boşluğa saçıldı. Güneşe doğru uçuşunu izlerken ağlamak istedim. Ama bu mümkün değildi. Çaresiz zeytin ağacının altına oturup beklemeye başladım.
Zeytin Ağacı
Kıyıda durdum, yüzeyine baktım, göl kör olmuştu, hiçbir şeyi yansıtmıyordu. Ne bulutlar ne dağlar… İyice yaklaştım, yüzümü görmeye çalıştım, boz bulanık yüzeyde hiçbir değişiklik olmadı. Bir şeyler yapmak için buradaydım, yapabilirdim, ne olur ne olmaz diye sakladığım zeytin ağacının yapraklarını serpmeye başladım suyun üzerine. Bazılarını ufaladım, bazılarını sipsivri batırdım suya.
Ve oldu.
Yavaş yavaş aydınlanmaya başladı göl, önce bulutlar belirdi, ardından sert kayalıklarla nihayetlenen dağın silueti düştü suya. Kendimi görmek için eğildim. Fakat yüzümün olması gereken yerde zeytin ağacının dalları usul usul salınıyordu.
Doğum
Karnımın üzerindeki çıkıntıları yokladı.
“Çok acıtıyor olmalı.”
Yalan söyledim.
“Yok.”
Dişlerimi sıktım. İnanmadı. Çıkıntıların bazıları incecik çatlaklar oluşturmuştu karnımın üzerinde.
“Onu çıkarmamız gerekli, biliyorsunuz.”
Biliyordum.
“Biraz daha kalamaz mı? Henüz hazır değilim.”
“Ne yazık ki elimizden gelen sadece bu…”
Masanın üzerindeki renkli otlarla dolu cam kavanozları gösterdi.
“Sonucun da ne olacağını bilemiyoruz. Her doğum ayrı bir vaka artık.”
Sipsivri bir tırnak karnımın içini paraladı. İstemsizce bir çığlık attım. Acıyla kendimden geçerken ebe olduğunu sandığım kişinin son sözlerini duydum.
“Buna daha fazla izin veremem.”
…
Gözlerimi açtığımda bacaklarımın arasında yaprakların hışırdadığını fark ettim. Kuru yapraklarla sarılı kocaman göbeğim gerginliğini yitirmiş gibiydi. Başımın çevresinde taze nane, kekik, fesleğen, lavantadan yapılmış bir sargı vardı. Kokusu başımı döndürüyordu.
“En kötüsü geride kaldı.”
“Bir şey hissetmiyorum, hiçbir hareket yok.”
“Uzun süre çırpındı, neyse ki otların etkisi kuvvetliydi.”
Ebenin baktığı yere, kuru yaprakların altında delik deşik olmuş karnıma çevirdim bakışlarımı.
“Son aşamaya geldik. Biraz bulantı yapabilir, sakin olun.”
Sözleri bir kehanet gibi bedenimde karşılığını buldu. Öğürmek istiyordum ama olmuyordu. Bacaklarımın arasından kıvamlı bir sıvı boşalıyordu bakır leğenin içine.
“Bakmak zorunda değilsiniz.”
Leğenin içinde yüzen kırmızı siyah doku parçaları, upuzun tırnaklı parmaklar, minik şeytanminarelerine benzeyen boynuzlar yeniden gözümün kararmasına neden oldu. Son hatırladığım lavanta kokusuydu.
Uçuş
Artık uyumuyorum. Hiç. Bitti. Gecenin olmadığı bir yerde uykunun ne işi var? Tabii rüya da yok. Rüya ortadan kaybolunca gerçeklik de yok oldu; ama bunun farkına varamıyoruz bir türlü çünkü gerçekliğe göre şekillenmiş zihinsel yeteneklerimiz işe yaramıyor.
Eve giden yolda kendi kendime konuşuyorum:
“Bütün mesele evle ilgili, şimdi çok daha iyi anlıyorum. İnsanın evi, sokağı, en iyi bildiği yerler olmalı, en tanıdık yerler. Ama bak şimdi değişmiş, başka bir yer olmuş. Üstelik bu deniz buraya nasıl geldi diye üzerine düşünemiyoruz bile. İşte bu tekinsizliğin tanımı.”
Ağzımdan çıkanları duyuyorum ama tepki veremiyorum, yürümeye devam ediyorum.
“Bütün mesele evle ilgili. Ev kadar tanıdık bir yerin değişmiş artık yabancı bir yer haline gelmesi ve yine de tanıdık olması… Evet bu ancak bir rüyada olabilir.” O halde… Gerçekliğin bildiğimiz tüm sınırları ortadan kalktıysa… Uçabilmem lazım. Evet, artık bunun önünde sahici bir engel yok diyerek kendimi boşluğa bırakıyorum.
Düşüyorum ancak uçtuğumu sanıyorum.
…
…
Sonuçta yere çarpana dek her düşüş aynı zamanda bir uçuştur.
Hepimiz Gördük, Onlar Anlatabildi
Okulun yıkık duvarı, patlamış tuğlalar, dikenler, aralarında olağanüstü hızla dönüp duran sürüngenler. Bir kaplumbağa, uzun keçeleşmiş saçlarıyla bir adam, dazlak bir kadın, asla büyümeyecek bir çocuk ve bir atadam.
Eski dilde konuşuyorlardı. Birden çok anlama gelen kelimelerle yapılan bu konuşmayı tercüme etmek mümkün değil. Rüyaların anlatılabildiği bir dil. Çok boyutlu. Birçok noktadan uzayın her yanına yayılan küresel dalgalar gibi, birbirlerini kestikleri yerlerde oluşan çoklu anlamların baş döndürücü etkisi.
Onları dinledim.
Her seferinde aynı şey oluyor. Ne vakit eski dile maruz kalsam… Asıl olanı hatırlıyor, diğerini küçümsüyorum. Ama sonra çaresiz bugünün eksik diline geri dönüyorum.
Kaplumbağanın sırtındaki desenlerden medet umdum boş yere.
Kimsenin kimseyi kurtaracak gücü yok.
Gündüz olmasına rağmen gökyüzünde bir yıldız kaydı. Hepimiz gördük, onlar anlatabildi.
Çizgi
Gündüze bakan gözümü kapatıp diğeriyle gecenin içine doğru bakmaya çalıştım. Karanlıkta çürüyen ağaçlardan başka bir şey göremedim. Tam sınırda duruyordum. Yüzümün yarısı aydınlıkta diğer yarısı karanlıktaydı. Bedenim gece ve gündüz arasında ortadan ikiye ayrılmıştı. Evrensel kum saatini çeviren kimse olmadığından zaman tam bu anda durmuştu. Gece ile gündüzü birbirinden ayıran çizgi daha önce olmadığı kadar belirgindi artık.
Geleceğin yok olmasıymış kıyamet, bunu anladığım anda geçmişin de yok olduğunu fark ettim. Ne de olsa gelecek geçmişin intikamını alırken onu ayakta tutar.
Oysa şimdi zaman akmıyor. Gelecek yok. Düşmanını kaybeden geçmiş de kendiliğinden solup gidiyor.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıKıyamet Sonrası Olağan Bir Gün
- Sayfa Sayısı128
- YazarMurat Gülsoy
- ISBN9789750764493
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hür Adam’ın Esareti “Ekmeksiz Yaşarım Hürriyetsiz Yaşayamam” ~ Meryem Aybike Sinan
Hür Adam’ın Esareti “Ekmeksiz Yaşarım Hürriyetsiz Yaşayamam”
Meryem Aybike Sinan
Her sürgün yeni bir kanatlanmayı içerisinde barındırır. Ve her zindan yepyeni bir özgürlük türküsüne gebedir. Eller kelepçelenir, beden hapsedilir ancak insanın ruhuna, yüreğine ve...
- Hata Yaptıysam Aramızda Kalsın (Yol Öyküleri) ~ Cezmi Ersöz
Hata Yaptıysam Aramızda Kalsın (Yol Öyküleri)
Cezmi Ersöz
Uzun ve yorucu yolculuklardan sonra denize varmayı çok severim. Hayatın tam içine girip, göze aldığım ne varsa dibine kadar yaşayıp sonra yine kendime dönmek...
- Maya ~ Leyla İpekçi
Maya
Leyla İpekçi
Son olarak “Ateş ve Bahçe” isimli romanı ile okurlarıyla buluşan Leylâ İpekçi’nin yayımlanmış ilk romanı, yeniden… Milliyet Sanat Dergisinin “İlk Kitap, İlk Baskı” ödülünün...