Evrim Alataş, bu kitabında 1990’ların “olağanüstü hal” ortamında Kürtlerin yaşadığı mezalimin mizahını yapıyor. Hayatın içinde akıp giden trajikomiği anlatıyor aslında. Hem zalimin dar kafalılığına hem de mazlumun en berbat durumlarda bile bir ‘komiklik’ bulma becerisine tanıklık ediyor. Bunların yanı sıra, solcuların ‘kendi aralarında’ geçen hikâyelerin mizahına da…
Bir lokantada üzerindeki figür Apo’ya benzetildiği için suç unsuru sayılan tuzluklardan düğün genelgelerine, sarı-kırmızı-yeşil yasaklarından kendisine yollanan istek peçetesinde “Kürdistan” lafı geçtiği için tutuklanan oryantal dansöze…
90’lar geride kaldı mı, aşılabildi mi, yoksa pusuda bekliyor hatta hortluyor mu, hâlâ tartışılıyor. Evrim Alataş, 90’ların iklimini kara mizah penceresinden bakarak hatırlatmaktan fazlasını yapıyor. İsyankâr neşesiyle, her devirde okunabilecek devlet ve insan manzaraları anlatıyor bize.
“Yıllarca kaybettiklerimizin dökümlerini yaptık hep. Acı, bizden başlayıp bize dökülen bir dere oldu. Yüreğimiz ve beynimiz bir ‘korkunç anılar deposu’na dönüştü. Oysa biraz da gülerek bakmak gerekir hayata. Güldüğümüz kendimiz bile olsak. Yani, ‘Alem buysa kral biziz’ demek lazım bazen. Yangınlardan çıkıp da paçalarımızdaki yanığa gülmek lazım…”
*
Önsöz
Bizim köyde, yaşı epeyce ilerlediği halde saçı ağarmayana, dişi dökülmeyene “Ne bilem, arsız işte,” derlerdi. “Arsız” sıfatı yüklenen herkesi önce bir incelemeye alırdım. Kavrami tam olarak anlayamadığımdan ve incelemeye aldığım kişi ve kişilerin de aslında senin benim gibi “normal” insanlar olmasından, bu kavram beynimde ayrı bir yere oturdu. Hani sözlük anlamına bakmasam, “iyi bir şey” olarak da devam edecekti kafamda. Baktım, iyi değilmiş. Bence yine de iyi bir şey. Genç kalmak değil, yaşama her daim sırıtmak iyi bir şey. Evet, sırıtmak diyorum. Çünkü tebessüm kavramında da nedense bir hüzün buluyorum. Sırıtmak… Evet evet, en iyisi bu.
Gelelim bu hikâyelere… Nereden mi çıktı bunlar, ya da neden mi bir araya geldi? Sene 1994. Diyarbakır’ın havasının “sıcak ve yakıcı” olduğu dönemler. Yani iklim öyle böyle değil. Ben de daha çömezim. Acar muhabirlik falan Allah getire. Bildiğiniz çömez… Öylece Diyarbakır’a gittim. “Gitmez olaydım,” desem ayıp olur açıkçası. Neyse yargılamayayım kendimi ama pek bir farklı buldum ortamı. Teksas gi-biydi. Hal böyle olunca ben de Şerif’in uzun etekli, ince belli kızı rolünde olacak değildim ya! Ne oldu anlamadım, bir gece kapı çalındı ve kaç kişi olduklarını bilmediğim iri iri adamlar girdi içeriye. Kafama inen esaslı bir yumrukla aynı anda “Kürdistan’a hoş geldiniz!” cümlesini duydum. Çizgi film gibiydi her şey. Kafamın etrafında yıldızların döndüğünü hissettim. Velhasıl-ı kelam, bu “hoş geldin” sefasını bizi Emniyet Müdürlüğünde konuk ederek sürdürdüler. “Noluyo lan, ne vuruyonuz?” diyecek halimiz yok. Bir hararet, bir hareket ki sormayın, almış başını gidiyor. Harekete mani olunmaz ya, biz de olmadık. Neyse ağırlanmanın ardından DGM’ye götürüldük. Biri bebek olmak üzere dört kişiydik; üçümüz serbest bırakıldık, bir kişi de tutuklandı. Kişi diyorsam yanlış anlamayın, onlar bir çekirdek aileydi, ben de konukları. Tabii o DGM koridorunda bekleyince insan, ne olup bittiğini anlamadan, tutuklanmak istemiyle üst mahkemeye sevk edildiğinde, nevri dönüyor. Tipik durumlar vardır, gözaltına alınanlar bilir. İnsan aptallaşır. Öyle rular sorarlar ki, annenizi bile nereden tanıdığınızı karıştırır, kendinizce mantıklı ve masum izahlar yapmaya çalışırsınız. Yani tanıştığınız ortam mümkünse bir bar, cafe, düğün falan olmalıdır. Siyasetten uzak. Neyse, söylemesi ayıp ben de öyle aptal aptal bekledim. Savcı benim çok küçük olduğumu, hatta kendisinin oğluyla yaşıt olduğumu, bu nedenle acıdığını ve serbest bıraktığını söyledi. Ben yıllarca niyeyse savcıya şükrettim, beni kurtardı diye. Ardından bir iddianame ki ne iddianame. Meğerse tutuklanan kişi falanca örgütün Diyarbakır sorumlusuymuş, ben de Diyarbakır’daki dağınıklığı, vurdumduymazlığı toparlamak üzere örgüt tarafından görevlendirilmiş sorumluymuşum. Şerif’in ta kendisiymişim meğerse. Vay vay ki ne vay vay! Güldüm tabii, ne yapayım! Sonra duruşma günü geldi çattı, beraat ettik. İşte bu hikâyelerin ilgimi cezbetmesinin tarihsel kökeni buraya dayanıyor. Yani avcılık ve toplayıcılık günlerine… Ondan sonra açılan tüm davalara kuşkuyla baktım. “Dedektiflik yaptım,” falan demiyorum, yanlış anlamayın. Sadece ilgimi çekti ve toparladım. Yani, hayat acımasızsa ya da hayatın kendisi okuyacağınız öykülerdeki gibi bir mizah halini almışsa, yapılacak tek şey bunları birleştirip, sadece mizah tarihine değil, insanın tarihine bir belge düşürmek olur. Bunu yapmaya çalıştım.
Yıllarca kaybettiklerimizin dökümlerini yaptık hep. Acı, bizden başlayıp bize dökülen bir dere oldu. Yüreğimiz ve beynimiz bir “korkunç anılar deposu”na dönüştü. Oysa biraz da gülerek bakmak gerekir hayata. Güldüğümüz kendimiz bile olsak. Yani, “Alem buysa kral biziz,” demek lazım bazen. Yangınlardan çıkıp da paçalarımızdaki yanığa gülmek lazım. Kitap, derlemelerden oluştuğu için öncelikle Özgür Gündem gazetesinin arşivinden yararlandım. Tümünü incelemeye gücüm yetmedi açıkçası. Ama emeği geçenler çok. Emeği geçenleri sıralamaya kalksak, kamu erkanını, yargı kurumlarını falan anmak gerekir. Buna da güç yetmez. Korucuların, askerlerin, polislerin, köylülerin, savcıların, hâkimlerin, okul müdürlerinin, hademelerin çok emeği var bu kitapta. Öncelikle onlara teşekkürü bir borç bilirim. Bir de tabii doğaçlama sohbetler esnasında, benim niyetimi öğrendikten sonra ‘meseleler’ anlatanlar var. Avukatlar mesela… Velhasıl-ı kelam, okuyacağınız hikâyelerde bir akrabanızı, kendinizi, komşunuzu, tanıdığınızı bulabilirsiniz. Arada mübalaa etmiş ya da atlamış olabiliriz. Elçiye zeval olmaz. Küfretmeyin başka ihsan istemez.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme Hiciv-Mizah
- Kitap AdıMayoz Bölünme Hikâyeleri
- Sayfa Sayısı128
- YazarEvrim Alataş
- ISBN9789750511387
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Parçalanmış Miras -Edebiyat ve İnanç Üzerine Denemeler ~ James Wood
Parçalanmış Miras -Edebiyat ve İnanç Üzerine Denemeler
James Wood
Edebiyat eleştirisinin en önemli isimlerinden James Wood, edebiyat ve inanç arasındaki bağı irdelediği Parçalanmış Miras’ta yeni tartışmalara ilham kaynağı oluşturacak kapsamlı bir derleme sunuyor....
- Ve Kadınlar Ve Erkekler Ve Aşk ~ Mehmet Coşkundeniz
Ve Kadınlar Ve Erkekler Ve Aşk
Mehmet Coşkundeniz
Ve o aşk bir gün gelip de yerleşince yüreğime, vazgeçilmez oldun… Ve ben, o günden beri, beni birgün sevebilme ihtimaline karşı Seni hep kalbimde...
- Yarın Yeniden ~ Sertap Yar
Yarın Yeniden
Sertap Yar
Her aşkın sonu hayal kırıklığı olabilir, Umutla atılan her adımın sonu hüsran, yeni bir sabaha uyanmanın bedeli kederin ağırlığıyla geçen karanlık geceler de olabilir....