Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Yaşayan Klasiğimiz Mustafa Kutlu
Yaşayan Klasiğimiz Mustafa Kutlu

Yaşayan Klasiğimiz Mustafa Kutlu

Safiye Önal

Mustafa Kutlu. Türk edebiyatının en önemli isimlerinden biri. Türk hikâyesinin yaşayan klasiği. Sadece hikâyeciliğiyle değil, fikir adamı ve yayıncı kimliğiyle, resim ve sinemaya olan…

Mustafa Kutlu. Türk edebiyatının en önemli isimlerinden biri. Türk hikâyesinin yaşayan klasiği. Sadece hikâyeciliğiyle değil, fikir adamı ve yayıncı kimliğiyle, resim ve sinemaya olan ilgisiyle de kültür dünyamızın pek çok alanında varlık gösteren çok yönlü bir sanatçı.

Safiye Hızlı Önal, bu çok yönlü kültür adamının, “Yaşayan Klasiğimiz Mustafa Kutlu”nun sanat ve edebiyat hayatımızdaki yerini inceliyor. Büyük yazarın hayatını, çocukluk ve gençlik dönemlerini, Hareket ve Dergâh yıllarını, eserlerini, sanata, edebiyata, şiire, müziğe, resme, mimariye, ticarete ve siyasete dair görüşlerini tek tek ele alıyor.

Çalışmanın sonunda Mustafa Kutlu ile yaptığı uzun bir söyleşiye ve İsmail Kara’dan Ezel Erverdi’ye, Abdullah Uçman’dan Ali Ayçil’e, Turan Karataş’tan Cihan Aktaş’a, Ahmet Tabakoğlu’na değin pek çok ismin Kutlu ile ilgili hatıralarına, düşüncelerine de yer veren kitap, “Yaşayan Klasiğimiz Mustafa Kutlu”ya dair bir “uzun hikâye” ortaya koyuyor.

GİRİŞ

Mustafa Kutlu, sanat, edebiyat, düşünce ve yayın dünyamızın önemli isimlerindendir. Deneme, gezi yazısı, köşe yazısı, inceleme yazıları, edebiyat-kültür-sanat yazıları türlerinde verdiği yetkin ürünlere rağmen bir hikâyeci olarak anılmayı isteyen Kutlu, elbette ki öncelikle hikâyecidir. Mustafa Kutlu’yu anlatmadan önce hikâyeden ve onu hazırlayan dönemlerden, onun yaşadığı zamandan, kendisinden önce bu yolda emek vermiş şahsiyetlerden bahsetmek yerinde olacaktır. Sözlükte “anlatmak, nakletmek, aktarmak, tekrar etmek; benzemek, taklit etmek” anlamlarında mastar olan hikâye isim olarak da kullanılır. Türkçede son zamanlarda ortaya çıkan öykü kelimesi de Arapçadaki “taklit etmek” anlamının karşılığı olan öykünmekten türetilmiştir. Olağanüstü hadiselerin konu edildiği destan türüyle benzer yönleri bulunması sebebiyle hikâye en eski edebî türler arasında yer alır.”1 Kimi edebiyat tarihlerimiz Türk edebiyatının ilk hikâyelerinin, -Batılı tarzda ifadesini kullanarak- Tanzimat döneminde verildiğini vurgularlar. Oysa hikâyeciliğimizin Tanzimat ile sınırlandırılarak o zamanla başlatılması doğru bir tutum değildir. “Hikâye Batı’da romandan da sonra ortaya çıkmış, sınırları belirlenmiş bir tür olarak karşımızda durmaktadır. Hiçbir tür, hiçbir gelenek, içinde büyüdüğü, yeşerdiği, geliştiği toplumun kültürel kodlarından tamamen bağımsız, azade, onu bıçak gibi kesip atmış, hiçbir dala bağlanmamış şekilde ilerlemez. Dolayısıyla bizim hikâyemizin ilk örneklerine baktığımızda onun geleneksel hikâyelerimizden birtakım kodlar taşıdığını görmekteyiz.”2 Türk hikâyeciliğini Tanzimat döneminden başlatmak, bizde hemen her alanda görülen ve çalışmamıza konu edindiğimiz Mustafa Kutlu’nun da ısrarla üzerinde durduğu bir kavram olan gelenekten kopuşun bir sonucudur. Hikâyeciliğimizi Tanzimat’la başlatmak tarihimizi o yıllarla başlatmak gibi bir durumdur. Nasıl ki tarihimiz 19. yüzyılda başlamamışsa edebiyatımız da 19. yüzyılda Tanzimat’la başlamamıştır. Mehmet Kaplan’a göre, destan döneminden itibaren verilen eserler arasında bile, gösterdiği özellikler ile geniş anlamda hikâye kavramı içine alınabilecek edebi eserlerimiz vardır. 3 Bunlar arasında Binbir Gece Masalları, Hz. Ali Cenkleri, Dede Korkut Hikâyeleri, Kesikbaş Hikâyeleri, Evliya Çelebi’ye ait bazı metinler, Köroğlu Destanı, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, mesneviler ve meddah hikâyeleri yer alır. Bunlar günümüz anlayışına göre değerlendirildiğinde bazı farklılıklar gösterse de hikâye geleneğimizi oluşturan ve hikâyemizi bugünkü noktaya getiren metinlerdir. Öyle ki Mustafa Kutlu hikâyeciliğini ayrıntılı olarak anlattığımız tezimizin ilgili bölümlerinde bu konuyu özellikle vurgular. Ta çocukluğunda babaannesinden dinlediği hikâyeler, Erzurum’da olduğu yıllarda yakından tanıdığı ve dinleme imkânı bulduğu Meddah Behçet Mahir’in ondaki izleri her daim hissedilir. Hikâyelerinde bile yer yer “Ben meddah mıyım?” diye okuruna sorar. “Yahu ben meddah mıyım? Ara sıra omzumdaki havlu ile alnımın terini silip ‘Ey yarenler, nerde kalmıştık bakalım’ diye mevzuyu çekip uzattıktan, tadını kaçırdıktan sonra toparlamaya çalışacak. Hayır, hayır!”

Hikâyemize bütüncül bir bakışla bakmamız, hikâyeciliğimizi bir döneme hapsetmeden bütünlük içinde değerlendirmemiz gerektiğini vurguladıktan sonra Tanzimat’la devam edebiliriz. Tanzimat döneminde hikâye geleneğimizi devam ettiren ilk yazar yazı makinesi olarak tarihe geçen Ahmet Mithat Efendi olarak kabul edilmektedir. Onu Nabizâde Nâzım ve Emin Nihad takip edeceklerdir. Samipaşazâde Sezai’nin yazdığı “Küçük Şeyler” ile, yeni bir yola giren hikâyeciliğimiz; modernleşmeyle başlayan Batı tarzı hikâyeciliğin dünyasına adım atmıştır. Servet-i Fünûn döneminde ise Türk hikâyesi, Samipaşazâde Sezai’nin açtığı yoldan hızla ilerlemeye devam edecektir. Halit Ziya Uşaklıgil isim olarak bu dönemde öne çıkacaktır. Servet-i Fünûn’dan itibaren günümüz anlayışına daha yakın hikâyeler yazılmaya başlanmıştır. Servet-i Fünûn’un ardından5 Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Hüseyin Rahmi Gürpınar,6 Refik Halit Karay, Ömer Seyfettin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin ve Memduh Şevket Esendal Batılı tarzdaki hikâyeciliği devam ettiren yazarlar olarak karşımıza çıkacaktır. Bu isimler arasında hikâye konusunda Ömer Seyfettin’in ayrı bir yeri olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Tanzimat’ı takip eden dönemlerden itibaren yukarıda da zikrettiğimiz gibi adı edebiyat tarihimize geçen çok sayıda başarılı hikâyecimiz olmasına rağmen Türk edebiyatında hikâye denilince ilk akla gelenlerden biri adalı hikâyecimiz Sait Faik Abasıyanık’tır. Sait Faik, yaygın hikâye anlayışından farklı bir anlatım tekniği ile Memduh Şevket Esendal’ın ilk örneklerini verdiği, bugün “durum hikâyesi” diye nitelendirdiğimiz Çehov tarzı hikâyeleriyle okurunu selâmlar. “Hişt Hişt”in yazarı Mustafa Kutlu’nun da etkilendiği yazarlardandır. Nitekim Kutlu daha sonra kitap olarak basılacak olan mezuniyet tezini Sait Faik üzerine yapmıştır. Cumhuriyet dönemine geldiğimizde ise karşımıza Sabahattin Ali ismi çıkacaktır. Anadolu gerçekçiliği anlayışıyla metinler yazarak, köyü hikâyeye taşıyan Sabahattin Ali Türk hikâyeciliği dendiğinde adı ilk akla gelen isimlerdendir. Sabahattin Ali de Mustafa Kutlu’yu etkileyen yazarlar arasındadır. Hocası Orhan Okay’ın tavsiyesiyle okuyup ardından Sabahattin Ali üzerine bir değerlendirme yazısı hazırlamıştır. “Sait Faik”te olduğu gibi “Sabahattin Ali” de daha sonra kitaplaştırılmıştır. Cumhuriyet Döneminde Sabahattin Ali’ye ek olarak Orhan Kemal ve Yaşar Kemal de köy öykücülüğünün isimleri arasında sayılabilir. 1950’li yıllara geldiğimizde ise bireydeki ve ailedeki çözülmeleri hikâyelerinde konu edinen Haldun Taner, kasabayı, orta sınıf insanları, tarihi konuları işleyen edebiyatımızın ‘Büyük Ağa’sı Tarık Buğra ve şairliği ve roman yazarlığının yanında Doğu ile Batı, geçmiş ile gelecek arasında köprü kurmaya çalışan, zaman ustası Ahmet Hamdi Tanpınar karşımıza çıkmaktadır. 1960’lı yıllara geldiğimizde hikâyeciliğimizde hem teknik bakımdan hem de içerik bakımından bir zenginleşme görülmektedir. Bu yıllarda eser veren sanatçılardan bir kısmı toplum için sanat yaparak köylüyü aydınlatmak için eser vermeyi tercih etmiştir. Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Talip Apaydın bu anlayışla eser veren yazarlardandır. Bu yıllarda Leyla Erbil, Nezihe Meriç, Füruzan gibi kadın öykücüler karşımıza çıkmaktadır. Bunların yanında Ferit Edgü, Orhan Duru ve Erdal Öz gibi varoluşçu olarak nitelendirilen bazı yazarlar da kendilerinden söz ettirmiştir. Bu dönemler hikâyeciliğimizin kendisine yeni bir mecra bulmaya başladığı yıllar olması nedeniyle önemlidir. “Türk hikâyesi açısından bakılırsa 1960 sonrası hikâyede 1950- 1960 döneminde açılımına şahit olduğumuz varoluşçu ve gerçeküstücü yazarların yankıları bir taraftan devam etmiştir. 1950’li yılların ortalarına doğru gözden düşmeye başlayan sosyal gerçekçi anlayışın kendini tazelediği; Marksizm’in temel eserlerinin Türkçeye çevrilmeye başlanmasına da denk düşen yeni bir safhaya girdiği görülmektedir.”7 Mustafa Kutlu’nun ilk hikâyesi olan “Ortadaki Adam” 1968 yılında Hareket dergisinde yayımlanır. “1960’ların sonunda öykü yazmaya başlayan Kutlu’nun bu yıllarda dönemin varoluşçuluk/bulantı/Kafkaesk gibi gözde akımlarına genel anlamda uzak durduğunu görürüz. Döneminde öykü yazan öykücülerin önemi bir bölümü bu akımları benimseyip benzer ürünler vermesine karşın o bu akımları ‘yerlilik’ bağlamında tasvip etmemiştir. “8 Kutlu, dönemindeki yazarlardan ayrılır. O yönünü Anadolu’ya, kendi insanına çevirir. Köyü, kasabayı, göçü, şehirlerimizi, maddi açlığımızın tükettiği manevi dünyamız, hırslarımızı… anlatır. Bunu yaparken de güçlü gözlem yeteneğini ve ressamlığını kullanarak kelimeleri öyle sıralar ki her şeyi gözümüzde canlandırır. Biz de çalışmamızın bundan sonraki bölümlerinde Mustafa Kutlu’nun hikâyeciliğini ve edebiyatımıza getirdiği farklı ve özgün bakışı anlatmaya çalışırken, I. bölümde hayatını ve bu vesileyle yazarın Erzincan’da başlayan çocukluk yıllarını, yine Erzincan’da devam eden lise yıllarını, daha sonra Erzurum’da devam eden üniversite yıllarını, öğretmen olarak atandığı Tunceli yıllarını, İstanbul’a göç etmesiyle başlayan İstanbul dönemini, öğretmenlikten istifa ederek tamamen yöneldiği yayıncılığı, edebî çalışmalara hız verdiği yılları söz konusu ettik. Nurettin Topçu ve Hareket dergisi ile kesişen yollarından sonra belirginleşen fikrî ve edebî yönden gelişimini ele alırken Dergâh dergisinde başlayan ve uzun süre devam eden serüvenini anlattık. Mustafa Kutlu’nun Erzurum’da Ezel Erverdi ile tanışmasıyla başlayan dergilerdeki faaliyetlerini ve daha sonraki yıllarda arkadaşlarıyla birlikte uzun bir yolculuk olarak sürecek olan yayıncılık işlerini konu ettik. Anadolu’dan ayrılışın ve İstanbul’da devam eden bu sürecin Mustafa Kutlu’nun eserlerine olan yansımalarını inceledik. Mustafa Kutlu’nun gezi yazıları, gazetelerdeki köşe yazarlığı, senaryoları, bu bölümde işlediğimiz diğer konular arasında yer aldı. Bu bölümü yazarken, 2023 yılında kendisiyle yaptığımız yüz yüze görüşmeler hareket noktamızı teşkil etti. Hayatını bizzat kendi anlatımından dinleyerek çalışmamıza aktardık. Bu görüşmeye Ekler kısmında yer verdik.

Çalışmamızın II. bölümünde ise Mustafa Kutlu’nun sanat- edebiyat hakkındaki düşüncelerini ortaya koymaya çalıştık. Mustafa Kutlu, elli yılı aşkın bir süre edebiyat dünyasında yer alan bir isim olduğu için, onun bu konudaki görüşleri önem arz etmektedir. Bu bölümü yazarla olan görüşmemizden, eserlerinden ve hakkında yazılanlardan damıtarak şekillendirdik. Kutlu gibi hem çok hem de çeşitli yerlerde yazan bir yazarın anlatılmasının kolay olmadığının bilincindeyiz. Ancak yoğun bir emeğin sonunda ortaya çıkan bu çalışmada olabilecek eksikliklerin bu tür çalışmaların zorluğunu bilenler tarafından anlayışla karşılanacağını umuyoruz.

BİRİNCİ BÖLÜM
1. MUSTAFA KUTLU’NUN HAYATI
1.1. DOĞUMU VE AİLE ÇEVRESİ

Türk edebiyatının yaşayan önemli yazarlarından olan Mustafa Kutlu 6 Mart 1947’de Erzincan’ın İliç ilçesi, Kuruçay nahiyesinde dünyaya gelir.1 Ailesi “Hacıyakupoğulları” lakabıyla bilinen, birkaç nesil Erzincan’da yaşamış şehirli bir ailedir. Dedesi Mustafa Nedim Efendi Erzincan’da memurdur. Aynı zamanda hattat ve musikişinastır. Mustafa Kutlu sanatsal eğilimlerinin kendisine dedesinden intikal ettiğini dile getirir.

“Dedem Mustafa Nedim Efendi, küçük bir memur. Ne memuru olduğunu bilmiyorum. Musikişinas imiş hem de hattat, yani ondan bana intikal ettiğini sanıyorum.”

Dedesi Mustafa Nedim Efendi, Kuruçay’da memurluk yaparken Göske (Güngören) köyünün Ekrek mezrasından Ayşe Hanım ile evlenir. Nurettin, Kemal, Lütfiye, Saadet ve Muzaffer adlarında beş çocuğu olur; Muzaffer daha çocukken vefat eder. Rus ordusunun Tercan’ı geçip Sansa Boğazı’na dayandığı yıllarda Mustafa Nedim Efendi görev yaptığı yer olan Pülümür’de vefat eder. (1917) Mustafa Nedim Efendi’nin mezarının yeri belli değildir. Ayşe Hanım eşinin ölümü üzerine yalnız kalınca dört çocuğuyla muhacir olur, yollara düşer. Dönemin o günkü şartlarında yürüyerek, binbir zorlukla Sivas’a gelir. Evin bütün yükünü tek başına sırtlayan Ayşe Hanım hayat mücadelesine burada devam eder. Dikiş dikmeyi iyi bilen Ayşe Hanım askeriyeye iç çamaşırı dikerek ailesini geçindirir. Mustafa Kutlu’nun babası Nurettin Bey burada rüştiyeye devam eder. Rusların topraklarımızdan çekilmesi üzerine Ayşe Hanım çocuklarıyla yeniden Erzincan’a döner. Fakat Erzincan eski Erzincan değildir, savaştan dolayı yanmış yıkılmıştır. Ayşe Hanım buradan Kuruçay’a, ailesinin yanına gider. Mustafa Kutlu’nun babası Nurettin Bey burada tahrirat kâtibi olarak çalışmaya başlar. O da dedesiyle aynı yerden Kuruçay (Göske) köyünden Fatma Hanım ile evlenir. Bu evliliğinden Zeki, Celal, Perihan adında üç çocuğu olur. Daha sonra Fatma Hanım rahatsızlanır ve vefat eder. Eşinin ölümü üzerine Nurettin Bey ikinci kez evlenir. Yine aynı köyden Mustafa Kutlu’nun annesi Sulhiye Hanım ile hayatını birleştirir. 1939 yılında Erzincan depremi meydana gelir.3 Depremde çok can kaybı yaşanır. Erzincan’la beraber çevredeki birçok şehir de etkilenir. Depremin etkilediği şehirlerde 32.962 kişi ölmüştür. Erzincan’ın şehir nüfusu 20.000 iken 12.000’e düşmüştür.4 Nurettin Bey’in Fatma Hanım’dan olan çocukları Zeki ve Celal de depremde vefat edenler arasındadır. Çocuklarından sadece Perihan hayata tutunur.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Biyoğrafi-Otobiyoğrafi Edebiyat
  • Kitap AdıYaşayan Klasiğimiz Mustafa Kutlu
  • Sayfa Sayısı400
  • YazarSafiye Önal
  • ISBN9786050849219
  • Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviTimaş / 2025

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Fırtınalı Yıllar ~ Ahmet ÇakırFırtınalı Yıllar

    Fırtınalı Yıllar

    Ahmet Çakır

    “Yarım yüzyıldır tanıklık ettiğimiz yaşanan savrulmaların hemen hep ters yönde oluşu hazin bir durum. Kişisel yaşantımla ilgili gelişmelerin yanında elbette bunları da aktarmaya çalıştım,...

  2. Hegel ~ Terry PinkardHegel

    Hegel

    Terry Pinkard

    Modern düşüncenin kurucularından biri olan Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831), genel olarak Prusya mutlakıyetçiliğinin dar kafalı savunucusu, anlaşılmayacak şekilde ve anlaşılmamak için yazmış asık...

  3. Marco Polo ~ Laurence BergreenMarco Polo

    Marco Polo

    Laurence Bergreen

    Venedikli Marco Polo (1254-1324), tüccar babası ve amcasıyla birlikte İran’dan Türkmenistan’a, Afganistan’dan Çin’e kadar tüm Asya kıtasına hükmeden Moğol hükümdarı Kubilay Han’ın huzuruna çıktığında...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur