Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kız Kardeşler
Kız Kardeşler

Kız Kardeşler

Lily Tuck

Kız Kardeşler merceğini sadakat, takıntı, kıskançlık gibi ikircikli meselelere doğrultan kışkırtıcı, ayrıksı bir roman. Dışarıdan alışılageldik gibi görünen, hatta “Ne var canım bunda” dedirten…

Kız Kardeşler merceğini sadakat, takıntı, kıskançlık gibi ikircikli meselelere doğrultan kışkırtıcı, ayrıksı bir roman. Dışarıdan alışılageldik gibi görünen, hatta “Ne var canım bunda” dedirten olaylar bir evliliği ne kadar etkileyebilir? Bir kadının, kocasının eski eşinin izini sürmeye başladığı o tuhaf anla başlayan olaylar karmaşık bir ilişkinin geçmişine uzanıyor. Tek bir ilişki ikiye, üçe, dörde katlanıyor, büyüdükçe büyüyor ve sonunda kaçınılmaz sona, şiddetli bir patlamaya ulaşıyor. Lily Tuck, sarsıcı darbeleri ardı ardına savurduğu bu çarpıcı romanında gündelik hayatın sıradan anlarını mucizevi bir şekilde aktarmadaki maharetini sergiliyor.

“Kız Kardeşler minimalist bir başyapıt… Lily Tuck küçük bir çantada dünyanın yükünü taşıyabilen bir yazar…”
Eugenia Williamson, Boston Globe

“Yazarın güzelliği, nefaseti bulmakta gösterdiği yetenek okuyuculara Marguerite Yourcenar ve Marguerite Duras’yı hatırlatacak.”
Los Angeles Review of Books

O ve ben akraba değiliz – uzaktan bile.

Bir zamanlar, karısı ölen bir adamın –ama o ölmedi–, karısının kız kardeşiyle evlenmesi tuhaf karşılanmazmış. Ölmek üzere olan kardeşinin bakımını üstlenmek için zaten eve gelmeye başlayan kadın, sonra da çocuklara bakmak, yemek yapmak ve diğer ev işlerini halletmek için kalırmış. Orada bulunuşu faydalı ve gerekliymiş. Jane Austen’ın kardeşi Charles Austen mesela, mesela ressam William Holman Hunt ve John Collier; üçü de, İngiltere’de böyle evlilikler Müteveffa Eşin Kız Kardeşiyle Evlilik Kanunu’yla 1907’ye kadar yasak olmasına rağmen, ölen eşlerinin kız kardeşleriyle evlenmişlerdir. Eski Ahit’te geçen, İsrail’in On İki Kabilesi’nin selefi Rahel ve Lea kız kardeşlerle Davut’un evliliği de bu durumun bir örneğidir.

Birbirimize benzemiyoruz. O sarışın, solgun tenli, iri kemikli ve benden daha uzun boylu. Gençlik fotoğraflarını da gördüm ve doğrusunu söylemem gerekirse, hoş biriymiş. Cidden. Şimdi ise bir nevi yıpranmış bir güzelliği var. En hoş yanı burnu –Yunan burnu deniyor sanırım–, doğrudan alından başlayan türden, köprüsüz bir burun. Michelangelo’nun Davut’u gibi. Ben esmer ve minyonum.

Wikipedia’ya göre, Michelangelo’nun Davut’u yaklaşık 17 fit, yani 5,16 metre uzunluğunda ve 12.478,12 libre, yani 5.660 kilo ağırlığında.

Gençlik fotoğraflarından birinde, bir Paris sokağında siyah, büyük, eski moda bir bebek arabası sürüyor. Kestane ağaçlarının gölgelediği sokakta, bebek arabasıyla birlikte bir köpeğin tasmasından uzanan kayışı tutuyor. Siyah-beyaz bir teriyer bu ve kayış gerginleşmiş. Köpeğe “Dur,” diye sesleniyor belki, “rahat dur.” Ama köpek aldırış etmiyor. “Köpeklerden pek hoşlanmazdı,” demişti kocam bir kere. “Kedilerden hoşlanırdı. Bense kedilerden nefret ederim,” diye eklemişti. Kocamı, “Köpekleri severim,” diye yanıtlamıştım ben de.

İlk başta, kedilerle dolu bir evde yaşadığını canlandırmıştım kafamda. Orada burada kediler. Kanepede, sandalyelerin üzerinde gerinen, mutfak masasında yatan, pencere pervazında yalanıp temizlenen, yerdeki kaplardan beslenen kediler. Kir pasak. Rodin’in kullanıp attığı metresi, ihmal edilmişlik ve yoksullukla delirtilen zavallı Camille Claudel hakkındaki kitap geldi aklıma. Paris’te, Quai de Bourbon’daki dairesi; yabani kediler için bir yuva.

Olur da ara sıra uyku tutmazsa –ara sıra değil aslında, genellikle uyku tutmaz beni; insomni var bende– kuzuları saymak yerine, evlilikleri boyunca kaç kez seviştiklerini hesaplamaya çalışırım. Elbette yalnızca tahmin yürütüyorum, ama bunun hakkını vermeye çalışayım; diyelim ki ilk iki yıl –ikisi birden gençti, yirmili yaşlardaydılar– hemen hemen her gece seviştiler, yuvarlayıp bin sevişme olduğunu aklımızda tutalım; üçüncü ve dördüncü yıl, haftada yalnızca iki-üç kez sevişmişlerdir belki, bunun için de –o kadar etmez ama– üç yüz sevişme diyelim. Sonraki sekiz-dokuz yıl, onun bu yıllarda iki çocuk doğurduğunu da hesaba katarak, haftada yine ikiüç kez seviştiklerini düşünürsek, bu da yaklaşık sekiz yüz sevişme daha eder ve muhtemelen evliliklerinin sonuna doğru sevişmemişlerdir. Hal böyle olunca, kocamla onun, evlilikleri boyunca, hemen hemen iki bin kez seviştiğini tahmin ediyorum. Ben ve kocam ise –daha yaşlıydık, kocam kırklarındaydı– ilk yılımızda çok seviştik ama sonra, haftada yalnızca bir ya da iki kez, genellikle pazar sabahları seviştik.

Bana onun müzikle ilgilendiği söylenmişti. Aynı zamanda –yine aynı kişi, onu evliliğinden önce çok iyi tanıyan bir okul arkadaşı– konser piyanisti olabileceğinden bahsetmişti bana. Dünyadaki en önemli ve dillere destan piyano icrası bölümlerinden biri olan Curtis Institute of Music’in bulunduğu Philadelphia’da iki yıl yaşamış. Onu çok iyi tanıyan bu kişi, “Onun Eleanor Sokoloff ve Seymour Lipkin’den, bilhassa Seymour Lipkin’den aldığı dersleri bir türlü unutamadığını söylemesi hâlâ aklımda,” demişti. “Hatta Seymour Lipkin’in bir piyanist olarak, bestecinin düşündüğü ve hissettiği şekilde çalması şeklindeki etik sorumluluğa sahip olduğunu ve çalarken başka şeyleri düşünmediğini söylemesini. O, bunu hiç unutmadığını söylemişti. İşe bakın,” dedi bu kişi, “bunu ben de unutmadım.” Fakat evlenince, bu işten vazgeçmiş. Kocam mı zorlamıştı onu? Merak ederdim.

Bir kariyerim var, ama ne piyanistim ne de sanatçı. Kariyerim ekonomik bir özgürlük getiriyor, evden dışarı çıkmamı sağlıyor; yine de ona buna pek para saçan biri değilim. Olur da yarın işi bırakırsam, pek bir şey değişmez. İşim konusunda pek tutkulu sayılmam. Eğer kocam ona piyanoyu bıraktırdıysa ya da daha çekici ve ikna edici biçimde, bunu önerdiyse, bunun için kocama kırgın olup olmadığını düşünmeden edemiyorum. Hatta bu kırgınlığın boşanmalarında payı olup olmadığını… Sanırım boşanmalarının sebebi yalnızca piyanistliği bırakması değil. Bu noktada, müzik söz konusu olduğunda, iyi bir kulağımın olmadığını söylemem gerek.

“O ve ben, Mrs. Sokoloff’tan hocanın Bösendorfer’inde ders aldık,” diye ekledi onu tanıyan okul arkadaşı. “Neyinde, neyinde?” “Bösendorfer’in seksen sekiz yerine doksan yedi tuşu vardır. Fazladan dokuz tuş, piyanonun bas tarafındadır. Mrs. Sokoloff’un piyanosunda bu tuşlar, piyanonun geleneksel la ucu ile sol el kısmının arasına yerleştirilmiş bir açılır kapanır paneldedir; böylece onlara kazara basılmaz. Günümüzde, gizli bir panel yapmak yerine, bu fazladan tuşlar standart seksen sekiz tuşla karışmasın diye siyah yapılır.”

Çocuklarına –bir oğlan ve bir kız– gelince, artık iyi geçiniyoruz. Ama babalarıyla evlendiğimde, ilk başlarda, endişelenmiştim. Gergindim. O zaman on üç yaşında olan oğlan beni umursamıyor gibiydi. Ondan biraz daha büyük olan kız düşmanca davranıyordu. Benim çocuğum yoktu, onları memnun etmek için çok çabaladım. Benden hoşlanmalarını –beni sevmelerini– istedim ve şimdi geçmişe baktığımda vermemem gerektiğini anladığım özgürlükler verdim onlara. Yataklarını toplamadıklarında hiçbir şey demedim mesela, veyahut ıslak havlularını banyo zeminine attıklarında. Bulaşıklarını evyeye taşıyıp yıkamam için öylece bıraktıklarında da bir şey demedim. Fakat zaman geçtikçe rahatladım ve daha dürüst davrandım. Söylemek istediklerimi içimde tutmadım.

Oğlan bir ara uyuşturucuya bulaştı. Şimdi düşünüyorum da, ona bir şeyler söylemem gerekirdi. Ama o zaman burnumu sokmak istememiştim.

“Annenin kedisi var mı?” diye sormuştum oğlana bir kere.
Kara gözbebeklerini kocaman açıp kahkaha attı.
“Miyav, miyav.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. İlişki Durumu: Karmaşık ~ Rachel Gibsonİlişki Durumu: Karmaşık

    İlişki Durumu: Karmaşık

    Rachel Gibson

    Delaney yıllar önce terk ettiği Truly’ye üvey babasının cenazesi için geri döner. Fazla kalmak gibi bir niyeti yoktur çünkü bu küçük, dedikoducu kasaba, ona...

  2. Hayaletler ~ César AiraHayaletler

    Hayaletler

    César Aira

    Hayaletlerin saati henüz gelmemişti. Artık günün yirmi dört saati belirecekler miydi? Yoksa bugün yılın son günü olduğundan özel bir durum mu söz konusuydu? Belki...

  3. Soluğun Mucizesi ~ Dimitris SotakisSoluğun Mucizesi

    Soluğun Mucizesi

    Dimitris Sotakis

    “Sotakis, kitlelerin psikolojisini ve insanın doğuştan boyun eğmeye eğilimli yapısını müthiş bir ironiyle ele alıyor.” Eleftherotypia “Bir hikâye anlatıcı olarak Dimitris Sotakis’e şapka çıkarıyoruz....

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur