
Katai Tayama’nın erken yaşta vefat eden dostu Shūzō Kobayashi’nin günlüğünden esinlenerek kaleme aldığı Köy Öğretmeni, Meiji Restorasyonu döneminde yolunu kaybedenlere, hep kısa çöpü çekenlere, “insanlığını yitirenlere” adanmış bir ağıttır.
Bir kuşağın haleti ruhiyesine ve buhranlarına ayna tutan roman, Japon-Rus Savaşı’nın halktaki karşılığını ve taşradaki sosyal yaşantının boğucu atmosferini alaylı bir öğretmenin kabuğunu kırma yolculuğunda yaşadığı hezimetler üzerinden natüralist bir üslupla işler.
Tokyo’da yükseköğrenim görüp edebiyat çevrelerinin bir parçası olma hayali kurarken, yoksul Japonya kırsalının büyüleyici doğasıyla ve saptığı yan yollarla oyalanarak teselli bulan gönülsüz öğretmen Seizō’nun kaderi, vereceği bir dizi karara bağlıdır.
Her toplumsal kırılmanın bir kuşakta tezahürü olduğu bilinciyle, bugün de bir çıkış yolu arayanlara uzak coğrafyalardan seslenen bir anlatı…
Köy Öğretmeni
1.
On altı kilometrelik yol pek uzun gelmişti. Yol, Aojima1 tarzı kumaşların satıldığı Hanyū adlı bir kasabadan geçiyordu.
Tarlalarda geven açmış, iki katlı kiraz çiçekleri ise zenginlerin evlerinin etrafına yayılmıştı. Zaman zaman, yanından kırmızı jüponu görünen köylü bir genç kız geçiyordu. Hanyū’dan bir çekçeğe bindi. Üzerinde annesinin gece boyu uyumadan diktiği üç kat kumaşlı bir haori ve muslinden yapılma yeni bir obi vardı, çekçek sürücüsü ise rengi atmış bir battaniyeyi hakama’sının üzerine bağladı ve arabanın çekme kollarını kavradı. Kalbi güm güm atıyordu.
Seizō için yeni bir hayatın kapıları aralanıyordu. Nasıl bir hayat olacaksa olsun, bu yeni hayatında onu anlam ve umut kavramlarının bekleyeceğini hissediyordu. Her gün erken kalkıp, üniformasını giyip, Gyōda’dan Kumagaya’ya kadar on kilometreden fazla yürüdüğü o beş yıllık ortaokul2 hayatı artık geçmişte kalmıştı. Mezuniyet töreninden sonra verilen ziyafette, masasına oturan bir geyşa sayesinde hayatındaki ilk cilveleşmesini deneyimlemiş ve normalde sert bir mizaç takınan öğretmenlerinin, boğuk sesleriyle notaları umursamadan şarkı söylemelerini dinlemişti. Bir iki ay geçtikten sonra ise okul penceresinden seyrettiği dünya ile gerçek dünyanın alakası bile olmadığının ayırdına yavaş yavaş varmıştı. Özellikle de anne ve babası söz konusuysa. Bunu, etrafındaki insanların ona olan yaklaşımlarında da görüyor, seslenişlerinde de duyabiliyordu. Hatta, her zaman beraber takıldığı arkadaş grubunun havasındaki değişimde bile…
Bir anısı aklına geliverdi.
On gün kadar önce, yakın arkadaşı Ikuji Katō ile Kumagaya’dan eve yürüyerek dönerken edebiyattan, gelecekten ve aşktan bahsediyorlardı. Ortak arkadaşlarının ilişki içinde olduğu bir kız hakkında konuşuyorlardı.
“O şekilde bakarsan, bizimki bu kıza fena tutulmuş olmalı.”
