
“İstediği her şeyi büyük bir tutkuyla istiyordu: Bir lambayı, oynak bir şarkıyla dans etmeyi, beni, bir şeftaliyi, sevişmeyi, lezzetli bir yemeği… Ama tutkuyla istediği her şeyden o tutku kadar güçlü bir aldırmazlıkla vazgeçebileceğini de hissediyordum. Her şeyi isteme hakkına, her şeyden vazgeçme gücüne sahipmiş gibi davranıyordu. Sanırım isteklerindeki doğal sınırsızlık, vazgeçebileceğine olan büyük inancından kaynaklanıyordu. Vazgeçebileceğine olan inancını kaybettiğinde istemekten de vazgeçecekti.”
Ahmet Altan’ın “O benim sevdiğim kadın” dediği Hayat Hanım hapishanede doğdu ve şimdiden edebiyat tarihinin unutulmaz karakterleri arasına girmeye aday.
Avrupalı eleştirmenlerin büyük övgüsünü toplayan, 2021 Femina Yabancı Roman Ödülü ile 2021 Transfuge En İyi Avrupa Romanı Ödülü’nü kazanan Hayat Hanım, sizi bu olağanüstü kadınla tanıştırmakla kalmayacak, her şeyin çürüdüğü bir toplumda hayata tutunmaya çalışan insanların mücadelesine de ortak edecek.
Herkesin lunaparklardaki atış poligonlarında duran kukla hedefler gibi bir vuruşla devrilip kaybolma ihtimaliyle yaşadığı günlerde, aşkın dönüştürücü gücüne yeniden inanacaksınız.
*
I
İnsanların hayatları bir gecede değişiyordu. Her şey öylesine çürümüştü ki hiç kimsenin hayatı kendi geçmişinin köklerine tutunamıyordu. Herkes lunaparklardaki kukla hedefler gibi bir vuruşla devrilip kaybolma ihtimaliyle yaşıyordu.
Benim hayatım da bir gecede değişti. Aslında değişen babamın hayatıyla. Tam anlayamadığım bazı gelişmeler sonucunda büyük bir ülkenin “domates ithalatını durdurduk” diye bir açıklama yapmasıyla on binlerce dönüm arazi kıpkızı bir çöplüğe dönüşmüştü. İşini sevmeyen insanlarda arada bir görülen bir gözü karalıkla bütün servetini tek bir ürüne yatıran babam sadece üç kelimeyle devrilip iflas etti. Her şeyimiz gitti. Sıkıntılı bir gecenin sabahında babam beyin kanaması geçirdi.
Öyle beklenmedik bir şiddetle düşmüştük ki babamın ölümünün yasını bile tutmaya vakit bulamamıştık, büyük bir baş dönmesi yaşıyor gibiydik, her şeyi görüyor ama babamın ölümü dahil hiçbir şeyi tam algılayamıyorduk. Asla değişmeyeceğini sandığımız bir hayat dehşet verici bir kolaylıkla parçalanmıştı. Tanmadığımız bir boşluğun içinde düşüyorduk ama nereye doğru düştüğümü bilmiyordum. Onu daha sonra öğrenecektim.
Babamın “eğlensin” diye anneme aldığı dört dönümlük çiçek serasıyla, annemin bankadaki bir miktar parası kalmıştı elimizde. Annem “ne yapar eder seni okuturum ama eski lüksü unut” dedi. Aslında, geniş bahçeler içine yayılmış o ışıklı üniversitede edebiyat okuman da bir lükstü artık ama annem okulu bırakmam konusunu tartışmayı bile reddetti.
Zavallı babam ziraat mühendisi olmamı istemişti ama ben edebiyat okumakta ısrar etmiştim. Bu kararımda, romanlardan oluşan bir kalenin içindeki maceralı yalnızlığa düşkünlüğüm kadar, hiçbir tercihin güvenli geleceğimi etkilemeyeceğine olan inancımın da payı vardı sanırım.
Babamın cenazesinden bir hafta sonra gece otobüsüyle üniversiteyi okuduğum şehre döndüm. Ertesi sabah burs için okula başvurdum. İyi bir öğrenciydim. Okul bana burs vermeyi kabul etti.
Bir arkadaşımla paylaştığım üç odalı, geniş salonlu evin kirasını ödemem artık mümkün değildi. Arada bir okul arkadaşlarımla gittiğim meyhaneler sokağındaki eski binalardan birinde kiralık bir oda buldum. On dokuzuncu yüzyıldan kalma, ön cephesi mor salkımlarla kaplı, siyah ferforjeden süslü korkulukları olan küçük balkonları bulunan altı katlı bir binaydı. Tel bir kafesin içinde duran ahşap bir asansörü vardı ama çalışmıyordu. Büyük bir ihtimalle bina bir han olarak inşa edilmişti, şimdi oda oda kiraya veriliyordu.
Birkaç parça giyim eşyasını ayırdıktan sonra bütün elbiselerini, kitaplarını, telefonunu, bilgisayarını, başıma gelenlerden intikam alır gibi anlamsız bir hırsla çok ucuz fiyatlara eskicilere satıp odaya yerleştim.
Odada pirinç başlıklı bir yatak, yatağın başucunda eski usul ahşap bir komodin, balkon kapısının yanında tam ortasından çatlamış minicik yuvarlak bir masa, bir iskemle, kapının yanındaki duvara asılmış bir ayna bulunuyordu. Bir de dolap büyüklüğünde bir tuvaletle duş. Mutfağı yoktu. İkinci kattaki geniş bir salon ortak mutfak olarak kullanılıyordu. Tam ortada kaba tahtadan uzun bir masa ve iki yanında aynı tahtadan sıralar duruyordu. En aşağı elli yıllık Frigidaire marka kocaman bir buzdolabı hırıldayarak, arada bir sarsılarak çalışıyordu. Kenarda beyaz fayans döşeli bir tezgah, üstlerindeki porselen kaplamalarda “chaud” ve “froid” yazan eski bronz musluklarıyla bir lavabo, esrarengiz biçimde her zaman kaynayan ve içinde çay bulunan bir semaver, bir de televizyon ortak mutfağın ortak eşyalarıydı.
Odanın küçük balkonu çok güzeldi. Balkona çıkardığım sandalyeye oturup arnavut kaldırımı döşeli sokağı seyrediyordum. Akşam saat yediden sonra sokak kalabalıklaşmaya başlıyordu. Saat dokuzda artık sokağın taşlarını göremiyordunuz, birlikte nefes alıp veren, birlikte kabaran genişleyen rengarenk bir kalabalık sokağı kaplıyordu. Anason, tütün, kızarmış balık kokulu bir bulut yükseliyordu sokaktan. Kahkahalar, ıslıklar, neşeli bağrışlar duyuluyordu. Sanki bu sokağa girdiğiniz anda, dışarda olup biten her şey unutuluyor, herkesi geçici bir mutluluk kaplıyordu. Artık parçası olmadığım o eğlenceyi uzaktan izliyordum.
Kiracılar yemeklerini mutfakta pişiriyorlardı. Malzemelerinin üstlerine adlarını yazıp buzdolabına koyuyorlardı. Kimse kimsenin malzemesine dokunmuyordu. Yoksul öğrencilerin, travestilerin, ünlü markaların sahtelerini yapıp satan Afrikalıların, gündelik işler peşinde koşan taşralı gençlerin, bar fedailerinin, civar lokantalarda çalışan komilerin yaşadığı bu binada anlaşılmaz bir düzen ve huzur vardı. Ortada bir yönetici gözükmüyordu ama binada herkes kendini güvende hissediyordu. Bu binada yaşayanların bir kısmının dışarda karanlık işlere bulaştıklarını herkes seziyordu ama o karanlık bu binanın içine sızmıyordu.
Ben yemek pişirmesini bilmiyordum. Yemekle uğraşmaya da üşeniyordum. Genellikle köşedeki bakkaldan yarım ekmekle peynir alıp yiyordum. Diğer yeni yoksullar gibi başıma geleni abartılı bir biçimde, gülünç bir acemilikle yaşıyordum.
Mutfağa “yemeğimin” yanında çay içebilmek için uğruyordum. Bir de her zaman kolsuz siyah bir atletle dolaşan, pazuları dövmeli bir bar fedaisinin hiç duyulmamış yemekler pişirip, onları o sırada mutfakta kim varsa ona yedirdiğini keşfetmiştim. Ananaslı bonfile, zencefilli lüfer gibi tuhaf yemekler pişiriyordu.
Binanın güvenliği kadar anlaşılmaz bir de istihbarat ağı bulunuyordu, herkes birbiri hakkında bilgi sahibiydi. Benim odamın yanındaki odada kalan Gülümser isimli travestinin evli bir aşçıya aşık olduğunu, iki oda ötedeki gence herkesin “Şair” dediğini, takma adı Mogambo olan iriyarı zencinin gündüzleri çanta satıp geceleri jigololuk yaptığını, taşralı çocuklardan birinin amcasının oğlunu vurduğunu nasıl öğrendiğimi bilmeden öğrenmiştim. Sanki mutfağın duvarları fısıldayarak bilgileri yayıyordu.
Herkesle selamlaşıp bir iki kelime konuşuyor ama kimseyle arkadaşlık etmiyordum. Konuşmaktan hoşlandığım tek kişi Tevhideydi. Beş yaşındaydı, handaki tek çocuktu. Acemice kesilmiş kısa saçları, her şeye merakla bakan koyu yeşil kocaman gözleri vardı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıHayat Hanım
- Sayfa Sayısı220
- YazarAhmet Altan
- ISBN9786051856872
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviEverest Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Teori ~ Aydın Hanif
Teori
Aydın Hanif
Sen aslında olduğunu sandığın kişi değilsin. Ne yaşadığın çocukluk ne hatıraların, biriktirdiğin pullar ne de okuduğun okul… Hiçbiri gerçekte yoktu. Ne işin ne araban...
- İstanbul’da Bir Yabancı ~ Halide Edib Adıvar
İstanbul’da Bir Yabancı
Halide Edib Adıvar
Sadullah Bey de kendi hayatını baştan başa gözden geçirmek için geri çekildi, dam bahçesinin arka tarafından Boğaz’a hâkim olan yere gitti. Kararan suların üstünde...
- Avuntular ~ Ömer Arslan
Avuntular
Ömer Arslan
Çıplak ayaklarıma, parmaklarıma baktım. Devcileyin bir ıstakoza dönüşeceksem tam zamanıydı. Bu kez, çirkinliği görünüşünde değil, salt doğasının bir parçası olarak eylemlerinde taşıyan bir ıstakoz....