
Bosna kökenli Alman yazar Saša Stanišić’ten hayat, kader ve ihtimaller üstüne uzun süre akıllarda kalacak canlı, tutkulu ve derinlikli bir roman…
Zamanında şu değil de bu kararı verseydik, bugün hayatımız nasıl olurdu acaba? Daha iyi koşullarımız, daha güzel bir hayatımız olur muydu? İşin ucunda, yanlış tercihte bulunup elimizdekinden daha azına razı olmak da var tabii. Keşke hayatın bir deneme kabini olsaydı da, geleceği önceden prova etmek mümkün olsaydı… Saša Stanišić bizi, ezber dışına çıkarak “başka türlü” seçimler yapmanın mümkün olduğu yerlere ve hayatlara götürüyor. Hedefe zor yoldan varanların, gözünü kırpmadan hayatla kumar masasına oturanların, yeri geldiğinde sevdiklerine tumturaklı bir yalan söylemeyi göze alanların hikâyelerini anlatıyor.
“Saša Stanišić’in olağanüstü yeteneği, varoluşsal olanla görünüşte sıradan olanı, sosyopolitik olanla kişisel olanı eşit derecede ciddiye alarak kendine has bir mizahla anlatmasında saklı.”
Wilhelm Raabe Ödülü Jürisi
İÇİNDEKİLER
Yeni Vatan
9
Rüya Roman
21
Memory’de Çocuğu Yenmek
41
Memory’de Çocuğa Yenilmek
51
Memory’de
Çocukla Berabere Kalmak
69
Rüzgâr Islık Çalıyor Boş Denizde,
Ne Ay Ne Yıldız Tepede;
Ama Biz Ayırmayalım Yüzümüzü Hiç,
Her Zaman Kendimizi Bulduğumuz
O Uzaktaki Fenerin Işığından
85
Bir Gecikmenin Nedenleri
105
Mo, Panther ve Telsizci Petra
119
Dul Kadın Su Kabını
Ağzı Öne Gelecek Şekilde
Mezarın Üstüne Bırakıyorsa,
Bilin ki İlgi İstiyordur
131
Avcı Kulübesi
167
Prova
181
Yeni Vatan
215
Yeni Vatan
Fatih, 1994 Haziranı’nın sıcak bir öğle sonrası, bağda otururken havaya bir taş attı ve biz kendi taşlarımızla onunkini vurmaya çalıştık. Fatih, “Durun bir dakika,” dedi ve taşlar bir bir yere düştü. “Hayat için bir deneme kabini olsaydı,” diye devam etti, “süper bir şey olmaz mıydı? Düşün, içeri giriyorsun, on dakika geleceğin provasını yapıyorsun. Deichmann’daki gibi, ama ayakkabı değil burada denediğin, yazgı. Maliyeti: yüz otuz Mark.
Gördüklerin hoşuna mı gitti? Hemen sisteme giriyorsun ve girer girmez yüzün gülüyor, çünkü o on dakika günün birinde yüzde yüz gerçekleşecek. Sisteme girmek yüz otuz bin Mark.”
Bağdaki sıcak, normal olarak sokaktaki sıcak kadar amansız değil. Bağın üst tarafına düşen mahallemizde hissedilen sıcaklık, hilafsız on derece fazla. Niye? Mahalle planlamasında ağaçları unuttular da ondan. Ciddi söylüyorum. Var olan ağaçları yerle bir ettiler, bir daha da yenisini dikmediler. Piero’nun dedesi belediye meclisi toplantısında (Piero’nun dediğine göre) kibar bir dille (Piero’nun dediğine göre) ağaçlara ne oldu, ağaçlar nerede? diye sorduğunda, planlamacıların, mimarların, müteahhitlerin ve belediye görevlisi bir akşamcının kürsüdeki bakışmaları görülmeye değermiş (Piero’nun dediğine göre).
Kısa bir istişareden sonra kürsüdeki en iriyarı adam söz alıp “Ağaç ormanda olur,” demiş.
Buna yüzde yüz katılmamak elde değilmiş, sahiden yakında bir orman da varmış. Ama bunun tartışılacak bir tarafı yokmuş ki, soru bu değilmiş zaten. Soru şuymuş: Betondaki ağaçlar nerede? Piero’nun dedesi soruyu aynen bu şekilde tekrarlamış, ama belki de kürsü aptal numarasına filan yatmıyormuş, gerçekten aptalmış. “Betondaki ağaçlar nerede?”, soru bu kadar basitmiş.
Kürsü, bunun üzerine kesilmeyen ağaçları ciddi ciddi tek tek saymaya başlamış. Bir isim koymadıkları kalmış ağaçlara, neredeyse “Augustinum’un park yerindeki Karsten’le Birgit de duruyor,” diyeceklermiş.
Halbuki şunu herkes bilir: Bir bina mı dikiyorsun? Yeşilliği unutmayacaksın! Yeşillik agresifliği bastırıyor, yeşillik sana olduğundan daha mutluymuşsun hissi veriyor. Örneğin sokakta bir ağaca bakınca –ki istatistikler de böyle söylüyor– bu sokak ağaç bulunmayan, hatta evlerin yüz kat daha güzel olduğu diğer sokaklardan bile daha güzel görünüyor insanın gözüne. Hem yeşillik, özellikle de gölgeleriyle ağaçlar, en azından betona biraz olsun serinlik bahşediyor. Böylece tekrar asıl mevzuya dönüyoruz: sıcaklık.
Konunun bu kadar dışına çıkmanın ne gereği vardı diyorsundur şimdi, haklısın da. Birincisi, beton mahallemizin, bağla ormanın arasındaki cennetvari konumunu resmetmiş oldum fırsattan istifade; ikincisi de, bu konudan sapma süresi tam tamına, Fatih o sözleri sarf ettikten sonra bağın tatlı sıcağında kimsenin bir şey söylememesiyle oluşan sessizliğin süresine eşit.
Niçin kimse bir şey söylemedi? Çünkü bu deneme kabini süper bir fikirdi, hatta iyi bir iş planı bile barındırıyordu. O zaman öyle hemen bir şey söyleyemezsin, arkadaş olarak veya vatandaşlık görevi icabı anında tepki göstermeni gerektiren aptal fikirlere ya da iş planlarına benzemiyor bu.
Fatih bir taş daha fırlattı havaya. “Tabii deneme kabini sana art arda boktan gelecekler de sunabilir,” dedi, bu arada biz de savurduk taşlarımızı. “Hatta çoğunluk için bu maalesef daha olası. Mesela dördümüz için. Almanya’da yabancıyız. Evet, sen de Nico, annen Doğu Alman, o da yabancı sayılır. Anne babalarımız boktan işlerde çalışıyor, mesela senin baban, Saša. Veyahut Nico’nun annesi, iki işte birden çalışıyor, üstelik bekâr. Eğitim konusunu hiç açmayalım hele, kaçımız şöyle dört başı mamur bir dereceyle mezun olacağız okuldan? Bizim gibileri istatistiki olarak daha ziyade boktan hayatlar bekliyor, doğru değil mi?
Ama şansına sana boktan on dakika düştü diyelim, hatta üstüne bir tane daha – deneme kabinine girmekten vazgeçer misin? Asla vazgeçmezsin. Neden? Bir sonraki on dakika yine de iyi olabilir de, ondan. Bir yaşamın nasıl süreceğine dair bin bir olasılık var. Ve herhangi birisinin, buna bizim gibiler de dahil, bir tane bile güzel on dakika yaşamaması mümkün değil, olamaz öyle bir şey. Bazıları için mutluluk tohumları her nedense daha seyrek serpilmiş.”
Bizden hâlâ çıt çıkmıyordu. Düşünüyorduk. Kimisi belki “Bazıları için mutluluk tohumları her nedense daha seyrek serpilmiş” cümlesinin ne kadar süper olduğunu, bazısı geleceğinin olası boktanlığını, bir diğeri ise o on dakikada en çok ne görmek istediğini. Tabii cebinde yüz otuz Mark’ı varsa. Gerçi Fatih bize bir iyilik yapardı herhalde.
O ise, düşüncelerimize düşünmeye değer başka unsurlar katmakla meşguldü. “Ama dikkat etmek lazım,” dedi. “Bağımlılık tehlikesi var. Henüz yaşanmamış yaşamdan öyle kısa bir film seyretmek… Kolay mı? Çoğu insan doymak bilmez, fazlasını ister. Ne olduğunu anlamaz, borç batağına saplanırsın. Veya depresyona girersin. İyi bir gelecek için yüz otuz bini bir araya getirmişsin, bütün ailen elindekini avcundakini sana vermiş, ama senin ihtirasının sınırı yok, daha kıyak bir araba diyorsun, bir zeytinlik, annen nihayet öğretmenliğe başlasın, şimdiye dek akarbanttan başka bir şey görmemiş vs. Ve bir bakıyorsun, sisteme girecek paran kalmamış.”
Artık bizden de bir ses çıkması lazım, hele Fatih pattadak, “Ne oluyor, lan, ne bakıyorsunuz öyle aptal aptal?” diye sorunca…
Evet.
İlk olarak Nico buldu söyleyecek bir laf, bir de gökyüzüne atılacak iyi bir taş. Boşuna “gökyüzü” demiyorum. Nico’nun hamleleri acayipti. Fatih’in deneme kabinine girse, iddia ediyorum, geleceklerinden biri şu olurdu: Nico disk atıcı, yer Tokyo Olimpiyat Oyunları, son denemeden önce dördüncülük gelmiş. Nico’nun bir dönerek hız alması var, elleri tebeşir içinde, ya da disk kaymasın diye sürülen her neyse ondan işte ve Nico diski yaz akşamı atmosferine fırlatıyor. Belki de Şanghay’dır, şak diye bir gümüş madalya, sevinç gözyaşları, Nico Alman bayrağı ve omzunda bir AC/DC bayrağıyla şeref turunda.
Hiç kimse taşına isabet ettiremedi.
“Kabine kaç kere girilebiliyor?” diye bir soru geldi Nico’dan.
“Maksimum günde bir defa. Yan etkilerini yabana atmamak lazım. Kimisinin başı tutar, düşüp bayılan olabilir, normal. Daha da kötüsü, hafıza kaybı bile olur. Ve hafıza kaybı, büyük şanssızlık. Düşün, harika bir gelecek görmüşsün, deneme kabininden çıkınca bir bakıyorsun, okuma yazmayı yeniden öğrenmen lazım.”
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Roman (Yabancı)
- Kitap AdıDul Kadın Su Kabını Ağzı Öne Gelecek Şekilde Mezarın Üstüne Bırakıyorsa, Bilin ki İlgi İstiyordur
- Sayfa Sayısı216
- YazarSaša Stanišić
- ISBN9789750538315
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2025
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Drina Köprüsü ~ İvo Andriç
Drina Köprüsü
İvo Andriç
Bir ülkeyi ve insanlarını, onların üç yüz elli yıllık tarihine tanıklık eden bir köprünün dilinden anlatan olağanüstü bir roman. Nobelli yazar İvo Andriç, Drina...
- Tanrıların Savaşı ~ Erich von Daniken
Tanrıların Savaşı
Erich von Daniken
Çok satan yazar ve Antik Uzaylı teorisinin babası Erich von Däniken, antik insanları yeraltında şehir büyüklüğünde yaşam alanları inşa etmeye iten şeyi ve bunun...
- Beyaz Kalp ~ Javier Marías
Beyaz Kalp
Javier Marías
Bir kez anlatmayagörsün insan, “Her şey anlatılabilir. Başlamak yeter, sonra çorap söküğü gibi gelir kelimeler.” En vahşi sırları bilme merakı insanı işlenen suça ortak...