“Şimdiye kadar hiç de öyle olduğunu düşündüren bir durum olmadığından, hiç oralı olmamıştım. Zaten geçen gün ‘İyice bilge oldum artık,’ deyince hayattaki emellerini aşkı için bir kenara atmayacağını ve ondan vazgeçmeyi kastediyor sanmıştım, gelgelelim ki tam tersi çıktı.”
“Sahiden.”
“Ne garip ama, değil mi?”
“Geçen gün gönderdiği bir mektupta ‘Aşkım için bunca zaman sarf ettiğiniz emekleriniz için teşekkür ederim. Aşkın gönülde bıraktığı ağırlığı ilk kez deneyimlemiş oldum. Artık bundan sonra da bu aşkın ilerlemesini diliyorum, fiziksel bir şey olmadan…’ yazmıştı bana.”
Bu “fiziksel bir şey olmadan” kısmı Seizō’nun içini titretmişti.
Ikuji de bir şey demeden yanında yürümeye devam etti.
Ikuji birden, “Benim içimde sakladığım büyük bir sır var,” dedi.
Teklifsizce söylediği için, Seizō gülerek “Benim de var!” diye yanıtladı.
Keyifleri kaçtığından ikisi de sessizce yola devam etti.
Bir süre sonra Ikuji, “Sen şu malum Obana’yı tanıyor musun?” diye sordu.
“Tanıyorum.”
“Sen ona âşık olabilir miydin?”
“Yani,” diye güldü Seizō. “Âşık falan olabilir miydim bilmiyorum ama dış görünüşünü seyretmeyi beğeniyorum diyelim.”
“Peki ya A?”
“Onu hiç öyle düşünmedim.”
Ikuji biraz tereddüt ederek ekledi, “O zaman, Art’a âşık olur muydun?”
Seizō’nun kalbi biraz hızlandı. “Hımm, bir fırsatını bulsaydım ne olacağını bilemiyorum ama… Şu an aklımda öyle bir düşünce yok,” dedi ve neşeli bir tonda birden “Eğer Art’ı konuşuyorsak…
Ben Obata ve N Hanım’ı nasıl görüyorsam, sen ve Art’ı da aynen öyle görüyorum.”
“O zaman, ben de o yoldan ilerlerim,” diyerek bir adım attı Ikuji. Seizō şimdi, çekçeğin üzerinde bu anısını yâd ediyordu. Kalbinin nasıl da hızlı hızlı attığını hatırladı. O gece günlüğüne, “Arkadaşımı mutlu et, onun dileğini gerçekleştir ey Tanrım… Tanrım, arkadaşımın bu temiz aşkını, bu güzel ve masum aşkını dileğince gerçekleştir… Tanrım, senin kudretinden sual olunmaz, arkadaşımın mutluluğu için ettiğim bu niyazımı, arkadaşım için ettiğim bu duayı kabul eyle…” yazdıktan sonra masasına nasıl kapandığını hatırladı.
O konuşmanın üzerinden on gün kadar geçtikten sonra bu ikili kendilerini, söz konusu kızın evinden çıkıp eski samuray malikanelerinin önündeki karanlık ve izbe yolda yürürken buldu. Kız, o gün evde değildi. Urawa’daki öğretmen okulunun sınavına girmeye gitmişti.
“İnsan bir şeyi kafaya koydu mu, yapamayacağı şey yoktur. Buna gönülden inanıyorum ama… Bu kararlılık bende doğuştan noksan.”
“Yok öyle bir şey.”
“Ama yani…”
“Böylesine güçsüzmüş gibi konuşma.”
“Senin gibi olsam iyi olurdu ama…”
“Ne demek benim gibi?”
“Ben senin aksine, aşkın altından kalkabilecek bir iradeye sahip değilim.”
Seizō, Ikuji’yi teselli etmeye çalıştı. Hem arkadaşı hem de kendisi için üzüntü duydu.
