
“Müstakil ve anlamsız duvarın önüne birikmiş kalabalığın içindeki komiser, yanındaki memurlara ‘Dağıtın şu kalabalığı,’ dedi, bir kan havuzunun içinde yatan cesedin çevresinde üç-dört defa ağır ağır yürüdü, sonra eğilip ceplerini aradı; ne kimlik, ne para vardı; hiçbir şey bulamayınca kalktı, gözleriyle yerleri tararken duvarın arka tarafına geçti.”
Çok Şeker Armud, Christie’den ve Simenon’dan ilhamla yazılan, ama yaşadığımız memleketin tüm dertleriyle, ilginçlikleriyle karılan hikâyelerden müteşekkil; bunlar “cinai hiciv” denebilecek yeni bir türün örnekleri.
Komiser Muzaffer Entürk ne zaman bir katilin peşine düşse ve soruşturmada duvara toslasa, imdadına yakın arkadaşı Aktar Riyazî Efendi yetişiyor. İkisi kafa kafaya veriyor, İstanbul’da işlenen tuhaf cinayetleri aktar dükkânının arka odasındaki kütüphaneye dalarak çözmeye çalışıyor. Karmakarışık bir Osmanlıca labirentinde dolanarak, ebced hesabı yaparak, ansiklopedi ve sözlük karıştırılarak cinayet mi çözülür, çözülüyor işte.
Roni Margulies’in, 2023’te hayatını kaybetmesinin ardından bir araya getirilen bu hikâyeleri, Türkçenin tüm inceliklerine hâkim bir edebiyatçının okurlarına bıraktığı bir armağan adeta.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
CİNAİ HİCİV
MUSTAFA ARSLANTUNALI 7
Tenezzül Bahçesi Cinayeti 13
Bahçede Bir Ceset 23
Fındık Feramuz Efendi’nin Kayıp Lûgatı 33
O da Ölmek mi Dersin? 45
Uçuş Korkusu 53
İki Tornavida 63
Çok Şeker Armud 73
Tesadüf Olamaz ya! 87
İllet Apartmanı’nın Kapıcısı 99
Yurdakoş Gayrimenkul 109
Damda Ölü Var! 125
Beşinci Kişi 137
Kasapoğulları’nın Sonu 147
İskilip Köprüsü 159
Tenezzül Bahçesi Cinayeti
Merhumun defnedildiği günün ertesinde, sabahın erken saatlerinde postacının getirip kapının altından attığı mektubu eşi Teveccüh Hanım eğilip aldı, gözlüğünü takıp inceledi. Kocasının incecik süslü harflerle yazılmış adını görünce sanki sıcak bir şey tutmuş gibi zarfı mutfak tezgâhının üzerine atıverdi. Bir süre pencereden eğri büğrü Üsküdar sokağına, sokaktan geçenlere baktı. Sonra bir çekmeceyi açtı, ekmek bıçağını alıp özenle mektubu açtı, okudu.
Mütekerriz olup tenezzül etmekle
Kahrımdan arınırım sandın sahtekâr,
Düşüp duvardan geberip gitmekle
Sakın kurtulurum sanma günahkâr.
Bundan ibaretti mektup. Ne tarih vardı, ne imza. Teveccüh Hanım mektubu dantelli sehpanın üzerine bıraktı. Gözlerinde parıldayan bir-iki damla yaş giderek çoğaldı, çoğaldı, şelaleye dönüştü. Bağırarak, yumruklarını duvara vurarak, gözlerinde hüzünden ziyade öfkeyi çağrıştıran pırıltılarla ağlamaya başladı.
Merhum gerçekten de duvardan düşerek ölmüştü.
Ve Teveccüh Hanım mektubu kimin yazdığını biliyordu.
* * *
İriyarı, kel, sol gözünün altında kocaman bir şark çıbanı olan adam cüssesinden beklenmeyecek yumuşaklıkta bir sesle, “Zahmet etmeyin,” dedi.
Teveccüh Hanım, “Hiç zahmet değil, kapıyı çaldığınızda demlenmişti zaten,” diyerek mutfağa yöneldi. Çayın gelmesini beklediği sürece adam hiç kımıldamadan, uyuyormuş gibi oturdu. Kadının sol gözüne kan oturduğunu, gözünün çevresinin morarmaya başladığını, burnunun üstündeki ince ama derin kesiği düşünerek, bu meseleyi sorması gerektiğine ama soramayacağına karar verdi.
İlk yudumlar alındıktan sonra, “Nereden biliyorsunuz kimin yazdığını?” diye sordu.
“Anlatayım,” dedi Teveccüh Hanım. “Komşumuz Tevellüt Bey zaman zaman akşam saatlerinde bize uğrar, son yazdığı şiirleri okur; laf lafı açar, edebiyattan başlayan sohbet uzadıkça uzar, dal budak salıp çok çeşitli konulara taşar. Eski şiirimize meraklıdır; biz de, haddimiz olmayarak, bu merakı paylaşırız… Paylaşırdık. Tevellüt Bey 18. yüzyılın az bilinen şairlerinden Müselles Efendi’yi özellikle sever. Onun tarzında dörtlükler yazar. Sanırım bugüne kadar iki bine yakın dörtlük yazmış; sekiz on tane kalın klasör doldurduğunu söylemişti bir defasında. Şiirlerinin basit birer Şair Müselles Efendi taklidi olduğu düşünülmesin diye bulduğu bir çare vardır: Her dörtlüğün ilk kelimesi kendi uydurduğu, sözlüklerde bulunmayan, ama Osmanlıcaya aşina olmayanların gerçek zannedebileceği bir kelime olur… Bu dörtlüğü onun yazdığı belli.”
Adam eğilip masada çayının hemen yanında duran zarfı aldı, içinden mektubu çıkarıp okumaya başladı.
“Mütekerriz?” diye fısıldadı.
“Evet,” dedi Teveccüh Hanım.
“Kerizlik eden kişi anlamına gelmez mi mütekerriz?”
“Gelebilirdi, Komser Bey, ama gelmez. Yok öyle bir kelime.”
“Peki, olmadığını kabul edelim. Dörtlükler yazıp yanlış bir kelime kullanan tek kişi Tevellüt Bey midir?”
“Bilmem. Değildir herhalde. Ama biraz abartılı bir tesadüf olmaz mı, bir başkasının tam da böyle bir şiir yazmış olması?”
“Hayır, o başkası Tevellüt Bey’i ve yazdığı şiirleri biliyorsa, olmaz.”
* * *
“Kütüphaneye uğrasam,” diye düşünürken eli gözünün altındaki yaraya gitti, tam kaşıyacaktı, kendini tuttu, kendi kendine söylenmeye başladı: “Senin gibi doktoru… ‘Kaşımayın, kaşımayın, sakın kaşımayın!’ Söylemesi kolay. Sanki isteyerek kaşıyoruz! Kaşınıyor lan! Tam da yüzümün ortası üstelik!”
Üsküdar Meydanı’na vardığını fark edip durakladı. “Ne yapacaktım lan ben?” Görmez gözlerle bir martının çeşmeden su içmesine, baloncunun tuttuğu uzun sopaya bağlı pembe ve mor balonlara, taksi kuyruğunda bekleyenlere çiçekli taçlar satmaya çalışan küçük kıza, boyacının elindeki fırçanın siyah bir ayakkabının üzerinde hızla ileri geri gitmesine bakarken, “Ha, Beyazıt Kütüphanesi, evet,” diye mırıldandı. Vapura doğru yürümeye başladı, yine durdu: “Ulan, başlarım Beyazıt’a, bir tane kelimeye bakmak için şimdi o kadar yol gidilir mi be?”
Gitmekle gitmemek arasında tereddüt ederken iskeledeki vapurun kalkmakta olduğunu gördü. “Yaşa Kaptan,” diye düşündü, “benim yerime sen karar verdin.” Döndü, caminin merdivenlerini tırmandı, arka tarafından çıktı, Kanaat Lokantası’nın önünden geçip bir ara sokağa daldı. Az ileride bir aktar dükkânının bitmez bir gıcırtıyla açılan ahşap kapısını itti; küçük, karanlık, iki duvarı baştan aşağı irili ufaklı çekmecelerle kaplı olan odaya girdi. Yerdeki çuvallarla sepetlere takılmamaya, hiçbir şeye basmamaya dikkat ederek birkaç adım attı, odanın arka duvarındaki kapının kulpuna elini uzatırken, diğerine kıyasla daha ince ama eşit ölçüde uzun bir gıcırtı çıkararak kapı kendi kendine açıldı.
İçeriden “Hoş geldin Komserim,” sesi geldi. Tavandaki tek ve çıplak ampulün zorlukla aydınlattığı odada üç kişi oturuyordu. Üçü de gözlüklü, üçü de sakallı, üçü de kiloluydu. Biri rahat ama her tarafı dökülen bir koltukta, diğer ikisi alçak taburelerde oturuyor ve hepsinin dizleri âdeta birbirlerininkine değiyordu. Odanın üç duvarı çoğu çok eski, çok sararmış, ciltsiz kitapların durduğu raflarla kaplıydı.
“Hoş bulduk üstadım.”
“Buyur, otur şöyle.”
Tam soracakken, koltuğun hemen yanında bir tabure daha olduğunu gördü, düşmeden ve kimseyi devirmeden geçip oturmayı becerdi.
“Sen sohbete gelmezsin buraya, bir şey soracaksın herhalde. Biz revaniyi tartışıyorduk. Kelimenin kökeninden başladık, bol şerbetlisi mi iyidir, şerbetsizi mi tercih edilir diye birbirimize giriyorduk neredeyse. Sen ne dersin?”
“Hiç bilmiyorum vallahi. İlle de cevap ver derseniz, Farsça bir kelime olduğunu tahmin ederim.”
“Yok yahu, o tarafını çözdük, şerbetini soruyorum.”
“Onu hiç mi hiç bilmem, tatlıyla aram yok maalesef.”
“Haydaa, garip adamsın vesselam. Evladım, insan hayatında en önemli üç şeyden biri kelimeler, biri şeker. İkisi de insanı hem mutlu eder hem öldürür. En önemli üç insan organından biri beyin, biri mide.”
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıÇok Şeker Armud - Komiser Entürk’ün Asayiş Hikâyeleri
- Sayfa Sayısı168
- YazarRoni Margulies
- ISBN9789750538117
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2025
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kapıların Kışında ~ Zehra Tırıl
Kapıların Kışında
Zehra Tırıl
Zehra Tırıl’ın öyküleri gündelik hayatın akışında ayrı düşenleri bir araya getiren izleri, sakin, ağır ve güçlü bir nefesle duyuruyor. Parçalanmış benliklerde insanın hayatta kalma...
- Karanfiller ve Domates Suyu ~ Sait Faik Abasıyanık
Karanfiller ve Domates Suyu
Sait Faik Abasıyanık
Gemi bir gün hazırdı. Bu gemi Trifon için bir dünya demekti. Trifon bu gemi için içinde bir şeylerin çarptığını hissediyor, bu gemiye bakarken Trifon,...
- İkiye Kadar Sayamamak ~ Gökhan Yılmaz
İkiye Kadar Sayamamak
Gökhan Yılmaz
Geçen yıl yayımladığı ilk kitabı Biraz Kuşlar, Azıcık Allah ile ses getiren Gökhan Yılmaz’ın yeni öykü kitabı İkiye Kadar Sayamamak da YKY’den yayımlandı. Yazarın...