Muzaffer ve annesi İstanbul’un eski bir mahallesindeki mütevazı evlerinde, kimselere yük olmayan yaşayışlarını sessiz sedasız sürdürürler. Evin erkeği hastalanıp erkenden göçmüştür öteki dünyaya. Anne kızın bu yaygarasız, sade halleri yine de meraklı komşuların dilindedir. Günler böyle geçip giderken mahallede bir düğün gerçekleşir. Ve kendisi de evlilik hayalleri kuran bu genç kızın işlediği yastık, düğün davetlilerinden bir genç adamın dikkatini çeker. Üzerinde “Muzaffer” işli bu yastık nelere vesile olacaktır… Memduh Şevket’in sahici, içten üslubu hikâyeyi adeta yaşanır, tat alınır kılar.
*Veysel Çavuş *Kivi *Sezâ’nın Kocası *Bir Genç Efendinin Defterinden *Pazarcılık *Bir Cinayet *Gurbet Ellerde *Sayı mı, Yazı mı? *Hâmid İçin Bir Yazı *Komiser *Taş Havan *İki Arkadaş *Yeni Vali *Ev Kurdular *Türk Dursun *İntikam *Muzaffer
*
Veysel Çavuş
Bugün, dört sene evveli düşündüm; bir akşamdı, güneş gurup etmiş, yerlere gecenin rengi iyice çökmüştü. Yalnız güneşin gurup ettiği noktada, ufak evlerin esmer gölgeleri fevkinde2 birkaç küçük avareser bulut kanatlarını germiş, dinleniyor gibi görünüyordu.
Toprak duvarların kenarından yürüyerek eve geliyordum. Gönlümde, geçen günün yorgunluğu, hayatımın, değerinden fazla bir melali4 vardı. Bir sokağın köşesini dönerken ona tesadüf ettim. Bir şey söylemek, bir kelimeyle onu tatyib etmek istedim:
-Siz de gidiyor musunuz? diye sormuşum!..
Karşımda, sanki zabiti karşısındaymış gibi metin ve pür edep, duruyordu.
Bu kardeşim gibi sevdiğim, bu kahraman, bu açık gönüllü askerin bu gece halinde, gözlerinde bir buğu, bir dalgınlık vardı.
O gün muhtarlara daha tembihat-1 resmiye yokken, bir gizli ses, bir zefîr-i girizân,7 ordu emrini bütün kulaklara dökmüştü.
Redifler toplanıyormuş!.. Herkesin çehresinde bir eda-yı istifhamkârâne2 vardı. Evet muayyenli, muayyensiz3 bütün redif silah altına…
Temmuz nihayetiydi, harmanlar yeni dövülmeye başlamıştı. Alelhusus4 akim bir senenin tazyikini hissediyorduk. O sene bu civarların en ümitli tarlaları nihayet bire dört verdi…
Bu davet, zevcesinin, ihtiyar babasının muayyeni olmayan fakir çiftçileri düşündürdü; bu davet hepimizin kalbinde, bir yangın görülmüş, bir umumi hastalık çıkmış gibi bir tesir-i meş’um6 uyandırmıştı.
Fena zamanlardaydık, başımızda birçok felâketler döndüğünü zannediyorduk ve şu küçük kasabada yalnız biz, birkaç kişi, artık öğreniyorduk ki, hükümet bizi aldatıyor, bizim itaatimizi suiistimal ediyor, binlerce cahil insanın bir manayı dindaraneyi havi olan itimatlarını çiğnemek gibi âzim8 bir cinayet irtikâp9 olunuyordu.
Gazeteler bir şey yazmadılar, bize resmi, sahih hiçbir malumat vermiyorlardı. Yalnız ortada en ciddi havadisi terk edip en vahi10 hurafeyi isal eden11 bir dedikodu dolaşıyordu.
Birkaç gün evvel, iki jandarma neferi, Sinekli ile Çerkezköy mevkileri arasında, demiryolunun altına mahirane vazolunmuş, 12 doksan kiloluk bir dinamit kitlesi buldular… İşte, o senenin vakayii13 bu hadiseyle başlar.
İkinci Ordu mintıkasında iğtişaş-ı idareye1 çalışanlar o noktada, Sinekli ormanları arasında hattı bozmak, Şimali Avrupa’dan gelen sürat katarını parçalamak istemişlerdi.
Telaş ettik, heyecan içinde kaldık. Demek düşmanlar bu kadar yakın gelebiliyorlardı. Sonra korkunç rivayet teakup etti3 ve işte nihayet ordu emri ulaştı. Bütün redif silah altına…
Bu tedarikat şimale doğru, Bulgarlara doğruydu. Bunu görüyorduk. Lakin Bulgarları yalnız zannediyorduk. Yalnız onları teşçi edenler4 vardı. Bunun için harmanını, çocuklarını yalnız bırakan askerlerimizin nereye gideceklerini, bizi hırpalayan bu düşmanın kim olduğunu bilmiyor, tayin edemiyorduk. Çünkü Bin İki Yüz Doksan Üç Felaketi’nden sonra, ne vakit küçük dostlarımızdan birinin cüretini görsek, böyle düşünmeye mecburduk.
Ordu toplanıyordu. Harmanını alacaklılarına devrederek, kimsesizler evini Allah’ına emanet ederek askere gidiyorlardı. Çiftçilerin bütün mahsulünü elinden alıp onları daima mecbur-u müracaat bırakan zahire6 muamelecilerinin elinde, daha ilk günü, itibar-1 umumi7 bir köpük gibi söndü. O zaman kimsesizlerin akibetleri zahir olmuştu.8 Lakin ordu, yine Huda Pesendane bir itaatle toplandı.
Şimdi Veysel Çavuş’a tesadüf edince, akşamın karanlıkları içinde, bizim için meçhul düşmanlarla uğraşmaya giden bu kahramanın, bu güzide askerin çehresinde o fecayii ihtiyaciyeyi,10 yalnız bırakılacak genç zevcesine, yabancı ellerin mürüvvetine terk edilecek harmanına ait fecayii, onun pür-vakar1 çeşmanına2 bir gölge çöktüren bu şeyleri görerek, ona muzdaribane sormuşum:
Siz de gidiyor musunuz? -Evet, diye cevap verdi. — Harmanını bitirdin mi? Yeni başlamıştım!
Veysel Çavuş’u iki sene evvel Trablus’tan terhis edilmiş bir asker olarak tanımıştım, o benim komşumdu. Altı sene hizmet ettikten sonra, güneşten yanmış çehresiyle buraya geldiği vakit ihtiyar ninesini ölmüş, kulübesini harap olmuş, yıkılmış bulmuştu.
Azim bir sabr-1 tahammülle çalıştı, evini tamir etti, bir çift öküz, kirayla da bir tarla tedarik etti. Nihayet şuradan bir köyden evlendi. Daima sakin, vakur çalışıyordu. İlk önce tanımıyordum, sonra bir kere tesadüfen görüşte onu sevdim, hayran oldum. O güzide bir askerdi.
Sonraları onun bahtiyarlığını gördükçe memnun olurdum. Onun çehresine baktıkça, onunla konuştukça, memleketinin gayrete olan ihtiyacını anlamış, onun için çalışıyor, derdim.
Fakat o bu ihtiyacı nereden, nasıl öğrenmiş, bilmiyordum. Belki askerlikten, belki bülent himmet bir zabitin lisanından… Herhalde bu müsait fıtrat üstünde rahim, halim bir fikrin tesir-i amiki3 kalmıştı. Ona milletini sevdirmiş, gönlüne şanlı ve muntazam yaşamak için bir heves vermişti.
Daima az söylüyor, çok çalışıyordu. O da, benim gibi hakikati görmediği halde hükümetten, heyet-i memurinden emin değildi. Bu halin neticesi onu düşündürüyordu. Düşündüğüm, arzu ettiğim gibi afif,4 saf bulduğum bu adama hürmet eder, takdir eder, onu böyle severdim.
Veysel şimdi gidiyor. Elbette pek çok şeylere muhtaçtır. Belki yarın evine üç beş kuruş bırakmayacak diye düşünüyor, ona muavenet1 etmek istiyordum.
Veysel Çavuş, dedim, sana muavenet etmek isterdim, eğer bir siparişin varsa…
Sözlerimi ikmal edemiyordum,2 vücudum yorgun, kalbim gayet metanetsizdi. Belki bu zaf-ı hissiyat taşar diye korkuyordum. O, mütevekkilane cevap verdi:
Eksik olmayın, ben de sizden bir şey rica edecektim, dedi. Sonra teessürle ilave etti:
Bizim kadın kimsesizdir, bir can yoldaşı yok! Komşu namusu, Allah’tan sonra size emanet, kapınızda hizmet eder…
Bunları söylerken o kahraman yüreğinde, o kurşuna deldirdiği sinesinde bir şey kopuyor, acıyor zannettim. Sesinde öyle bir eda-yı mahsusane3 vardı. Onu temin ettim, teselli etmek istedim. Sarıldık, veda ettik. Bir gün sonra onlar gittiler. Önde davul çalarak!.. Arkalarında birer beyaz torba, ayaklarında çarık… Çok gözyaşı yadigâr bıraktılar, tabur merkezine gittiler.
Sıcak bir gündü. Kumlu yollar uzakta dağların sırtında belli oluyordu. Onları kasabanın kenarına kadar teşyi ettim.4 Dua oldu. Sonra üç kere bağrıştılar, ben de sessizce ağladım.
Onlar gittikten sonra her yer tenha kaleli, mübadelat-1 ticariye5 durmuştu, herkes yeni haberlere intizar ediyordu.
Sararmış yapraklar dökülüyor, melül bir sonbahar çehresini gösteriyordu. Bir taraftan tedarikat tezayüd ediyor, Edirne’ye mühimmat-1 harbiye sevk ediyorlar; Rus zırhlıları İğneada önündeydi… Harekât-ı iğtişaşiye8 reisi Şişmanof Istranca’da dolaşıyor…
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıMuzaffer
- Sayfa Sayısı192
- YazarMemduh Şevket Esendal
- ISBN9786254298219
- Boyutlar, Kapak12,5 x 20,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sihirli Çakı ~ Aydın Karasüleymanoğlu
Sihirli Çakı
Aydın Karasüleymanoğlu
— Bu çakıyı babam bana armağan etti. Bunu iyi sakla ve beni özlediğin zaman yüzüne sür. Böylece benim tarafımdan okşandığını anlayacaksın… Rasim, babasının bu...
- Nefeshane ~ B. Nihan Eren
Nefeshane
B. Nihan Eren
Nihan Eren, nefes almayı bambaşka açılardan ele alıyor Nefeshane’de. Yazarın iyice olgunlaşan, lezzetini derinleştiren ama yeni arayışlardan da vazgeçmeyen bir dille kaleme aldığı sekiz...
- Marvin Redpost: Köpek Bakıcısı ~ Louis Sachar
Marvin Redpost: Köpek Bakıcısı
Louis Sachar
Hadi ama Marvin! Köpek bakmak ne kadar zor olabilir ki? Dünya çocuklarının yere göğe sığdıramadığı “Yamuk Okul” efsanesinin yaratıcısı Louis Sachar’ın küçük okurların ezberlerini...