1972 Mayısı’nda Ingmar Bergman’ın kariyerinde ilk defa televizyon dizisi çekeceği haberi verilir. Bergman dizinin, “bir burjuva ideali olan güvence arayışının insanların duygusal dünyalarını yozlaştırması, onları zayıf düşürmesi ve korkulara sevk etmesi” gerçeğini işleyeceğini belirtir. Çekimleri kısa sürede tamamlanan dizi film yayımlandıktan hemen sonra uluslararası başarı elde eder, kısaltılarak film versiyonu piyasaya sürülür ve Bergman’ın o güne kadar en çok seyredilen filmi haline gelir. Ayrıca Bergman’ın tiyatroya uyarladığı tek filmi olur.
Orta sınıftan ayrıcalıklı bir evli çiftin on yıla yayılan boşanma sürecini ve sonrasını anlatan, Strindberg ve Ibsen’in aile içi çatışmaları konu alan büyük oyunlarının geleneğine eklemlenen Bir Evlilikten Sahneler, roman gibi okunan senaryosuyla da hem sanatsal hem manevi açıdan sayısız esere ve insana esin verdi. Özellikle evliliğin boyunduruğundan kurtulup cinsel anlamda da özgürleşen Marianne karakteriyle, başta kadınlar olmak üzere bir kuşağın evlilik kurumuna ve hayata bakışını derinden etkiledi.
Kariyeri boyunca altmışın üzerinde film yönetmiş, 170 oyun sahnelemiş, yüzün üzerinde kitap ve makale kaleme almış olan film ve tiyatro yönetmeni, yazar ve dramaturg Ingmar Bergman, çağının en büyük sanatçıları arasında yer alıyor.
Hayata bakışınız beni derinden etkiledi, bende iz bırakan diğer filmlere kıyasla çok daha derinden etkiledi hem de. Yaşayan en büyük yönetmen olduğunuzu düşünüyorum.
Stanley Kubrick’in Ingmar Bergman’a yazdığı bir mektuptan.
Önsöz
Bu metni okumak zorunda kalacak okurlar metnin içinde kaybolmasın diye, pek âdetim olmasa da, altı sahneyle ilgili açıklamalar yapmalıydım. Bu açıklamaları fazlasıyla yönlendirici bulup aşağılanmış hissedecek okurlar aşağıdaki satırları atlayabilirler.
Birinci sahne: Johan ve Marianne değişmez normların, maddi olarak rahat ve güvenli bir hayat ideolojisinin çocuklarıdır. Burjuva yaşam tarzlarının baskılayıcı olduğunu ya da hakiki olmadığını hiçbir zaman hissetmediler. Bu yaşam tarzını benimsediler ve devam ettirmeye hazırlardı. Daha önceki siyasi faaliyetleri buna tezat değildir, sadece bu hayat tarzını olumlayacak niteliktedir.
İlk sahnede neredeyse ideal bir evlilik resmi çizerler ve bunun hemen karşısında cehennem gibi bir evlilik temsili vardır. Usul usul kendilerini yüceltir ve kendi evliliklerinin en iyisi olduğunu düşünürler. Genelgeçer çözüm önerileri ve basmakalıp nezaket sözleri kulakları tırmalar. Peter ve Katarina içler acısı kaçıklar gibi görünür; oysa Johan ve Marianne ideal bir evlilik için gereken her şeyi düşünmüşlerdir. Bu sahnenin sonunda onlar da küçük bir sürtüşme yaşar. Bir seçim yapmaları gerekir. Önemsiz görünen bir yara sarılır ve iyileştirilir ama yara iltihaplanır. En azından ben öyle düşündüm. Eğer siz başka türlü düşünürseniz o da olur.
İkinci sahne: Her şey hâlâ idealdir, neredeyse muhteşem. Sadece karşılıklı anlaşmayla ve nüktedan bir şekilde çözülen küçük sorunlar vardır. Johan ve Marianne’ın meslekleri ve iş ortamları tanıtılır. Marianne’ın içini kemiren ama ismini koyamadığı bir endişesi vardır. Bu kaygıyı tanımlayamaz, hatta kavrayamaz ama Johan’la arasında bir şeylerin ters gittiğini sezer. İlişkilerindeki çatlağı onarmak için çaba gösterir ama yetersiz kalır ve başarılı olamaz. Johan ise birtakım esrarengiz telefon konuşmaları yapmaktadır. Akşam tiyatroya giderler ve İbsen’in Bebek Evi’ni seyrederler (zaten başka ne seyredebilirler!) ve dile dökülmeyen bir anlaşmazlık olur, ikisi de bu anlaşmazlığı aşmaya çabalarlar ve mesele yokmuş gibi yaparlar.
Üçüncü sahne: Olan olur, Johan’dan darbe gelir. Johan, olabilecek en acımasız şekilde, başka birine âşık olduğunu ve Marianne’dan ayrılmak istediğini söyler. Johan harekete geçmek için hayat enerjisiyle dolmuş, yeni aşkının getirdiği neşe ve bencillikle canlanmıştır. Marianne’ın nutku tutulur, şaşkına döner, tamamıyla savunmasız ve hazırlıksız yakalanmıştır. Birkaç dakika içerisinde gözümüzün önünde kanayan bir yaraya dönüşür. Aşağılanmıştır, ne yapacağını bilemez.
Dördüncü sahne: Uzun bir süreden sonra tekrar görüşürler. Johan için işler iyi gitmemeye başlamıştır ama henüz çaktırmaz, tam tersine iyi görünür. Marianne ise toparlamaya başlamıştır, ama iyileşme emareleri belli belirsizdir ve üzerine geçmişin gölgesi düşer: Johan’a olan bağları, can yakan yalnızlık, her şeyin geçmişteki gibi olmasına duyulan özlem. Buluşmaları acı vericidir, barışma ve saldırganlık birbirine karışır, beceriksizcedir. Bazı kısa anlar birbirlerine dokunurlar yalnızlığın ve kayıtsızlığın ortasında. Her şey kırılgandır, zehirlenmiştir, bozulmuştur. Bu çok hüzünlü bir sahne diyebilirim.
Beşinci sahne: İşler iyice çığrından çıkar. Marianne gücünü toplamıştır ama Johan’ın gerçekle bağları kopmaya başlamıştır. Medeni bir şekilde, anlaşarak boşanmayı ve aynı avukatla çalışmayı düşünürler. Bir yaz akşamı boşanma kâğıtlarını imzalamak için Johan’ın ofisinde buluşurlar. Birdenbire büyük bir patlama yaşarlar, onca yıl bastırdıkları saldırganlık, nefret, acı ve öfke ortaya dökülür. Adım adım insanlıktan çıkarlar, sonunda o kadar fenalaşırlar ve delirirler ki tek bir gaileleri kalır: Birbirlerine fiziksel ve ruhsal olarak zarar vermek. İlk sahnedeki Peter ve Katarina’dan daha berbat bir duruma düşerler, zira Peter ve Katarina bu kavgaları en azından rutin haline getirmiştir ve daha az vahşidirler. Johan ve Marianne henüz kendilerini dizginlemeyi öğrenmemiştir. Kısacası, birbirlerini öldürmeye çalışırlar ve bunu neredeyse başarırlar.
Altıncı sahne: Bu sahnede yapmak istediğim bu yıkımdan iki yeni insanın doğmaya başlaması. Size çok iyimser gelebilir ama elimden başka türlüsü gelmedi. Hem Johan hem de Marianne gözyaşları vadisinden geçmiş, can pınarları canlanmıştır. Şöyle söyleyeyim: Kendileriyle igili yeni şeyler biliyorlardır artık. Bu sadece bir boyun eğme değildir, aşk ve sevgiyle ilgilidir. Marianne ilk defa oturur, hasta annesini dinler. Johan kendine karşı daha affedicidir ve Marianne’a olgun bir şekilde daha iyi davranmaya başlar. Her şey hâlâ kafa karıştırıcıdır ve hiçbir şey daha iyi olmamıştır. Bütün ilişkiler birbirine karışmış, tartışılmaz bir şekilde birtakım zavallı tavizler üzerine kurulmuştur. Ama zihinleri artık bambaşka bir şekilde gerçekler dünyasındadır. En azından ben öyle olduklarını düşündüm. Ellerinde bir çözüm yoktur ve bu yüzden mutlu son da olmaz. Bir mutlu son bulabilmek güzel olurdu ama hiç olmadı, daha ilk sahneden bu çok kolay anlaşılan eserden estetik olarak iğrenen, sanata aşırı duyarlı insanlarla alay etmek için.
Başka ne diyebilirim? Bu eseri yazmak üç ayımı aldı ama yaşamak hayatımın büyük bir kısmını. Tam tersi olsaydı daha iyi mi olurdu bilemiyorum ama daha güzel olurdu. Bu insanlarla uğraşırken onlara karşı bir şefkat hissettim. Kendileriyle çeliştiler, bazen çocuklaştılar, bazen de yetişkin oldular. Bol bol saçmaladılar, bazen de mantıklı şeyler söylediler. Endişeli, mutlu, bencil, aptal, nazik, bilge, fedakâr, şefkatli, sinirli, kibar, duygusal, dirayetli ve sevilmeye layık oldular. Hepsi iç içe geçti. Bakalım şimdi ne olacak.
Fårö. Mayıs 1972
1
Masumiyet ve Panik
Marianne ve Johan evlerinde bir röportaj veriyorlar. Kanepede yan yana oturmuşlar, biraz gerginler. Koltukları alelade bir koltuk değil; 19. yüzyıl işi, yuvarlak, kıvrımlı ve yeşil kaplamalı, koltuğun kenarları sevimli, minderleri yumuşak, ayakları oymalı, tam bir ev rahatlığı. Masanın üzerinde bir gaz lambası göze çarpıyor. Arka planda çok büyük bir kitaplık var. Başka bir masanın üzerinde ise çay, kızarmış ekmek, marmelat ve şeri (tatlı İspanyol şarabı) hazır tutulmuş. Görüşmeyi yapacak olan Bayan Palm sırtı kameraya dönük oturuyor. Tabakların ve fincanların arasına bir ses kayıt cihazı yerleştirmiş. Sakallı bir fotoğrafçı odanın içinde dolaşıyor, bir görünüp bir kayboluyor.
Bayan Palm (neşeli bir şekilde): Heyecanımızı, gerginliğimizi atmak için hep sorulan, standart bir soruyla başlayalım isterseniz.
Johan: Pek heyecanlı sayılmam.
Marianne: Ben de.
Bayan Palm (daha da neşeli bir şekilde): Daha iyi. Sorumuz şu:
Kendinizi birkaç kelimeyle nasıl tarif edersiniz?
Johan: Zor soruymuş.
Bayan Palm: O kadar da zor sayılmaz.
Johan: Yani verdiğim cevap yanlış anlaşılabilir.
Bayan Palm: Öyle mi dersiniz!
Johan: Evet, kendimi çok zeki, başarılı, genç, dengeli, seksi olarak tanımlarsam kendimle övünüyormuşum gibi gelebilir kulağa. Dünyada olup biteni vicdanlı bir şekilde takip eden, eğitimli, okumuş, sosyal ortamlarda sevilen bir adamım. Başka ne diyeyim, bilemedim. Arkadaş canlısı diyebilirim, benden daha kötü durumda olanlara bile arkadaşça ve nezaketle davranırım. Sportifim. İyi bir aile babasıyım. İyi bir erkek evladım. Hiç borcum yok ve vergilerimi muntazam öderim. Ne olursa olsun hükümete saygıda kusur etmem ve kraliyet ailemizi çok severim. Devlet kilisesinden ayrıldım. Bu kadarı yeterli mi? Belki de daha ayrıntılı olmamı istiyorsunuz? Harika bir sevgiliyim, öyle değil mi Marianne?
Bayan Palm (gülümseyerek): Belki bu soruya geri döneriz. Ya siz Marianne? Siz kendinizi nasıl anlatırdınız?
Marianne: Ben mi? Şimdi ne desem… Johan’la evliyim ve iki kızım var.
Bayan Palm: Evet.
Marianne: Şu an aklıma başka bir şey gelmedi.
Bayan Palm: Düşünün lütfen.
Marianne: Johan’ın iyi bir insan olduğunu düşünüyorum.
Johan: Teşekkürler canım, çok naziksin.
Marianne: On yıldır evliyiz.
Johan: Sözleşmeyi yeni uzattık.
Marianne: Mükemmelliğim konusunda Johan kadar emin olmasam da sizinle dürüst olayım, bu hayatı yaşadığım için oldukça mutluyum. İyi bir hayatım var, ne demek istediğimi anlıyorsanız.
Şey, başka ne diyecektim. Ay, zormuş bu.
Johan: Güzel bir vücudu var.
Marianne: Alay etme. Soruya ciddi cevap vermeye çalışıyorum.
İki kızım var, Karin ve Eva.
Johan: Az önce söyledin ya.
Bayan Palm (pes etmiş bir şekilde): Bu soruya daha sonra geri döneriz. Sözü açılmışken, kızlarınızla bir fotoğrafınızı çekelim.
Tam burada, kanepede, anne ve babalarıyla bir aile fotoğrafı, ne dersiniz?
Marianne: Birazdan okuldan gelirler.
Bayan Palm: Çok iyi. Öyleyse biraz bilgi soruları sorayım. Kaç yaşındasınız?
Johan: Kırk iki yaşındayım ama hiç göstermiyorum, değil mi?
Marianne: Otuz beş yaşındayım.
Johan: Her ikimiz de gereğinden fazla burjuva, hali vakti yerinde ailelerden geliyoruz.
Marianne: Johan’ın babası doktor.
Johan: Annem ise annelik yapıyor, büyük ölçüde.
Marianne: Babam avukat. Benim de avukat olacağım baştan belliymiş. Yedi kardeşin en küçüğüyüm. Koskoca evi annem çekip çevirirdi, bugünlerde daha sessiz sakin.
Johan: Sakinledi mi diyorsun? (Kibarca gülümser).
Marianne: İkimizin de tuhaf yanı aslında ebeveynlerimizle çok iyi geçinmemiz. Beraber epey vakit geçiriyoruz. Öyle aman aman münakaşalarımız hiç olmamıştır.
Bayan Fru: Meslekleriniz hakkında bir şeyler söylemek ister misiniz?
Johan: Psikoteknik Enstitüsü’nde doçentim.
Marianne: Aile hukuku alanında uzmanlaştım ve bir hukuk bürosunda çalışıyorum. Çoğunlukla boşanma davalarına bakıyorum veya benzeri davalara. İşin ilginç tarafı bu davalarda muhatap olduğumuz insanlar…
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Oyun-Tiyatro
- Kitap AdıBir Evlilikten Sahneler
- Sayfa Sayısı136
- YazarIngmar Bergman
- ISBN9789750863943
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Beşinci Kol – Ve İspanya İç Savaşı’nın Dört Öyküsü ~ Ernest Hemingway
Beşinci Kol – Ve İspanya İç Savaşı’nın Dört Öyküsü
Ernest Hemingway
The New York Times Book Review’den Philip Young: “Bu, dolaysız, apaçık Hemingway.” Hemingway’in tek tiyatro oyunu Beşinci Kol ile birlikte dört öykünün yer aldığı...
- Karagöz İle Hacivat ~ Kolektif
Karagöz İle Hacivat
Kolektif
Yüzyıllarca canlı kalmayı başarmış Türk gölge oyunu, toplumsal dokumuzu yansıtan en önemli sanat dallarındandır. Çünkü bu oyunlar Osmanlı İmparatorluğu´nun geniş sınırları içinde hoşgörü içinde...
- Akif Bey ~ Namık Kemal
Akif Bey
Namık Kemal
“Namık Kemal’in gerek mevzuu, gerek karakter itibarıyla en dikkate değer piyesi şüphesiz Akif Bey’dir. Akif Bey, sadece herhangi bir fikrin muhtelif ağızlara taksim edilmiş...