Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Allah Sevdiğine Dert Verir
Allah Sevdiğine Dert Verir

Allah Sevdiğine Dert Verir

Mehmet Yıldız

“Bu bela ve musibetler neden benim başıma geldi?” diyerek şikâyet etme. Zorluğun sonuna bak. Ateş İbrâhim’e bahçe oldu. Kuyu Yusuf’a saray oldu. Hastalık Eyyüb’e…

“Bu bela ve musibetler neden benim başıma geldi?” diyerek şikâyet etme.
Zorluğun sonuna bak.
Ateş İbrâhim’e bahçe oldu.
Kuyu Yusuf’a saray oldu.
Hastalık Eyyüb’e şifa oldu.
Balık Yunus’a binek oldu.
Bilemezsin ki senin başındaki imtihanlar da sonsuz ahiretinin kurtulmasına vesile olacaktır.

Kitapları ve videolarıyla milyonlarca insana ulaşan Mehmet Yıldız, Allah Sevdiğine Dert Verir kitabında insanın başına gelen her türlü musibetin sabredildiğine takdirde nasıl büyük bir mükâfata dönüşeceğini kendine has kolay anlaşılır üslubuyla anlatıyor. Sıkıntı ve dertlere karşılık sabrın önemi ve gerekliliği hatırlatılıyor

Psikolojisi Bozulan
Hastalara Özel
Tedavi Yöntemi

İnsan bir nimete sürekli maruz kaldığında o nimetin kendisine her an verildiğini fark edemez. Her gün binlerce defa nefes alıp verir ama çoğu zaman bunun farkında bile olmaz. Yaşadığımız her an Allah’ın(c.c.) binbir esması üzerimizde tecelli eder ve Allah(c.c.) bunu bizim de fark etmemizi ister ama bizler bunu esmalar sürekli tecelli ettiğinden yani şiddet-i zuhurundan dolayı fark edemeyiz. Mesela Allah’ın(c.c.), yarattıklarına şifa verip iyileştiren manasında Şâfî ismi vardır. Bu isim bizim üzerimizde her an tecelli etse de bizler bunu ancak hastalıklara düçar olduğumuzda fark ederiz. Bu yüzden Allah(c.c.), Şâfî esmasını daha iyi tanıyıp idrak edelim diye hastalıkları bize misafir olarak gönderir. Hastalığın vazifesi, insanı gaflet uykusundan uyandırmaktır. Bizler asırlardır dile getirilen vaazlara, vazifesini yapmaya çalışan vaizlere lakayt kaldığımızdan Allah(c.c.) da bize hastalıkları vaiz olarak gönderir. Mesela, tüm dünyanın gündemine oturan koronavirüs uzun süre insanları etkisi altına aldı ve birçok vaizin yıllarca anlatamadığı hakikatleri kısa süre içerisinde anlattı. İşlerinden ötürü Allah(c.c.) için iki saatini ayıramadığını söyleyen insanlar, iki yıl boyunca işe gidemez oldu. Marjinal hayatlar yaşayıp, belli bir ekonomik doygunluğa ulaştıktan sonra bedenini daha fazla eğlendirme arayışına giren, son model evler, arabalar, yatlar katlar alan insanlar, ruhlarını eğlendirip gezdiremedikleri için cesetlerini eğlendirip gezdirmeye çalıştıkları hengâmda virüs gibi bir musibet gelip gündemlerine oturdu ve aylarca evde hapis kalmalarına neden oldu. Böylece insanlar, cesedi eğlendiren o metaların ne kadar boş ve manasız olduğunu, taptıkları medeniyet saçmalıklarının, lüks ve şatafatlı hayatların hiçbirinin beş para etmediğini anladılar. Koronavirüs, bir selamlaşma veya sarılmayla bile bulaştığından, insanlar uzun süre anne babalarının, eş ve evlatlarının yanına yaklaşamadılar. Yani sevdiklerinden mahrum kaldılar. O dönemde herkes virüsten kaçmaya ve ölümün olmadığı bir diyar aramaya başladı. Aslında insanlar farkına varmadan ahireti aradılar. Bedenlerini değil de ruhlarını doyuracak şeylerin peşine düştüler. Çünkü hastalık, insanları gaflet uykusundan uyandırdı ve onlara asıl hayatın ahiret hayatı olduğunu hatırlattı.

Allah Bize Neden Hastalık Verir?

Hastalık, insanın yaratılış gayesine hizmet eder. Zahirde zulüm gibi görünse de hakikatte rahmettir. Eğer hakikatte de zulüm olsaydı, Allah(c.c.) en sevdiği kullarından biri olan Hz. Eyyûb’ü(a.s.) onca hastalık ve çileye maruz bırakmazdı. Hz. Eyyûb’ün(a.s.) hayatını ilk 70, sonraki 18 ve son 70 şeklinde üç döneme ayırdığımızda ilk 70 yılı servet içinde, saadetli ve bereketli geçerken sonraki 18 yıl hastalık ve sıkıntılarla geçer. O hastalıklarla boğuştuğu dönemde üstelik bir de evi çöker ve orada 13 evladını kaybeder. Bir iki dostu dışında herkes O’nu(a.s.) terk eder. Hz. Eyyûb’ün(a.s.) bu vaziyeti karşısında hanımı Leyya: “Ya Eyyûb! Sen Allah’ın sevgili bir kulusun. Dua etsen de Allah bu hastalığı senden alsa.” deyince, Hz. Eyyûb(a.s.), “Hayâ ederim. Yetmiş yıl bana sağlıklı ve huzurlu bir ömür verdi, şikâyet etmedim de hastalık verince mi şikâyet edeceğim?” diye cevap verir. Hastalık hâli, duaların kabul olduğu bir hâldir. Bir insan: “Ya Rab! Hastalığımı benden al.” dese, aslında “Allah’ım! Benim dualarımın kabulünü al.” demiş olur. Dolayısıyla bizlerin, zahirde çirkin gibi görünen hastalıkların altındaki gerçek manayı okumamız elzemdir. Hastalığın içinde bir mana vardır ve bizler o manayı okumadan zahirinde takılıp kalırsak: “Acaba ne zaman geçecek? Hayatımı nasıl etkileyecek? Yeter artık dayanamıyorum!” der, hastalığın sadece sıkıntılı yanını görürüz. Manasına varıp, verilmek istenen İlahi mesajları alırsak da “Bu hastalık beni gaflet uykusundan uyandırmak için geldi. Bana yaratılış amacımı hatırlatacak ve Allah’ın(c.c.) esmalarını okutturacak. Vazifesi bitince de vedalaşıp gidecek.” der, istenen kulluk kıvamına erişiriz.

Hastalığın Manası Nedir?

Aydınlık, kendini en çok gecenin karanlığında belli eder. Bir aynanın arka yüzü ne kadar siyah olursa, ön yüzü görüntüyü o kadar kaliteli gösterir. Hastalıklar da aynanın karanlık yüzü gibidir. İnsan hastalıklara ne kadar düçar olursa, onda Allah’ın(c.c.) esmaları o kadar okunur. İnsan, böyle zamanlarda esma tecellilerini daha iyi fark eder. Üstad Bediüzzaman, konu ile ilgili olarak Risale-i Nur’da: “Gecede zulümat nasıl nuru gösterir. Öyle de insan, zaaf ve acziyle, fakr ve hâcâtıyla, naks ve kusuruyla bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini, kuvvetini, gınâsını, rahmetini bildiriyor ve hâkezâ, pek çok evsâf-ı ilâhiyeye bu suretle âyinedârlık ediyor.” der. Bizler, Allah’ın(c.c.) esmalarını ancak Allah(c.c.) verdiklerini aldığı zaman anlayabiliyoruz. Kul olduğumuzu, aciz olduğumuzu ancak o zaman fark ediyoruz. Karnımız tok olduğu zaman Allah’ın(c.c.) Rezzâk isminin; bedenimiz sağlıklı iken Allah’ın(c.c.) Şâfî isminin üzerimizdeki tecellisini idrak edemiyoruz. Bu esmaların tecellilerini anlamak için hastalığa maruz kalmamız ya da iyice acıkmamız gerekiyor. Bizler, bazen her şeyde var olan güzellik cephesini göremiyor ve hastalığı kötü bir şey zannediyoruz. Oysa her şey ya bizzat güzeldir ya da neticeleri itibariyle güzeldir. Mesela, sağlık bizzat güzelken, hastalık neticesi itibariyle güzeldir. Büyük bir nimetin kapısını açmaya vesile olduğundan o da bir nimettir. Bir insan hastalandığında, Allah’a(c.c.) muhatap olduğunu, Şâfî isminin üzerinde tecelli ettiğini bilse, buna üzülmez; aksine sevinir. Hastalık sayesinde kazanılan manevi derece ve bu manevi derecenin cennet hayatındaki muazzam karşılığı düşünüldüğünde, hastalığın meşakkati hiçe iner.

***

Maddi hastalıklarda maddi reçetelere ihtiyaç olduğu gibi manevi hastalıklarda da manevi reçetelere ihtiyaç vardır. Bunun bilincinde olmayan kimi insanlar, “Yüz hocanın bir doktor kadar ehemmiyeti yoktur.” gibi cahilane cümleler kurar. O kişiler, hayatın anlamını ve Allah’ın(c.c.) Hay isminin tecellisini, sadece dünyadan ibaret sandığı için böyle düşünürler. Oysa dünyanın, ebedî ahiret hayatına nispeten üç kuruşluk dahi kıymeti yoktur. Ahiret hayatı dünya hayatından çok daha kıymetli olduğundan, manevi hastalıklarımızın tedavisi de dünya hastalıklarımızın tedavisinden o nispette daha önemlidir. Bir gün adamın biri merhum Kırkıncı Hoca’nın yanına gelerek bir süredir hasta olduğunu söyler. Hoca, Hastalar Risalesi’ni okuyup okumadığını sorunca da “Okudum hocam, okudum. Vay ki okumayanların hâline!” diye cevap verir. Risale-i Nur’da Yirmi Beşinci Lem’a olarak geçen Hastalar Risalesi’nde öyle derin bir mana vardır ki bu, toplumun yapısını, şuur ve bilinç cihetiyle değiştirebilecek bir kuvvete sahiptir. Bu yüzden herkesin bu risaleyi mutlaka okuması gerekir.

Yirmi Beşinci Lem’a – Hastalar Risalesi

“O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde ‘Biz Allah’ın
kullarıyız; dönüşümüz de ancak Onadır’ derler.”
(Bakara Sûresi, 2:156.)
“Beni yediren ve içiren Odur. Hastalandığımda bana şifa
veren de Odur.” (Şuarâ Sûresi, 26:79-80.)

İnsan, sağlığı bozulduğu için hastalandığını düşünür. Oysa kişi, bizzat Allah(c.c.) irade ettiği için hastalanır. Çünkü musibet, isabet kökünden gelir. Hastalık, Allah’ın(c.c.) kuluna bizzat, hususi olarak isabet ettirdiği bir ikramdır. Sana uğrayan hastalık başkasına gelse, ona hafif ya da ağır gelebilir ama sana tam gelir. Yani o hastalık, tam sana göre olduğundan ve sana o hastalıkla mukavemet etme gücü verildiğinden bizzat sana isabet eder. Nasıl ki bir terzi, sanatını göstermek için üstümüzde kıyafet dikerek sanatını icra ederse insan da istediği gibi tasarruf eder. Allah(c.c.) da hastalık ve musibetler göndererek sanatını gösterir ve nakış nakış ördüğü esmasını tecelli ettirir. Hastalıkla seni ayine ederek sende kendisini tecelli ettirir ve aynı zamanda bu hastalığa mukavemet edebilecek sabır, şükür ve gücü de sana verir. Bu durumda sana düşen, Allah Azze ve Celle’nin Bakara Suresi’nin 156. Ayetinde buyurduğu gibi: “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz.” demektir.

Şu Lem’ada, nev-i beşerin on kısmından bir kısmını teşkil eden musibetzede ve hastalara hakikî bir teselli ve nâfi bir merhem olabilecek Yirmi Beş Devâyı icmâlen beyan ediyoruz.

Bediüzzaman Hazretleri, Hastalar Risalesi’nin sonunda, “Bu kitap her derde  dermandır.” der. Bunu okuyan bir insan ister istemez; “Nasıl olur? Benim hastalığım maddi, senin anlattıkların manevi. Benim, maddi tedaviye ihtiyacım var. Gerektiği zaman ilaca, ameliyata, doktora ihtiyacım var. Nasıl olur da her derde deva olur.” diye düşünebilir. Ancak okuduğumuz Hastalar Risalesi, manevi hastalıklarımıza olduğu gibi maddi hastalıklarımıza da derman olur. Çünkü bu bir sünnetullahtır, yani Allah’ın(c.c.) kanunudur; bütün maddi hastalıkların kökü maneviyattadır. Mesela, bazen bir kelime insanın gözünden yaş gelmesine neden olabilir. Zahiren bakıldığında, söylenilen kelam manevi olmasına rağmen gözden akan yaş ise maddidir. Mesela bazı insanlar, çok sevdikleri birisini kaybettikten sonra çeşitli hastalıklara yakalanır. O kişinin yaşadığı olay manevi bir mesele olsa da neticesi maddiyata yansır. Öyleyse her maddi hastalığın kökü maneviyattadır. Çünkü ceset, ayakta kalmak için ruha dayanır. Allah(c.c.) ruhumuzu kabzetse cesedimiz hayatta kalmaya dayanamaz, hemen yere çöker. Ruhun ise bu anlamda dayandığı nokta, o maddi ve manevi hastalıklardan büyük olmalı ki onlara karşı galibiyet elde edebilsin. Öyleyse ceset ruha, ruh da Allah’a(c.c.) dayanırsa, hastalık bizi gafletten uyandırarak bizlere Allah’ın(c.c.) üstümüzde nakış nakış işlediği esmaların manasını okutturur. Vazifesi bitince de çekip gider.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) İslam İslam ve Düşünce
  • Kitap AdıAllah Sevdiğine Dert Verir
  • Sayfa Sayısı320
  • YazarMehmet Yıldız
  • ISBN9786050849196
  • Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviTimaş / 2025

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Vesvesen ~ Mehmet YıldızVesvesen

    Vesvesen

    Mehmet Yıldız

    Hisler, hayaller ve takıntılar… Düşünce sokağımızın fıtri ve kaçınılmaz misafirleri. Bu misafirleri seçemiyoruz, evet. Fakat sokaktaki herkesi de evimize almak zorunda değiliz. Sen istemediğin...

  2. Bahtına Düştüm Ya Rab ~ Mehmet YıldızBahtına Düştüm Ya Rab

    Bahtına Düştüm Ya Rab

    Mehmet Yıldız

    Alıp gidecekler şu dünyadan. Ne diyeceksin? İşim vardı… Dünyam yoğundu… Etrafımdakilerin gönlünü yapmakla meşguldüm… Ya benim hatırım nerede derse. Ne cevap vereceksin? Allah’ın imtihan...

  3. Mutlu Evliliğin Sırları ~ Mehmet YıldızMutlu Evliliğin Sırları

    Mutlu Evliliğin Sırları

    Mehmet Yıldız

    mniyet, yeri geldiğinde soru sormadan gözlerden cevabı almaktır. Oysa günümüzde eşler birbirlerinin telefonlarına bakmaktan gözlerine bakamaz duruma geldi. Bu asırda yolun Hatice’lerle kesişsin istiyorsan...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur