Mükemmel ebeveyn olmanın bir tarifi var mı?
Marie mükemmel bir anne olmak istiyor: Asla sesini yükseltmeyen, organik beslenmeye önem veren, çocuklarına vakit ayırıp onları en iyi şekilde yetiştirmek isteyen bir anne… Ama hiçbir şey istediği gibi gitmiyor, hiçbir şeye yetişemiyor. Günlük yaşamın kısıtlamaları yüzünden bitkin ve bunalmış durumda. Bu yüzden ergen oğlunu, aşırı hassas ortanca çocuğunu ve kıpır kıpır bir enerjisi olan en küçüğünü artık yönetemiyor. Çocuklarına bağırıyor, onları cezalandırıyor, sonra da suçluluk duygusu altında eziliyor. Kırkıncı yaş gününün şafağında Marie, tükenmişliğin eşiğinde. Nihayet bir gün, arkadaşının zoruyla kendine ve iyi ebeveyn olmaya dair yepyeni bakış açıları kazanacağı özel bir kampın yolunu tutuyor.
Kraliçe Arı Şarkı Söylediğinde Arılar Dans Eder, tüm çocuk büyütenlere adanmış, onların hâlinden anlayıp kendilerini daha iyi hissetmeleri için yollarına ışık tutan harika bir roman. Bu hikâyede Marie’yle birlikte biz de çok önemli bir şeyi hatırlıyoruz: Başkalarını mutlu etmek için önce kendimizin mutlu olması gerektiğini.
“Suçluluk duygusunu hafifleten kitap: Bunalmış bir anne ve onu dinlenmeye gönderen bir komşu. Orada kendimizi buluyoruz! Olaylara farklı bir perspektiften bakmanızı sağlayan bir roman.” -Marie-Pierre
Bütün ebeveynlere,
“Kendinize özen gösterin!”
1
6 Ocak 2021, Çarşamba
20.35
“Haydi sofraya! Baptiste, duyuyor musun?”
Görünüşe göre, hayır. Marie büyük oğluyla iletişim kurmak için beş dakikadır merdivenlerin dibinden yukarı bağırıyordu.
Bir posta güvercini muhtemelen daha etkili olurdu.
Marie daha fazla diretmektense, diğer hedefe geçmeye karar verdi: Jade. Peppa Pig’in bir bölümünde kendinden geçmiş, tatlı sarışın kanepede şekerleme yapıyordu. Ağzındaki başparmağı ve başının üzerindeki sevimli oyuncak çok yorgun olduğunun belirtisiydi. Marie usulca gidip yanına oturdu ve alnını okşadı. “Yemek neredeyse hazır,” dedi şefkatle.
Jade kısaca, “Mmm, mmm…” diye karşılık verdi, gözlerini bile açmadan. Ocağın başına dönen Marie küçük kızın arkasından gelmediğini fark etti. Hızlıca kalkıp gelmesini umarak göz ucuyla ona baktı.
Mutfaktaki leziz kokular iştahları kabartmaktaydı. Filet mignon’u mükemmel pişmişti. Hepsini kaynatmadan önce sosuna bir tutam muskat ekledi. Kestane püresini bir servis tabağına koydu, ekmeği dilimledi, ardından çalışmasının sonucuna gayet memnun bir şekilde baktı.
Masa hazırlanmış, çorba servis edilmişti, etler ise cızırdıyordu.
Her şey harika görünüyordu.
Tabii, üç çocuğundan sadece birinin seslenmelerine cevap vermesi dışında.
“Baptiste! Sofraya!” diye, bir hayli sinirli bir şekilde bağırdı tekrar.
Akıllıca yerine oturmuş olan Léo’nun kulaklarını kapatacak zamanı olmamıştı. Annesinin bağırışlarına büzülmeden katlandı.
“Gidip ona bakmamı ister misin anne?” diye sordu, kulak zarlarını korumak isteyen küçük çocuk. “Sanırım hâlâ banyoda.”
“Hâlâ mı? Bir saattir yıkanıyor. Temiz olsa iyi olur. Evet, lütfen canım, çıkmasını söyle ona. Neyse ki buradasın! Keşke abin ve kız kardeşin de senin kadar sorumluluk sahibi olabilseydi… Jade! Acele et ve şu televizyonu kapat!”
Marie’nin ses tonu sertleşmişti. Sabrıysa sınırlarını zorluyordu.
“Süt istiyorum!” diye bağırdı Jade, hâlâ kanepede uzanmaktaydı.
“Pardon?” diye hemen karşılık verdi Marie.
Pes etmemeye kararlı olan Marie kızını almaya gitti. Mutfağın bir köşesinde oturmasını istedi.
“Cezalısın küçük hanım,” dedi Marie, bezmiş bir hâlde.
“Ben senin annenim, arkadaşın değil ve ben senden bir şey istediğimde yapacaksın. Nokta. Ben…”
Marie’nin sözü telefonunun çalmasıyla kesildi. Mesaja bakmak için Jade’i duvara dönük bıraktı.
İyi akșamlar tatlım. Acil bir dosyayı tamamlamakla uğrașıyorum, bir iki saat daha buradayım. Beni yemeğe beklemeyin. Gelince kendime bir sandviç yaparım.
Romain
Hayal kırıklığına uğramış olan Marie bir süre mutfaktaki sandalyeye oturdu. Yorucu bir günün ardından, güzel bir sofranın başında ailesiyle kaliteli zaman geçirmeyi umuyordu.
Ama olmamıştı!
Jade cezalıydı, Baptiste gelmeye tenezzül etmiyordu ve işte, şimdi de kocası kaçıyordu…
“Anne! Yanık mı kokuyor?” diye endişeyle sordu Léo merdivenden inerken.
“Kahretsin! Et yanıyor!”
Marie harlı ateşte yanan saplı tencereyi unutmuştu. Yemeği bir dakika kaynamalıydı, beş değil! Sonuç: Sos tamamen uçmuş, et ise aşırı pişmişti.
“Ah, kahretsin, kahretsin! Olamaz!”
“Yardım edebilir miyim?” diye sordu Léo sevecenlikle.
“Abini sofraya getirirsen, bana yardım etmiş olursun!”
“Buradayım, anne, no panic!”* diyerek caka sattı Baptiste otururken.
Saçları ıslak, üstü çıplak vaziyetteki tüysüz genç, banyo havlusunu belinin etrafına sarmıştı.
“Yaramaslık yaptığım için ösür dilerim anne, ben de gelebilir miyim?” diye sordu Jade annesine yaklaşarak.
“Peki…” diyerek yumuşadı Marie. “Evet, otur. Çorbanıza başlayın, soğuyacak. Eti kesebildiğim kadarıyla keseceğim.”
“Güsel totmuyor…”
“Evet, farkındayım Jade,” dedi Marie, üzülmüştü. “Yanık kokuyor. Et fazla pişmiş. Daha çabuk gelseydiniz böyle olmazdı.”
“Hayır, o değil. Çorba,” dedi küçük kız burnunu tıkayarak.
Marie öfkesini bastırmak için derin bir nefes aldı, ardından elinden geldiğince sakin bir şekilde şöyle cevapladı:
“Köşeye geri dönmek ister misin Jade? Sanırım hayır. O zaman başka türlü ifade et. Beğenmeme hakkın var ama bunu söyleyecek kelimelerini iyi seç.”
“Nası?”
“Özetle,” diye açıkladı Baptiste araya girerek, “annem sözlerini biraz değiştirmeni istiyor. Anlam aynı, üslubu farklı.”
“Hiçbir sey anlamadım…” dedi küçük kız.
“Şöyle bir şey söyleyebilirsin: ‘Vay canına, çorban çok güzel görünüyor sevgili anneciğim. Ama ben biraz seçiciyim ve bu pek hoşuma gitmedi. Ama… yine de teşekkürler.’ Ana fikri anladın mı, ufaklık?”
“Hayır… Ama ben Knorr’un çorbalarını beğeniyorum,” diye mırıldandı Jade abisine.
“Anne, çorbanı çok beğendim,” diye hızlıca araya girdi Léo, dikkati başka yöne çekmek için. “Biraz daha alacağım.”
“Teşekkür ederim tatlım,” dedi Marie, masanın ortasına et tabağını koyarken. “Ya sen Baptiste, senin kararın nedir?”
“Yani… Çorban güzel görünüyor gerçekten ama… ben biraz seçiciyim. Üstelik, genel olarak pek çorbacı biri değilimdir. Biliyorsun, değil mi? Buna karşın, çok güzel olduğuna eminim… Yani başkalarına göre. Yani, ezilmiş sebze sevenlere göre. Beni anlıyor musun?” diye cevap verdi çocuk alaycı bir tavırla.
“Anladığım kadarıyla bu hoşunuza gitmedi,” dedi Marie kendini sandalyeye bırakırken. “Boşuna uğraşmışım. Siz sosis ve patates kızartması hariç hiçbir şeyi beğenmiyorsunuz. Yazık ki, kendinizi zorlayacaksınız.”
Üzerindeki kıyafeti – ya da daha doğrusu olmayan kıyafeti – ancak şimdi fark eden Marie, Baptiste’e döndü.
“Aaa… Baptiste! Ne hâldesin? En azından bir tişört giyebilirdin.”
“İtiraf ediyorum. Biraz üşüdüm,” diye cevap verdi çocuk gülümseyerek. “Odama gidebilir miyim? Ne de olsa çok aç değilim. Hem bitirmem gereken ödevlerim var.”
“Anne,” diye araya girdi Jade. “Capucine’in yatmadan önce üç hitaye hattı olduğunu biliyor musun? Benim de onun gibi olabilir mi?”
Marie onu duymazdan gelip Baptiste’e cevap verdi:
“Seni saat 17’de bıraktığımda ödevlerini neredeyse bitirdiğini söylemiştin.”
“Anne! Sana söylüyorum. Bana cevap verir misin?” diye sabırsızlandı Jade.
“Şşt!” dedi Marie kızgınlıkla, kızına doğru tehditkâr bir bakış atarak.
“Evet, öyle,” diye devam etti Baptiste, neredeyse bitmişti.
Tekrar göz atılacak bir iki şey kaldı.”
“Ama anne!”
“Jade! Kes artık!” diye bağırdı Marie. “Abinle konuştuğumu görüyorsun, değil mi? Capucine’e yatmadan önce kaç hikâye okunduğu da umurumda değil. Çorbanı iç ve sus!”
“Anne,” dedi Baptiste, “yemekten sonra sana Maddy McFly’in TikTok’taki son videosunu göstermek istiyorum.
Bu kız tam bir thug!”
“Thug ne demek?” diye sordu Jade.
“Baptiste…” diye mırıldandı Marie iç çekerek. “Kelimelerine biraz dikkat et lütfen.”
“Anne, thug ne demek?” diye tekrarladı Jade, annesinin kazağını daha kuvvetlice çekerek.
“Kazağımın kolunu esneteceksin!” diye bağırdı Marie. “Ne demek olduğunu bilmiyorum, abine sor.”
“‘Haydut’ demek,” diye açıkladı Baptiste. “Topluma karşı bir isyankâr!”
“O zaman ben de bir thug mıyım?” diye sordu Jade.
“Hayır. Haydi, abini dinlemeyi bırak da çorbanı bitir.
Sana gelince Baptiste, video izlemekten ziyade ödevlerini düşün. Marty Mac Fly gerçekten ama gerçekten önceliğin değil.”
“Maddy, anne, Marty değil. Ve biliyorsun ki son sınavımda matematikten 16* aldım.”
Marie hemen yumuşadı. Böyle iyi haberler oğlunun ağzından çok nadir çıkıyordu.
“Tek başına tekrar ettiğin mi?” diye sordu neşeyle.
“Evet!”
“Harika! Seninle çok gurur duyuyorum. Baban çok mutlu olacak. Neden bunu bana daha önce söylemedin?”
“Aklımdan çıkmış,” diye yanıtladı Baptiste biraz ilgisizce.
“O zaman, masadan kalkabilir miyim?”
“Tabii ki, haydi.”
Genç adam aşağı indiğinden daha hızlı bir şekilde odasına çıktı.
“Anne, ben de gidebilir miyim?” diye sordu Jade, annesinin kıyafetini yeniden çekiştirerek.
Bitkin olan Marie cevap vermedi.
“Peppa Pig’i islemeye gidebilir miyim?” diye ısrar etti küçük kız.
Marie takınması gereken ideal tutumu düşünerek bir an ona baktı. Şu durumda, gülmesi mi yoksa ağlaması mı gerekiyordu bilmiyordu. Bağırmaktan ve her zaman kötü biri olarak görülmekten bıkmıştı. Jade sürekli ilgi ihtiyacıyla çok zorlayıcı olabiliyordu ama zamanını cezalı olarak da geçiremezdi. Akşam yemeğini sakince bitirmek ve yeni bir tartışmayı önlemek için, biraz da suçluluk hissiyle teslim olmaya karar verdi.
“Tamam, haydi, teslim oluyorum,” dedi iç çekerek. “Bu akşam seninle uğraşacak gücüm yok. Televizyonun başına git, sütünü hazırlayayım.”
“Yaşasın! Süpey! Teşettürler anne, sen muteşem bir annesin!”
“Hayır, sanmıyorum,” diye cevapladı Marie kızgın bir hâlde. “Sadece çok yorgunum.”
Kızının biberonunu hazırlarken başının ağrıdığını hissetti. Birkaç saniyeliğine gözlerini kapadı ve geçmesini umarak şakaklarını hafifçe ovdu.
“Çorban çok soğuk değil mi anne?” diye endişeyle sordu Léo, annesi masaya döndüğünde.
“Soğuk çorba, fazla pişmiş et, geciken bir koca ve çocukların yokluğu… ya da yoruculuğu… Bunun dışında bir şey yok.
Ama endişelenme,” diye toparladı, oğlunun hayal kırıklığına uğramış yüz ifadesini görünce. “Düzelecek. İstersen, sen de odana çıkabilirsin.”
“Seninle kalmak istiyorum. Hem sofrayı toplamana yardım ederim.”
“Gerçekten çok tatlısın,” dedi Marie gülümseyerek. “Sana her zaman güvenebiliriz.”
Marie ve Léo Peppa Pig’in karakterlerini tartışarak yemeklerini bitirdi. Peppa’nın arkadaşlarının isimlerinin baş harfleriyle hayvan adlarının aynı olduğunu henüz fark etmişlerdi. Rebecca Rabbit, Suzy Sheep, Candy Cat ya da Danny Dog gibi. Şu anda CE2 olan Léo’nun İngilizcesini gözden geçirmesi için iyi bir fırsattı bu. Böylece bu akşam tam olarak heba olmuş sayılmazdı.
* * *
Baptiste zorlu pazarlıklardan sonra ancak yatmaya gitmişti. On üç yaşındaki genç, uyanık kalmaya izin vermesi için annesini ikna etmek amacıyla melatonin üzerine yapılan yeni bir çalışmadan söz etmişti.
Melatonin olsun ya da olmasın Marie ona ertesi gün derslerinin saat 8’de başlayacağını, bir de İngilizce sınavını hatırlattı. Baptiste sonunda pes etti.
Neyse ki Léo yemekten kısa bir süre sonra sorun çıkarmadan uyumuştu. Marie yine de gecenin geri kalanından korkuyordu. Oğlu hâlâ haftada bir iki kez yatağını ıslatıyordu. Romain’in uykusu ağırdı, dolayısıyla çarşafları değiştirme ve oğlunu teselli etme görevi Marie’nindi. Kendisi de çocukluğunda enürezisten* mustaripti; ergenlik çağında her şey normale dönmüştü. Dolayısıyla o günü sabırla bekliyordu.
Alışkanlıklarına bağlı olan Jade, arkadaşı Capucine gibi, annesinin üç masal anlatması için ısrar etmişti.
Çocuklar yattıktan ve mutfağı toparladıktan sonra Marie nihayet dinlenmeye geçmişti.
Saat 22.40’tı.
Kanepeye rahatça uzanmış, üstüne battaniye örtmüş, bir fincan çayıyla ellerini ısıtıyordu. Sehpanın üzerindeki Virginie Grimaldi’nin son romanı onu bekliyordu.
Marie tüm gün boyunca nihayet ilk kez rahatlayabilmişti.
Gerçekten.
Fincanı ağzına götürecek zamanı bile olmamıştı.
“İyi geceler, tatlım,” diye selamladı Romain, içeri girerken.
“Bakıyorum da keyfin yerinde,” dedi ufaktan bir kıskançlıkla.
Marie doğrulurken, “Daha yeni oturdum,” diye kendini savunmaya çalıştı.
“Bitmiş vaziyetteyim, gün boyu hiç durmadım,” dedi Romain kendini kanepeye bırakırken.
“Biraz sessiz konuş. Baptiste daha yeni uyudu.”
“Sahi mi?” Romain öfkelenmişti. “Saat neredeyse 23.00!”
“Biliyorum,” diye mırıldandı Marie. “Ama onu biliyorsun, sürekli pazarlık yapıyor.”
“Bu çocuk beni yoruyor.”
“İyi haber şu ki son matematik sınavından 16 almış!”
“Demek ki… İstediğinde yapabiliyor.”
Marie başını salladı, kocasıyla baş başa bir anı paylaşmaktan mutluydu. Bazen annelik rolü ona ağır geliyordu.
“Buna karşın, Jade bu akşam çok fenaydı,” dedi. “Bana ne söylemeye cüret etti biliyor musun?”
“Affedersin sevgilim, ama çok yorgunum,” diye araya girdi Romain. “Jade hakkında yarın sabah konuşabilir miyiz? Sylvain önemli bir müşteriyi de alarak istifa etti. Ofisteki durumu tahmin edersin.”
“Yapma… Bunu mu konuşmak istiyorsun?”
“Açıkçası, hayır. Tek istediğim uyumak. Duş alıp doğruca yatağa gideceğim.”
“Hemen yukarı mı çıkıyorsun?” diye şaşırdı Marie, hayal kırıklığına uğramıştı. “Senin için bir tabak ayırmıştım.”
“Teşekkür ederim sevgilim,” diye cevapladı Romain, karısını alnından öperken, “ama işte atıştırdım. Haydi, huzurlu gecenin tadını çıkar.”
Marie banyo kapısının kapandığını duyunca yeniden kanepesine uzandı. Belki de Romain gününü anlatmak istemiyordu ama o istiyordu. Zamanının büyük kısmını çocuklarla geçiren biri olarak, bir yetişkinle konuşmak ona çok iyi gelecekti.
Maalesef!
Soğuyan çayından vazgeçip kitabını açtı. Aynı sayfayı üç defa okuduktan sonra orada bırakmaya karar verdi. Beyni herhangi bir zihinsel faaliyete kapalı gibiydi. Yorgunluk galip gelmek üzereydi.
Atkısını katlayarak Romain’in koltuğun üzerine bıraktığı ceketi kaldırdı, ardından da yatmak için odasına çıktı. Odaya girdiğinde kocası çoktan yatmıştı. Horultularından derin bir uykuda olduğunu anlaşılıyordu.
Kocasına dayanıp başını yastığa koyan Marie gözlerini kapattı. Baş ağrısı kendini artık iyice belli ediyordu, derin bir yorgunluk aniden onu ele geçirdi.
Birkaç gündür olduğu gibi o gece de gözlerinde birkaç damla gözyaşıyla uykuya daldı.
Sessizce.
2
7 Ocak Perşembe, 8.00
Baptiste banyoya kapanmış, bir tutam asi saçıyla adeta savaşıyordu. Jöle kutusunun neredeyse çeyreğini bitirmesine rağmen en ufak bir değişiklik olmamıştı.
“Baptiste!” diye seslendi Marie, merdivenlerin dibinden. “Baban okula götürmek için seni bekliyor.”
“Bir dakika, geliyorum.”
Baptiste’in dakika kavramı sıradan fanilerinkiyle aynı olmadığından Romain hemen sabırsızlanmaya başlamıştı:
“Her sabah aynı manzara… Bugün onu gerçekten bekleyemem. Önemli bir toplantım var ve gecikmek istemiyorum.
Sylvain gittiğinden beri Bertrand’ın işi başından aşkın.”
“Anlıyorum ama sen gidersen ben ne yaparım?” diye sordu Marie.
Romain paltosunu giyerken, “Bir seferliğine onu sen götürebilirsin, değil mi?” diye önerdi.
“Hâlâ pijamalıyım,” diye itiraz etti Marie, rahatsız olmuştu. “Asla hemen hazırlanamam.”
“Moda defilesine gidiyormuşsun gibi yapma. Okulun önünde bırakırsın, kimse seni görmez. Bu sabah gerçekten vaktinde işte olmam gerekiyor,” diye yalvardı.
“Pekâlâ,” diyerek pes etti Marie. “Sen işe git, onu ben bırakacağım.”
“Teşekkürler, harikasın!”
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKraliçe Arı Şarkı Söylediğinde Arılar Dans Eder
- Sayfa Sayısı280
- YazarVéronique Maciejak
- ISBN9786259938653
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviYan Pasaj Yayınevi / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Burma Günleri ~ George Orwell
Burma Günleri
George Orwell
“Bizim bu ülkede bulunmamızın hırsızlık yapmaktan başka bir amacının olmadığını nasıl anlayabilirsiniz? Çok basit. Memurlar Burmalıları ezerken işadamları da onların ceplerine dalıyorlar. Eğer bu...
- Ulysses ~ James Joyce
Ulysses
James Joyce
Joyce, 1904’te Nora Barnacle adında bir genç kadınla tanışmıştı. (Nora Barnacle ile 1931’de, evliliğe karşı olmasına rağmen, kızının ısrarları üzerine evlendi.) Ulysses, Joyce’un kendi...
- Jane Eyre ~ Charlotte Bronte
Jane Eyre
Charlotte Bronte
On yaşında öksüz kalan Jane Eyre, kendisini hiçbir zaman sevmeyen, ancak kocasının vasiyeti üzerine bakımını üstlenen yengesiyle zor bir yaşam sürmektedir. Gönderildiği katı kuralları olan yatılı okulda (aslında Charlotte Brontë'nin bir yılını geçirdiği Lancashire'daki okuldur) kötü günler geçirir. Ancak Jane Eyre, Charlotte Brontë kadar şanslı değildir; okulda on yıl kalır ve öğretmen olarak mezun olur. Edward Rochester'ın malikânesinde mürebbiye olarak iş bulur. Evin gizemli efendisi Rochester'e âşık olur; ancak onu hayal bile edemeyeceği zorluklar ve acılar beklemektedir.