Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ulusal Çıkarlar
Ulusal Çıkarlar

Ulusal Çıkarlar

Onur Öymen

Onur Öymen, küreselleşme çerçevesinde Türkiye’nin durumunu ve yaşadığı sorunları somut verilerle açıklarken bu sorularIn cevaplarInI araştırıyor. Değişen dünya koşulları içinde ulus-devletlerin varlığı, önemi, gücü,…

Onur Öymen, küreselleşme çerçevesinde Türkiye’nin durumunu ve yaşadığı sorunları somut verilerle açıklarken bu sorularIn cevaplarInI araştırıyor.

  • Değişen dünya koşulları içinde ulus-devletlerin varlığı, önemi, gücü, etkinliği ne anlam ifade ediyor?
  • Egemenliğin sınırı nedir?
  • Ulusal çıkarları korumaya çalışmak, bazılarının iddia ettiği gibi artık çağdışı bir davranış mı sayılmalıdır?
  • Devletler kendilerini küreselleşmenin rüzgârına tamamen terk ederek güvenliklerinin ve ekonomik çıkarlarının korunması için çaba sarf etmekten vazgeçmeli midirler?

Ulusal Çıkarlar, Türkiye’nin ulus-devlet yapısının yadsındığı günümüzde, bütün ikiyüzlülerin maskesini düşüren bir kitap. Günümüzü, günümüz dünyasını ve ülkemizin bu dünyada karşı karşıya olduğu sorunları irdelemek isteyen, “ulusal değerlerden” yana olan bütün yurtseverlerin okuması gereken bir yapıt. –Emre Kongar

Giriş

“Todos Por el Cambio” (Her şey değişim için). İspanya’da bütün duvarlar, bu sözcükleri içeren afişlerle kaplıydı. Bir değişim rüzgârı esiyor, sanki bütün ülke kabuk değiştiriyordu. Franco diktatörlüğü devrilmişti. İşbaşına gelen Suarez hükümeti bir geçiş dönemini simgeliyordu. Kral Juan Carlos, ünlü diplomat ve politikacı Areilza’nın önerisini benimsemiş ve İspanya’nın gerçek bir Avrupa demokrasisi olmasını sağlayacak anayasal reformlara öncülük etmeyi kararlaştırmıştı. Artık karar verme sırası İspanyol halkına gelmişti. Devlet yönetimi hangi siyasi partiye, hangi siyasi görüşe teslim edilecekti? Franco devrinde de sorumluluk üstlenmiş olan ve geçmişin geleneksel değerlerini temsil eden merkez sağdaki Manuel de Fraga’nın yönetimindeki Halkçı İttifak’a mı, yoksa genç sosyalist lider Felipe Gonzales’in liderliğindeki İspanyol Sosyalist İşçi Partisi’ne mi? 1982 yılının Eylül ayında yapılan seçimlerde İspanyol halkı bu soruya cevap verecekti.

Halk, Gonzales’i büyük farkla iktidara getirdi; çünkü Gonzales değişimi temsil ediyordu. Partinin bütün seçim afişlerinde işte bu slogan yer alıyordu: “Her şey değişim için”. Bu değişim rüzgârı İspanya’da sosyalistleri iktidara taşıdı ve sosyalistler de kısa zamanda cesaretli reformlar yaparak İspanya’nın çehresini değiştirdiler. Teknolojisi eski olduğu ve AB’nin standartlarına uyum sağlayamayacağı için iki büyük tersane kapatıldı. 60.000 işçi sokaklara döküldü. Gonzales’i iktidara taşıyan İspanyol işçileri şimdi sosyalist iktidarı protesto ediyorlardı. Çünkü tersanelerin kapatılması binlerce kişinin işsiz kalması demekti. Ama Gonzales geri adım atmadı. Çağdaşlaşmanın gereği yapılacaktı. İspanya o eski teknolojilerle Avrupa’ya giremezdi. İşte değişim buydu. Başlangıçta bazı sıkıntılar çekilse de, İspanyol halkı bu gerçeği anladı. Felipe Gonzales başarılı çalışmaları dolayısıyla halk tarafından desteklendi ve üst üste üç seçim kazanarak 12 yıl başbakanlık yaptı. Uzun yıllar iç savaşın ıstırabını çeken, bir milyon evladını iç savaşta kaybeden, sanayisi gelişmemiş, nispeten geri bir tarım ülkesi olan İspanya, böyle büyük bir değişim projesinin sonucunda, çağdaş bir Avrupa ülkesi görünümü kazandı ve Felipe Gonzales’in başarılı diplomasisi sayesinde kısa zamanda AB üyesi oldu.

Önceleri İspanya’nın NATO’ya üye olmasına karşı çıkan Gonzales, daha sonra politikasını değiştirdi ve ülkesinin NATO üyeliğinin de mimarı oldu. İşte değişim buydu. İspanya, dünyanın değişen koşullarına uyabilme açısından örnek gösterilebilecek ülkelerden biri sayılabilir. Aynı zamanda ulusal çıkarların korunması açısından da örnek alınması gereken bir ülkedir. Gerçekten İspanya, hem AB üyeliği müzakereleri sırasında, hem de Birliğe üye olduktan sonra, kendi çıkarlarını korumak için büyük mücadeleler verdi.

Özellikle, Fransa’nın uzun yıllardan beri kendi ülkesine kaçan İspanyol uyruklu Bask teröristlerini “özgürlük savaşçısı” sayan tutumunu değiştirmeyi başararak, Bask terörizmiyle mücadelede ilerleme sağladı; AB içinde tarım ve balıkçılık gibi konuların müzakeresinde, daha sonra da yeni Avrupa Anayasası ile ilgili görüşmeler sırasında mücadele ederek, AB’nin kararlarının İspanya’nın ulusal çıkarlarına mümkün olduğu kadar uygun olmasını başardı. Birçok önemli uluslararası kuruluşun başına İspanyol diplomatlarını ve siyaset adamlarını geçirmeyi başardı ve Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden biri haline geldi. İspanya, çağın gereklerine uymakla ulusal çıkarları korumanın aynı zamanda mümkün olabileceğinin en iyi örneklerinden birini oluşturuyor.

Aslında, başka ülkeler de benzeri çaba içindeler. Bir yandan küreselleşme rüzgârlarına ayak uydurmaya, bir yandan da ulusal çıkarlarını korumak için bu rüzgârların olumsuz etkilerinden korunmaya çalışıyorlar. Gelişmiş demokratik ülkelerden hiçbiri, küreselleşmeyi, çağdaşlaşmayı, ulus-devlet olmanın temel özelliklerinden vazgeçme ve ulusal çıkarları feda etme şeklinde anlamıyor. Tabii ki, ulus-devlet özelliklerinin ve ulusal çıkarların korunması, değişen dünya koşullarında, geçen yüzyıllardakinden daha farklı bir anlam taşıyor. Özellikle, insan hakları gibi alanlarda artık hiçbir uygar ülke mutlak egemenlik hakkından söz etmiyor ve insan haklarını bir iç mesele gibi savunmaya kalkışmıyor. AB üyesi olmak da egemenliğin paylaşılmasının ilginç örneklerinden birini oluşturuyor. Evvelce, ilgili ülkelerin hükümetleri tarafından alınan birçok karar, şimdi AB’nin merkezinde alınıyor ve bütün ülkelerce uygulanıyor; ama unutulmaması gereken nokta, bu kararların alındığı Bakanlar Konseyi’nde bütün üye ülkelerin söz ve oy sahibi olduklarıdır.

Önemli konular için oybirliği koşulu aranıyor. Bazen bir tek ülke bile önemli bir kararı veto edebiliyor. Daha az önemli konularda oyçokluğu aranıyor. Her ülkenin nüfusuna göre ağırlıklı oyu var. Aynı şekilde Avrupa Parlamentosu’nda da ülkeler, nüfuslarının büyüklüğüne göre temsil ediliyor ve alınan kararlarda o ölçüde etkili oluyorlar. Bununla birlikte, Avrupa Parlamentosu’nda görev yapan Avrupa milletvekilleri, çoğu zaman mensup oldukları siyasi grupla birlikte oy kullanıyorlar ama kendi ülkelerinin ulusal çıkarlarını da hiçbir zaman göz ardı etmiyorlar. AB Komisyonu ise, örgütün hükümeti konumunda. Orada da her ülkenin atadığı birer komiser görev yapıyor.

Karar alma aşamalarında ilke olarak bağımsız hareket etme durumundalar ama özelikle kendi ülkelerinin çok önemli çıkarları söz konusu olduğunda bu çıkarlara kayıtsız kalmadıkları görülüyor. AB’nin Bakanlar düzeyindeki toplantılarında ve zirvelerinde, ülkeler, ulusal çıkarlarını sonuna kadar savunuyor ve sonuca uzlaşmalarla varılıyor. Eğer bir ülke başkalarının lehine bir konuda taviz vermişse, başka ülkeler de o taviz veren ülkeyi diğer konularda tatmin ediyorlar. Böylece, ulusal çıkarların yanı sıra ortak çıkarların savunulması da mümkün oluyor. Son tahlilde, ortak çıkarlara karşılıklı mutabakatlarla ulaşıldığı için, orada da ulusal çıkarların korunduğu söylenebilir. Bunun istisnaları da var. Bazen bir ülke kendi çıkarlarının yeterince korunmadığına inandığı takdirde, Birliğe karşı zorlayıcı yöntemlere başvurabiliyor.

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur