Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Parfümün Dansı
Parfümün Dansı

Parfümün Dansı

Tom Robbins

‘Oyunculuk uçarılık değil, bilgeliktir’ diyerek çılgınlık derecesinde ‘oyuncul’ romanlar yazan Tom Robbins, bu romanda hayatımızı var eden en temel kavramlar hakkında düşünmeye ve insanın…

‘Oyunculuk uçarılık değil, bilgeliktir’ diyerek çılgınlık derecesinde ‘oyuncul’ romanlar yazan Tom Robbins, bu romanda hayatımızı var eden en temel kavramlar hakkında düşünmeye ve insanın doğayla ilişkisinin kopma sürecinin anlatıldığı düşsel / tarihsel bir yolculuğa çağırıyor bizi. Batı’dan Doğu’ya, oradan da Yeni Dünya’ya uzanan, ölümsüzlüğü kovalayan ve yüzyıllar süren bir yolculuktur bu. Batı, acı çekmeyi seven, mantığa, bireyciliğe ve üretime tapınanların diyarıdır. Doğu, aşka, boş zamana, münzeviliğe, bilinmezliğe hayatında yer veren insanların yaşadığı su ve parfüm diyarıdır. Yeni Dünya’da ise sadece ‘başarı’ ve hırs vardır. Yolculuğun en ilginç kişisi ise keçi ayaklı, zevk ve bereket tanrısı Pan’dır. Pan, insanların duyguları ile düşünceleri arasına duvar çekmeleri, yaşamak yerine, cennete kabul edilmek ve doğayı tahakküm altına almak için çalışmaları; dans, müzik ve aşkla ilgilenmek yerine, doğru ve yanlışla uğraşan Aristo, İsa ve Descartes’a inanmaları ile gücünü yitiren bir tanrıdır. Aynı zamanda Bay Mantıksız, Bay İçgüdü, Bay Hayvani Sır, Bay Çingene, Bay Korku, Bay Aydedeye Havlayan, Bay Şaşırtıp Kaçan, Bay Mastürbasyon, Bay İnatçı Güç, Bay Küstahlık, Bay Doğa En İyisini Bilir…dir.

*

DONNA ve THE WATER MUSIC’e

mektuplarına hâlâ cevap yazmadıklarıma

Yazar, temsilcisi ve dostu, Phoebe Larmore’a; yiğit editörü, Alan Rinzler’a; kendisine ruj lekeli zarflar içinde koku endüstrisinin sırlarını aktaran Loren Elizabeth Stover’a ve ataları bir zamanlar

New Orleans’ta bir parfüm dükkânı sahibi olan ve kendisine helezonik bir deniz kabuğu karşılığında o dükkânı devreden Jessica Maxwell’e şükran borçludur.

Dünya kuruldu kurulalı insanoğlunun en belirgin sorunu, insan yaşamını ruhsallaştırmak, onu özel bir ölümsüzlük düzeyine yükseltmek, tüm diğer organizmaların ortak yönünü oluşturan yaşam-ölüm döngülerinden ayırmak olagelmiştir.

Ernest Becker

Uygarlık tarihi, insanoğlunun kaba, hayvansı ve kısa ömürlü kaderinden kurtulma hikâyesidir. Saygın bir hayal düzeyine yükselmek için atılan her adıma paralel olarak parfüm sanatında da bir ilerleme kaydedilmiştir.

Eric Maple

Bağır, bağır öfkeyle ışığın tükenişine.’

Dylan Thomas

(Bir de) her zaman elinizden geldiği kadar güzel kokmaya çalışın.

Lyndra Barry

Günün Konusu

Pancar, sebzelerin en keskinidir. Turp, elbette ki daha ateşlidir ama turpun ateşi soğuk bir ateştir. Hoşnutsuzluğun ateşidir yoksa ihtirasın değil. Domates, doğrusu şehvetlidir. Fakat onda da bir sualtı akıntısı halinde uçarılığı, havailiği sezersiniz hep. Pancarlar ise korkunç ciddidir.

Slav halkı, fiziksel özelliklerini patatesten, için için kaynamalarını turptan, ciddiliklerini ise pancardan almıştır.

Pancar aslında melankolik bir sebzedir. Istırap çekmeye onun kadar isteklisi yoktur. Örneğin insan şalgamı ne kadar sıksa, kanatamaz…

Pancar tıpkı suç yerine geri dönen katile benzer. Vişnenin havuçla işi bittiğinde ortaya çıkan şeydir pancar. Sonbahar mehtabının kuşaklar önceki, sakallı-bıyıklı, çoktan gömülmüş atasıdır. Fosilleşmesine ramak kalmış! Karaya oturmuş ay-gemisinin plazma damarlarıyla dikilmiş koyu yeşil yelkeni; bir zamanlar ayı yeryüzüne bağlayan uçurtma sicimi, şimdi çamurlu bir bıyığa dönmüş, yerkürenin derinliklerinde yakut bulmak amacıyla kazıya girişmiş.

Rasputin’in sevdiği sebzeydi pancar. Adamın gözlerinden belli zaten.

Avrupa’da mangel-wurzel denilen iri bir pancar türü yaygın biçimde yetiştirilmektedir. Belki bizim Rasputin’de izlerini gördüğümüz bu türdür. Wagner’in müziğinde de mangel-wurzel’in var olduğu kesindir. Adları pancardaki P-A-… harfleriyle başlayan besteciler asıl başkaları olsa bile. Tabii damarlarından kan yerine şekerli su akıtan beyaz pancarlar da vardır; ama bizim ilgilendiğimiz kırmızı pancardır. İkide bir utanıp kızaran, şişen, tedavisi imkânsız bir basura benzeyen. (Aslında tedavi yolu büsbütün yok sayılmaz. Gider bir çömlekçiye sipariş verir, kendinize seramikten bir kıç yaptırırsınız… üstüne oturmadığınız zamanlar borç çorbası içmek için kâse diye de kullanırsınız.)

Eski bir Ukrayna atasözü vardır: “Pancarla başlayan hikâye şeytanla biter.”

Eh, o riski göze almak zorundayız artık.

Seattle

Priscilla, stüdyo denilen türde ufacık bir dairede oturuyordu. Bu tür yerlere “stüdyo” denmesinin nedeni, sanatın göz alıcı bir şey sayılması kadar, ressamların çalıştıkları yerde yatıp kalkmaktan hoşlanan insanlar olduğuna bizi inandırmakla ev sahiplerinin daha çok para kazanabileceği kanısından ötürüdür. Gerçek ressamlar hemen hiçbir zaman stüdyo dairelerde oturmazlar. Hem yer azdır, hem de ışık yanlıştır. O tür dairelerde daha çok memurlar oturur. Dosyalama memurları, mağaza tezgâhtarları, üniversite öğrencileri, yaşlı dullar, bir de Priscilla gibi evlenmemiş garson kızlar.

Bu bina, 1929’daki ekonomik bunalım döneminde yapılmıştı. Seattle’da bu tür bina pek çoktu. Washington Gölü’yle Eliott Körfezi arasındaki tepe eteklerine serpilmiş, kırmızı tuğlalarını mevsim yağmurlarıyla renklendiren binalar. Mimari açıdan binanın dümdüz çizgileri, sade cephesi, Eleanor Roosevelt’in açılış balolarında giydiği tuvaletleri hatırlatıyordu. İç duvarları ise nice mutfakta pişen nohut ve fasulye yemeklerinin rengini almıştı. Yıllardır bu binada öyle çok insan yaşamıştı ki, sonunda bina da kendine göre bir yaşam edinmişti. Her tuvalet, İtalyan tenorları gibi gargara sesleri çıkarır, her buzdolabı çayırda otlayan bufalolar gibi homurdanırdı.

Eski yapım apartmanların çoğunda, renkler ve sesler gibi, kokular da kuşaklar boyunca birikmiş olurdu. Fırında pişen kekler, tencerede haşlanan sebzeler! Ama Priscilla’nın dairesi bu açıdan ötekilerden farklıydı. Burası kimyasal madde kokardı… Zehirli değildi; ama pek de tatlı olmayan bir kokuydu. Gece yarısı, yorgun argın eve gelip kapısını açtığı zaman onu evde hapis kalmış köpek gibi karşılamaya ilk koşan da bu koku olurdu.

Işığı açar açmaz ilk önce, garsonluk yaparken giydiği alçak topuklu pabuçlarını ayağından birer tekmeyle fırlattı. İkinci olarak da ayağının başparmağını masanın ayağına çarptı. Nice dul kadının iskambil oynamak üzere başına oturmuşluğu olan masa sarsıldı, titredi; üzerindeki kimyasal madde şişeleri şangırdayıp, sallandı. Bereket versin içlerindeki ilaçlardan en fazla birkaç damlası ziyan oldu.

Priscilla yatak işlevi de gören kanepeye kendini attı, ayağına masaj yapmaya başladı. Demin acıyan başparmağa özellikle dikkat ediyordu. “Allah kahretsin” diye söylendi bir yandan. “Ne sakarım! Bu dünyada yaşamayı bile hak etmiyorum. Yer çekimi olmayan gezegenlerden birine sürgüne yollamalı beni.”

Az önce lokantada bir tepsi dolusu kokteyl bardağını düşürmüştü.

Külotlu çorabın içinde ayağı yeni doğmuş bir fare yavrusu kadar kırmızı görünüyordu. Ayakları adeta tütüyordu. Priscilla ayaklarını rahatlatana kadar ovdu, sonra gözlerini ovuşturmaya koyuldu. Uykulu uykulu içini çekti, kendini kanepeye sırtüstü attı, birden madeni paraların dökülmesiyle irkildi. Akşam topladığı bahşişler cebinden saçılmış, başının, omuzlarının çevresine yayılmıştı. Yerde bile paralar…

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıParfümün Dansı
  • Sayfa Sayısı432
  • YazarTom Robbins
  • ISBN9789755391014
  • Boyutlar, Kapak13 x 19.5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviAyrıntı Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Meleklere İnanmak ~ R. J. ElloryMeleklere İnanmak

    Meleklere İnanmak

    R. J. Ellory

    Yıl 1939… Joseph Vaughan, küçük bir kasabada yaşayan on iki yaşında bir çocuk… Tüm kötülüklerin içinde meleklere inanan, Azraili kasabadan uzak tutmaya çalışan, suçu...

  2. Alaska’nın Peşinde ~ John GreenAlaska’nın Peşinde

    Alaska’nın Peşinde

    John Green

    İlk içki, ilk şaka, ilk dost, ilk aşk, son sözler… Miles Halter, ünlülerin son sözlerine bayılan, sıradan bir gençtir. Evindeki güvenli hayata katlanamadığından François...

  3. Filin Yolculuğu ~ Jose SaramagoFilin Yolculuğu

    Filin Yolculuğu

    Jose Saramago

    16. yüzyılda Portekiz Kralı, Süleyman adlı filini Avusturya Arşidükü Maximilian’a hediye etmek ister ve Süleyman bu uzun yolculuğa çıkar. Nobel Edebiyat Ödülü sahibi José...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur