Burnu ve gözü yok ama ağzı var.
1907’de Temperley Kliniği’ne iyileşmek umuduyla yatan, başına geleceklerden habersiz birçok hastadan birinin son sözü.
O yıl klinikteki doktorlar bilim yaşam için mi, yoksa ölüm için mi karıştırmış vaziyettedir.
Yüz yıl sonra ise korkunç deneyi yöneten doktorlardan birisinin torunu, bu kez sanat için benzer bir sorunun peşine düşüyor.
Dehşet ve korkuya “burnu ve gözü” kör fakat kana susamış, ağzı hiç durmayan bir grup doktorun etik sınırları aşan deney hikâyesini okurken “comemadre”nin zehri damarlarınızda dolaşacak.
1907
1
Temperley, Buenos Aires eyaleti, 1907
Bazı insanların varlığıyla yokluğu birdir, tıpkı Bayan Menéndez gibi. Başhemşire. O, bu kelimenin arasındaki boşluklara mükemmel bir şekilde uyuyor. Sorumluluğundaki kadınların hepsi aynı kokuyor, aynı giyiniyor ve bize doktor diye sesleniyorlar. Bir dikkatsizlik sonucu veya fazla enjeksiyondan hastanın durumu kötüleşirse varlık kazanıyorlar; hatalarıyla var oluyorlar. Menéndez öyle değil, o hiç hata yapmaz, bu yüzden de başhemşire.
Yapabildiğim her an onu gözetliyor, onda sıradan, herkesten sır gibi sakladığı, mükemmellikten uzak bir özellik arıyorum.
Buldum. Menéndez’in beş dakikası. Tırabzana yaslanıp bir sigara yakıyor. Genelde başını kaldırmadığı için onu izlediğimi fark etmiyor. İçinden düşünce geçmeyen boş bir ifade takınıyor. Beş dakika boyunca sigara içiyor. Bu zaman aralığında hepsini bitiremiyor ve yarıda söndürüyor. Bu onun kendine tanıdığı savurganlık lüksü; sigarasını tükürükle ıslatarak söndürmek ve çöpe atmak. Her defasında yalnızca yeni sigara içer. Her gün aynı saatte dünyaya böyle giriş yapar ve ona âşık olmam için yeteri kadar zaman vardır.
Çok fazla iş arkadaşım var, henüz hepsini tanımıyorum. Çenesinde ben olan yapılı bir adam var, beni her gördüğünde selam veriyor, bense onu yalnızca beninden hatırlıyorum. Ne adını biliyorum ne de uzmanlık alanını. Yüzünün bir tarafı diğerine göre daha aşağıda ve neden bilmem konuşurken daima gözlerini sanki kamaşıyormuş gibi kısıyor.
Silvia’nın söylediği her kelime ağzından yayılan bir sinek gibidir, sayılarının artmaması için çenesini kapatması gerekir. Onu buzlu suya batırıyorum. Elimi çektiğimde kafasını kaldırıp nefes alarak yeniden soruyor: “Sineklerin benden çıktığını görmüyor musunuz?” Sinekleri görmemem onun için donmaktan daha önemli. Ne diye bana onu verdiler anlamıyorum. Ben psikiyatr değilim. Şunu söyleyebilirim ki buzlu suyun yapabileceği tek şey onu zatürree etmektir. Fakat bu gibi durumlarda önemli olan hezeyanın direnci ve buzun işlevi de onu kırmaktır. Ona sıcak bir yatak vaat ediyorum. Her değişimi not etmek gerekiyor; sessiz kalmayı mı tercih ediyor, ailesini mi istiyor (ailesi yok ama bu daha sağlıklı bir hezeyan olurdu), sinekler hâlâ var mı? Sineklerin tavanda kaybolmaya başladığını görüyor.
Hemşirelikle alakalı bir şey düşünmüyorsun. Sigaranı içtiğin o beş dakikada, yüzündeki hiçlik ifadesiyle, kadın değil de bir görev olarak kadın olma hâlindeymişçesine, sonda ya da serum değil, bir biçimden yoksun olan şeyleri düşünüyorsun.
İşte orada. Yardım, tavsiye, hasta kayıtları, temizlik gereçleri isteyen hemşire bulutunun arasından geçerek jöleli saçlarımla ilerliyorum. Çok az kaldı. Bulutu dağıtmak kolay. Beni gören herkes kişisel alanımı işgal etmemek için yolu açmaya başlıyor. Lavmancı ve termometreci hemşirelerin neredeyse kimseninkine saygı göstermediği beden hakkına biz doktorlar sahibiz.
“Menéndez!”
“Buyurun Doktor Quintana?”
İsmimi duymak güzel bir duygu. Ona birkaç talimat veriyorum.
Klinik, Temperley’in dış taraflarında, Buenos Aires’e birkaç kilometre mesafede. Gündüz vakti acil bölümü yoğunluğun en fazla yaşandığı yer, gündüz mesaisi boyunca ortalama otuz hasta alıyorlar. Issız olan gece mesaisinde ise bir yıldır ben çalışıyorum. Hastalarım yakındaki herhangi bir yemekhanede bıçak bıçağa kavga eden ve yasalara karşı olan sadakatimizden memnuniyet duyan adamlar. Hemşireler onlardan korkuyor. Akşam çökmeden parktaki yoldan gidiyorlar. Menéndez’in çıktığını hiç görmedim. Her zaman orada. Yoksa klinikte mi yaşıyor? Not alıyorum: Bunu sor.
Akşam oldu ve yapacak hiçbir şey yok. En iyisi koridorlarda yürümek, birileriyle sohbet etmek ya da dörtlü olup kart oynamak. Hemşirenin biri elleri cebinde duvara yaslanmış. Arkadaşı yere bakıyor.
Doktor Papini hızla bana doğru geliyor, başparmağını dudağına götürerek sessiz olmamı istiyor. Çilli bir adam ve baygın yaşlı kadınların göğüslerini ellemek gibi bir huyu var. Bazen yaptığı ihanetleri anlatıyor, kasti yüzsüzlüğü biraz midemi bulandırıyor. Beni küçük bir odaya götürüyor.
“Morgda ne var biliyor musunuz Quintana?”
“Salı günü sakladığınız kırmızı şarap.”
“Hayır, o çoktan bitti. Çenesini kapalı tutması için temizlikçi kadına birkaç şişe verdik. Benimle gelin.”
Papini bir çekmeceyi açıyor. İçinden bir ay önce Paseo de Julio’dan aldığı ve Ledesma’nın emriyle klinikte asla kullanamadığı antropometrik ölçüm aletini çıkarıyor. Terlemiş, gözleri neredeyse yuvalarından fırlamış ve limon kokuyor. Bu
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Cennetteki İlk Günüm Bir Tık Daha İyi Olabilirdi ~ Sezen Ünlüönen
Cennetteki İlk Günüm Bir Tık Daha İyi Olabilirdi
Sezen Ünlüönen
“Şimdi böyle gevşek gevşek anlattığıma bakma, yine de rahmetli neneciğimin her bayram kestirdiği koçların sırtında Sırat Köprüsü’nü adım adım katederken içim şöyle bir ürpermedi...
- İstanbul’un Çocukları ~ Oğuz Akdeniz
İstanbul’un Çocukları
Oğuz Akdeniz
Anılarımız hayatın kilometre taşları. Bizimle birlikte çocukluğumuzdan itibaren depolanan, her fırsatta kendini hatırlatan birer mihenk taşı. Benim öyküm de tıpkı anlattıklarım gibi yıllar öncesine...
- Hiç ~ Sadık Yalsızuçanlar
Hiç
Sadık Yalsızuçanlar
Varlığı anlamlandırma çabasındaki bir modern zaman dervişi, eşya ve olaylara nasıl bakar? Altı yılda bitirdiği hukuk eğitimine metelik vermeyip hayatını kaleme, kağıda, hüsnühatta adayan...