Zamanı, olay ve durumları en küçük parçalarına kadar bölen, bir göz kırpma süresi içine nice ayrıntı sığdıran, çözümleyici bir dil.
Çözdükçe ötekiyle ilişki kurmanın, bütünün parçası olmanın imkânsızlığıyla karşılaşan bir anlatıcı.
Hiçbir sürrealist sahneye yer vermeden gerçekliği sabote eden bir kurgu.
Arzunun çarpıttığı perspektif içinde aslını geri dönüşsüz bir şekilde kaybeden yamuk, tuhaf ve kirli görünümler.
“Suyu Bulandıran Şey” ve “Alçalma”nın şairi, “Bakışın Kirlettiği Ayna” ve “Sahte”nin yazarı Mehmet Erte’den yine anayoldan çıkıp varoluşun karanlık ormanına dalan bir öykü kitabı: “Arzuda Bir Sapma”.
Uyanış
Kendi kendine uyandı. Onu uyandıracak bir şey yaptığımı, bir şey düşündüğümü sanmıyorum. Sertliğini hissedince ayağa kalktım. Odamda yalnızdım. İlk defa başıma geliyordu fakat başıma gelenin ne olduğunu belli belirsiz biliyordum. Pantolonumu indireceğimi ve ona bakacağımı, hatta dokunacağımı da biliyordum; ne var ki harekete geçmeye cesaret edemiyordum. Sanki ben değil de bir başkası az sonra bunları yapacaktı ve o kişinin olacakları başlatmasından çok korkuyordum. Gözlerimi yumdum. Sımsıkı. Gerçekleşecek felaketi tüm ayrıntılarıyla sezen, olacakları düzeltmek için ileri atılamadığı gibi, kurtulmak için de kaçamayan birinin çaresizliğiyle…
Gözlerimi açtığımda pantolonumu ayaklarımda buldum, çüküm elimdeydi. Sünnetsizdim, bu yüzden ona “çük” diyorum. Bu sözcüğün küçültücü havasını sünnetsizliğimden ötürü kendimi küçümsediğim o döneme uygun buluyorum. Yaşıtlarımın hemen hepsi çoktan sünnet olmuştu; sadece onların karşısında değildi ezikliğim, yeni yeni duymaya başladığım cinsel heyecanları sünnet olarak benden önce erkekliğe adım atmış fakat her nasılsa benim çocuk bedenime hapsolmuş bir yabancıya ait sayıyor ve o yabancıdan da utanıyordum. Onunla karşılaşmamak için arzularımın sokaklarına girmemeye özen gösteriyordum.
Kendisini örten kılıfı öfkeyle yırtarak –gerçekten de bir yırtılma acısı duydum– karşıma dikilince diz çöktüm. Diz çöktüm, çünkü tebdili kıyafet gezen bir hükümdardı o, kimin efendi olduğunu bilmeden sürüp gittiğim hayat karşısında yeterince sabretmiş ve sonunda dayanamayarak bana haddimi bildirmek üzere üstündeki çuldan sıyrılmıştı. Onu görür görmez anlamıştım şimdiye dek arzularımdan kaçmakla yaptığım hatayı. Tereddütsüz emrine girdim hemen, fakat endişeliydim; onun nüfuzu altında bulunmaktan kaynaklanan bir rahatsızlık değildi bu, huzurunda cahilliğimden dolayı bir saygısızlık etmekten, bir kusurumun sırıtmasından çekiniyordum, yoksa tüm gerilimine rağmen bu karşılaşmadan memnundum.
Titriyordum. Titremelerimi denetlemeye çalışmıyor, hatta ona nasıl kul köle olduğumu göstermenin başka bir yolunu bulamadığım için biraz da abartıyordum. Ancak o bana kayıtsız kalarak, ortaya çıkışındaki şiddetin aksine sezdirmeden geri çekildi. Kulluğumdan hoşnut kalmadığını, beni kendisine asker ya da köle olarak seçmeye değer görmediğini, beceriksizliğim yüzünden gittiğini düşünmek istemiyor fakat düşünüyordum. Yıkılmıştım.
Birkaç hafta sonra, ancak yenilgimden duyduğum utanç geçince onunla yeniden karşılaşmanın bir yolunu aramaya koyuldum. O ilk ânı düşünüyor, onu karşıma çıkaran şeyin ne olabileceğini hafızamı yoklayarak araştırıyor, kendimce türlü deneylere girişiyordum. Yanıtın kafamın içinde olduğuna emindim. Kafam defalarca açılıp karıştırılmış, içi tekrar tekrar boşaltılıp doldurulmuş bir çekmecenin huzursuzluğuyla hep hafif aralık duruyordu.
Aradığım yanıtı bulamasam da, onunla yeniden karşılaştım. Gerçi buna bir karşılaşma demek doğru mu emin değilim, çünkü ona hiç bakmadım, bakamadım. Yalnız bu kez onu çağıran şeyin ne olduğunu biliyordum: öğretmenimizin topuklu ayakkabılarının sesine gelmişti. Emrini yerine getirerek onu sınıfta dışarı çıkaramazdım, belki geri çekilir ümidiyle kulaklarımı tıkamak istedim fakat kendisini dış dünyadan ayıran kapıyı öyle bir zorladı ki ellerimi kasıklarıma götürmek zorunda kaldım. Avuçlarımın içinde zonkluyordu. Bedenim tek bir noktada yoğunlaşarak sonsuz ağırlaştı. Ruhum buharlaşarak terk ettiği bu kütlenin devinimlerine hiçbir şekilde karşı koyamazdı.
Gözlerim öğretmenimizin ayakkabılarına kilitli, felaketimi bekliyordum. Sıra arkadaşım bana bakıp kıkırdayınca öğretmenimiz bendeki tuhaflığı sezerek sert adımlarla yanıma geldi. Göğsümü sıraya dayayarak kasıklarımdan ayıramadığım ellerimi gizlemeye çalıştım. “Ne saklıyorsun sen?!” diye çıkışarak bir an önce açılmasını istediği bir kapıyı tıklatır gibi sertçe şakağıma vurmaya başladı. Başımdaki sarsıntı çok hoşuma gitmiş, kendimden geçmiştim. Efendim sanki öğretmenimizin bedenine girmişti ve bana onun gözlerinden bakarak hükmediyordu. (Ah o çatık kaşlar!) Kulağımdan çekerek beni ayağa kaldırdı. Ellerim hâlâ kasıklarımdaydı. Bütün sınıf hep bir ağızdan “Çişi gelmiş!” diyerek kahkahaya boğuldu. Zira bir beşinci sınıf öğrencisinin derste çişi gelmez, gelse de böyle aptalca kıvranmaz, teneffüsü beklerdi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıArzuda Bir Sapma
- Sayfa Sayısı112
- YazarMehmet Erte
- ISBN9789750831638
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yaz Ortasında Ölüm ~ Yukio Mişima
Yaz Ortasında Ölüm
Yukio Mişima
Çocukluğun sımsıkı mühürlenmiş bir sandığı vardır. Genç insan bir gayret o sandığı açmaya çalışır. Kapağı açtığında içinin boş olduğunu görür. Bunun üzerine anlar ki,...
- Yelkovan Yokuşu ~ Selçuk Baran
Yelkovan Yokuşu
Selçuk Baran
Selçuk Baran’ın öykü kitapları dizisinde yer alan “Yelkovan Yokuşu” (1989) yedi öyküden oluşuyor: “Yelkovan Yokuşu”, “Değirmen”, “Bozacıda”, “Öğle Saatleri”, “Rose Bonbon”, “Bakırçalığı”, Eğrelti Yeşili”....
- Tehlikeli Yaz ~ Ernest Hemingway
Tehlikeli Yaz
Ernest Hemingway
Yazarın, Türkçeye ilk kez çevrilen romanı: Tehlikeli Yaz. Ernest Hemingway, adeta meydan okuyan bir tavırla okurlarını bu kez İspanya’nın geleneksel boğa güreşlerine götürüyor.Tehlikeli Yaz‘ı okurken...