Çekçekte oturup etrafını izlerken gözüne bir sürü yüz ve pek çok olay takıldı. Yolda seyrekçe sıralanmış karaağaçlar, kōshinzuka’lar, tarlalar, çiftlik evleri ve benzer şeyler arasından geçip gidiyordu arabası. Birdenbire arkalarından bir at arabası geldi ve yanlarından geçerken yoldaki tozu kaldırdı. Ikuji’nin babası il eğitim müfettişiydi. İki de kız kardeşi vardı; Yukiko on yedi, Shigeko ise on beş yaşındaydı. Seizō neredeyse her gün evlerine gittiğinde, Yukiko kapıyı hep gülümseyerek açardı. Shigeko ise henüz bir çocuk olduğundan Shōnen Sekai gibi dergiler okuyordu. Hanesi fakir olduğundan okumak için Tokyo’ya gidemeyeceğini Seizō da yavaş yavaş fark etmişti. İşsiz işsiz gezmektense, şimdilik bir ilkokulda çalışmasının iyi olacağına karar vermişti. Aylık 11 yen karşılığında Hanyū yakınlarındaki Miroku İlkokulu’nda bir iş bulması, tamamen Ikuji’nin babasının verdiği emekler sayesinde olmuştu. Yolun kenarında küçük bir kapı görür gibi oldu, yanındaki tabelada Izumi Köyü Muhtarlığı yazıyordu. Seizō çekçekten inip içeri girdi.
“Kolay gelsin,” diye seslendiğinde, arka taraftan hademeye benzer elli yaşlarında bir adam çıktı. “Muhtar azası burada mı?” “Iwano-san mı?” diye sordu hademe, gözlerini sarsakça kırparak. “Evet, o.” Hademe, kartvizitini ve müfettişin yazdığı mektubu alıp içeri geçmeden önce, Seizō’yu misafir odasına buyur etti. Misafir odası dediği de ne masa ne sandalye barındıran bomboş bir tatami odasıydı, ortada basit bir Seto tarzı seramik maltız duruyordu sadece.
Muhtar azası tıknaz bir adamdı, üzerinde çubuklu bir haori vardı. Müfettişten gelen mektubu okurken “Bir bakalım, Hayashi-san siz misiniz? Katō-san bu meseleyi bana çıtlatmıştı. Size bir referans mektubu yazayım,” dedi ve kirli bir mürekkep hokkası çıkardı. Uzun bir süre sessizlik içinde duraksayarak bir mektup kaleme aldıktan sonra, muhatabı olarak üzerine “Mitagaya Köyü Muhtarı Ishino Eizō-sama’ya” yazdı.
“Evet, bunu Miroku muhtarlığına götürür müsünüz?”
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKöy Öğretmeni
- Sayfa Sayısı240
- YazarKatai Tayama
- ISBN9786256462557
- Boyutlar, Kapak13,5*21, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2025
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ejderin Tutkusu ~ G. A. Aiken
Ejderin Tutkusu
G. A. Aiken
TÜM DÜNYADA SATIŞ REKORLARI KIRAN EJDERHA SERİSİ Hayatımı, kanatlarımı ve üstün güzelliğimi tehlikeye atarak, yalnızca sevdiklerim uğruna, bu acımasız Kuzey Elleri’ne girdim. Ama kıymetimi...
- Şikago Mezbahaları ~ Upton Sinclair
Şikago Mezbahaları
Upton Sinclair
Şikago Mezbahaları, yazıldığı dönemden bugüne bütün dünyadaki emekçi sınıfların vahşi kapitalizme karşı durumunu gözler önüne seren, toplumcu gerçekçi akımın en çarpıcı eserlerinden biridir. Şikago’daki devasa...
- Vahşetin Çağrısı ~ Jack London
Vahşetin Çağrısı
Jack London
Jack London, Vahşetin Çağrısı’nda, çetin doğa koşullarıyla ve sahiplerinin acımasızlıklarıyla mücadele eden bir köpeğin üzerinden insanlığın dizginlenemeyen hırsını anlatıyor. Güneşli, yeşil bir vadideki konforlu...