Adanmak, Türkiye’de benzeri gittikçe azalan kitaplardan biri; bir başarı öyküsünün kahramanının yaşamına eğilen, unutulmasının önüne geçmeyi amaçlayan bir çalışma.Yalçın Granit, Türk basketbolunun kuruluş yıllarından başlayarak bugüne kadar etkin rol oynamış; önce sahada, sonra kulübede, ardından da yazılarıyla basında milli basketbolumuz için emek vermiş bir isim. Elinizdeki kitap, yalnızca onun basketbol macerasını kayda geçirmeyi amaçlamıyor. Adanmak, hem spor tarihimiz için bir belge hem de yeni kuşaklar için bir şeye adanabilmenin ve başarılı olmanın imkânsız olmadığını gösteren örnek bir yaşamöyküsü.Onun çarpıcı “kendini yoktan var etme” serüveninin izini sürerken de fonda bir yüzyıldan diğerine güçlenerek yol alan Türk basketbolunu, geçirdiği evreleri aşamalarıyla gözler önüne seriyor.
SUNU
2002 yılında henüz üniversitedeyken bir basketbol sitesinin forum bölümünde bir yazıyla karşılaştım. Yazıyı yazan kişi televizyonda, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi antrenörlerinden Svetislav Pešic‘in belgeselini izlediğini, Pešic´’in de basketbola çocukluğunda nasıl ilgi duymaya başladığını anlatıyordu. Pešic´ aynen şöyle diyordu:
Babam beni Belgrad’da bir basketbol maçına götürdü. Bu maçın sonunda bir adam faul çizgisinden gözleri bir bantla kapatılmış olarak faul atışları yaptı ve on atışın onunu da sayıya çevirdi. Bu gösteri çok hoşuma gitti ve basketbola ilgi duymaya başladım. Daha sonradan öğrendim ki oynayan takımlardan biri Avrupa turnesine gelen Galatasaray ve gözü kapalı şekilde faul atan kişi de Yalçın Granit’miş.
Okuduğum bu yazı, babamla ilgili ne kadar az şey bildiğimi düşündürdü bana. O günlerde bir kitap hazırlamaya karar verdim. 2013 yılından itibaren de çeşitli kaynaklardan kupürler toplamaya başladım. İstanbul Ekspres gazetesinden Tercüman gazetesine, eski Galatasaray dergilerinden hepimizin bildiği Milliyet, Hürriyet gibi gazetelere kadar toplam 13 süreli yayının spor sayfalarına gün gün baktım. İki defa Paris’e giderek Le Figaro ve L’Équipe gibi Fransız gazetelerinin arşivlerinde çalıştım. Sonuç olarak elimde dört bine yakın kupür ve belge birikti.
Ayrıca 2015 Ocak ayından başlayarak da basketbol ve spor camiasından 152 kişiyle yüz yüze görüştüm. Bu kitap, bulunan kupürlerin ve konuştuğum kişilerin anlattıkları üzerinden kaleme alındı. Kitap tamamlandığı için artık şunu söylemek mümkün: Bu kitap tabii ki hem benim babama bir hediyemdir hem de basketbol tarihimize ışık tutması açısından önemlidir. Fakat asıl önemlisi, her ne işle uğraşılırsa uğraşılsın, tüm gençler için bir işe ne kadar adanılabileceğinin basketbol üzerinden anlatımıdır.
Ali Granit, Kasım 2015
I
ÇOCUKLUK,
GENÇLİK
İLK
TRANSFER
Beyoğlu Hasnun Galip Sokak’ta küçük bir oda. Galatasaray Kulübü’nün ileri görüşlü yöneticilerinden, Türk basketboluna hakemliğiyle de yöneticiliğiyle de damga vurmuş Turgut Atakol, Galatasaray Genç Takımı’nda parlayan 17 yaşında bir basketbolcuyla, Yalçın Granit’le birlikte içeri girer. Genç Yalçın’ın kulübe gelip gittiği onca zaman boyunca hiç rastlamadığı bir yüz, karşısındaki masada oturmaktadır.
Turgut Atakol lafı fazla uzatmaz. “Bu arkadaşımız Mülkiye’den burs teklifi aldı,” der masada oturmakta olan beyefendiye Yalçın’ı işaret ederek. Kısa bir aradan sonra da ekler: “Biz Yalçın’ın çok iyi bir basketbolcu olacağına inanıyoruz, Galatasaray’da kalmasını istiyoruz.”
İlk kez görüyor olmasına rağmen beyefendinin çekim gücüne kapılmaktan kendini alamayan genç Yalçın, yanındaki ağabeyini onaylarcasına başını sallar. 14 yaşındayken onu keşfedip basketbolla tanıştıran Samim Göreç’ten Galatasaray’ın efsanevi beşi “Yenilmez Armada” hakkında çok hikâye dinlemiş, hatta bu dev takımın oyuncularıyla bizzat tanışma onuruna da erişmiştir. Gelgelelim karşısında duran kişi, ağzını açmaya gerek duymadan, sadece duruşu, kalıbı ve beyefendi tavrıyla, ona Galatasaray’ın Yenilmez Armada’dan fazlası olduğunu söyler gibidir. Genç Yalçın, o an kaderini tayin edecek kişiye baktığının henüz farkında değildir.
Beyefendi kısa bir aradan sonra, “Biz Yalçın’ı gayet iyi tanıyoruz,” diyerek sessizliği bozar ve bakışlarını genç basketbolcuya çevirir: “Mülkiye’den ne kadar burs alacaksın?”
“90 lira.”
“Oğlum, biz sana 100 lira verirsek kalır mısın?”
Bu teklif, bir rüyanın gerçekleşmesi gibidir. Gerçi genç Yalçın Mülkiye’de de bir basketbol geleneği olduğundan haberdardır, ancak Ankara’ya yerleşmeye hazır olduğundan henüz emin değildir. O bir yana, Galatasaray Genç Takımı’nda kendini ispat etmeye çalışan Yalçın, hayranlıkla seyrettiği ağabeylerinin bir takım arkadaşı, Yenilmez Armada’nın bir parçası olmak üzeredir.
Yine de odadaki havaya uygun davranmalıdır. Heyecanına rağmen kendini toparlayıp vakur bir edayla kısaca, “Peki,” diyerek karşılık verir ve odadaki büyüklerinden izin isteyerek kulüp binasının tanıdık koridorlarına geri döner. Sporcu olarak ilk pazarlığını bu şekilde sonlandırdıktan kısa bir süre sonra, masa başındaki beyefendinin Galatasaray Spor Kulübü’nün kurucusu, efsanevi başkan Ali Sami Yen olduğunu öğrenecektir.
İlk transferi gerçekleşmiş, yetim çocuklarının okulu Darüşşafaka Lisesi son sınıf öğrencisi olarak girdiği kapıdan Galatasaray basketbol takımının, hem de ilk profesyonel oyuncusu olarak çıkmıştır.
Ne var ki, daha 18 yaşında Türkiye’nin “rüya takımı”nın bir parçası olan Yalçın Granit’in hayata başlangıcı ve ilk adımları hiç de kolay olmamıştır…
İLK
ADIMLAR
17 Eylül 1932’de dünyaya geldiğinde, Yalçın Granit gözlerini bir renk cümbüşüne açmış olmalıydı: Yaz akşamları havanın puslanmasıyla Boğaz tepeleri birbiriyle kaynaşır, küçük tekneler leylak rengindeki suya batarak ilerler, akşam vaktinin sönük ışığı çizgileri silerek hülyalı görüntüler yaratırdı. Uzun bacalı Boğaz vapurları, suya yansıyan yeşil lambalarıyla Arnavutköy İskelesi’ne yanaşır, yolcu indirip yolcu alırdı. “Tahta evlerin, çatıların, yokuşların mahallesiydi,” Tezer Özlü’ye göre Arnavutköy. “İstanbul içinde yolları, Rum balıkçıları, deniz kıyısındaki meyhaneleri ile kentin en az bozulmuş semtlerinden biriydi.”
Küçük Yalçın üç yaşındayken babası gazeteci Sadettin Granit’i kaybetti. Daha birkaç yıl geçmedi ki bu kez annesi, yeni bir hayata başlama kararı alarak onu arkasında bıraktı; ikinci bir evlilik yapıp Tokat’a yerleşti. Bunu atlatmak hiç şüphesiz güç bir işti. Yalçın’ın sorumluluğunu büyük teyzeleri ve anneannesi üstlendi.
Kalabalık bir evde yalnız bir çocukluk geçiriyordu. Ona asıl yarenlik edenler, Arnavutköy’de suretini bulduğu tertemiz Boğaz, üstünde süzülen martılar, ahşap evler, küçük vapurlar, rengârenk insanlara mesken olan rengârenk yalılardı. Boğaziçi Köprüsü’nün ve kazıklı yolun henüz zuhur etmediği bir balıkçı kasabası görünümündeki, mevsimine göre sıcak, mevsimine göre hüzünlü Arnavutköy…
Çocukluğunu bu Arnavutköy’de geçiren ve Yalçın Granit’le lise çağlarındayken tanışan yönetmen Ertem Göreç anlatıyor:
Ben Arnavutköy’e 1940 senesinde, ikinci sınıfta okurken geldim. Ağabeyim Samim de o sırada Robert Kolej’de okuyor, spor yapıyordu. O yıllarda İstanbul’un o bölgesindeki sosyal yapı gerçekten çok ilginçti: Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavutköy ve Bebek… Yan yana konumlanmış bu dört semtin birbirleriyle alakaları yoktu. Bebek, tıpkı şimdi olduğu gibi, Türkiye’nin en mutena yerlerinden biriydi; hem görüntüsü hem de yaşayanların modernliği bakımından. Kuruçeşme ise hiç itibar görmeyen, hatta aşağılanan bir yerdi. Galatasaray Adası o yıllarda kömür deposu olarak kullanılırdı ve esen rüzgârın etkisiyle karşısındaki Kuruçeşme daima simsiyah bir tozla kaplı olurdu. Ben şuna inanıyorum: İnsanlar yükselebilmek için tramplenlere ihtiyaç duyarlar. Ya yukarı çıkarsınız ya da suya düşersiniz. Ama mutlaka bu tramplenleri kullanıp zıplamak lazım. Bir ayağı Bebek’te bir ayağı Kuruçeşme’de olan Arnavutköy de o günlerde çok iyi bir tramplendi. Yalçın’ın yaşadığı ev, bu tramplenin tam göbeğindeydi.
Okul hayatına Arnavutköy İlkokulu’nda başlayan Yalçın, ortaokulda Darüşşafaka Lisesi’ne geçiş yaptığında çocukluğunun geniş renk paletine koyu tonlarda bir yeşil daha eklenecekti. Çarşamba’daki yeşil parmaklıklı büyük kapının ardında onu bekleyen yeni ve oldukça zorlu bir hayat vardı.
Bundan böyle hafta içinde yurtta kalacak, Türkiye’de savaşın etkilerinin derinden hissedildiği yokluk yıllarında, kendisi gibi yalnız, yetim çocuklarla bir koğuşu paylaşarak büyüyecekti. Cumartesi günleri “eve” dönme vaktiydi. Çocukluğunun mavisine, yeşiline, aynı yalılara, aynı yokuşlara, uzak ülkelerin özlemini getiren aynı beyaz yolcu gemilerine, martılara ve su muhallebilerine…
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı - Anlatı Spor
- Kitap AdıAdanmak
- Sayfa Sayısı400
- YazarAli Granit
- ISBN9789750731754
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yarim Haziran ~ Can Dündar
Yarim Haziran
Can Dündar
Katran karası bir geceyi haziran bulutlarının arasından yırtarak, avuçlarında kıpır kıpır yıldızlarla odamın penceresini tıklattı dolunay… “Sana samanyolu getirdim” dedi ve bütün gökkubbeyi yeryüzüne...
- İki Darbe Arasında/İlginç Zamanlarda ~ İskender Pala
İki Darbe Arasında/İlginç Zamanlarda
İskender Pala
28 Şubat süreci… Hergün bir yığın hüsran… Günler ilerledikçe dalgalar şiddetini arttırarak dövmeye başlamıştır. kalbinizin duvarlarını ve çaresizliğin sesi çığlık çığlığadır içinizde. Ateş düştüğü...
- Doğu’nun Romantik Olmayan Yüzü (Gezi Notları) ~ Muhammed Esed
Doğu’nun Romantik Olmayan Yüzü (Gezi Notları)
Muhammed Esed
1922 yılının baharında 21 yaşında iken Kudüs’te Eski Şehir’in dış mahallesinde yer alan evine gelip yaşaması için amcası Dorion’dan bir mektup aldı. 1922’nin sisli...