Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Şipşak Hikâyeler – 3 Kimim Ben?
Şipşak Hikâyeler – 3 Kimim Ben?

Şipşak Hikâyeler – 3 Kimim Ben?

Bernard Friot

“Şipşak hikâyeler nasıl mı? Sürükleyici, elden bırakılmaz, bitmesini istemeyeceğin halde akıp giden hikâyeler. Neden mi bahsediyor? Olan bitenden ya da hiç olmamış olandan. En azından komik…

“Şipşak hikâyeler nasıl mı? Sürükleyici, elden bırakılmaz, bitmesini istemeyeceğin halde akıp giden hikâyeler. Neden mi bahsediyor? Olan bitenden ya da hiç olmamış olandan. En azından komik mi? Epey bir, ama bu kesinlikle sana bağlı.”

“Hey baksana, yaklaş, sana bir şey diyeceğim!”

“Ah, neler söyleyeceğini biliyorum, yine şu insanı ayakta uyutan hikâyelerinden birini anlatacaksın! Seni bilmez miyim ben? Laf kalabalığında üstüne yok! Son sözün sana ait olacağını sanıyorsan, yanılıyorsun! Daha neler… Şimdi de surat asıyor! Gel, biraz benim şipşak hikâyelerimden dinle de eğlenmek, gülmek, şaşırmak neymiş bir gör. Hadi ama… al beni kollarına. Beni derken bu şahane kitapları kastediyorum, aman yanlış anlaşılma olmasın!”

Benim hikâyelere karnım tok deme sakın! Emin ol, böylesini okumadın. Kimisi uzun, kimisi kısa; bazısı hayatla, bazısı aşkla, ama en çok da çocuklarla ilgili. Hikâyelerde kendini bulman an meselesi…

Anlatım dili, sözcük seçimleri, olay örgülerinin gündelik hayatla ilişkisi, kahramanları ve mizahi ögeleri bakımından zihin açıcı, eğlenceli ve sıra dışı bir okuma deneyimi sunan Şipşak Hikâyeler, her yaştan okurun yaratıcılığını ve hayal gücünü harekete geçirecek bir etkiye sahip.

Unutmadan, şipşak hikâyeleri okurken ve dinlerken hayal kurmak serbest. Kim bilir, belki sen de bir şipşak hikâye yazarsın, belli mi olur?..

Yazılı anlatım 

Her pazartesi aynı şey. Sabahları yazılı anlatım çalışması yapıyoruz. Konu ilk bakışta çok basit duruyor: “Pazar gününüzü anlatın.” Ama işler hiç de öyle yürümüyor çünkü bizde pazarları hiçbir şey yaşanmaz: Büyük annemlere gideriz, hiçbir şey yapmayız, yemek yeriz, yine hiçbir şey yapmayız, tekrar yemek yeriz ve gün biter. Bunu ilk anlattığımda öğretmen kompozisyonumu “yetersiz” olarak değerlendirdi. İkinci seferinde ise sıfır aldım.

Neyse ki bir Pazar, annem kuzu budunu dilimlerken parmağını kesti de masa örtüsüne epey kan damladı. İğrençti. Ertesi gün yazılı anlatımda hepsini kâğıda döktüm ve “Aferin” aldım. Durumu çözmüştüm: Pazarları bir şey olması gerekiyordu. Bunun üzerine bir sonraki hafta kız kardeşimi merdivenlerden aşağı ittim. Hastaneye kaldırılması gerekti. Yazılı anlatımdan 3/5 aldım. Sonra süt tozu kavanozuna çamaşır deterjanı koydum. Sonuç harikaydı: Babam zehirlenip ölümden döndü. 4/5 aldım. Geçen Pazar, yazılı anlatım dersim için aklıma güzel bir fikir geldi.

Pencerenin pervazına, güzelce dengelediğim bir saksı koydum. Şansım yaver giderse bu saksı yoldan geçen birinin kafasına düşer, böylece benim de anlatacak bir hikâyem olur, diye düşündüm. Sonuç başarılıydı. Saksı gerçekten de birinin kafasına düştü. Tiz bir çığlık duydum, ama tuvalette olduğum için olup biteni tam izleyemedim. Yalnızca, kazazedeyi (bir kadındı) kapıcı dairesine taşıdıklarını gördüm. Sonrasında da ambulans geldi. Ertesi gün dersimize nöbetçi öğretmen girdi. Çabalarım boşa gitmişti çünkü yazılı anlatım çalışması yapmadık. “Öğretmeniniz hastanede,” diye bildirdi nöbetçi öğretmen. “Kafatası çatlamış.” Yazılı anlatım yerine fiil çekimi yaptık. Bana göre hava hoş. Fiil çekimi bile şu kompozisyon yazma işinden kolay. En azından, uydurmak gerekmiyor.

Acil durum 

Gittikçe daha mızmız bir tonda söylenen üç “anne, çişim geldi” ve ümitsiz bir “anne, çabuk!” sonrasında annesi öfkeyle arabayı ormanın kenarında durdurdu. Çocuk bir sıçrayışta dışarı fırladı ve ağaçların arasına daldı. Tam ihtiyacını göreceği anda ayaklarının altındaki yer yarılmaya başladı. Sonsuzluğa doğru uzanıyormuş gibi görünen metal bir merdiveni gözler önüne seren, kenarları biçimli, geniş bir yarıktı bu. “Ah!” diye inledi çocuk.

Merakla tek ayağını merdivene koydu. Merdiven hızla harekete geçerek onu aşağı taşımaya başladı. “İşe bak!” dedi çocuk. “Bir yürüyen merdiven.” Başının üzerinde kalan zeminin kapanışını duydu. Bu duruma şaşırmak aklının ucundan bile geçmedi. Ağırlığını bir sağ, bir sol ayağının üzerine vererek dans eder gibi aşağı inmeye devam ederken merdivenin iki yanında pırıl pırıl parlayan duvarları inceledi. Gümüşi ve pembemsi şekiller sanki sessiz bir bale gösterisi yapıyorlardı. Sonunda aşağı inmeyi başarmıştı. Bir katedralin yazın aydınlandığı şekilde, yerleri griye çalan yeşil mermerle kaplı, koskocaman bir koridor duruyordu karşısında. Ayaklarının ucunda upuzun, kırmızı bir halı uzanıyordu. Bacaklarını birbirinden çok fazla ayırmamak için kasa kasa yürürken, önünde eğilen yaratıklara boş gözlerle bakarak ilerledi.

Yarı çıplak, kedi başlı, sırtlarında kelebek kanatlarıyla kadınlar vardı; kıvırcık, demirden bıyıklarıyla zırhlı fok balıkları; kuş tüylü zürafaların boyunlarına sarılan fosforlu uzun yılanlar; mavi ya da beyaz, tel salata süzgeçlerini sağa sola sallayarak kahkahalar atan tek bacaklı yüzlerce asker… Uzun, kırmızı halının ucundaki bir kerevetin üzerinde diş fırçalarından, iskambil kâğıtlarından, lavabo pompalarından ve ayakkabı çekeceklerinden yapılma bir taht yükseliyordu. Derin dekolteli, daracık bir elbise giydirilmiş ve başına peruk takılmış bir keçi elinden tutup onu tahta götürdü. Çok yaşlı ve bilge görünümüyle fil kafalı bir papaz, başına bir taç takıp eline yıldızlı havai fişekler püskürten bir hükümdarlık asası tutuşturdu.

Aniden ortalığı derin bir sessizlik kapladı. Halkı karşısında diz çökmüş, yapacağı konuşmayı bekliyordu. Çocuk usulca ayağa kalktı, başları öne eğdiren o anlamlı sessizliğin ortasında, bir eli cebinde şöyle duyurdu: “Tuvalet ne tarafta acaba?”

Pasta hırsızı 

Büyükannem amatör dedektiftir. Polisiye romanlar okuya okuya ve Sherlock Holmes, Hercule Poirot ve Komiser Maigret’nin yöntemlerini inceleye inceleye sonunda “Benim neyim eksik?” dedi ve o gün bugündür de kendi soruşturmalarını yürütüyor, çeşit çeşit sırlar çözüyor. Ben de onun izinden gitmeye karar verdim ve geçenlerde beni yanına dedektif çırağı olarak almasını istedim. “Harika,” dedi. “Asistanım olursun. Yeni bir vakayla karşılaştığım gibi seni yanıma çağırırım.”

Çıraklığımın daha ilk gününde büyükannemi izleme ve yöntemini gözlemleme şansı buldum. Olay bizim evde gerçekleşti. Suçu ortaya çıkaran ise annemdi: Bu akşam için hazırlamış olduğu pasta (EPEY bir) yenmiş ve geriye yarısı kalmıştı. Büyükannem hiç gecikmeden işe koyuldu. Başlangıç olarak üzerine bir trençkot giydi ve başına bir fötr şapka taktı. Ardından süslü püslü haliyle kurbanı sorgulamaya koyuldu. “Hırsızlığı saat kaç sularında fark ettiniz?” diye sordu anneme. “Saat üç buçukta, yoğurt almak için buzdolabını açtığımda.” “Peki, pastayı saat kaçta dolaba koymuştunuz?” “Bu sabah; saat ona geliyordu,” diye yanıtladı annem.

“Pekâlâ,” diye sonuca vardı büyükannem, “o halde suçlunun saat onla on beş otuz arasında suçu işlediğine eminiz. Şimdi de delilleri inceleyebilmek için suç mahalline geçelim.” İlk, pasta kâsesinden parmak izi almak istediyse de onu engellemeyi başardım; tatlının geri kalanını mahvetmesine izin veremezdim. Sonra yer fayanslarının üzerinde hırsızın ayak izlerini tespit etmeye çalıştı. Ama mutfak bir haftadır temizlenmemişti ve yerler bir istasyon garının zemininden farksızdı. “Dert değil,” dedi büyükannem. “Şüphelilerin ne zaman, nerede olduğunu tespit edebiliriz. İnanın, bu kabahati işleyeni eninde sonunda bulacağım!” Bunu öyle acımasız bir tonda söylemişti ki ensemden aşağı buz gibi ter boşandı.

Şüphelileri (yani, annemle benden başka mutfağa serbest giriş hakkına sahip diğer iki kişiyi, babamla kız kardeşimi) sorguya çekti. Kız kardeşim Anne’ın sağlam bir mazereti vardı: Dans kulübüyle geziye gitmişti ve lehine ifade verecek otuz kişi ona tanıklık edebilirdi. Babamın sorgusu çok daha ilginçti. Önce bütün gününü ofiste geçirdiğini iddia etti. Ama büyükannem sekreterini aramak için telefona uzanınca arkadaşı Marc’la birlikte balığa gitmek için son iki randevusunu iptal ettiğini itiraf etti. Bu haliyle suçüstü yakalanmış bir çocuğu andırıyordu. Ancak bu durumdan en çok rahatsız olan büyükannemdi: Bütün şüphelilerinin bir mazereti varsa durum karmaşıklaşıyor demekti. Yine de daha son sözünü söylememişti. “Beni takip et!” diye emretti.

“Bu küçük sorunu beraber çözeceğiz.” Birlikte büyükannemin yatak odasına çıktık. Ruhunu teslim edercesine öksürerek, içine tütün doldurduğu piposunu içmeye koyuldu. “Şimdi iyice düşünmek gerek; çözüm tam burada!” diye ilan etti kafasına vurarak. Ben konuşmuyor, onun düşünmesini seyrediyordum. Birden ayağa kalktı ve acele adımlarla salona doğru ilerledi. Bağırarak annemi işaret etti:

“Buldum, pastayı yiyen sensin! Ne güzel de rol yaptın ama! Kendini mağdur yerine koyan suçlu; bravo kızım, doğrusu çok başarılıydın! Yine de benim farkına varacağımı hesaba katmamıştın, öyle değil mi?” Eyvahlar olsun!.. Nasıl olmasın ki? Ardından kıyamet koptu, tabii! Annem büyükannemi “Dandik Sherlock Holmes” olmakla itham etti. Büyükannem dosya kapandıktan sonra özür dilemek zorunda kalmıştı. Özellikle bana karşı kendini çok mahcup hissediyordu: Yönteminin sırlarını öğretmeye çalıştığı ilk gününden feci bir başarısızlığa uğramıştı. Bu konuyla ilgili olarak endişelenmemesi gerektiğini söyledim, böylesi çok daha iyiydi. Gerçekten, böylesi çok daha iyi. Çünkü suçluyu, pasta hırsızını yakından tanıyorum. O benim.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıŞipşak Hikâyeler - 3 Kimim Ben?
  • Sayfa Sayısı104
  • YazarBernard Friot
  • ISBN9786059153690
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
  • YayıneviTudem Yayınevi /

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Şipşak Hikâyeler – 4 Sesimi Duyan Var Mı? ~ Bernard FriotŞipşak Hikâyeler – 4 Sesimi Duyan Var Mı?

    Şipşak Hikâyeler – 4 Sesimi Duyan Var Mı?

    Bernard Friot

    “Şipşak hikâyeler nasıl mı? Sürükleyici, elden bırakılmaz, bitmesini istemeyeceğin halde akıp giden hikâyeler. Neden mi bahsediyor? Olan bitenden ya da hiç olmamış olandan. En azından komik...

  2. Şipşak Hikâyeler – 2 Anlatsam, İnanır Mısın? ~ Bernard FriotŞipşak Hikâyeler – 2 Anlatsam, İnanır Mısın?

    Şipşak Hikâyeler – 2 Anlatsam, İnanır Mısın?

    Bernard Friot

    “Şipşak hikâyeler nasıl mı? Sürükleyici, elden bırakılmaz, bitmesini istemeyeceğin halde akıp giden hikâyeler. Neden mi bahsediyor? Olan bitenden ya da hiç olmamış olandan. En azından komik...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Uzak Bir Ülke ~ Memduh Şevket EsendalUzak Bir Ülke

    Uzak Bir Ülke

    Memduh Şevket Esendal

    “Uzak Bir Ülke”de yazarın çekmecesinde kalmış ve an­cak 1983’ten sonra kitaplarına alınmış öyküleri oku­yacaksınız. Bu tarihsiz öyküler bir araya getirilirken yazım ve anlatım biçimleri...

  2. Kırmızı Pelerin ~ Gülseren BudayıcıoğluKırmızı Pelerin

    Kırmızı Pelerin

    Gülseren Budayıcıoğlu

    Zamanında zihnimize yazılanlar, sonradan kaderimizi yazar… Açık kapıdan kırmızı pelerinli bir kız giriyor içeri. Bir filmden, bir masaldan kopup gelivermiş gibi hali var. Sabah...

  3. Paramparça ~ Bryan HurtParamparça

    Paramparça

    Bryan Hurt

    “İzlemek yakın alaka göstermektir. Yakın alaka bir sevgi eylemidir. Öyleyse, alışacaksın küçük adam. İzlenmek hayatın bir parçası.” İZLENİYORUZ. Bu ifadenin artık kimseyi şaşırtmaması bile...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur