Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bakmadığınız Bir Yer Kalmıştı
Bakmadığınız Bir Yer Kalmıştı

Bakmadığınız Bir Yer Kalmıştı

Ahmet Tulgar

“İçsavaş bütün diğer savaşların da mantığının en net göründüğü yerdir. Komşunu vur. En yakınını. Belki de bu yüzden işte içsavaştan geçmiş toplumlar dünya üzerinde…

“İçsavaş bütün diğer savaşların da mantığının en net göründüğü yerdir. Komşunu vur. En yakınını. Belki de bu yüzden işte içsavaştan geçmiş toplumlar dünya üzerinde yapılmış bütün savaşların suçunu da üstlenmiş gibidir. Bu yüzden utanırlar içsavaş mağdurları. İşte tam da bu utanç, caddelerdeki, sokaklardaki ya da şimdi bu kafede yüzlerdeki bu utanç ifadesi, demin kaldırımda seyrettiğin o dinamizmi müstehcen hale getiriyor. Ölümcül bir müstehcenlik sergiliyor Beyrut şimdi.” İster ülkelerin içinden geçtiği içsavaşlar olsun, ister bireylerin kendi içinde yaşadığı ve yaşattığı içsavaşlar, Bakmadığınız Bir Yer Kalmıştı’daki öykülerin gizli izleği. Müdahale edememişliğin, ya da önlemeye yetememişliğin dünyaya iradesiyle bakan insana yüklediği o ağır yükü anlatıyor Ahmet Tulgar öykülerinde. Her zamanki titiz dili, hep eksilterek şeffaflaştıran anlatımıyla.

İçindekiler

Kavun …………………………………………………………………… 13
Mojca ve Drago ………………………………………………………. 21
Kabzımal Ekrem …………………………………………………….. 29
Pierre’in Utancı ……………………………………………………… 39
Dermatolojik Aşklar ……………………………………………….. 49
Metro ……………………………………………………………………. 57
Badana Zamanları …………………………………………………… 63
Pirzola …………………………………………………………………… 67
Herkes Leke …………………………………………………………… 71
Sıcak Bir Gün ………………………………………………………… 79
Linç Edilecek Genç Bir Adamın Hayatından
Fragmanlar ……………………………………………………….. 81
Kaptan ………………………………………………………………….. 89
Tünel ……………………………………………………………………. 93
Damat …………………………………………………………………… 99
Sponsor………………………………………………………………… 105
Rejin ……………………………………………………………………..115

KAVUN

Vallahi hiç vicdan azabı duymuyordum. Hâlâ da duymam. Oturdum, ayaklarını ılık suya soktum. Yumuşadığına kanaat getirdiğimde bir güzel tırnaklarını kestim, kolonya ile ovaladım ayaklarını. Ellerimi tutup öpmek istedi, “Olur mu eniştem benim, ben senin ellerini öperim,” dedim, çevirip öptüm iki elini de içlerinden. Ben mutfakta rakı soframız için gerekli mezeleri hazırlarken, o da içeride müzikli sigara kutusunun kurma anahtarını çeviriyor tıkır tıkır, bırakıyor sonra tıngır tıngır çalsın melodiyi: “Uzun yıllar ötesinden / Hatırını sorayım mı / Sana gönül bahçesinden / Bir demet gül vereyim mi / Canım benim gülüm benim / Bir demet gül vereyim mi…” Ay, nasıl da ezberlemişim güftesini, diye şaşırmıştım. “Bestecisi de Rüştü Şardağ,” demiştim içimden. Cavidan Teyzem şarkı her çıktığında radyoda, sonraları televizyonda, sunucudan önce pek bilmiş, gün görmüş bir edayla söylerdi: “Güfte Fuat Edip Baksı, beste Rüştü Şardağ.” Ve elbette şarkıcıya eşlik ederdi. Kuzenim mahalle maçında kalp krizi geçirip öldüğünde günlerce yataktan çıkmadı. Yatakta doğrulur, pembe sabahlığının önünü açar, başlardı söylemeye: “Uzun yıllar ötesinden / Hatırını sorayım mı / Sana gönül bahçesinden / Bir demet gül vereyim mi…” Mutfaktan duyuyordum,arada, “Cavidan,” diyordu, “Cavidan, uyu sen, bak benim yeğenim bana rakı sofrası kuruyor. İçeceğim.” Vallahi, peynirleri gayet düz, dağıtmadan dilimlemiştim, kavunu kesiyordum pür dikkat. Öyle kesilmeli kavun, hem o güzelim meyvenin dirhemini zayi etmeyeceksin hem de lop lop lokmalarında kabuktan milim olmayacak tadını bozacak. Nasıl da güzel çıkmıştı kavun da. Hayat öyle berbat bir şeydi ki, daha doğrusu biz, insanlar hayatı öyle berbat bir hale getiriyorduk ki, az önce kavunu ortadan ikiye bölüp de çekirdeklerini sıyırdıktan sonra hayıflanmıştım.

O kadar büyük olsaydı kavun, bir yarısının oyuğuna uzanır, diğer yarısını da üzerime kapar, ağzımda şıpır şıpır kavun suyu, uyuyakalırdım rayihasının nefasetinde. Hiç de çıkmak istemezdim. Neyse, olacak şey değildi ama sahiden hayat da öyle berbat ki, hele evlilik denen musibet, görmüştük işte bu akşam yine hep beraber. Elimde dolaptan çıkardığım buz gibi rakı şişesi salona girdiğimde, “Vay,” dedim, “eniştem benim, yine don gömlek, bu onun şanındandır, birazdan taşağı da salar.” Rakı içmeye karar verdiğimizden beri keyfim yerindeydi. İçimin yanması geçmişti. Meğer ne çok severmişim eniştemi, biliyordum da bu kadarını değil, derecesini değil yani. Feri sönmüş gözlerinde yine de cılız şimşekler çaktırarak ayağa kalktığında, “Öyle mi dersiniz, peki bu ne?” diye inlercesine, iç geçirircesine şikâyet ettiğinde, ondan gayrı herkese düşman olmuştum salondaki. “Cavidan ya, Cavidan,” demişti sonra sayıklar gibi, sarsak hareketlerle üstüne başına çekidüzen verip koltuğuna çökerken yine. Anneannem eğer sıkılmış ve bizimle İstanbul’a dönmeye karar vermişse bir gün önceden başlardı söylenmeye: “Salak Akif Hamdi Bey, elini çabuk tutmadın. İyi besteciydin ama nane mollaydın. Biraz erken davransaydın, şimdi ben de Bilecik’te pineklemek yerine, Bebek’te denize nazır balkonumda nisuaz pastamla, kesme kristal bardağımda tavşankanı çayımla sefa sürüyor olurdum. Salak. Kaptırdın güzelim kızı. Gerçi bu da mühendisti. Belediye başkanı oldu sonra. Sonra milletvekili de. Ama neye yarar? Bilecik. Hani Boğaziçi, hani Park Pastanesi’nden nisuaz pasta?” Eğer eniştem son kadehi de dikip kafasına, yine sehpaya kurdurduğu sofrasından kalkıp dev gibi sendeleyerek yatak odasına gitmişse, artık kim kaldıysa salonda başlardı anlatmaya: “Ay, Akif Hamdi Bey’in derse geleceği ilk günü hiç unutmam.

Çay sofrasını kurup bir koşu gitmiş, Cavidan’ı yalvar yakar ağaçtan indirip saçından sürükleye sürükleye eve getirmiş banyoya tıkmıştım. Bu Cavidan erkek gibiydi. Ağaçtan inmez, oğlan çocuklarını döverdi. Ne zaman sahneye çıktı, inanamadım gördüğüme, neresinden çıkardı o edayı, o çıtkırıldım halleri. Onun arkasından Müzeyyen çıktığında külhanbeyi gibi gelirdi seyirciye. Neyse, öyle de kaldı Cavidan. Öyle hanım hanımcık. Şanslı adammış bizim damat. Biz cefasını çektik Cavidan Hanım’ın, o sefasını sürdü.” Çayından bir yudum alır, ağzının içinde çevirir, dilini damağına vurur, devam ederdi: “Akif Hamdi ilk dinleyişinde hayran kalmıştı bunun sesine. Durnev sağ olsun, götürmüştü bizi Suriye Pasajı’ndaki evine Akif Hamdi’nin. Dinlemiş, ‘Ben bu kızı eğiteceğim, ama burada olmaz, laf olur, size gelirim,’ demişti. ‘Ay, bizim için hiç dert değil,’ deyivermiştim ben, sevinçten de eteklerim zil çalmaya başlamıştı. Birkaç dersten sonra Akif Hamdi niyeti de bozmuştu. Karısının seneidevriyesi olmuş, üstüne de üç ay geçmişti. Çıtlattı bana tabii. Belki de ben sordum, geçmiş zaman. Başımızda erkek yok kaç senedir. ‘Biraz bekleyelim serpilene kadar. Laf olmasın. Tanınan, bilinen insanım,’ demişti. Eh, yaş farkı epeydi çünkü.

Bir sene sonra bizimkini Kristal’de assolist altı olarak çıkardı ama. Önce Hamiyet’in kadrosunda, sonra Müzeyyen’in. Sağ olsunlar, ikisi de ablalık yaptılar kızıma. Aman bu da işte orada abayı yakmış Cavidan’a. Her cuma akşamı kalkıp geliyordu buradan, yanındaki refakatçileriyle en ön masaya kuruluyordu. Gelsin çiçekler, patlasın şampanyalar. Bu Cavidan avanak, gerçi bakma şimdi yaşlandı ama damat da sırım gibiydi, Allah’ı var, kapılardan sığmazdı, resmen ağzının suyu akar olmuştu kızın, yutkunmasını duyardım şarkının arasında. Nasıl korkuyordum aptal âşıklardan olacak diye, babasız büyütmüşüm iki kız çocuğunu. Diğeri küçük daha. Bir istikbali olsun istiyorum, ben de biraz rahat edeyim.” Çaydan bir yudum yine. “Sonra bir cumartesi gecesi gelmedi bizim damatla refakatçileri.

Ön masada yeni birileri. Her şeye rağmen üzüldüm. Cavidan üzülecek diye. Ama baktım haspanın umrunda değil. O zaman anlamalıydım ama ihtimal veremedim. Ben dalmışım Müzeyyen’i dinlerken arkada, bizimki kurulmuş Cadillac’a ver elini Bilecik. Sabaha kadar ağladım. Eve yalınayak yürüdüm. Ateşte yürüyordum sanki. Sabah gazinonun oryantali dayandı kapıma. Tahmin ediyorum ama emin olamıyorum. Yemin içirmiş Cavidan. ‘Kaçtı abla. Mühendise. Haberin olsun,’ dedi. Böyle işte. Hadi size bir bulmaca, Akif Hamdi’nin bütün şarkılarını dinleyin ve bulun bakalım hangisi Cavidan’ın arkasından yazıldı?” O şarkı hiçbir zaman bilinemedi. Her defasında birisi bir şarkının adını söyler ya da mırıldanır, anneannem, “Bilemediniz,” derdi. Bence öyle bir şarkı yazılmamıştı. “Uzun yıllar ötesinden / Hatırını sorayım mı / Sana gönül bahçesinden / Bir demet gül vereyim mi / Canım benim gülüm benim / Bir demet gül vereyim mi…” Güfte: Fuat Edip Baksı, beste: Rüştü Şardağ. Hepsi bu.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıBakmadığınız Bir Yer Kalmıştı
  • Sayfa Sayısı120
  • YazarAhmet Tulgar
  • ISBN9789750741029
  • Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2018

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Volkan’ın Romanı ~ Ahmet TulgarVolkan’ın Romanı

    Volkan’ın Romanı

    Ahmet Tulgar

    Sustu. Önüne baktı. Ağlamaya başladı. “Volkan’ın o kamera görüntüsünde ne yaptığını sizden iyi kim anlar? Otogarın altında ne aradığını ya da?” diye konuştu sonra...

  2. Trajik Nüans ~ Ahmet TulgarTrajik Nüans

    Trajik Nüans

    Ahmet Tulgar

    Her kentin kalabalığı içinde böyle insanlar vardır. Kent kaderi olmuş. Terk edemeyeceğini bildiği halde, o kentte, içinde hep bir terk etme arzusu ile dolaşan. Bu kentin içinde o kadar çok acı çekmiş ki, bu yüzden de mutluluğun yine en yakın burada olduğuna inanıyor.

  3. Duygusal Anatomi ~ Ahmet TulgarDuygusal Anatomi

    Duygusal Anatomi

    Ahmet Tulgar

    “Devrime de aşka da dair önemli emareler gördüm ben. Duydum da. Sadece kitaplardan edinmedim bu işaretleri. Kendi hayatımda da var. İstedim mi bulurum. Ben...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Âlemciler ~ Zafer DorukÂlemciler

    Âlemciler

    Zafer Doruk

    “Minibüstür kuş olur, kuştur uçar. Canım sağolsun dersin geçersin.” Zafer Doruk’un Âlemciler’i işte böyle bir dünyada yaşıyor. Kuşçu Kâmil, Memiş Emmi, Şaşı Ömer, Ebleh Hasan,...

  2. Sis ~ Miguel de UnamunoSis

    Sis

    Miguel de Unamuno

    Ne büyük acılar ne de büyük sevinçler öldürür insanları; bu yüzden bu acı ve sevinçler, küçük küçük değersiz şeylerden oluşmuş muazzam bir sisle sarılı...

  3. Altın Kanatlı Topçin ~ Ayla ÇınaroğluAltın Kanatlı Topçin

    Altın Kanatlı Topçin

    Ayla Çınaroğlu

    Mine ve gizemli arkadaşı küçük Topçin’in paylaştıkları sır neydi? Ormandaki o tuhaf günden sonra neden birdenbire bazı insanların alnında yeşil bir benek belirmeye başlamıştı?...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur