Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Son Gezegen – Varlıklar 2
Son Gezegen – Varlıklar 2

Son Gezegen – Varlıklar 2

Mehmet Eroğlu

Son Gezegen’de, Varlıklar serisinin ilk kitabı Ruhun Parmak İzi’nin kahramanları, erkeksiz bir tür olan varlıkların ortaya çıkışı anlatılıyor. Soyut düşüncelerden, duygulardan arındırılmış, bireyselliği reddeden,…

Son Gezegen’de, Varlıklar serisinin ilk kitabı Ruhun Parmak İzi’nin kahramanları, erkeksiz bir tür olan varlıkların ortaya çıkışı anlatılıyor.

Soyut düşüncelerden, duygulardan arındırılmış, bireyselliği reddeden, mantık ve toplum çıkarlarını yücelten canlılar olarak tasarlanan bu türün yaratılışı için, kendilerine “analar” denilen kırk kadın görevlendirilir ve onlar vasıtasıyla varlıklar için bir yaratılış efsanesi kurgulanır.

Son Gezegen, çok uzak bir gelecekte, her şeye karşın insan kalmak isteyenlerle, kendini yok etmeye yazgılı, adına insanlık denen ölümcül illetten kurtulmak isteyenlerin çatışmasının öyküsü…

Bu kitap sadece Mehmet Eroğlu külliyatında ayrıksı duracak bir metin değil, aynı zamanda edebiyatımızda konusu ve tarzıyla apayrı bir yer edinecek, insanlığın kaderi ile ilgili felsefi tartışmaları sürdürmeye devam eden eşsiz bir serüven romanı.

Dünya söylencelerinde tekrarlanan kader olgusu, onu on binlerce yıl sonra burada bulmuştu… Acaba insanlık bir yerde, bir şekilde tekrar doğacak mıydı? Bunu bilmiyordu, ama insanın yaşadığı son gezegen burasıydı, bunu biliyordu. Her şeyin sonuna ulaşmıştı.

*

Bu romanın tasarlanması ve
yazılması sırasında, çoğunlukla
rahatsız edici yorumlarıyla, bazen de
ufuk açıcı sorularıyla katkısı olan
Çağla Ç.’ye teşekkürlerimle…

Başlangıç / Prologos

ÖNDEYİŞ
(Çok Çok Sonra İlk Gün)

“Doğrulmayın! Bekleyin! Yorgunsunuz. Kemik ve kaslarınızın güçlenmesi için başlatılan kimyasal sıvı aktarımı tamamlandı. Yarım saat sonra yayılım tamamlanıp etkisi belirginleştiğinde, kaslarınızın istemsiz hareketleri sona erecek, sizi ayağa kaldıracağız…” Gözleri kapalı olduğu için sahibini göremediği ince ses, kendine ait olmaktan vazgeçmiş bedeninde hissettiği garip duyguyu yorgunluk diye tanımlamıştı ama içinde bulunduğu durum yorgunluk sözcüğünü aşan, başka, daha önce benzerini yaşamadığı bir şeydi. Kirpiklerini hafifçe araladı, canını acıtan beyazlığa alışınca nesneler anlamlarını geri kazandılar: Işık, parıltı, metal ve üzerinde yüzdüğü bir yumuşaklık ve bir… Bir insan… Kirpiklerini açıp kapayarak, anılarını, kavrayışını kaplayan sisi dağıtmaya çalıştı. Görüp anlam vererek tanımlayabildikleri şunlardı: Bir yataktaydı; ayakucunda beyaz üniformalı, kaskında kırmızı ışık yanan bir kadın vardı. Yüksek tavanlı, beyaz ışıkla aydınlatılmış bir yerdeydi… Acaba… Düşüncelerini ilerletemedi. Bedeni gibi beyni de garipti: Sanki beynini… Sanki beyninin… Üçüncü denemede zihinsel kekemeliğini aşarak ne söyleyeceğini buldu: “ortasında” bir boşluk vardı; düşünce parçacıkları köprü kurup o boşluğu aşamıyor, düşüp içinde yok oluyordu. Ne kadar olduğunu kestiremediği bir süre boyunca, kımıldamadan, bedeninin güç toplamasını umut ederek, konuşmadan bekledi. Sessizlik boyunca başındaki kadın da konuşmadı. Sonra… Ne düşünebilirdi? Basit, başı sonu olan bir soru… “Neredeyim?” Ses hemen karşılık verdi. “Bulunduğumuz yerin adı UYD4.” UYD4! Hatırlamaya çalıştı. Hatırlayamadı. UYD4 her neyse, o da beynindeki o boşluğa düşüp kaybolmuştu. “Neden burada… UY… D4’teyim?” Işıklı kadın, “Program dosyalarımızda bu konuda bir bilgi yok,” dedi. Sesi de görünüşü kadar garip, daha doğrusu tek düzeydi, alçalıp yükselmiyor, ince metalik tınısı değişmiyordu. “Az sonra uzman gelecek ve sizi onarım merkezinden çıkaracak.” Onarım merkezi. Sonuca ulaşan ilk düşünceyle ürperdi: Hastayım. “Bana ne oldu?” Kadın yine aynı cevabı verdi. “Program dosyalarımızda bu konuda bir bilgi yok.” Kımıldamaya çalıştı. Kolundaki sızıyı hissedince sevindi. Sızıya acı da eşlik ediyordu; acıya da düşünebilme yeteneği: Bedenim, zihnim o uyuşukluktan kurtuluyor… Ne kadardır böyle? “Buraya ne zaman geldim?” Kadın, durduğu yerden kımıldamadan cevap verdi. “Sekiz hafta önce.” Sekiz hafta! Soruların da acı gibi zihnindeki bulanıklığı dağıttığını fark etti. Başka ne sorabilirdi? Nasıl? “Beni buraya kim getirdi?” Cevap hemen geldi. “Dosyalarımızdaki bilgiye göre, idari birim.” Demek sekiz hafta önce hastalanmış ve buraya, UYD4’e getirilmişti. Peki ya daha önce? “Dokuz hafta önce neredeydim?” “Bu konuda bir bilgi dosyalarda yer almasa da yaptığım mantıklı çıkarıma göre dokuz hafta önce Nuh’ta olma olasılığınız yüzde doksan dokuz virgül sıfır üç.” Nuh! O da neydi? Zihnini zorladı. Hayır… Kadının açıksözlülüğünden cesaret alarak soruyu genişletti. “Nuh nedir? Nerede?” Kadın aynı ses tonuyla, artık alıştığı cevabı verdi: “Bu konuda dosyalarda bir bilgi yok.” Peki… “Kimim ben?” Beyaz üniformalı kadının ışığı yanıp sönmeye başlamadan önce, sorusuyla beklediği cevabın arasına başka bir ses girdi. “S4, çekilebilirsin!” Başını yana çevirdi. Konuşan beş-altı metre ötede, gri üniformalı başka bir kadındı. Arkasındaki açık kapıya bakılırsa az önce içeri girmiş olmalıydı. Gri üniformalı kadın yanına geldiğinde, beyaz üniformalı geriye çekilmişti. Birden fark etti: S4 denilen kadının kaskındaki ışık sönmüştü. Gri üniformalı konuşmaya devam etti. “Bütün sorularınıza az sonra cevap verilecek. Şimdi beni izlemelisiniz. Sakin olun, kaslarınız artık size itaat edecek. Güçlendiniz. Ötekiler de kalkıyorlar.” Ötekiler! Bir an sormayı düşündü, sonra vazgeçti. Çünkü yeni gelen de olasılıkla program dosyalarında bu konuda bilgi olmadığını söyleyecekti. Zaten eğer bütün sorulara az sonra cevap verilecekse, konuşarak güç sarfetmek de anlamsızdı. İlk denemesinde kalkamadı. Gri üniformalı kalkamamasının nedenini elini uzatırken açıkladı. “Sizin durumunuz farklı, yardım gerekiyor… S4!” Bu kadın da önceki gibi hep aynı ritim ve aynı tonla konuşuyordu. Ancak S4, derken vurgusu değişmişti. Kadının bir emri andıran çağrısının ardından beyaz üniformalı tekrar hareketlendi. Kaskının üzerindeki az önce sönen o kırmızı ışık tekrar yanıp sönmeye başlamıştı. Ayakları yere değince gri üniformalının ne demek istediğini kavradı. Bir bacağı yeterince güçlü değildi. Elini S4’e uzattı. Neden böyleydi? Ona ne olmuştu? Neden buradaydı? Ayağı yere basınca madeni bir ses yükseldi. Taban metal olmalıydı. Doğruldu, etrafa bakındı: Geniş, içinde çok sayıda boş yatağın bulunduğu merkezin hiç penceresi yoktu. Beyaz ışıkların aydınlattığı tavan da taban gibi metaldi. Yataktan doğrulmasını izleyen gri üniformalıya döndü. Bu kadın da S4 kadar esmerdi. Bekleyebilirdi ama bacağındaki güçsüzlük onu tedirgin ediyordu. Sorularının az sonra cevaplanacak olmasına aldırmadan seslendi. “Bana ne oldu? Adım ne benim?” “S4’e yaslanın. Beni izleyin!” Gri üniformalı, S4 kadar konuşkan değildi. Kadının dediklerini yaptı, beyaz üniformalıya yaslandı. S4 ondan oldukça kısaydı, yaslandığı teni de sertti. Birlikte gri üniformalı kadını izlemeye koyuldular. İki adım sonra emin oldu: Gri üniformalı da S4’ten uzun değildi. Pek geniş olmayan koridorun tabanı, onarım merkezininki gibi metaldi. Adım attıkça ayak sesleri hem tabanda hem de iki yandaki duvarlarda titreşerek yankılanıyordu. On saniye sonra yürüyüşü düzeldi. Bacakları, daha doğrusu, hafifçe ağrıması bir yana, sol bacağı güçlenmişti. Hafifçe yalpalamasına rağmen rahatlıkla yürüyebildiğini fark etti. Az sonra koridorun sol tarafındaki duvarda art arda pencereler belirdi. Dışarıya bakınca sarı renkteki geniş, boş düzlüğü gördü. Sarılığın ötesinde, oldukça ileride geniş oynak bir su birikintisi vardı. Okyanus! Garip olan rengiydi: Kırmızı… Suyun yanında yüksek bir kule gözüküyordu. UYD4 denilen yer, içinde bulundukları bu metal yapı mıydı yoksa dışarıda görülen düzlük mü? Sormasına kalmadan öndeki gri üniformalı kadını duydu. “Buradan.” Kadın durmuş, soldaki kapıyı işaret ediyordu. “S4, onarım merkezine geri dön!” Beyaz üniformalı hemen onu bırakıp emre uydu. O da kapıda kaybolan gri üniformalı kadının ardından içeriye girdi. Artık kendi başına yürüyebiliyordu. Geniş bir salon diye adlandırılabilecek boşlukta, mor üniforma giymiş kadınların oturduğu koltuklar, bir yarım daire oluşturacak şekilde dizilmişti. Başını eğince kendi üniformasının da mor olduğunu fark etti. Yarım dairenin ortasında duran ve sanki onu bekliyormuş gibi bakan bir başka gri üniformalı kadın ona doğru dönerek seslendi. Kadının alnında çift ışık vardı. Ötekilerden farkı buydu. Yönetici olmalı diye düşündü. “Şu koltuğa, üzerinde numaranız yazılı olana oturun Onüç Numara…” Onüç Numara! Demek adı buydu? Öteki kadınların meraksız bakışları altında toplantıyı yöneten kadının gösterdiği yere yürüyüp oturdu. Ortalığa sessizlik hâkimdi, kimse konuşmuyordu. Yönetici onun, yerine yerleştiğini gördükten sonra konuşmaya başladı. “Hoş geldiniz kırk saygıdeğer ana. Ben A1. Sizlere bilgi veriyorum: UYD4 uydusu ya da yarı gezegenindeyiz. Sizleri buradaki yerleşmemizi tamamlayıp, gerekli madenleri çıkarıp, işleyip, tesislerimizi kurup, besin üretimini başlatıp inkübasyon tesislerini çalıştırıncaya kadar tüplerinizden çıkarmadık. Artık uydudaki yerleşmemizin ilk safhası tamamlandı, sizler de görevinizi yapmak için uyandırıldınız…” Kısa boylu A1, sondaki boş koltukları işaret etti. “Yedi, dokuz, on, on bir ve otuz dokuzuncu tüplerdeki analar teknik arızadan dolayı uyanamadılar. Numaralarınız buna göre yenilendi.” Demek on üçten önceki dört ana uyanmış olsa, adı Onyedi Numara olacaktı. Akışkanlığını kazanmış görünen düşünceleri sert bir sesle bölündü. “Ana dediğinize göre… Çocuklarımız mı var?” Sağ taraftan yükselen ses, cevap beklemeden devam etti: “Ya da yapacağımızı söylediğiniz görev, çocuk doğurmak mı?” Onunki de dahil, şimdiye kadar meraksız görünen bakışlar konuşana, yarım dairenin başlarındaki kadına döndü. Yapılı, zihnindeki güzellik normlarına uygun hatları olan kadın, ayağa kalkmak ister gibi koltuğunda öne doğru eğilmişti. Koltuğun üzerindeki rakama baktı: Altı! Ortada duran, adı yöneticiden A1’e dönüşen kadın, soru sahibi “ana” denilen kadına doğru yürüdü. Değişmeyen, tekdüze, hissettiklerini ele vermeyen sesle kadına cevap verdi.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Geç Kalmış Ölü ~ Mehmet EroğluGeç Kalmış Ölü

    Geç Kalmış Ölü

    Mehmet Eroğlu

    Ayhan, Zafer’i arıyor. Issızlığın Ortasında romanının ertesindeyiz. İskenderun gibi büyülü bir şehirde. Ayhan, yine hatırlıyor, intiharı düşünüyor, arkadaşını soruyor. Gece, günbegün koyulaşıyor. Devrime inananlar...

  2. Fay Kırığı – 3 Rojin ~ Mehmet EroğluFay Kırığı – 3 Rojin

    Fay Kırığı – 3 Rojin

    Mehmet Eroğlu

    Mehmet eğer buradan kurtulabilirse bu savaşı unutabilecek miydi? Ruhunu zalim bir efendinin buyruğuna vermek, kölesi olmak: Savaşmak buydu. Ama savaşı unutmak! Bundan emin değildi....

  3. Issızlığın Ortası ~ Mehmet EroğluIssızlığın Ortası

    Issızlığın Ortası

    Mehmet Eroğlu

    Dünyayı değiştirecektik, ama değiştirmeye çalıştığımız dünyanın ne denli değiştiğini kavrayamadık. Artık kimsenin kahramanlara aldırdığı yok. Kahramanların sonu geldi, soyları tükendi. Belkemiğine bir sopa ve...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Şeytankaya Tılsımı ~ Ahmet Mithat EfendiŞeytankaya Tılsımı

    Şeytankaya Tılsımı

    Ahmet Mithat Efendi

    Ahmet Mithat Efendi Şeytankaya Tılsımı’nda gizemli bir aşk hikâyesini anlatırken batıl inançları da sebep olduğu sonuçlardan hareketle ele alır. Olayın Güney İtalya’da geçmiş olması...

  2. Babamın Bavulu ~ Orhan PamukBabamın Bavulu

    Babamın Bavulu

    Orhan Pamuk

    “Yaşadığı kent İstanbul’un hüzünlü ruhunun izlerini sürerken, kültürlerin birbiriyle çatışması ve kaynaşmasının yeni simgelerini buldu.” 2006 yılının Aralık ayında Nobel Edebiyat Ödülü’nü alırken sözlerine...

  3. Cani Mi, Masum Mu? ~ Fazlı NecipCani Mi, Masum Mu?

    Cani Mi, Masum Mu?

    Fazlı Necip

    Arka sokakları, kafeşantanları ve eğlence hayatıyla Selanik merkezli bir aşk ve cinayet anlatısı olan Cani mi, Masum mu? romanında Doktor Refik, babasının adının karıştığı...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur