Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Gece Yarısından Sonra
Gece Yarısından Sonra

Gece Yarısından Sonra

Tess Gerritsen

Herkes onun, o ise gerçeğin peşindeydi… Bir gece yarısı Sarah Fontaine, yaklaşan tehlikenin habercisiymiş gibi çalan telefonun sesiyle uyanır ve bir kadının alabileceği en…

Herkes onun, o ise gerçeğin peşindeydi…

Bir gece yarısı Sarah Fontaine, yaklaşan tehlikenin habercisiymiş gibi çalan telefonun sesiyle uyanır ve bir kadının alabileceği en kötü haberi alır: Henüz iki aydır evli olduğu Geoffrey Fontaine, Berlin’de bir otel odasında çıkan yangında ölü bulunmuştur.
Bu olayın acı olduğu kadar tuhaf bir yanı vardır;
Sarah kocasının Berlin’de değil, Londra’da olduğunu sanıyordur.

Aldığı haberle yıkılan ve kocasının öldüğüne inanmayan genç kadın, ipuçlarının peşinden gitmek üzere Amerika’dan Avrupa’ya uzanan tehlikeli bir yolculuğa çıkar. Bu macerada kendisini karmaşık bir casusluk ağının ortasında bulan Sarah, kocasıyla ilgili gerçeklere ulaşabilecek midir?

*

“Tehlikeli bir macera, baştan çıkarıcı bir aşk hikâyesi, nefes kesen bir anlatım… Gece Yarısından Sonra elinizden bırakamayacağınız bir roman.”
The New York Times

“Tess Gerritsen baştan sona düşmeyen bir tempoyla heyecanın sınırlarını zorluyor.”
Booklist

“Gizemli bir serüveni romantik bir aşk hikâyesiyle harmanlayan Tess Gerritsen; hem aksiyon, hem aşk, hem de gerilim isteyenlere muhteşem bir roman sunuyor.”
Library Journel

***

GİRİŞ

Berlin

Bir insanın bilincini kaybetmesi için şahdamarına yirmi saniye baskı yapmak yeterlidir. Baskı iki dakika daha sürdürülürse, ölüm kaçınılmaz olur. Simon Dance’ın bu gerçekleri öğrenmek için bir tıp kitabına ihtiyacı yoktu, bunları deneyimlerinden biliyordu. Birini boğarken ipi gevşek bırakmaması gerektiğinin de bilincindeydi. İp yeterince sıkı olmazsa kurbanın beynine kısacık süreyle de olsa kan gider ve yaşanan boğuşma uzardı. Bu da tüm süreci özensizleştirir hatta tehlikeye sokardı. Ve dünyada hiçbir şey ölmek üzere olan bir insandan daha barbar olamazdı.

Dance karanlıkta çömelirken ipi ellerine iki kez doladı ve saatinin parlak kadranına göz attı. Işıkları kapatalı iki saat olmuştu. Katilinin, Dance’ın derin uykuda olduğundan emin olmak isteyen dikkatli bir adam olduğu açıktı. Eğer adam bir profesyonelse, uykunun en ağır bölümünün ilk iki saat olduğunu biliyor olmalıydı. Saldırı zamanı şu andı.

Dışarıdaki koridorda bir ayak sesi işitildi. Dance gerildi, sonra yavaşça ayağa kalktı ve hızla çarpmaya başlayan kalbinin sesini duymamdan gelerek kapının yanında, karanlığın içinde bekledi. Hızla hareketlenirken içinde yükselen o tanıdık adrenalini hissetti. İpi ellerinin arasında iyice gerdi.

Anahtar kilide sokuldu. Dance dişlerin metale yavaşça sürtünmesiyle çıkan sesi duydu. Anahtar dönünce kilitten yumuşak bir tıkırtı geldi. Kapı içeri doğru ağır ağır açıldı, koridorun ışığı odaya sızdı. Bir gölge yavaşça içeri süzülerek içinde biri uyuyormuş gibi duran yatağa yöneldi. Gölge kollarını havaya kaldırdı. Susturuculu namludan yastıklara üç mermi sıktı. Üçüncü mermi hedefe saplanır saplanmaz Dance da harekete geçti.

Dance ipi saldırganın boynuna doladı, sonra yukarı ve arkaya doğru çekti, ip şahdamarının en gözle görülür kısmının üzerine gelecek şekilde dolanmış, çeneye uygun bir açıyla çekilmişti. Silah yere düştü. Adam oltaya takılan bir balık gibi çırpındı ve çılgınca ipi yakalamaya çalıştı. Arkasına dönmeyi ve Dance’ın yüzünü tırmalamayı denedi. Kolları ve bacakları kontrolden çıktı, çılgınca sarsılıp etrafa savruluyorlardı. Sonra yavaş yavaş adamın bacakları kıvrıldı, kolları gevşeyip aşağı düşmeden önce son bir kez öne doğru uzandı. Dance dakikaları sayarken bedenin son kasılmalarını, ölmeye başlayan beyin hücrelerinin karıncalanmalarını hissetti. Sıkmaya devam etti.

Dance üç dakika sonra ipi serbest bırakınca beden yere düştü. Dance ışıkları yaktı ve başını öne eğerek biraz önce öldürdüğü adama baktı.

Adamın lekeli suratını bir yerlerden hayal meyal hatırlıyordu sanki. Belki de onu daha önce sokakta ya da trende bir yerde görmüştü ancak ismini bilmiyordu. Adamın elbiselerini hızla yokladı ama sadece para, araba anahtarları ve işine yarayacak birtakım eşyalar buldu: yedek şarjörler, susturalı bir bıçak, bir maymuncuk. Dance, adama ne kadar ödeme yapıldığını ister istemez merak ederek, meçhul bir profesyonel, diye düşündü.

Cesedi sürükleyerek yatağın üzerine çekti, örtünün altında kabartılmış halde duran üç yastığı bir tarafa attı. Cesedin boyunun bir metre seksen santim civarlarında olduğunu tahmin etti. Aynı boydaydılar. Güzel. Dance cesedin elbiseleriyle kendisininkileri değiştirdi, muhtemelen bunu yapması gereksizdi ama o titiz ve dikkatli bir adamdı. Ardından evlilik yüzüğünü çıkararak cesedin parmağına takmayı denedi fakat bir türlü parmak boğumundan geçiremedi. Banyoya giderek yüzüğü sabunladı ve sonunda adamın parmağına takmayı başardı. Ardından oturdu ve birkaç sigara tüttürdü. Gözden kaçırmış olabileceği detayları düşünmeye çalıştı.

Üç mermi, tabii ya. Dance, yastıkların ve şiltenin arasını yoklayarak mermilerden ikisini bulmayı başardı. Üçüncüsü muhtemelen yatağın bir yerlerine saplanıp kalmıştı. Daha derinleri araştırmaya başlayacaktı ki koridordan yaklaşan ayak seslerini işitti. Yoksa katilin bir suç ortağı mı vardı? Dance silahı kapıp, kapıya nişan alarak bekledi. Ayak sesleri ilerledi ve uzaklaşarak şiddetini yitirdi. Yanlış alarm. Yine de oradan hemen ayrılmalıydı, odada daha fazla oyalanmak aptallık olacaktı.

Şifoniyer çekmecesinden bir şişe metanol çıkardı. Bu hızla yanacak ve ardında en ufak bir iz bırakmayacaktı. Sıvıyı cesedin, yatağın ve etrafındaki halıların üzerine döktü. İçeride yangın alarmı ya da otomatik su püskürtücüsü gibi bir şey yoktu. Dance sırf bu yüzden eski bir otel tercih etmişti. Kül tablasını yatağın yanına bıraktı, ölen adamın eşyalarını bir araya toplayarak bunların arasına boş metanol şişesini de yerleştirdi ve hepsini bir çöp torbasına tıkıştırdı. Sonra yatağı ateşe verdi.

Bir ıslık sesiyle alevler parladı, ceset saniyeler içinde yanmaya başladı. Dance geride fark edilir bir şey kalmayacağından emin olana kadar orada bekledi.

Çöp torbasını alarak odadan çıktı, kapıyı kilitledi ve koridordan aşağı, yangın alarmına doğru ilerledi. Masum insanları öldürmenin bir anlamı yoktu, camı kırarak alarm kolunu çekti ve sonra merdivenlerden zemin kata indi.

Sokağın karşısındaki ara yolda, kaldığı odanın penceresinden dışarı uzanan alevleri seyretti. Otel boşaltılmış, battaniyelerine sarınmış uykulu insanlar sokağı doldurmuştu. On dakika sonra üç itfaiye aracı geldi. Bu süre zarfında odası tam bir cehennem yerine dönmüştü.

Yangını söndürmeleri bir saat aldı. Titreyen otel sakinlerine meraklı bir izleyici grubu da katılmıştı. Dance insanların yüzlerini inceleyerek hepsini aklına yazdı. Eğer içlerinden birini bir daha görürse, tedbirli olacaktı.

Ardından, insan güruhu arasında dururken, siyah bir limuzinin sokaktan aşağı yavaş yavaş ilerlediğini fark etti. Arka koltukta oturan adamı tanıdı. Demek CIA buradaydı. İlginç.

Gördükleri onun için yeterliydi. Saat geç olmuştu ve onun yola çıkması, Amsterdam’a geri dönmesi gerekiyordu.

Üç blok ileride, içinde boş metanol şişesinin de yer aldığı torbayı çöp kutusuna attı. Böylece son detayın da icabına bakılmıştı. Berlin’deki bütün işlerini halletmişti. Geoffrey Fontaine’i öldürmüştü. Şimdi ortadan kaybolma zamanıydı. Islık çalarak karanlıkta kayboldu.

Amsterdam

Yaşlı adam sabahın üçünde gelen haberle uyandırıldı. “Geoffrey Fontaine öldü.”

Yaşlı adam, “Nasıl?” diye sordu.

“Otelde çıkan bir yangında. Yatakta sigara içtiğini söylüyorlar.”

“Bir kaza mı? İmkânsız! Ceset nerede?”

“Berlin morgunda. Çok kötü yanmış.”

Yaşlı adam, tabii tabii, diye düşündü. Cesedin tanınmaz halde olacağını bilmeliydi. Simon Dance, her zamanki gibi, büyük bir beceriyle izini kaybettirmeyi başarmıştı. Demek onu yine elden kaçırmışlardı.

Ancak yaşlı adamın elinde bir koz daha vardı. “Bana onun Amerikalı bir karısının olduğunu söylemiştin,” dedi. “O nerede yaşıyor?”

“Washington’da.”

“Onu takip ettireceğim.”

“İyi ama neden? Sana adamın öldüğünü biraz önce söyledim.”

“O ölmedi, yaşıyor. Bundan eminim. Şu kadın da onun nerede olduğunu biliyordur belki. Onun gözetim altında tutulmasını istiyorum.”

“Adamlarımın…”

“Hayır. Ben kendi adamımı yollayacağım. Güvenebileceğim birini.”

Bir sessizlik yaşandı. “Senin için kadının adresini öğreneceğim.”

Yaşlı adam telefonu kapattıktan sonra tekrar uyuyamadı. Tam beş yıl beklemişti. Beş yıldır araştırıyordu. Bu kadar yaklaşıp tekrar başarısızlığa uğramak… Şimdi her şey Washington’daki şu kadının ne bildiğine bağlıydı.

Sabırlı olmalı ve kadının kendisini ele vermesini beklemeliydi. Kroncn’i gönderecekti, Kronen onu hiçbir zaman başarısızlığa uğratmayan bir adamdı. Onun kendine has bilgi edinme yöntemleri vardı: direnilmesi zor yöntemler… Ama bu Kronen’in özel becerisiydi. Ona has bir ikna kabiliyeti…

Birinci Bölüm

Washington

Telefon çaldığında saat gece yarısını geçmişti.

Sarah, ağır bir uyku perdesinin gerisinden zil sesini duydu. Ses inanılmaz derecede uzaklardan geliyor gibiydi, uzanamayacağı kadar uzak bir odadan yankılanan alarm sesini andırıyordu. Uyanmak için çabaladı fakat uykuyla uyanıklık arasında bir yere sıkışıp kalmıştı. Telefonu yanıtlamalıydı, arayanın kocası Geoffrey olduğunu biliyordu.

Bütün akşam Geoffrey’nin sesini duymak için beklemişti. Çarşamba gecesiydi, Geoffrey Londra’ya yaptığı aylık seyahatlerde evi her çarşamba arardı. Ancak bu gece Sarah erken yatmıştı, burnu akıyor öksürüyordu, son günlerde Washington’ı vuran grip salgınının kurbanlarından biriydi. Bu Hong Kong’dan gelen A-63 gribiydi, aynı zamanda şu an mikrobiyoloji laboratuvarında çalışan arkadaşlarının yarısıyla paylaştığı berbat bir sıkıntıydı. Bir saat kadar yatakta kitap okumuş, uyanık kalmak için kahramanca çırpınmıştı. Bir soğuk algınlığı ilacıyla Journal of Microbiology‘nin son sayısı karışımı, herhangi bir uyku hapından çok daha hızlı etki etmişti. Dakikalar içerisinde, gözlüğü burnunun üzerinde, sırtüstü yastıklara gömülüvermişti. Bu kısa bir dinlenme olacaktı, kendisine öyle söz vermişti, hafif bir şekerleme… Sonunda, uykusu yavaş yavaş kuvvetlenmiş, onu pusuya düşürmüştü.

Uyanır uyanmaz yatağın yanındaki lambanın hâlâ yandığını fark etti, Journal of Microbiology ise göğsünde açık halde duruyordu. Oda biraz bulanıktı. Gözlüklerini arkaya doğru iterek yerine yerleştirdi, komodinin üzerindeki saate göz attı. On iki otuz. Telefon sessizdi. Yoksa rüya mı görmüştü?

Telefon tekrar çalınca yerinden fırladı. Ahizeyi büyük bir sabırsızlıkla kaptı.

Bir erkek sesi, “Bayan Sarah Fontaine ile görüşebilir miyim?” diye sordu.

Bu Geoffrey değildi. Ani bir panik Sarah’yı o an elektrik dalgası gibi sarstı. Ortada yanlış giden bir şeyler vardı. Bir anda doğruldu, tamamen uyanmıştı. “Evet. Benim,” dedi.

“Bayan Fontaine, ben Nicholas O’Hara, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı’ndan. Sizi bu saatte aradığım için üzgünüm ama..” Durakladı. Sarah’yı en çok korkutan şey de bu sessizlik oldu, çünkü bu çok temkinli, çok deneyimli, onu gelecek darbeye karşı korumak için odaklanmış stratejik bir sessizlikti. Adam cümlesini, “Korkarım ki size kötü haberlerim var,” diye tamamladı.

Sarah’nın boğazı düğümlendi. Söyleyin bana! Bana ne olduğunu söyleyin! diye haykırmak istedi. Fakat yapabildiği tek şey fısıldamak oldu. “Evet. Dinliyorum.”

Adam, “Kocanız Geoffrey hakkında,” dedi. “Bir kaza yaşandı.”

Sarah gözlerini kapatarak, bu gerçek değil, diye düşündü. Geoffrey zarar görmüş olsaydı, ben bunu mutlaka hissederdim. Bir şekilde bilirdim…

Adam, “Altı saat kadar önce,” diye devam etti. “Kocanızın otelinde bir yangın çıktı.” Adam bir kez daha durakladı. Sonra sesinde bir endişe tınısıyla, “Bayan Fontaine? Hâlâ orada mısınız?” diye sordu.

“Evet. Lütfen devam edin.”

Adam boğazını temizledi. “Bunu söylemek zorunda olduğum için üzgünüm Bayan Fontaine. Kocanız… kazadan canlı kurtulamadı.”

Adam sessiz kalarak ona biraz zaman tanıdı, Sarah’nın elemini kontrol altına almak için çabalayacağı bir an… Yaşadığı o aptalca ve mantıksız gurur, hıçkırığını bastırmak için elini bastırarak ağzını kapatmasına yol açtı. Bu acı, bir yabancıyla paylaşılmayacak kadar özeldi.

Adam nazikçe, “Bayan Fontaine?” diye sordu. “İyi misiniz?”

Sarah sonunda titrek bir nefes almayı başardı. Fısıldayarak, “Evet,” dedi.

“Düzenlemeler… konusunda endişelenmenize gerek yok. Tüm detayları Berlin’deki konsolosluğumuzla koordine ede-

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Buz Gibi Soğuk ~ Tess GerritsenBuz Gibi Soğuk

    Buz Gibi Soğuk

    Tess Gerritsen

    Bir tıp konferansı için Wyoming’e giden adli tabip Maura Isles, hafta sonunu arkadaşlarıyla birlikte bir kayak merkezinde geçirmeye karar verir. Ancak korkunç kar yağışı...

  2. Beni Seç ~ Tess Gerritsen-Gary BraverBeni Seç

    Beni Seç

    Tess Gerritsen-Gary Braver

    Tess Gerritsen ve Gray Braver’dan kusursuz bir işbirliği… Geçmişle bugün arasında gidip gelen, ifşalarla dolu, baştan çıkarıcı bir roman. The Wall Street Journal Büyüleyici bir...

  3. Günahkar ~ Tess GerritsenGünahkar

    Günahkar

    Tess Gerritsen

    Tess Gerritsen, zihninin karanlık kuytularında gezinen tüyler ürpertici ve kafa karıştıran cinayet kurgularını, Günahkar adlı romanında ustaca kaleme almış. Dünya döndükçe son bulmayacak olan iyi ve kötü arasındaki savaşı, ustaca şekillendirdiği karakterleriyle sahneye koyan Gerritsen korkuyu, son derece başarılı bir gerilim romanı olan Günahkar ile okuyucuların kalbine salıyor.

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Serbest Düşüş ~ William GoldingSerbest Düşüş

    Serbest Düşüş

    William Golding

    Sammy Mountjoy babasını hiç tanımadan yoksulluk içinde büyümüşse de, resimlerini Tate Gallery’nin duvarlarında görebilmiş yetenekli bir ressamdır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlara esir düşer...

  2. Zamanın Rengi Aşktır ~ Iris JohansenZamanın Rengi Aşktır

    Zamanın Rengi Aşktır

    Iris Johansen

    Aşk için ne kadar sabredebilirsin? Küçük yaşta yaşadığı zorluklara rağmen yeteneğine tutunarak zaman içinde başarılı bir sporcu olan Anthony, ailesini kaybeden Dany’de gördüğü ışığın...

  3. Babamı Kim Öldürdü ~ Edouard LouisBabamı Kim Öldürdü

    Babamı Kim Öldürdü

    Edouard Louis

    Birtakım iç hesaplaşmalar içindeki yazar uzun zaman sonra çocukluğunun geçtiği, küçük, çirkin bir Fransız kentinde yaşayan babasını ziyarete gider. Karşısında bulduğuysa, erkeklerin duygularını bastırması...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur