Parçalanmış bir hikâye nasıl anlatılır? Yavaş yavaş hikâyedeki herkese, Hayır, hikâyedeki her şeye dönüştürerek.
İçindekiler
1. Yaşlı Kuşlar Ölmek İçin Nereye Gider? ………………….. 17
2. Habgâh …………………………………………………………….. 21
3. Doğum……………………………………………………………. 115
4. Doktor Azad Bhartiya ……………………………………….. 148
5. Ağır Çekim Kovalamaca…………………………………….. 157
6. Sonrası İçin Bazı Sorular…………………………………….. 161
7. Ev Sahibi…………………………………………………………. 165
8. Kiracı ……………………………………………………………… 241
9. Birinci Matmazel Cibin’in Vakitsiz Ölümü …………… 341
10. Mutlak Mutluluk Bakanlığı ………………………………… 433
11. Ev Sahibi ………………………………………………………… 464
12. Guih Kyom ……………………………………………………… 472
Güneşin battığı ama ışığın kaldığı büyülü saatte “uçan tilki” orduları eski mezarlıktaki banyan ağaçlarından kurtulur ve şehrin üstünde duman gibi süzülür. Yarasalar kalkınca kargalar evlerine döner. Kayıp serçelerden ve yüz milyon yılı aşkın bir süredir ölülerin muhafızlığını yaptıktan sonra ortadan kalkan ak sırtlı yaşlı akbabalardan geriye kalan sessizliği tek başına doldurmaz onların yuvaya dönüş uğultusu. Akbabalar diklofenak zehirlenmesinden yok oldu. Sığırlara kas gevşetici, ağrıkesici ve süt artırıcı olarak verilen ve inek aspirini olarak da bilinen diklofenak, ak sırtlı akbabalarda sinir gazı etkisi gösterdi. Kimyasal yollardan gevşeyerek ölen her süt ineği ve mandası, onlara zehir yüklü birer yem oldu. Sığırlar verimli süt makinelerine döndükçe; şehir daha fazla dondurma, tereyağlı kıtır şekerleme, sütlü gofret ve damla çikolatalı kurabiye yiyip mangolu süt içtikçe akbabaların, yorgun düşmüş ve uyanık duracak halleri kalmamış gibi, boynu sarkmaya başladı. Gagalarından sakal gibi gümüş salyalar aktı ve tünedikleri dallardan birer birer, cansız düştüler.
Dost canlısı yaşlı kuşların göçüşünü birçokları fark etmedi. Bakılacak o kadar çok başka şey vardı ki.
1
Yaşlı Kuşlar Ölmek İçin Nereye Gider?
Mezarlıkta bir ağaç gibi yaşıyordu. Gün doğarken kargaları uğurluyor ve evlerine dönen yarasaları ağırlıyordu. Vardiyalar arasında, yüksek dallarındaki akbabaların hayaletleriyle hasbıhal ediyordu. Pençelerinin usulca kavrayışını kesilmiş bir uzvun sızısı gibi hissediyordu. İzin isteyip hikâyeden ayrıldıkları için çok da mutsuz olmadıklarını sezebiliyordu.
Oraya ilk taşındığında gelişigüzel hoyratlıklara bir ağaç gibi, gözünü kırpmadan aylarca tahammül etti. Hangi küçük oğlan çocuğunun ona taş attığını görmek için dönüp bakmadı, kabuğuna kazınan hakaretleri okumak için boynunu uzatmadı. İnsanlar ona lakap taktıklarında sızısını bir yel gibi dalları arasından esip geçmeye bıraktı ve hışırdayan yapraklarının nağmesini, acısını dindirmek için yarasına merhem yaptı.
Ancak bir zamanlar Fatehpuri Mescidi’nde imamlık yapan kör hoca Ziyaüddin onunla arkadaş olduktan ve yanına gelip gitmeye başladıktan sonra mahalleli onu rahat bırakmaya karar verdi.
Uzun zaman önce İngilizce bilen bir adam, adının tersinden yazılışının (İngilizcede) Mecnun olduğunu söylemişti ona.1 Leyla ve Mecnun öyküsünün İngilizcesinde Mecnun Romeo’ya, Leyla da Juliet’e karşılık geliyordu. Ona eğlenceli gelmişti. “Yani onların öyküsünü khiçdi’ye2 mi çevirmişim?” demişti. “Leyla’nın aslında Mecnun, Romi’nin de Juli olduğunu öğrenirlerse ne yapacaklar?” İngilizce Bilen Adam’ı bir dahaki görüşünde, adam ona yanıldığını açıklamıştı. Adının tersinden okunuşu Mücne imiş; o da bir isim değilmiş ve hiçbir anlamı yokmuş. Buna cevaben o, “Önemli değil. Ben hepsiyim; hem Romi hem Juli’yim, hem Leyla hem Mecnun’um. Mücne niye olmayayım? Kim demiş adımın Encüm olduğunu? Ben Encüm değil, Encümen’im. Mahfilim, toplantı yapılan yerim. Herkesin ve kimsenin, her şeyin ve hiçbir şeyin toplandığı yer. Davet etmek istediğin başka biri var mı? Kapı herkese açık,” demişti.
İngilizce Bilen Adam bunun akıllıca olduğunu söylemişti. Kendi bunu düşünemezmiş. “Senin Urduca düzeyinle nasıl düşüneceksin? Ne sandın? İngilizcenin insanı tek başına akıllandırdığını mı?” diye karşılık vermişti o da.
Adam gülmüştü. O da gülmesine gülmüştü. Filtreli bir sigarayı paylaşmışlardı. Adam Wills Navy Cut sigarasının kısa ve güdük olduğundan, fiyatının hakkını vermediğinden yakınmıştı. O da onları hem Four Square’e hem fazla erkeksi olan Red&White’a tercih ettiğini söylemişti.
Adamın adını artık hatırlamıyordu. Belki de hiç öğrenmemişti. İngilizce Bilen Adam, gideli çok olmuştu, artık nereye gittiyse. O da devlet hastanesinin arkasında ki mezarlıkta yaşıyordu. Refakatindeki çelik taşınabilir gardıropta müziklerini –çizilmiş plaklarını ve teyplerini– eski armonyumunu, giysilerini, takılarını, babasının şiir kitaplarını, fotoğraf albümlerini ve Habgâh’daki yangından kurtulan birkaç gazete kupürünü saklıyordu. Siyah bir ipliğe geçirdiği dolabın anahtarını boynunda, eğri gümüş kürdanıyla birlikte taşıyordu. Gündüzleri kilit altında tuttuğu, geceleri de iki mezarın arasına yaydığı havı dökülmüş bir Acem halısında uyuyordu (kendine özel bir şaka olarak iki gece üst üste hiçbir zaman aynı yerde yatmazdı). Hâlâ sigara içiyordu. Hâlâ Navy Cut sigarası.
Bir sabah gazeteyi yaşlı imama yüksek sesle okurken, belli ki onu dinlemeyen imam, o anda aklına gelmiş gibi bir tavır takınarak sordu. “Aranızdan Hinduların yakılmak yerine gömüldüğü doğru mu?”
Bir bit yeniği sezerek kaçak oynadı. “Doğru? Ne doğru? Doğru nedir?”
Konuyu değiştirmeye isteksiz olan imam otomatik bir karşılık verdi. “Saç Hüda hai. Hüda hi Saç Hai.” Tanrı Doğruluk’tur. Doğruluk Tanrı’dır. Şehirlerarası yolları inleten kamyonların arkasına yazılı bilgeliklerin bir benzeri. Sonra adam kör yeşili gözlerini kısarak cingöz yeşili bir fısıltıyla sordu. “Söylesene, sizden biri öldüğünde onu nereye gömüyorsunuz? Naaşları kim yıkıyor? Duaları kim okuyor?”
Encüm uzun uzun sustu. Sonra hocaya doğru eğilerek, ağaca benzemez bir tarzda o da fısıldadı. “İmam Sahip, insanlar renkten söz ederken –kırmızı, mavi, turuncu, ramazanda gün batarken veya ay doğarken gökyüzünü tarif ettiklerinde– aklından neler geçiyor?”
Birbirlerini böyle derin, hatta ölümcül yaraladıktan sonra ikisi, birinin güneş vurmuş mezarında yan yana, oluk oluk kanayarak sessizce oturdular. Sessizliği sonunda Encüm bozdu.
“Sen söyle,” dedi. “İmam Sahip sensin, ben değil. Yaşlı kuşlar ölmek için nereye gider? Gökten taş gibi üstümüze mi düşerler? Sokakta cansız bedenlerine mi takılırız? Her Şeyi Gören ve Gücü Her Şeye Yeten bizi bu Dünya’ya koymuşken, buradan gitmemiz için sence uygun bir çare bulmamış mıdır?”
O gün hocanın ziyareti her zamankinden kısa sürdü. Encüm mezarların arasından onun tak-tak-tak diye; gören gözü olan bastonu, yolu üstündeki boş içki şişelerine ve çöp diye atılmış şırıngalara müzik gibi çarpa çarpa uzaklaşmasını izledi. Onu yolundan çevirmedi. Geri geleceğini biliyordu. Maskaralıkları ne kadar çapraşık olursa olsun, yalnızlığı gördüğü yerde tanırdı. Tuhaf ve birbiriyle ilgisiz gerekçelerle bile olsa, imamın gölgesine kendisinin muhtaç olduğu kadar imamın da onun gölgesine muhtaç olduğunu seziyordu. Ayrıca, İhtiyaç denen şeyin hatırı sayılır miktarda zalimliği içine alabilen bir ambar olduğunu da tecrübe ederek öğrenmişti.
Habgâh’dan hiç de iyi ayrılmadığı halde Encüm, oranın düşleri ve gizlerinin kendine ait olmadığını, dolayısıyla da onları ifşa edemeyeceğini biliyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıMutlak Mutluluk Bakanlığı
- Sayfa Sayısı480
- YazarArundhati Roy
- ISBN9789750735059
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Değiş Tokuş ~ Beth O’leary
Değiş Tokuş
Beth O’leary
Eileen yaşlılığın götürdüklerinden, Leena gençliğin getirdiklerinden bıkmıştı… Belki de yer değiştirmenin tam zamanıydı. Londra’daki kariyerine kendini fazlasıyla kaptırmış Leena, zorunlu olarak izne çıkarılınca, kafasını...
- İlişki Durumu: Karmaşık ~ Rachel Gibson
İlişki Durumu: Karmaşık
Rachel Gibson
Delaney yıllar önce terk ettiği Truly’ye üvey babasının cenazesi için geri döner. Fazla kalmak gibi bir niyeti yoktur çünkü bu küçük, dedikoducu kasaba, ona...
- Ölüler, Diriler ve Deliler ~ Kolektif
Ölüler, Diriler ve Deliler
Kolektif
İnsan derindir, korkuları ise daha derin… Ölüler, Diriler ve Deliler: Gotik Öyküler; Aydınlanma Çağı’nın göz ardı ettiği doğaüstü, akıldışı ve acayiple yeniden bağ kuran...