Bir Genç Kızın Gizli Defteri serisinin devamı olan bu on birinci kitapta, kahramanımız Serra’nın kızı Selin de tıpkı annesi gibi bir anı defteri tutmaya başlıyor. Okur, anne ve kızın ayrı ayrı tuttuğu iki defterden onların günlük hayatlarına ve yaşadıkları olaylara iki farklı bakış açısından tanık oluyor. Kitap, günümüz anneleri ve gençlerinin birbirini anlaması konusunda da rehber kitap niteliği taşıyor.Selin de annesi gibi yaşadığı her tecrübeyi defteriyle paylaşıyor, defter zamanla Selin’in en yakın arkadaşı hâline geliyor.
Serinin önceki kitaplarından alışkın olduğumuz gibi bu kitapta da yazar,hayata dair ve her dönem güncel olan çevrecilik, hayvanseverlik, ALS hastalığı,dostluk, güvenli internet kullanımı gibi…konulara değiniyor.
Hikâyeye Dair Kısa Notlar
-Kahramanımız Serra kırklı yaşlarını sürüyor, kızı Selin ise on üç yaşında.
-Hikâye Çeşme’de geçiyor. Yaz tatilinde kuzenleri ve arkadaşlarıyla eğlenen Selin aynı zamanda burada ilk iş deneyimini de yaşıyor.
-Selin ilk aşkı ve ilk hayal kırıklığını da bu tatilde tadıyor.
-Dostluk, müzik, sosyal duyarlılık, yardımseverlik gibi konular Selin’in bu macerasında öne çıkıyor.
*
E, pes valla…
Pes ki, ne pes…
Tam on cilt Serra… Yirmi yılı aşkın bir süre…
Ve artık tamam, dedim.
Her şey tadında, dedim.
Dedim de dedim.
Bakın size yeni bir kitap yazdım, dedim.
Hem de çok severek… Adı, Yoksa Hayat Gençken Daha mi Zor? Biz de onu sevdik ama…
Önce Serra 11’i yaz, sonra ona devam edersin, dediler. İnanılır gibi değil.
Sayfalar açtılar, gruplar oluşturdular, fikir ürettiler, öneriler getirdiler ve imza günlerinde hep aynı isteği yinelediler. Serra’nın devamını istiyoruz.
Şimdi de kızı yazsın ama Serra da yazsın.
N’oolur yazın, dediler, n’oolur.
Ve onca baskı karşısında…
Ben yine oturup düşünmeye başladım. Hem de…
Tam üç kez veda etmişken…
Yine onlar, benim sevgili okurlarım kazandı.
Ve işte 11. kitap.
Bu kez hem Serra yazdı, hem de Selin. O zaman buyurun, okuyun.
YILLAR SONRA…
İPEK ONGUN
*
Sir tutabilir misin sevgili defter?
Az önce öyle bir şey yaşadım ki…
Kimseyle paylaşamam.
Hiç kimseyle…
Oysa…
Anlatmak istiyorum.
Birileriyle paylaşmak istiyorum.
İçim içime sığmıyor.
İşte tam da bu noktada aklıma sen geldin.
Annem hep, anı defteri tut Selin, der.
O çocukluğundan başlayarak ama daha çok genç kızlığında hep ani defteri tutmuş.
Hâlâ da yazıyor.
İnanabiliyor musun, koca kadın, hâlâ ani defteri tutuyor. O, benim dert ortağım, sırdaşım, der defteri için.
Ne abuk diye düşünüyordum… Bugüne dek.
Sırf o israr ediyor diye seni yanıma aldım. Aslında yazmaya hiç niyetim yoktu.
Ama…
Bugün…
Nereye sığınacağımı, yaşadıklarımı kiminle paylaşacağımı bilemediğim bir anda, aklıma sen geldin.
Ve inan, şu anda, kalemi elime aldığımdan bu yana sanki bir parçacık da olsa rahatlamaya başladım.
Sana arkadaşım diye sesleneceğim, haberin olsun!
Bak şimdi arkadaşım, olay şöyle gelişti. Evde herkes öğle uykusuna yatmıştı. Ben de bir süre okudum sonra sıkıldım ve yeni mahallemizi bir keşfedeyim diye lastiklerimi ayağıma geçirip usulca evden çıktım.
Bu yıl, teyzemlerin evinin bitişiğinde bir aylığına bir ev tuttuk. Annemle teyzemin kararı. Kışın yeterince birbirimizi göremiyormuşuz, bari yazın bir süre bir arada olalım diye düşünmüşler.
Anneannem bizimle kalıyor, neneminse iki evde de odası var, kâh Sırma teyzemlerde, kâh bizde kalıyor. Tabii bir de biz kuzinlerin yani Sude Mey, Ava ve benim daha bir kaynaşmamızı istiyorlar.
Tabii sizin böyle bir isteğiniz var mı diye bize soran yok, o başka. Ama Sude de, Ava da iyidir, idare ederler.
Annem, kuzinlerin kardeşlermişçesine kaynaşmalarının ne kadar önemli, hayat boyu birbirimize destek olmanın ne denli değerli olduğu üzerine uzun bir konuşma yaptıktan sonra, benim bu konuda ne düşündüğümü sordu.
Ben de, “Göreceğiz,” şeklinde kısa ve özlü bir cevap verince, pek de mutlu olmadı!
Oysa -doğruya doğru.
İlişkilerin hayat boyu ne şekil alacağını ben şimdiden bilemem ki.
Konumuza dönelim:
Sokaklar ıssız ve sessizdi. Burada millet öğle uykusunu çok ciddiye alıyor anlaşılan. Sokaklarda pek bir şeyler bulamayınca, bildiğin Çeşme evleri, bahçeleri… denize doğru yürüdüm. Yol plaja çıkıyordu, iyi, biraz da kumda yürürüm diyerek lastiklerimi çıkarıp elime aldım ve yürümeye devam ettim.
Derken hoş bir müzik sesi geldi kulağıma. Baktım ileride, deniz kenarında bir kafe. Ses oradan geliyor olmalı, diye düşünüp oraya doğru yürümeye devam ettim. Gerçekten de çok hoş bir kafeydi. Nasıl oldu da bizimkiler burayı keşfetmediler, diye düşündüm. Sırma teyzemle Deniz enişte yeni yerler denemeye pek meraklıdır. Annemle babamsa, 1-ih, onlar bir yer beller ve biz hep aynı yere gideriz!
Kafe, alçak, tuğla duvarlarla çevrilmişti ve o tuğla duvarlar, içlerinde kıpkırmızı sardunyalarla aynı zamanda saksı görevini yerine getiriyordu… Çok tatlı bir görünümü vardı. “Yardımcı olabilir miyim?”
Nasıl yerimden zıplamışım ki, “Sizi korkuttum galiba…” dedi aynı ses.
Ve-
Ahhh…
Bana bakan dünyanın en güzel gözleri…
Mavi…
Hayır, hayır, mavi değil, lacivert…
Yani olamaz böyle bir renk, olamaz bu güzellikte gözler… Gözlerine öylesine dalmışım ki, nutkum tutulmuştu, cevap filan veremedim.
Gülümsedi ve tekrar etti, “Yardımcı olabilir miyim?”
Zar zor kendimi toparladım ama eminim EMİNİM yüzüm pancar gibi olmuştu çünkü yanaklarımı ateş basmıştı. “Şeyyy…” dedim, “buradan geçiyordum da…” Gözleri elimdeki spor ayakkabılara ve çıplak ayaklarıma takıldı.
Kahretsin.
Kim bilir ne şapsal görünüyordum.
“Haklısın,” dedi, “ortalık sakinken yürümek en iyisi.” Ben de bir şeyler söyledim ama valla hatırlamıyorum. O kadar yakışıklıydı ki…
Uzun boylu, kumral. Ve o şahane gözler… Gülüşü de apayrı bir şey.
Öyle çekici ki…
Dayanılır gibi değil.
Önüne kocaman, siyah bir önlük bağlamıştı.
E, tabii sonsuza dek orada dikilip kalamazdım. “İyi günler, ben gideyim,” dedim.
Gülümsedi, “Tamam,” dedi.
Sonra arkamdan seslendi, “Yine bekleriz.”
Kendime geleyim diye bir süre sokakları dolaştım, nereye gittiğimin, ne yapmak istediğimin farkında bile değildim. Çarpılmıştım.
Resmen çarpılmıştım!
Tanrılar gibi yakışıklıydı.
Nasıl da soylu bir havası vardı.
Ya o lacivert gözler.
Ya o gülümseme.
Sıcacık.
Beni kucaklarcasına…
Neden sonra eve dönebildim. Tabii annem hemen, “Neredeydin Selin?” diye üstüme atladı.
Ay, hiç havamda değilim, dedim içimden.
O devam etti, “Bak, lütfen, lütfen, dolaşmaya ya da denize gideceğin zaman haber ver, nerede olduğunu bileyim. Ayrıca cep telefonun da yanında olsun.”
“Üfff…” demişim. Farkında değilim.
“Hiç öyle üfleme küçük hanım. Biz bir yere giderken sana haber veriyoruz, öyle değil mi?”
“Tamam, tamam,” deyip odama kaçtım.
Ve kendimi hemencecik yatağıma atıp gözlerimi tavana diktim.
Garip hisler içindeydim.
Gülmek geliyordu içimden; yüzü, bana gülümseyişi gözümün önüne gelince çok ama çok mutlu oluyordum.
Ama aynı zamanda ağlamak da istiyordum. Hıçkıra hiçkıra ağlamak hem de…
Nasıl şeydi bu?
Daha önce hiç böyle bir duygu içinde olmamıştım.
Tamam, okulda beğendiğim çocuklar olmuştu.
Ama nezle gibi bir durumdu yaşadıklarım.
Şöyle; birini beğeniyordum, tam galiba âşık oluyorum derken -geçiveriyordul
Aynı, nezle oluyorum galiba derken, geçivermesi gibi. Bu… bu… bu bambaşka bir şeydi.
Tüm kimyam bozulmuştu sanki.
Ve sonuçta-
Bunun aşk olduğuna karar verdim. Aşk!
İlk görüşte aşk!
Yıldırım aşkı!
İnsanlar boşuna demiyor, yıldırım çarpmışa döndüm diye. Ya da çarpıldım…
İşte ben şimdi bunu yaşıyorum.
Ve bu, seninle benim aramda kalacak.
Bir sen bileceksin, bir ben…
Bu benim gizli aşkım olarak kalacak.
Adını bilmediğim için, bundan böyle bu defterde ondan söz ederken, G. A. harflerini kullanacağım. Ona göre…
Acaba onu yine görebilecek miyim?
Hem çok mutluyum, hem çok mutsuz.
Bütün sabah otelin plajındaydık.
Bir yandan Sude Mey’e söylemek istiyorum, bir yandan da G. A.’yı kendime saklamak.
“Çocuklar,” diye seslendi Sırma teyzem, “sadece havuzda hoplayıp zıplamak yok, denizde de yüzün biraz.”
“Ama,” dedi Ava, “ağzımıza burnumuza tuzlu sular doluyor.”
“Deniz çok dalgalı,” diye yakındı Sude. Onun derdi de saçları. Aman bozulmasın! Süslü kokos!
“Hamam suyu gibi havuzda yüzmesi kolay tabii, marifet dalgalı denizde de yüzebilmek, değil mi Serracığım?”
“Çok haklısın,” dedi annem ve hemen ayaklandı, “hadi el ele verip iskeleden atlayalım.”
Teyzem de koca kadın, ayağa fırlamaz mıl Onların bu çocuksu hâlleri beni ne kadar utandırıyor bir bilseler…
Sude’ye baktım, aynen, duygularımı yansıtırcasına gözlerini devirdi.
“Hadi ama hadi,” diye bizi çekiştirdiler. Böylece hep birlikte denize atladık. Onlar kahkahalar atıyordu ama Sude’yle ben orada görünmez olmayı yeğlerdik! Annelerimizin şu hâline bakar mısınız! Bin yaşındaki kadınlar, birbirlerine su atıyor, çığlık çığlığa gülüşüyordu. Yüzümüze çarpan dalgalar da cabası…
Ama laf aramızda, soğuk su iyi gelmişti. Eh, itiraf etmeliyim ki, eğlendik de.
Sırma teyzem, “Öğlen yemeğini teknede yiyeceğiz, ona göre,” diye seslendi.
Annem de, “Memnuniyetle,” diyerek onu yanıtladı. Babalar zaten teknedeydiler. Böylece bir süre sonra biz de tam takım teknedeydik. Deniz enişteyse çoktan mutfağa girmişti.
“Haydi kızlar, iş başına,” diye seslendi. “Sofrayı kurun bakalım, ben de burada sizlere parmaklarınızı yiyeceğiniz bol sebzeli bir makarna hazırlıyorum. Geleneksel aile yemeğimizi…”
Böylece o daracık merdivenden ine çıka tabakları, çatal bıçakları, bardakları, peçeteleri taşıdık.
Ve Deniz enişte elinde kayık tabağıyla belirdi! Görüntü gerçekten muhteşemdi, ağzım sulandı, resmen ağzım sulandı. Patlıcanları doğramış, kızartmış. Havuç ve kabakları ince ince doğrayıp onları da kızartmış. Bir de bol domatesli, biber salçalı, sarımsaklı sos hazırlamış mil Onu da sebzelerle birlikte makarnanın üstüne boşaltmış mı sana…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Gençlik Kitapları
- Kitap AdıYıllar Sonra / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 11
- Sayfa Sayısı344
- Yazarİpek Ongun
- ISBN9786051425405
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviArtemis Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İz Bırakanlar Unutulmaz ~ Sarah Willis
İz Bırakanlar Unutulmaz
Sarah Willis
ON BEŞ YAŞINDAYIM VE HAYATIN GERÇEKLERİNE TUTUNMAK İÇİN CAN ATIYORUM… Ben arkadaşlarıma hiç benzemiyorum, mesela kendime ait bir odam hiç olmadı. Yaşadığım yerleri hatırlamıyorum,...
- Sefil Korsanlar – Vadedilmiş Topraklar ~ Joachim Masannek
Sefil Korsanlar – Vadedilmiş Topraklar
Joachim Masannek
Yer: Berlin Yıl: 1760 Yıllardır süren savaşın içinde fakirlikten kırılan bir halk ve dünyayı kurtarmak için hazinesinin yeterince büyümesini bekleyen on dört yaşında bir...
- Yeryüzü’ne Düşen Kız ~ Patricia Forde
Yeryüzü’ne Düşen Kız
Patricia Forde
İNSANLIĞI KURTARMAK İÇİN NE KADAR İLERİ GİDEBİLİRSİN? Aria, hastalıkların ve hatta ölümün olmadığı, çok düzenli bir gezegende yaşar. Artık Dünya, insanların üzerinde çalışabilmek ve...