Goodreads Yılın En İyi Aşk Romanı Ödülü’ne sahip
Aşkın Formülü’nün devamı niteliğindeki Evlilik Provası,
tutkulu bir aşk hikâyesiyle kalplerin sınırlarını aşıyor…
Asperger sendromlu Khải duyguları olmadığıyla bilinir;
kimseye karşı bir şey hissetmez, kimseyle empati kuramaz
ve tüm romantik ilişkilerden kaçınır. Annesi Khải’nin
evlenmesini istemektedir, o ise kendisini rahat bırakmasını.
Böylece ikisi bir anlaşma yapar: Khải üç ay boyunca annesinin onun için seçtiği kadınla yaşayacaktır. Ve annesi Vietnam’a giderek Khải için doğru adayı bulmuştur bile: Esme…
Esme kendisi ve kızı için daha iyi bir hayat istemektedir.
Buna sahip olmak içinse her şeyi yapmaya hazırdır, hatta
ABD’ye uçup tamamen yabancı biriyle tanışıp onunla
yaşamaya bile. Fakat Khải ne kadar çekici olsa da oldukça
tuhaf biridir ve Esme’nin elinde onun kalbini kazanması
için sadece üç ayı vardır.
Helen Hoang, bu romanında aşkın birden fazla yolu
olduğunu kanıtlamaya çalışıyor ve aşkın engebeli yolunda
uyum sağlamaya çalışan bir sevginin peşine düşüyor.
*
GİRİŞ
10 yıl önce
San Jose, Kaliforniya
Khải’nin ağlaması gerekiyordu. Ağlaması gerektiğini biliyordu. Diğer herkes ağlıyordu.
Ama onun gözleri kuruydu.
Zaten gözleri yanıyor olsaydı da bunun sebebi, cenaze kabul salonunu dumanaltı eden yoğun tütsü olurdu. Üzgün müydü? Üzgün olduğunu düşünüyordu. Ama daha üzgün olmalıydı. En iyi arkadaşınız bu şekilde ölseydi paramparça olmanız gerekirdi. Eğer bu acıklı bir Vietnam operası olsaydı gözyaşları sel olup herkesi boğardı.
Neden zihni bu denli açıktı? Neden orada durmuş da yarın teslim etmesi gereken ödevini düşünüyordu? Neden hâlâ kafası çalışıyordu?
Kuzeni Sara o kadar hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ki bir noktada tuvalete koşup kusması gerekmişti. Şimdi hâlâ tuvaletteydi ve Khải, onun orada tekrar tekrar kustuğundan şüpheleniyordu. Sara’nın annesi Di Mai, ön sıralarda dik bir şekilde oturuyordu, avuç içlerini birleştirmiş ve başını öne eğmişti. Khải’nin annesi zaman zaman sırtını okşasa da Di Mai tepki vermiyordu. Khải gibi o da gözyaşı dökmüyordu çünkü günler önce dökebileceği tüm gözyaşını dökmüştü. Ailesi, onun için endişeleniyordu. Haber aldıkları günden bu yana ağlamaktan içi dışına çıkmıştı.
Sıraya girmiş sarı kıyafetli Budist rahipler, kapağı açık tabutu görmesini engelliyorlardı ve bu iyi bir şeydi. Cenaze levazimatçıları ellerinden geleni yapmış olmalarına rağmen vücudu şekilsiz ve yanlış görünüyordu. Bu, Khải’nin arkadaşı ve en sevdiği kuzeni olan on altı yaşındaki oğlan değildi. Bu, Andy değildi.
Andy ölmüştü.
Onun elinde kalan tek şey, Khải’nin zihnindeki anılarıydi. Sopa ve kılıç dövüşleri, Khai’nin hiçbir zaman kazanamadığı ancak kaybettiğini de reddettiği güreş maçları. Khai, Andy’nin ustası olduğunu söylemektense kendi kollarımı kırmanın daha iyi olduğunu düşünürdü. Andy, Khải’nin patolojik bir şekilde inatçı olduğunu söylerdi. Khai ise sadece prensipleri olduğunu ısrarla belirtirdi. Güneşin yükü, sırtlarında taşıdıkları kitap dolu çantalarından daha ağırdı ve bu uzun yürüyüşlerindeki konuşmalarını hâlâ hatırlıyordu.
Hatta şimdi bile kuzeninin onunla alay ettiğini duyabiliyordu. Bazı anılar ondan kaçıyordu ancak sözler hep aklındaydı.
“Hiçbir şey seni etkilemez. Sanki kalbin taştan yapılmış.” O zamanlar Andy’yi anlamamıştı. Şimdi anlamaya başlıyordu.
Budist ilahilerinin monoton uğultusu odayı dolduruyordu: alçak, tınısız, kimsenin anlamadığı bir dilde konuşulan heceler… Etrafından akıp gidiyor, kafasının içinde titreşiyorlardı ve insanlar ona baksa da bacağını sallamaktan vazgeçemiyordu. Saatine kaçamak bir bakış attığında bu durumun resmen saatlerdir devam ettiğini fark etti. Artik gürültünün durmasını istiyordu. Neredeyse kendisinin tabuta girip kapağı kapattığını ve sesi engellediğini hayal edebiliyordu.
Andy burada olsaydı -hayatta ve burada birlikte kaçarlar ve yapacak bir şeyler bulurlardı; bu sadece dışarı çıkıp otoparkta taşları tekmelemek olsa bile. Andy bu konuda iyiydi. Ona ihtiyaç duyduğunuzda hep yanınızdaydı. Şu an hariç.
Khai’nin ağabeyi yanında oturuyordu ama Quan’ın erken ayrılmak istemeyeceğini biliyordu. Cenazeler Quan gibi insanlar için vardı. Bir vedaya ya da insanların cenazelerden aldığı her neyse ona ihtiyacı vardı. Göz korkutucu yapısı, boynundaki ve kollarındaki yeni dövmeleriyle Quan tam bir baş belası gibi görünüyordu ama gözlerinin etrafı kıpkırmızıydı. Zaman zaman gözyaşlarının ıslattığı yanaklarını gizlice siliyordu. Her zaman olduğu gibi Khải, daha çok Quan gibi olabilmeyi diledi.
Metal bir çanaktan gelen sesle ilahiler kesildi. Anında bir rahatlama geldi ve bu büyüleyiciydi; sanki büyük bir baskı aniden yok olmuş gibiydi. Keşişler, tabut taşıyıcılarla birlikte tabutu kapatmak için uğraştılar ve kısa süre sonra bir alay, orta koridordan aşağı doğru sakin bir şekilde ilerledi. Sırada beklemekten ve etrafındaki bedenlerin yarattığı klostrofobik baskıdan hoşlanmadığından Khai oturduğu yerde kaldı. Quan ise ayağa kalkıp onun omzunu sıkarak kalabalığa karıştı.
Akrabalarının geçip gidişini izledi. Bazıları açıkça ağlıyordu. Digerleri daha metanetliydi fakat üzüntüleri onun bile görmemesi imkânsızdı. Teyzeler, dayılar, kuzenler, uzak akrabalar ve aile dostlarının hepsi birbirlerine destek oluyordu; keder denen şeyle birbirlerine bağlanmışlardı. Her zamanki gibi Khai bunun bir parçası değildi. Annesi, Di Mai ve diğer iki teyzesinden oluşan yaşlı kadınların olduğu bir grup, neredeyse bayılma nöbeti geçirdikleri için sıranın sonuna doğru gelmişlerdi. Tıpkı gençken oldukları gibi yetişkinlikte de birbirlerine sıkı sıkıya sarılmışlardı. Siyah giydikleri gerçeğini göz ardı edersek bir düğüne katılıyor gibi görünüyorlardı. Boyunları, kulakları, parmakları; elmas ve yeşim taşlarıyla süslenmişti. Khải, tütsünün puslu havasından makyaj ve parfümlerinin kokusunu alabiliyordu.
Onlar sırasının yanından geçerken Khải ayağa kalktı, eskiden Quan’ın olan takım elbisesinin ceketini düzeltti. Bu şeyin içini doldurmak istiyorsa çokça büyümesi gerekiyordu. Ve barfiks. Binlerce barfiks. Bu gece barfiks çekmeye başlayacaktı.
Başını kaldırdığında hanımların hepsinin yanında durakladığını fark etti. Di Mai elini, Khai’nin yanaklarına doğru uzattı ama dokunmadan önce durdu.
Ciddi gözlerle yüzünü inceledi. “İkinizin yakın olduğunu sanıyordum. Onun gitmesi umurunda değil mi?”
Kalbi yerinden fırladı ve canını acıtacak kadar hızlı atmaya başladı. Konuşmaya çalıştığında ağzından hiçbir şey çıkmadı. Boğazı şişerek kapanmıştı sanki.
“Tabii ki yakınlardı,” diye kız kardeşini azarladı annesi, sonra da kolundan çekiştirdi. “Gel Mai, gidelim. Bizi bekliyorlar.” Ayakları yere yapışmış hâlde, onların kapı aralığında kayboluşunu izledi. Mantıken yerinde durduğunu biliyordu ama düşüyormuş gibi hissediyordu. Aşağı, aşağı, aşağı.
İkimizin yakın olduğunu sanıyordum.
İlkokul öğretmeni, ailesinin onu bir psikoloğa götürmesi için ısrar ettiğinden beri farklı olduğunu biliyordu. Ancak ailesinin çoğu, onun sadece “biraz garip” olduğunu söyleyerek konulan teşhisi yok saymıştı. Vietnam kırsalında otizm ya da Asperger sendromu gibi şeyler yoktu. Ayrıca başını belaya sokmuyor ve okulda başarılı oluyordu. Bunun ne önemi vardı ki?
İkinizin yakın olduğunu sanıyordum.
Kelimeler kafasında yankılanmaya devam ediyor ve onu istemediği bir farkındalığa götürüyordu: O farklıydı, ever ama kötü bir şekilde.
İkinizin yakın olduğunu sanıyordum.
Andy, onun sadece en iyi arkadaşı değildi. Onun tek arkadaşıydı. Andy, Khai için olabildiğince yakındı. Eğer Andy için yas tutamıyorsa bu, hiç yas tutamayacağı anlamına geliyordu. Ve eğer yas tutamıyorsa bunun tersi de doğru olmalıydı.
O sevemezdi.
Andy haklıydı. Khai’nin kalbi gerçekten de metaforik bir taştan yapılmıştı. Bu bilgi bir petrol sızıntısındaki petrol gibi üzerine yayıldı. Hoşuna gitmiyordu ama bunu kabul etmekten başka yapacak bir şey de yoktu. Bu, değiştirebileceğiniz bir şey değildi. O, neyse oydu.
İkinizin yakı olduğunu sanıyordum. O… kötüydü.
Ellerini açıp parmaklarını oynattı. Komut verdiğinde bacakları hareket etti. Ciğerleri derin bir nefes çekti. Gördü, duydu, deneyimledi. Ve bu, ona inanılmaz derecede adaletsiz geldi. Bu, onun seçeceği bir şey değildi. Eger o tabuta kimin gireceğini seçebilseydi…
Yeniden başlayan ilahiler, cenazenin sonuna yaklaşıldığını işaret ediyordu. Vedalaşan son kişilere katılma zamanı gelmişti. Andy karşılık vermediği sürece bunun bir veda sayılamayacağını kimse anlamamış gibiydi. Khai ise kendi adına hiçbir şey söylemeyecekti.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıEvlilik Provası
- Sayfa Sayısı328
- YazarHelen Hoang
- ISBN9786254144523
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEpsilon / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Direnişin Melankolisi ~ Laszlo Krasznahorkai
Direnişin Melankolisi
Laszlo Krasznahorkai
Yaşayan en önemli Macar yazarlardan Krasznahorkai, yapıtlarındaki biçem özelliğiyle öne çıkıyor. Yazarın “kıyamet güldürüsü” diye nitelendirilen Direnişin Melankolisi adlı yapıtı, bir taşra kasabasına gelen...
- Aşk Seni Bulursa ~ Rachel Gibson
Aşk Seni Bulursa
Rachel Gibson
Uzaklaşmak isteyen güzel bir kadın. Uzakta onu bekleyen yakışıklı bir erkek. Kışkırtıcı bir aşk hikayesi… Sadece ‘gitmek’ istediğiniz bir zaman oldu mu hiç? Yaşadığınız...
- Profesör ve Hizmetçi ~ Yoko Ogawa
Profesör ve Hizmetçi
Yoko Ogawa
Japonya'nın en çok övgü toplayan yazarlarından Yoko Ogawa'dan içleri ısıtan, duygusal bir roman… Zeki bir matematikçi olan Profesör, yıllar önce ciddi bir trafik kazası geçirir. Bu yüzden kısa süreli belleği sadece son seksen dakikayı kaydedebilir. Profesör, ona bakmakla yükümlü genç bir bakıcı ve küçük oğlundan başka hiç kimseyle iletişim kuramamaktadır. Seksen dakikadan öncesini hatırlayamayan Profesör her sabah bakıcısıyla yeniden tanışır ve her seferinde aralarında naif bir ilişki filizlenir.