Annesinin son nefesini verene dek nasıl bir aşk acısı çektiğini bilen Raven Kendrick, kalbini asla birine vermeyeceğine dair ant içer.Fakat adı bir skandala karıştığında, Londra’nın kötü şöhretli kumarhane sahibinden bir evlilik teklifi alır ve bu teklifi kabul etmek zorunda kalır. Esrarengiz kurtarıcısıyla yakınlaşması ise genç kızın sadece en vahşi fantezilerinde tattığı ihtirasla yüzleşmesine ve bu hisle mücadele etmesine sebep olur. Kell Lasseter kardeşinin neredeyse hayatını mahvettiği masum bir genç kızı korumak adına özgürlüğünden vazgeçer. Yarı İrlandalı olması ve karanlık geçmişi yüzünden küçümsenen Kell diğer sosyete güzellerinden epeyce farklı olan bu büyüleyici hırçın kızdan etkilenmeden edemez. Ancak kardeşine bağlılığı ve inatçı gelini arasında kalan genç adamın gerçek aşka erişebilmek için öncelikle bir şekilde Raven’ın kalbini kazanması gerekmektedir.
“Elinizden bırakamayacağınız ihtiras ve duygu yüklü bir aşk hikâyesi.” Romantic Times
“O kadar ateşli bir kitap ki sayfaları çevirirken parmaklarınız yanacak.” Rendezvous
***
Birinci Bölüm
Londra, Kasım 1813
Adam dalgaların arasından çıplak bir halde çıktı. Islak, pürüzsüz kaslı vücudu Karayip güneşinde parlıyordu. Parlak turkuvaz denizin çevrelediği bedeniyle bir pagan tanrısını andırıyordu. Fakat o bir tanrı değildi. Genç kızın namusunu ve kalbini çalmış olan bir korsandı.
Berrak bembeyaz kumsalda bacakları iki yana açık, gördüğü her şeye hükmedermiş gibi dimdik dururken etrafına sıcaklık, güç ve tehlike yayıyordu. Tahrik olmuşluğunu açıkça gösteren erkeksi bedeni genç kızın nefesini kesmişti.
Karanlık bakışları, genç kızın içine çektiği titrek nefesi duymuşçasına ona sabitlendi. Genç kız hatlarını seçemese de adam ona bakarken adeta kendinden geçiyordu. Yüzünü göremiyordu, tek gördüğü o yoğun ve yakıcı bakan kara gözleriydi.
Amacı her çevik adımında belli olan adam ona yaklaştı. Onu yere yatırıp aç dudaklarıyla onunkilere sataşırken, genç kız kumun sıcaklığını sırtında hissedebiliyordu.
Öpüşü gücüyle değil ama etkisiyle tahrip edici, dokunuşları vahşi ve şehvetliydi.
Dudaklarının tadı damağında kalırken ellerini aşağı doğru kaydırdı, hem şefkatli hem de acımasızdı. Başını eğip genç kızın boynunu, omuzlarını, sonra da çıplak göğüslerini öptü. Dudakları sıcacıktı, güneşten bile daha kavurucuydu. Bir göğüs ucunu kavradı ve genç kızın zevkten kıvranmasına neden olacak şekilde sertçe emdi.
Genç kız inleyerek bacaklarını onun için araladı. Adanı erkekliğini onun kadınsı yumuşaklığına bastırdığında ise uylukları arasında hissettiği sızı daha da uyarıldı.
“Lütfen… ” diye yalvardı.
Adam onun bu acil ihtiyacını arılayıp amansızca derinlerine gömüldü. Genç kız, erkekliğiyle tamamlanırken zevkten ağlamak istedi.
Fakat sonra adam kımıldamadı ve genç kızın şiddetle ulaşmak istediği doyum anını reddetti. Bakışlarının yakıcı karanlığı, adaleli vücudunun ağırlığı kadar etkiliydi ve kızı yere yapıştırmıştı.
“Nasıl evlenirsin onunla?” diye sertçe sordu. “Nasıl kendini ona vermeyi düşünebilirsin?”
“Mecburum. Seçme hakkını yok. Kutsal bir yemin ettim.”
Adamın yoğun bakışları kızın içine işledi. “Senin dükün soğuk ve ihtirassız. Sana benim hissettirdiklerimi hissettiremez. Kanını benim gibi kaynatamaz.”
Genç kız onun her söylediğinin doğru olduğunu bilerek başını yana çevirdi. Yaklaşan evliliğini düşündüğünde içini derin bir ümitsizlik kaplıyordu. Unutmak istemişti… Ama korsanı buna izin vermemişti.
Adam dişlerini sıkarak kızın saçlarını kavradı. “Sen bana aitsin, sadece bana. Benimsin sen, anladın mı? Ve ben de seninim. Beni sen yarattın.”
Sahiplenici tavrı genç kızı etkiledi ve heyecanlandırdı. “Evet, dedi.
Adam geri çekilip yeniden kuvvetli bir şekilde onun derinlerine doğru kaydı. “Ona gittiğinde hatırlayacağın ben olacağım. Sana istekli çığlıklar attıran benim dokunuşum, benim tadım, benim sertliğim. ”
“Evet. Evet… Sadece senin.”
Onu tatma ve hissetme arzusuyla adamın dudaklarını kendinin kilere yaklaştırdı…
Adam bu yakınlaşma üzerine hareket etmeye başladı; ona vahşice sahip oluyordu. Kesinlikle nazik değildi, fakat kız da zaten öyle olmasını istemiyordu. Daha fazlası için kalçalarını kaldırdı ve titreyerek onun ritmine karşılık verdi.
Adam, ,“Daha çok, ” diyerek onu kışkırttı. “Daha fazla. Teslim ol…”
Doyum anı genç kızın içini kırılgan titremelerle doldurdu, ta ki adam kendi doyum anıttı yaşayana dek. Sonunda şiddetli açlıkları bastırılmıştı, adam nefes nefese kalmış bir halde genç kızın üzerine yığıldı.
İpeksi dalgalar sıcaklamış tenini ve aralarında tutuşan ihtirası serinletirken genç kız tükenmiş bir halde orada yatıyordu…
Raven Kendrick hayallerinden sıyrılıp yavaşça odasının farkına vardı. Bedeni hâlâ yaşadığı o güçlü doyum anının ve korsanının anısı ile sızlarken, sabahın erken saatlerinin ürpertici ışığı ipek perdelerden içeri süzülüyordu. O kanını kaynatan vahşi, tatlı bir yangındı… Ve sadece bir hayaldi…
Özlemle içini çekerek yatağında döndü ve hâlâ sızlayan göğüslerinin üzerine bir yastık bastırdı. O sahip olabileceği tek gerçek tutkuydu.
Aşığı bazı zamanlar etten kemikten bir adam kadar gerçek görünse de sadece hayallerini süslüyordu. Bir kimliği ya da bir geçmişi yoktu. O ışıldayan bir Karayip sabahında, bedenini yağmalamak ve kalbini esir almak için rüyalarında kıyıya çıkmıştı…
Aralarında yaşananların etkisiyle genç kızın gözleri kapandı. Uyluklarının arası hâlâ sıcak ve nemliydi, fakat gerçek yaşamda bir erkeğin yanıp tutuşan erkekliğinin derinliklerini doldurmasını hiç hissetmemişti.
Yine de hayal edebiliyordu. Aslında hiçbir bakirenin asla bilemeyeceği şeyleri biliyordu. Annesi ölürken ardında ona Kalp Tutkusu adlı nadir bulunan erotik bir kitap bırakmıştı. Bu kitap Elizabeth Kendrick’e umutsuzca sevdiği ve terk etmeye zorlandığı adam tarafından – anılarını canlı tutmak adına bir tür ayrılık hediyesi olarak – verilmişti.
İsimsiz bir Fransız kadın tarafından kaleme alınmış olan bu kitap gerçek, trajik bir aşk öyküsünü yansıtıyordu ve cinsellikle ilgili detaylarla doluydu. Raven’ın annesini yıllar boyunca teselli etmişti, çünkü canlı bir şekilde anlatılan öykü hem acısını yansıtmış hem de kaybolan tutkusunu yeniden yaşamasını sağlamıştı.
Ancak bu, namuslu genç bir bayanın sahip olamayacağı kadar skandal yaratacak tarzda bir kitaptı.
Raven cüretkâr bir şekilde kaşlarını çattı. Korsanının hayallerini besleyerek kötü bir şey yapıyor olabilirdi, ancak hayallerinde dilediği kadar özgürlüğün tadını çıkarabilirdi. İçindeki derin doyumsuzluğu bastırabilir, sosyal yıkıma kurban gitmeden yasaklanmış açlığını hafifletebilirdi. En önemlisi de bir zamanlar annesinin yapmış olduğu gibi kalbini ve ruhunu kaybetme korkusu duymadan kendini âşığına tamamen verebilirdi.
O bilindik korku nabız gibi atarken Raven istemsizce yumruklarını sıktı. Kalbini asla gerçek bir erkeğe vermeyecekti. Aşkın annesini nasıl mahvettiğini, onu nasıl puslu anıların kölesi yaptığını görmüştü. Annesi yıllar boyunca her gece yastığına kapanıp kaybetmiş olduğu aşkın yasını tutarak hıçkıra hıçkıra ağlamış, gündüzleri de her dokunaklı satırı ezberleyerek kıymetli kitabını okumuştu.
Hatıraların etkisiyle gözleri buğulanan Raven komodine uzandı ve çekmeceden mücevher kaplı bir kitap çıkardı. Annesinin ölüm döşeğindeyken bile hiçbir zaman sahip olamayacağı bir adamı arzulayarak hayatını boşa harcadığını görmek onu inanılmaz derecede üzmüştü.
Annesinin ölümü Raven’ı eksik ama kararlılıkla dolu bir halde bırakmıştı. Asla annesinin yaptığı hatayı yapmayacak ve umutsuz bir aşka kurban olmayacaktı. Ruhuna hiçbir erkek asla sahip olamayacaktı. Kendi kaderini sadece kendisi kontrol edecekti. Evlenmeye karar verebilirdi ama sevgi bu denklemin hiçbir parçasını oluşturmayacaktı.
Kapı hafifçe tıklatılınca, Raven karanlık düşüncelerinden sıyrıldı. Kitabı çabucak çekmeceye koydu ve izin verince, elinde bir tepsi taşımakta olan özel hizmetçisi içeri girdi.
“Günaydın, hanımefendi,” dedi Nan şüphe götürmez heyecanlı bir ses tonuyla. “Size güzel bir kahvaltı hazırladım, çünkü beslenmeniz gerekli. Düğün törenine saatler kaldı.”
Bu sözler üzerine Raven’ın kalbi açıklanamayacak bir şekilde sıkıştı. Düğün günü sonunda gelmişti.
Yerinden yavaşça doğruldu ve aniden iştahı kaçmasına rağmen Nan’in tepsiyi kucağına koymasına izin verdi.
Hizmetçi sürekli konuşarak ona bir fincan çikolatalı süt doldurdu. “Bir düşünün, hanımefendi! Yakında bir düşes olacaksınız. Peri masallarındaki gibi.” ifadesi derin bir hürmetle dolu olan Nan kendisini tutarak içini çekti. “Affınıza sığınıyorum, hanımefendi. Çenemi tutmalıydım. Fakat daha önce hiç gerçek bir düşes tanımadım.”
Raven gülümsemeye çalıştı. “Bu oldukça doğru, Nan. Huşu içindeyim.”
Şömineye yönelen hizmetçi kasım soğuğunun etkisini kırmak için ateşi harladı, sonra da dönüp hafif bir reverans yaptı. “Banyo suyunuz ısınıyor, hanımefendi. Eğer isterseniz banyo yapmanıza ve giyinmenize yardımcı olmak için yarım saat içinde geri dönerim.”
“Tamam, teşekkür ederim, Nan.”
Hizmetkâr odadan çıktığı zaman Raven sorumluluk duygusuyla çatalını eline aldı, fakat tekrar yerine bıraktı, çünkü iştahı çoktan kaçmıştı. Birkaç saat içinde seçmiş olduğu adamla, sosyetenin en yüksek kademelerinde saygı gören bir soyluyla evlenecekti. Bugünü aylardır sabırsızlıkla bekliyordu peki şimdi neden kendi idamına gidiyormuş gibi hissediyordu?
Gelinlere özgü asabiyet. Gerginliği sadece buna bağlanabilirdi. Düğün gününde her gelin kuşkulu olurdu. Düğümlenen midesindeki heyecanı yatıştırmaya kararlı bir şekilde başını salladı. Geleceğine dair almış olduğu karar üzerine şu anda kaygılanması çok saçmaydı. Halford Düküyle yapacağı evlilik sadece annesinin dileğini – soylular arasında hak ettiği konumu güvence altına almak – yerine getirmeyecek aynı zamanda dışlanmış bir yabancı olmamasını da garantileyecekti.
Nihayet bir yere ait olacaktı.
Bir düşes olarak sosyeteye kabul edilecekti… Yirmi yıldan daha uzun bir zaman önce kızgın bir baba tarafından Batı Hint Adaları’na sürgün edilen annesinin reddedildiği sosyeteye.
Raven mide bulantısını göz ardı etmeye çalışarak fincanı dudaklarına götürdü. Müstakbel kocası Halford Dükü gururlu, dik kafalı ve kendisinden iki misli yaşlı olabilirdi ayrıca kaza eseri yaşanan trajediler neticesinde iki genç eşi toprağa verme talihsizliğini tatmıştı ama Raven onun karısı olarak hayatının büyük bir kısmında başına musallat olan ümitsiz yalnızlık hissiyle mücadele etmek zorunda kalmayacaktı.
Karşılaştığı dezavantajlar düşünüldüğünde, Halford’ı cezbetmiş olduğu için şanslıydı. Bir İngiliz vatandaşı olmasına rağmen Batı Hint Adaları’nda doğmuştu ve İngiltere’ye ilk kez geçen ilkbaharda annesinin ölümünden bir yıl sonra gelmişti. İsteksizliğini zor da olsa sindirerek kendisine yabancılaşmış olan ailesiyle barışmıştı – baş belası büyükbabası ve sosyeteye ilk kez tanıtılmasına destek veren ejderha büyük halası.
Raven o zamandan beri kabullenilmenin kendisine ne kadar çok şey ifade ettiğini ve ait olma hissini nasıl derin bir şekilde el üstünde tuttuğunu fark ediyordu.
Rahatlamasına ve şükran duymasına neden olan şey ilk sezonunda zafer kazanmış olmasıydı. Sayısız hayran tarafından rağbet görmüş ve uygunsuz olan pek çoğundan da tahminen yarım düzine kadar evlenme teklifi almıştı. Ağırbaşlı durarak en saygın kişileri bile aldatmıştı. Yüzlerine karşı nanik yapmak ne kadar hoşuna gidecek olsa da sosyeteye dahil olmasına engel teşkil edebilecek her şeyden kaçınmıştı. Onlardan biri olmak istiyorsa, aksini yapamazdı.
Resmi olamaması kesinlikle bir engeldi, Raven bunun farkındaydı. Karayipler’deki Montserrat Adası’nda yetişmiş olması ona özgürlük tanımıştı ve çocukluğunu erkek gibi tenha koylarda yüzerek, korsancılık oynayarak, dahası ata binerek geçirmişti. İsmi bile alışılmışın dışındaydı; babasının İspanyol atalarından birine benzeyen saç rengine göre ismi konmuştu.
Ama İngiltere’ye gelince, uyum sağlamak uğruna her bir tutku işaretini önleyerek ve boğucu davranış kurallarına katlanarak neşesini frenlemeye uğraşmıştı, çünkü kabullenilme konusunda kararlıydı.
Hoşnutsuzluğunu hafifletme yollarından biri de sabahın erken saatlerinde parkta yaptığı dörtnal koşularıydı. İhtiras özlemi çektiği zaman da fantezilerine ve hayali korsan âşığına geri dönüyordu. Sadece bir hayal olmasına rağmen korsanının gerçek yaşamdaki dükün yapamayacağı ve yapmayacağı ölçüde açlığını bastıracağından emindi.
Raven aniden kış sabahının serinliğini hissederek ürperdi. Kuruntularını kafasından atıp tepsiyi kenara koydu ve yataktan kalktı. Normalde tam şu anda ata biniyor olurdu, fakat bugün hazırlanacağı bir düğün vardı.
Kapısı vurulduğunda yün sabahlığını üzerine henüz geçirmişti. Büyük halası onu şaşırtarak içeri girdi.
Catherine, Leydi Dalrymple, görkemli bir bayandı uzun boyu, etkileyici yüz hatları ve gümüşi saçlarıyla oldukça zarifti.
“Ters giden bir şey mi var?” diye kaşlarını çatarak sordu Raven. Aylardır birlikte yaşıyorlardı ve büyük halası onu bir kez bile bu şekilde ziyaret etmemişti. Hatta normalde bu kadar erken kalkmazdı.
Catherine Hala zor da olsa gülümsemeyi başardı. “Ters giden bir şey yok. Sadece sana bir düğün hediyesi getirdim.” Hint ağacından bir kutu uzattı. “Bu annene aitti. Sanırım Elizabeth onlara sahip olmam isterdi.”
Raven annesinden bahsedilince kalbinin burkulduğunu hissetti. Merakla kutuyu açtı ve içinde çok değerli olduğu belli olan bir dizi inci ve bir çift inci küpe görünce nefesi kesildi.
Genç kız bu cömertlik gösterisine neyin sebep olduğunu merak ederek büyük halasına sorgulayıcı bir bakış attı. Leydi Dalrymple ona karşı genellikle hoşlanmama sınırında ihtiyatlı bir şekilde davranırdı.
“Bugünleri göreceğimize dair ciddi şüphelerim vardı, dedi halası. “Fakat artık nikâhın eli kulağında olduğuna göre bunları almaya hakkın olduğunu düşünüyorum.
“Çok güzeller,” diye mırıldandı Raven.
“Elizabeth giderken bunları almayı reddetti,” dedi Catherine Hala kınayıcı bir ses tonuyla. “Bunları iyi bir fiyata satabileceği düşünülürse, karşı koyması çok mantıksızdı. Ama ben düğününde onları takmak isteyebileceğini düşündüm.”
Halasının hediyesiyle şaşkın ama minnettar olan Raven ölçülü bir şekilde cevap verdi. “Evet, teşekkür ederim. Onları takmak çok hoşuma gidecek.”
Catherine Hala odadan çıkmak üzereyken, “İtiraf etmeliyim ki beni epey şaşırttın, Raven,” dedi. “Böylesine avantajlı bir evlilik yapacağını hiç düşünmemiştim.”
Genç kız kendisini tutamayarak, “Neden?” diye sordu. “Kökenimin gayrimeşru olduğu göz önünde tutulunca böylesine üstün bir amacım olacağına inanmadığınız için mi?
“Şükürler olsun ki kökeninin sırrını birkaç kişi biliyor. Hayır, açıkçası, Halford’ı kocan olarak kabul etmeni beklemiyordum. Pek çok talibin vardı… Bize inat olsun diye kabul edilemez birini seçebileceğinden korktum.”
Gerçekten de pek çok talibim vardı, diye düşündü Raven. Hatta içlerinden biri Halford’la nişanı ilan edildikten sonra bile bıkıp usanmadan peşinden koşmuştu, öyle ki onu neredeyse bir skandala bulaştıracaktı. Neyse ki halası bu olası felaket hakkında hiçbir şey bilmiyordu.
“Asla böylesine düşüncesizce davranmazdım, Hala… Hakkımdaki tüm kanılarına rağmen.”
‘ Belki de…” diye yanıt verdi halası. “Yine de aranızdaki farklılıktan ötürü Halford’la olan nişanının tüm bu aylar boyunca devam edeceğinden şüpheliydim.” Dudakları titrek bir gülümsemeyle kıvrıldı. “Hatta onun nezaketini bir tür kibir olarak yorumladım. En azından yaradılış olarak senin için hiç de doğru bir eş gibi görünmüyor.”
“O kadar da kötü biri değil,” dedi Raven savunmaya geçerek. “Halford kesinlikle vakur ve görgü kurallarına bağlı bir adamdır.”
“Güzel, aşk evliliği yapmak gibi gülünç fikirlere sığınmadığın için memnun oldum. Aşk mutluluğu garantilemez, annen sonsuz kederi keşfettiğine göre.”
Raven kaskatı kesildiğini hissetti. “Evet, tam aksi. Aşk büyük bir ıstırap getirebilir. Bu dersi çok iyi öğrendim, Catherine Hala.”
“Annenden daha mantıklı olduğun çok açık.”
Raven öfkesini saklamak adına bakışlarını indirdi. Annesi hakkında tartışmayı ya da acı anıları deşmeyi hiç istemiyordu.
Yaşlı kadın dudaklarını büzdü. “En azından geleceğin Elizabeth’in istediği gibi olacak. Annenin akılsızlığından ötürü reddedildiği toplumda sana ait bir yer.”
Raven dayanamayarak çenesini kaldırdı ve halasına keskin bir bakış attı. “Ailesi onu kovduğu zaman reddedildiği toplum demek istiyorsunuz sanırım,” diye karşılık verdi.
Catherine kaşlarını çattı. “Elizabeth’i evlenmeye zorlamaktan başka bir seçeneğimiz yoktu. Tam bir yıkımla karşı karşıyaydı. Davranışları skandal yarattı… Evli bir adamla görüşmesi ve ondan hamile kalması…”
Annesinin günahlarının böylesine hor görülerek sınıflandırıldığını duyunca Raven’ın tüyleri diken diken oldu. “Büyükbabamın onu evlatlıktan reddedip okyanusun öteki ucuna yollaması gerekmezdi!”
“Belki de gerekmezdi.” Catherine’in ifadesi daha da donuklaştı. “Fakat Jervis doğru kararı verdi. Hiç kimse ondan kızının evlilik dışı bir çocuk dünyaya getirmesini hoş görmesini bekleyemezdi.”
“Bu nedenle mi onu sevmediği bir adamla evlenmeye ve gözden uzaklaşması için sürgüne zorladı?”
“Seni temin ederim ki Elizabeth o evliliğin kurtuluşu olduğunu anladı. Kendrick’le evlenmek onu rezaletten korudu ve seni bir piç olarak doğmaktan kurtardı!”
Raven içinde kıpırdanmaya başlayan o tanıdık suçluluk duygusuyla irkildi. Annesinin yapmış olduğu fedakârlığın farkındaydı. Ve varlığının annesinin çöküşüne neden olduğunu. Yine de evlilik zorunluluğu büyükbabasının ya da halasının bu kadar kalpsiz ve acımasız olması için bir mazeret değildi.
“Eğer annem yabancılar arasında yaşamak zorunda kalmasaydı..dedi Raven gergin bir şekilde. “Ailesi, arkadaşları ve aşina olduğu çevreyle kuşatılmış olsaydı… Belki de umutsuz tutkusunun üstesinden gelebilirdi. Ama asla sahip olamayacağı bir aşkın özlemini çekerek eriyip soldu.” “Kendi zaafı yüzünden suçlayacağı kimse yoktu. Ve vermiş olduğu kararın bir hata olduğunu anlayınca pişman oldu.”
“Saygısızlık ediyorsam bağışlayın beni, Hala,” dedi Raven alaycı bir ses tonuyla. “Fakat bunu bilmeniz nasıl mümkün olabilir ki?”
“Çünkü bana öyle söyledi. Elizabeth bana yıllar boyunca zaman zaman yazdı.”
Raven halasına dik dik baktı. “Annemin size yazdığını hiç fark etmedim.”
“Gerçekten yazdı.” Catherine’in gri gözlerinde hâlâ mesafeli bir ifade vardı. “Mektupları aklının başına gelmiş olduğunu net bir şekilde gösteriyordu. Saygınlığını yitirdiği ve yetiştirilmiş olduğu mevki ya da ayrıcalığı kaybettiği için pişman olmuştu. Sahip olabileceği hayatı kaçırdı ve bunu senin hak ettiğini düşündü… Farklı bir kadere sahip olman konusunda bu nedenle böylesine kararlıydı.”
Bu kadarı kesinlikle doğru, diye düşündü Raven karamsar bir şekilde. Annesi hatasını düzeltme konusunu neredeyse takıntı haline getirmişti. Ona bir leydi olmanın inceliklerini aşılamaya çalışarak saatler harcamıştı – aslında her ikindi çayında – bu sayede Raven sonunda Ingiliz sosyetesinde hakkı olan pozisyonunu alabilecekti. Tam ölüm döşeğindeyken Raven’a soylu bir evlilik yapması için yemin ettirmişti…
“Annemin mektupları hâlâ sizde mi?” diye sordu Raven konuyu değiştirme arzusuyla.
“Hayır. Onları saklamadım. Fakat eminim ki kızının koca olarak kendine bir dükü seçtiğini bilseydi rahatlardı.”
“Rahatlardı…” diye düzeltti Raven. “Üzerime piç damgası yapışmadığı için endişelenmediğimi bilseydi.” Duraksadı. “Sosyetenin ne kadar zalim olabileceğini biliyordu, bu yüzden geçmişimin keşfedilmemesi için mevki ve varlıkla korunmamı istiyordu. Düşes olmak hor görülmeye karşı bir korunma sağlayacaktır.”
“Güzel, onun yaptığı gibi aileni utandıracak bir şey yapmamış olmandan ötürü rahatladım.”
Raven kendisini kontrol etmeye çalışarak ellerini yumruk yaptı. “Madem ki sizi utandıracağımdan bu kadar kaygılanıyordunuz, o halde neden beni bu eve kabul ettiniz ve sosyeteye takdimimi finanse ettiniz?”
“Tabii ki itibarımızı korumaya kararlı olduğum ve büyükbabanın kulağına hiçbir şey gelmemesi için.” Catherine zarif bir şekilde burnunu kıvırdı. “Bana kalırsa Jervis sanki mirasçısıymışsın gibi üzerine bu kadar düşerek oldukça akılsızca davrandı. Elizabeth öldüğü zaman çok haşin davrandığına dair anlamsız bir kanıya kapıldı…” “Çünkü çok haşindi,” diyerek araya girdi Raven. Büyükbabası, Jervis Frome, Vikont Luttrell, kızının öldüğünü öğrenince onunla barışmadığına pişman olup hissettiklerinde ciddi bir değişim yaşamıştı. Sağlığı bozulmaya başlayınca da tek torunuyla tanışmak ve geçmişteki inatçılığından ötürü özür dilemek üzere Raven’ı İngiltere’ye davet etmişti.
Görünüşe bakılırsa Catherine Hala’nın söyleyecekleri bu kadardı, çünkü otoriter bir tavırla çoktan arkasına dönmüştü. “Yeterince oyalandık. Acele etsen iyi olur. Meşhur dükü mihrapta bekletmek olmaz.”
“Tabii,” dedi Raven serinkanlı bir şekilde. “Sosyetede söz sahibi olan belli başlı kişilerden biri olduğunuza göre biliyorsunuzdur, Hala.”
Genç kız yalnız kalınca halasının aşağılamasının acısını hissederek incilere uzunca bir süre baktı. Aşağılanmak onun için alışılmış bir şeydi…
Elizabeth evli bir ticaret filosu patronuyla tutkulu bir aşk yaşayıp evlilik dışı hamile kalarak sosyal konumunu tehlikeye atınca, burnu büyük ailesini çileden çıkarmıştı. Felaket ancak onu yoksul bir komşunun küçük oğluyla – ona ve piç kızına tamamen hor davranan bir kişiyle – evlendirerek bertaraf edilmişti.
Herkesin babası farz ettiği adamı, lan Kendrick’i hatırlayınca Raven korkuyla sindi. Yirmi yıldan beri herkesin gözü önünde Bayan Kendrick olmuştu, fakat üvey babası onu asla kendi çocuğu olarak kabul etmemiş ve onun gerçekte bir piç olduğunu unutmasına asla izin vermemişti.
Onu kasten karalamış ve ne yapıp edip Raven’ın kendisini değersiz hissetmesine neden olarak annesini zaafı ve ıstırabı yüzünden suçlamıştı. Evlilik anlaşmasının şartları açıktı: Karayipler’de Elizabeth’le kalması karşılığında küçük bir çiftlik ve aylık gelir. Fakat lan Kendrick sekiz yıl önce bir binicilik kazasında ölene dek kaderine – hayat standardını zar zor sağlayacak imkanlarla bir adaya sürgün edilmiş olmak – sövüp durmuştu; karısı ise uzun zamandır çektiği aşk acısı yüzünden paramparça olmuş ve zayıf düşmüştü. Kızlarına gelince…
Raven sakinleşmeye çalışarak omuzlarını dikleştirdi. Gizli utancını “piç” kelimesini anlayacak yaşa gelene dek taşımıştı. Keşfinin verdiği korku mantıksız olduğu halde, ona ısrarla kur yapan diğer tüm taliplerin hepsinden önce Halford’ı tercih etmesinin esas sebebi buydu. Ve uygunsuz olanlardan dikkatle kaçınmış olmasının nedeni de. Yeterince saygın bir evlilik yaparsa, güçlü ve önemli bir soyluyla birlikte olursa, şüpheli geçmişinden korunmuş olacaktı.
Kuşkusuz kökenini saklayarak müstakbel kocasını aldattığı için suçluydu. Ama Halford tam olarak istediği gelini elde etmiş olacak, diye düşündü Raven meydan okuyan bir tavırla. Bakireydi, alımlı görünüyordu, iyi bir soya ve aile bağlarına sahipti, dahası düşes rolünü üstlenecek meziyetleri vardı. Ve Halford’a istediği vârisleri canı gönülden verecekti.
Tabii bu arada o da kendi istediğini elde etmiş olacaktı: Yeterince iyi olmadığını düşündüğü kibar dünya tarafından sonunda kabul edilmek ve güvenilir bir koca. Annesinin yaptığı hatayı hiçbir zaman yapmayacaktı. Soğuk, sevgisiz bir anlaşma kalbini paramparça edebilecek ateşli bir tutkudan daha iyiydi. Eninde sonunda onunla hem muhabbet, hem de doyurucu bir dostluk geliştirme umudu olmasına rağmen düke âşık olma tehlikesi yoktu.
Onlarınki mantık evliliği olacaktı, ötesi yoktu. İkisi de kendilerinden ne istendiğinin farkında olarak uygar bir şekilde birlikte yaşayacaklardı.
Hayali âşığı nasıl olsa açlığını bastıracaktı. Tutkuyu hissetmek, arzuyu ve sıcaklığı deneyimlemek için fantezilerine başvurması gerekirse de… Pekâlâ, tanınmış kocası Ingiliz formalitelerine bir ömür boyu katlanmayı umuyorsa, böyle bir kaçışa kesinlikle ihtiyacı olacaktı.
Aslında onun hayal kurması ettiği yeminlere ya da kocasına hiçbir zarar vermeyecekti. Halford’a tamamen sadık olacaktı… Zihni hariç.
Hizmetçinin gelmesi için zili çalmak üzereyken kararını yineleyerek derin bir nefes aldı. Nişanlısı çok geçmeden kilisede – Hanover Meydanındaki St. George Kilisesi’nde sosyetede yer alan arkadaşlarının ve tanıdıklarının yüzlercesiyle onu bekliyor olacaktı. Ve Raven bu özel günde cn iyi haliyle gözükmeye niyetliydi.
***
Genç kız iki saat sonra giriş salonuna uzanan merdivenlerden indi. Büyükbabası bastonundan destek alarak kız kardeşi Catherine’in hemen yanında duruyordu. Yaşlı vikont kasabaya geldiği zaman nadiren burada kalırdı. Kız kardeşi kadar göze hitap etmese de onun gibi uzun boylu ve gümüşi saçlıydı. Kalbi zayıftı ve uzun süredir hastaydı.
Raven onun yanına gidince, yaşlı adamın gözleri yaşlarla doldu.
“Öyleyse onaylıyorsun, değil mi büyükbaba?” diye sordu genç kız ona gülümseyerek. Annesini yıllar önce reddettiği için onu tamamen affedememişti, fakat Ingiltere’ye geldiğinden bu yana aradan geçen neredeyse sekiz aylık zaman zarfında bir çeşit uzlaşmaya varmışlardı.
Yaşlı adam titreyen eliyle torununun elini tuttu. “Elbette çocuğum. Çok güzel görünüyorsun.”
Raven da güzel göründüğünü düşünüyordu. Kıyafeti soluk limon sarısı ışıltılarla bezeliydi, fildişi tonlarındaki etekleri ise altın renkli iplikle dikilmişti. Ve annesinin incilerini takmış, kuzguni saçları zarif bir şekilde tepeden toplanmıştı.
Vikontun yanında durup burun kıvıran büyük halası bile aynı fikirdeydi. “Gerçekten çok güzel, Jervis, fakat böyle pohpohlayarak torununun başını döndüreceksin. Ve Raven bir çocuk değil. Yirmi yaşını dolduralı aylar oldu.” Lord Luttrell her zamanki gibi kız kardeşinin asabi ses tonunu duymazdan geldi ve torununun elini okşadı. “Seninle hiç bu kadar gurur duymamıştım. Muhteşem bir düşes olacaksın.”
Raven içgüdüsel bir cevap verdi. Büyükbabasının fikri ne göre – dünyadaki çoğu kişi için bu böyleydi – bir kadının değeri kocasının toplumdaki konumuna göre ölçülürdü. Fakat onun inancına göre büyükbabası sadece onun iyi bir hayatı olmasını istiyordu.
İlişkilerinde iz bırakmış olan gerginliğe rağmen Lord Luttrell onu ailesinin el üstünde tutulan bir üyesiymiş gibi hevesle karşılamıştı. Ve Raven bu yakınlıktan ötürü oldukça memnun olduğunu hissetmişti. Büyükbabası ve Leydi Dalrymple dışında – hiçbir zaman alenen sahiplenemeyeceği Amerikalı üvey erkek kardeşini saymazsa – başka akrabası yoktu. Genç kız birkaç yıl önce ölen gerçek babasını, varlıklı nakliye amirini tanımamıştı bile. Ve vikontun merhum kızı için gerçekten yas tuttuğunu, inatçılığından ötürü pişman olduğunu biliyordu.
“Annen burada olup seni göremediği için üzgünüm,” dedi büyükbabası titrek bir sesle.
Raven boğazının düğümlendiğini hissetti. O da bu mükemmel evliliğe şahit olması için annesinin burada bulunmasını dilerdi.
Catherine Hala, “Jervis, duygusallık içinde debelenmeyi bitirdiysen,” diye keskin bir şekilde müdahale etti. “Katılacağımız bir tören var.”
“Evet, elbette,” diye homurdanarak kız kardeşine yatıştırıcı bir şekilde baktı Luttrell.
Raven halasının uşağından pelerinini aldı, ardından…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) +18 Kitaplar Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıŞehvetin Esiri
- Sayfa Sayısı368
- YazarNicole Jordan
- ÇevirmenNil Bosna
- ISBN9789944824835
- Boyutlar, Kapak13,5 X 21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviEpsilon / 2011-12
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Şimşek Hırsızı – Percy Jackson ve Olimposlular ~ Rick Riordan
Şimşek Hırsızı – Percy Jackson ve Olimposlular
Rick Riordan
Bir gün birisi çıkıp size Antik Yunan tanrılarının hala hayatta olduklarını söylese ne yapardınız? Ya ailenizden birinin bu tanrılardan biri olduğunu öğrenseniz? Olağanüstü güçlere...
- Basti ~ Intizar Husain
Basti
Intizar Husain
Çağdaş Pakistan ve Güney Asya edebiyatının en önemli yazarlarından olan Intizar Husain, Basti’de Hindistan-Pakistan ayrılığının trajik sonuçlarına ışık tutuyor. Basti, savaşların ve yasal sınırların...
- Zirvenin Dibindeki Çocuk ~ John Boyne
Zirvenin Dibindeki Çocuk
John Boyne
Ve en sonunda Paris’in olduğu yöne baktı; doğduğu şehre, her şeye sahip olduğu şehre… Ne var ki, önemli biri olma arzusu yüzünden hepsini reddetmişti....