(…) Gördüğü karabasanın gerçek olduğunu dehşetle kavradı. Bacaklarının arasından gelen korkunç acıyla çığlık atmak istedi ama ağzını sıkıca kapayan bant buna izin vermedi. Acı delirtecek kadar yoğundu ve gitgide artıyordu. Elleri, bacakları antika pirinç karyolasına bağlıydı. Bacaklarının arasından canının ve tüm kanının boşaldığını sezdi ama başına neyin geldiğini anlayamıyor, hâlâ aynı karabasanı görmekte olduğunu sanıyordu. (…) Çaresizlikle ölümü kabullendi. “Bir an evvel Allahım…” dedi, “bir an evvel.”
Komiser Berkun İstanbullu ünlü bir gazetecinin hunharca öldürülmesinin basit bir cinayet değil, bunun daha büyük bir senaryonun parçası olduğuna inanarak araştırmalarına başlar.
Berkun İstanbullu Polisiyeleri dizisinin ikinci kitabı İnci Küpeli Kadınlar tabii ki Oğlak Yayınları’nın Maceraperest Kitaplar’ı arasında…
*
Altay Köken gördüğü karabasanın gerçek olduğunu dehşetle kavradı. Bacaklarının arasından gelen korkunç acıyla çığlık atmak istedi ama ağzını sıkıca kapayan bant buna izin vermedi. Acı delirtecek kadar yoğundu ve gitgide artıyordu. Elleri, bacakları antika pirinç karyolasına bağlıydı.
Bacaklarının arasından canının ve tüm kanının boşaldığını sezdi ama başına neyin geldiğini anlayamıyor, hâlâ aynı karabasanı görmekte olduğunu sanıyordu. Testislerinin altına saplanan bıçak etlerini parçalayarak hunharca yukarıya doğru yol alırken, panikle uyanık olduğunu anladı. Korku duygusu parçalanan, kesilen etlerinin acısını bastırmıyordu, aksine onunla birleşip güçleniyordu. Birden gözündeki bant açıldı. Katili donuk bir gülümsemeyle elindeki kanlı bıçağı ağzını kapayan banda sürdü, sanki parmağını dudaklarına koyup “Sus” der gibi. Altay Köken ağzının içinde dolaşan bir sesle, “Sen…” diyebildi.
Katil yeniden bıçağı kurbanın bacaklarının arasına soktu, Altay Köken’in gözleri kararmadan önce duyduğu sidik ve bok kokusunun kendi içinden geldiğini anladı. Çaresizlikle ölümü kabullendi. “Bir an evvel Allahım…” dedi, “bir an evvel.”
Berkun usulca yanında oturan halası Şaheser’e baktı. Yanağındaki bir kırışıktan akan gözyaşının mutluluktan olduğunu biliyordu. Atatürk Kültür Merkezi’nde Hüseyin Sermet’ten Franz Liszt’in piyano sonatlarını dinliyorlardı. Kadın çenesini hafifçe kaldırmış, şarkı söyler gibi dudaklarını kıpırdatıyordu. Berkun mendilini verip halasının konsantrasyonunu bozmak istemedi. Ama Şaheser tamamen dünyadan kopmamıştı. Başını milim oynatmadan sevgili yeğeninin elini arayıp buldu, avucunda sıktı.
Devrim, başına birçok kez iş açtığı kankası ve ev arkadaşı Özgür’ün kırmızı Vespa’sının üzerinde tek ayağı yerde, elinde telefonla konuşuyordu. Vespa’nın farını kapatmış ama stop etmemişti. Müşterisi Canan Hanım’a raporunu sözlü olarak sunuyordu.
“Şu an Karaköy’deki İnşaat Mühendisleri Odası’nda. İçeri girip bir göz atacağım” dedi.
Kadın ezberlediği bir şeyi düşünüyormuş gibi geçen kısa bir sürenin ardından, “Hayır!” dedi. “Hayır, yanına yaklaşmanızı istemiyorum.”
Devrim sıkıntıyla yüzünü buruşturdu.
“Sadece nereye gideceğini merak ediyorum. Uzaktan takip etmeniz benim için yeterli” diye devam etti Canan.
“Peki!” diyerek telefonunu kapattı Devrim. Motorun benzin göstergesine baktı, hâlâ ful görünüyordu. Kaskının siperliğini indirdi.
BİR
Berkun, Teşvikiye Camisi’nin avlusundaki kalabalıktan, itilip kakılmaktan, hüzünlü bir sesle, “Pardon” diyerek geçenlerden bezmişti. İşi olan olmayan herkes burada toplanmıştı. Mümkün olduğunca tabuta yaklaşmış, gelen giden herkesi fotografik belleğine kaydediyordu. Ama caminin avlusundan Rumeli Caddesi’ne taşan insan güruhundan birçok renksiz suratı unutacağını da biliyordu. Neyse ki Büro’dan meslektaşlarının tüm kalabalığı dikkatle kayda aldıklarından emindi. Sorun, montajlanıp temizlenmiş filmlerin kendisine ne zaman geleceğiydi. Son iki-üç yıldır bitip tükenmeyen bir bürokrasi Emniyet’in başına çöreklenmiş, işlerini ağırlaştırmıştı. Yan odadan bir dosyanın gelmesi günleri buluyordu.
Tam yüzünü sıkıntıyla buruşturduğu sırada otuzlu yaşlarına yeni girmiş, çok güzel bir kadın tabutun başına gelip durdu, elini okşar gibi sevgiyle tabuta sürdü. O anda gazetecilerin fotoğraf makineleri art arda çalıştı. Kadının gazeteci Altay Köken’in son eşi Eyşan olduğunu biliyordu. Berkun, Altay Köken dosyasını detaylı olarak incelediğinden Eyşan ve gazeteci Altay Köken’in üç yıl önce boşandıklarını, kadının babadan kalma ilaç şirketinin CEO’su olduğunu öğrenmişti.
Eyşan başını tabuttan kalabalığa çevirdi ve yüzlerce insanın arasından Berkun’u seçip gözlerini ona dikti. Simsiyah Dior’larının arkasından göz göze geldiler. Berkun nefesini tutup heyecanla bekledi. Eyşan başını yumuşakça çevirip olduğu yerde dönerek, gazetecilerden uzağa, avlunun uzak bir köşesine yöneldi. Semra, Berkun’un çaktırmamaya çalışmasına rağmen kadından etkilendiğini anlamıştı. Berkun’un damarına basmak için kadının bedenini saran elbiseye laf etti.
“Cenazeye gri elbiseyle gelmiş.” Berkun dişlerinin arasından, “Antrasit” dedi. Semra bir şeyler söylemek istediyse de birden ortalık karıştı, “Bakan geldi… Yol açın lütfen…” nidalarıyla korumalar kibarca ama kararlı bir şekilde yol açıyorlardı. Berkun, telefonuyla fotoğraf çekmekte olan Semra’ya, “Yürü” dedi. Ercan ise cenaze namazına katılacağı için yerinden kıpırdamadı.
İkili, cenaze programının nasıl gerçekleşeceğini bildikleri için sabahtan gelip plan yapmışlardı. Berkun cenaze törenlerinden pek anlamaz, elinden geldiğince de cenazelere gitmemeye çalışırdı.
Semra ile programı hazırlarken yardımcısı Ercan’dan prosedür hakkında bilgi almak istemiş, Komiserin tam tersine bu konularda deneyimli olan Ercan gülerek, “Ona prosedür denmez, kaideler vardır” demişti.
Bakan’ın geleceğini biliyorlardı, Altay Köken’in eski karılarının duracağı yeri bile tahmin etmişlerdi. Şimdi Berkun’un göz ucuyla takip ettiği Eyşan’ın gözlükleriyle aynı marka stilettolarının peşinden kalabalığı yararak yürürlerken, kadının başka bir yere yöneldiğini fark etti.
Ilık bir ekim akşamüzeriydi ama güneş oldukça parlaktı. Altay Köken’in diğer dört eski eşi cenaze namazı kılınacak alanın hemen sonunda bir şemsiyenin altına sığınmışlardı. Aralarındaki en yaşlı Adile’ye bir sandalye bulunmuştu, diğerleriyse ayakta dikiliyordu. Adile’nin kızı Nalan da annesinin sandalyesine yaslanmış, elindeki telefona sürekli bir şeyler yazıyordu. Derya gruptan ayrılıp Eyşan’ın yanına gitti. Eyşan, Altay Köken’in kendisinden önceki eşi Derya’yı görünce sevgiyle gülümsedi.
Kısa bir selamlaşmanın ardından, Derya, “Gelsene, seni hem merak ediyorlar hem de tanışmak istiyorlar” dedi.
Eyşan isteksizce gruba göz atınca Adile’nin ve kızı Nalan’ın kendisine düşmanca gözlerle baktığını fark etti. İçinden, “Kokonayla küçük orospu da beni merak etmiş, tanışalım bakalım” diyerek omuzlarını dikleştirdi, küçük gruba doğru yürüdü.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Polisiye Roman (Yerli)
- Kitap Adıİnci Küpeli Kadınlar - Bir Berkun İstanbullu Polisiyesi
- Sayfa Sayısı216
- YazarArmağan Tunaboylu
- ISBN9786259849232
- Boyutlar, Kapak11x18 cm, Karton Kapak
- YayıneviOğlak Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ölümüne Sev Beni ~ Allison Brennan
Ölümüne Sev Beni
Allison Brennan
Altı yıl önce Lucy Kincaid, bir manyak tarafından saldırıya uğramış ve ölmekten kıl payı kurtulmuştur. O hayatta kalmayı başarmış ama saldırganı başaramamıştır. Şimdi Lucy’nin...
- Uzayda Bir Mahalle ~ Toprak Işık
Uzayda Bir Mahalle
Toprak Işık
Uzaylıların İnegöl’deki bir mahallede ne işi olabilir? Bilimi edebiyatla buluşturan kitaplarıyla yüz binlerce çocuğa ulaşan Toprak Işık, Uzayda Bir Mahalle ile bu kez fiziğe yöneliyor, okurları bilimin...
- Dalgalar ~ Demir Özlü
Dalgalar
Demir Özlü
21. yüzyılın ilk büyük afeti olan 2004 Hint Okyanusu depremi ve tsunamisinin ardından yazılmış bir roman “Dalgalar”. Annesini kaybetmiş bir adamın Tayland’a ailesiyle yaptığı...