Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Utz
Utz

Utz

Bruce Chatwin

“Savaşlar, soykırımlar ve devrimler,” derdi Utz sık sık, “koleksiyonculara mükemmel imkânlar sunar.” Varlıklı bir aileden gelen Alman asıllı Kaspar Joachim Utz, İkinci Dünya Savaşı’ndan…

“Savaşlar, soykırımlar ve devrimler,” derdi Utz sık sık, “koleksiyonculara mükemmel imkânlar sunar.”

Varlıklı bir aileden gelen Alman asıllı Kaspar Joachim Utz, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Prag’a kaçan bir Meissen porseleni koleksiyoncusudur ve iki odalı dairesinde binden fazla parçadan oluşan değerli hazinesiyle ikamet etmektedir. Fakat Stalin döneminde koruyup genişlettiği koleksiyonu, rejim tarafından devlet müzelerine aktarılmak istenir. Ölümüne dek hazinesine dokunulmaması konusunda yetkililerle uzlaşan Utz, her yıl ülkeden bir kez ayrılmasına müsaade edilmesine ve her seferinde kaçıp gitmeyi düşünmesine rağmen, porselenlerini yanında götürmesine izin verilmediği için geri döner ve bu yüzden ömrünün sonuna dek hem komünist devletin hem de koleksiyonunun tutsağı olarak yaşar.

Bir yanda esrarengiz başkarakteri ve Prag’ın hafif mistik, gerçeküstü atmosferi, diğer yanda siyasi gerilimler karşısındaki bireyselliği ve sanatta güvence arayışını anlatan hikâyesiyle Utz, İngiliz yazar Bruce Chatwin’in en iyi eserlerinden biri.

“Chatwin hikâyesini anlatırken tek bir kelimeyi bile boşa harcamıyor. Her cümle mikroskobik bir özenle şekillendirilmiş, parlatılmış ve yerine oturtulmuş.”

Daily Telegraph

*

Diana Phipps’e

1974 yılının Mart ayının 7’sinde, tan ağarmadan yarım saat kadar önce Kaspar Joachim Utz, Prag’daki Eski Yahudi Mezarlığı’na nazır, Široká Caddesi, No. 5 adresli apartman dairesinde zaten uzun zamandır beklenmekte olan ikinci bir krizle hayata gözlerini yumdu.

Üç gün sonra, saat 07.45’te arkadaşı Dr. Václav Orlík, St. Sigismund Kilisesi’nin önünde durmuş cenaze arabasını beklerken yedi adet pembe karanfili elinde sıkı sıkı tutuyordu; aslında parası yeter de çiçekçiden on pembe karanfil alabilir diye ummuştu. Takdirle baharın ilk belirtilerini fark etti. Caddenin karşısındaki bahçelerden birinde cüce kargalar gagalarında çalı çırpıyla ıhlamur ağaçlarının tepesinde daireler çiziyordu; evlerin kiremitli çatılarından da ara sıra minicik bir çığ kayıp düşüyordu.

Orlík beklerken yanına, kır saçları trençkotunun yakasından aşağı doğru inen bir adam yaklaştı.
“Orgu siz mi çalıyorsunuz?” diye sordu adam nezleli bir sesle.
“Korkarım hayır,” dedi Orlík.
“Ben de,” dedi adam ve yan sokaklardan birine doğru uzaklaştı.

Saat 07.57’de aynı adam muazzam barok kapıların sürgüsünü kilisenin içinden açtı. Orlík’i başıyla bile selamlamadan orgun durduğu platforma çıkıp altın varaklı ahşap koro bölmesinin ve trompet çalan meleklerin ortasına yerleşti, bir gün önce öğrenmiş olduğu iki tannan akorttan oluşan cenaze marşını çalmaya başladı: Bunu da hademenin kendi yerine geçebileceğini fark eden ve sabahın bu saatinde yataktan kıpırdayıp da çıkmayacak kadar üşengeç olan orgcudan öğrenmişti.

Saat 08.00’de cenaze arabası –bir Tatra 603– merdivenlerin önüne yanaştı: Halkın dikkatini yozlaşmış Hıristiyan törenlerinden uzaklaştırmak isteyen otoriteler, bütün vaftiz, düğün ve cenaze törenlerinin en geç saat 08.30’da bitmesini karara bağlamıştı. Tabut taşıyıcılardan üçü arabadan inip arka kapıyı açmak için birbirlerine yardım ettiler.

Utz kendi cenazesini kılı kırk yaran bir özenle planlamıştı. Meşe tabutun üzerini kaplayan beyaz karanfillerden bir örtü vardı – gerçi en üste konmuş, Bolşevik görgüsüzlüğünün bir eseri olan çelengi tahmin edememişti: Yani kırmızı Noel çiçekleri, kırmızı glayöl, kırmızı saten kurdele ve parlak defneyapraklarından meydana gelen o şerit. Bir kartta Rudolfine Müzesi müdürü ve personelinden başsağlığı temennileri yazıyordu (kime?). Orlík de kendi mütevazı katkısını sundu.

İkinci bir Tatra, kalan tabut taşıyıcılarını getirdi. Ön tarafta şoförün yanına sıkışmışlardı; öte yandan arka koltukta siyah peçesi gözyaşlarından sırılsıklam olmuş siyahlar içinde bir kadın tek başına oturuyordu. Adamlardan hiçbiri kadına yardım etme teşebbüsünde bulunmadıklarından kadın iterek kapıyı açtı, kederden titrer bir halde neredeyse çamurlu parke taşları üzerine düşüyordu.

Nasırlarındaki baskıyı rahatlatmak için ayakkabılarının yanları patlayıp açılmıştı.

Utz’un sadık hizmetkârı Marta’yı hatırlayan Orlík ona yardım etmek için ileri atıldı – kendini adamın omzuna bırakan kadın, Orlík’in kendisini yönlendirmesine müsaade etti. Adam, kadının kahverengi suni deri çantasını taşımaya yeltenince ise çantayı adamın ellerinden çekip aldı.

Taşıyıcılar –ki bunlar gündüzleri cenaze işleri de yapan lastik fabrikasının gece vardiyasındaki işçilerdi– tabutu omuzlamışlar kilisenin sıraları arasındaki ana koridora doğru ilerliyorlardı: Orlík’e resmi geçitteki askerelerin adımlarını hatırlatan bir müzik refakatinde.

Altara giden yolun yarısına varmışlardı ki temizlikçi kadınla karşılaştılar; su, sabun ve yer fırçaları ile Rožmberk sülalesinin değişik renkli mermerlerle yere kakılmış armasını fırçalıyordu.

Başı çeken taşıyıcı son derece kibar bir şekilde tabutun geçmesi için kadından yana çekilmesini rica etti. Kadın somurtarak fırçalamaya devam etti.

Taşıyıcıların vaiz kürsüsünü geçmek için, sıralar arasında sola dönüp, sonra sağa doğru yan koridora girip, sonra bir kere daha sağa dönmekten başka çaresi kalmamıştı. Sonunda altarın yanına vardılar; cüppesi Komünyon Ayini’ndeki şaraptan lekelenmiş, tırnaklarını yemekte olan gençten bir rahip duruyordu altarın önünde.

Bir hürmet gösterisiyle tabutu yerine bıraktılar. Sonra, yegâne matemli olarak Orlík ile sadık Marta’yı orada bırakıp caddenin ilerisindeki fırından gelen sıcak ekmek kokusuna kapılarak kahvaltı yapmak için dışarı çıktılar.

Rahip tören için çabuk çabuk bir şeyler geveledi; zaman zaman gözlerini Kutsal Yüceler freskine kaldırıyordu. Ölü adamın ruhuna yaptığı övgüler bittikten sonra taşıyıcıların tenezzül edip de saat 08.26’da dönmesi için on dakika beklemek zorunda kaldılar.

Karların eridiği mezarlıkta, kalın şayak bir palto giymesine rağmen rahip bir titreme nöbetine tutuldu. Tabut toprağa daha yeni indirilmişti ki iniltiler içindeki Marta’yı omzundan tutup beklemekte olan limuzine doğru itmeye başladı. Orlík’in Hotel Bristol’daki kahvaltı teklifini geri çevirdi. Jungmannova Caddesi’nin köşesinde şoföre durması için seslenip kapıyı arkasından çarpıp kapatarak arabadan atladı.

Bu veda kahvaltısını ayarlayan ve parasını veren Utz olmuştu. Yemek salonundan ekşi bir dezenfektan kokusu yayılıyordu. Sandalyeler masaların üzerine dizilmişti; gereğinden çok sayıda temizlikçi kadın bir gece önce Doğu Almanya ve Sovyetler’in bilgisayar uzmanları şerefine verilmiş ziyafetin dağınıklığını topluyordu. Salonun karşı ucundaki sol köşede beyaz damaskoyla örtülmüş bir masaya, her birinin önünde Tokay şarabı dolu çizgili birer kadeh bulunan yirmi kişilik sofra hazırlanmıştı.

Utz yanlış hesaplamıştı. Hiç değilse, az da olsa paragöz kuzenlerinden bir kısmının geleceğini hesaba katmıştı, hani belki bir şeyler çıkar umuduyla. Müzeden gelecek heyeti de hesaba katmıştı: En azından porselenlerini ele geçirebilirler umuduyla da olsa gelebilirlerdi.

Bir tek Marta ile Orlík vardı gelen, yan yana oturmuşlardı; tütsülenmiş domuz budu, peynirli tava keki ve şarap ısmarlamışlardı kılıksız garsona.

Masanın diğer ucunda doldurulmuş devasa bir ayı vardı; arka ayakları üzerinde doğrulmuş, ağzı açık ve patileri ileri doğru uzanmış –buraya müşterilere, ülkelerinin koruyucu abiliğini hatırlatmak için şakacı biri tarafından konulmuş bir ayı. Kaidesindeki pirinç levhada Bohemyalı bir baron tarafından Tatra veya Karpatlar’da değil de 1926 yılında Yukon’da vurulduğu yazıyordu. Bir boz ayıydı.

Bir-iki kadeh Tokay’dan sonra Marta ölmüş patronu için üzülmeyi belli ki bırakmıştı. Dördüncü kadehten sonra dudaklarını alaycı bir tebessümle bükerek avazı çıktığı kadar bağırmıştı: “Ayının şerefine!.. Ayının şerefine!”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıUtz
  • Sayfa Sayısı152
  • YazarBruce Chatwin
  • ISBN9789750762826
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Harmattan ~ Gavin WestonHarmattan

    Harmattan

    Gavin Weston

    Gençlik yıllarında Batı Afrika’da öğretmenlik yapan Gavin Weston’un Nijer’de geçirdiği günlerden esinlenerek kaleme aldığı Harmattan’da küçük bir kız çocuğunun büyüme sancılarını anlatılıyor. Ve tabii...

  2. Başka Bir Aşkın Hikayesi ~ Nicholas SparksBaşka Bir Aşkın Hikayesi

    Başka Bir Aşkın Hikayesi

    Nicholas Sparks

    ÖNSÖZ Bir hikâye tam olarak nereden başlar? Hayatta belirgin başlangıçlara pek sık rastlanmaz, böyle zamanlarda her şeyin nasıl başladığını ancak geçmişe bakarak söyleyebiliriz. Bazen...

  3. Kurtlar İmparatorluğu ~ Jean Christophe GrangeKurtlar İmparatorluğu

    Kurtlar İmparatorluğu

    Jean Christophe Grange

    Her şey korkuyla başladı. Ve yine korkuyla sona erecek. “Gerçekten etkileyici bir yazar.” – The Guardian “Grange güçlü bir kalem. Onu seviyorum.” – Anita...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur