Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Mahallemdeki İnsanlar
Mahallemdeki İnsanlar

Mahallemdeki İnsanlar

Hiromi Kawakami

Bir hikâyeyi alın ve küçültün. O kadar küçültün ki avucunuza sığsın. Cebinizde taşıyın onu, sofranıza oturtun, uykunuzda bile yanınızda dursun. Kaybetmeyin sakın zira ne…

Bir hikâyeyi alın ve küçültün. O kadar küçültün ki avucunuza sığsın. Cebinizde taşıyın onu, sofranıza oturtun, uykunuzda bile yanınızda dursun. Kaybetmeyin sakın zira ne zaman ihtiyacınız olacağını bilemezsiniz.

Bu küçük öykülerle fazlasıyla tuhaf bir mahalle hayat buluyor. Kalabalık bir ailenin en küçük çocuğuna kim bakacak diye piyango çekiliyor, ihtiyar bir adamın iki gölgesi birbiriyle çekişiyor, bir apartman tüm sakinlerini küçük talihsizliklerle lanetliyor, küçük bir kız dikilecek heykelinin hayallerini kuruyor, amansız bir hastalığa yakalanan insanlar yavaş yavaş güvercine dönüşüyor, yerçekiminin kaybolmasıyla çocuklar havada süzülüyor.

Sıradanı olağanüstüne, olağanüstünü de sıradana dönüştüren Hiromi Kawakami bizi Japonya’nın en sıradışı mahallelerinden birine davet ediyor. Bazen hınzır, bazen hüzünlü ama her daim büyülü bir dünyanın kapısını aralıyor.

Bu mahallede herkesin bir hikâyesi var… ve her biri bir diğerinden daha garip.

“Kawakami’nin kendine özgü zarif, korkusuz ve becerikli anlatımı, en sıradanı bile büyülü ve gizemli hikâyelere dönüştürüyor.” –TIME

“Kawakami’nin yalın üslubunun yarattığı tekinsizliği sonuna kadar hissettiren, büyüleyici, ilgi çekici ve hoş bir kitap.” –KIRKUS

İÇİNDEKİLER
Sır – 1
Tavuk Cehennemi – 5
Nine – 9
Ofis – 13
Beyin – 17
Şarkıcı – 21
Okul Müdürü – 25
Aşk – 29
Baş Belası – 33
Eski Apartman – 37
Haçiro Piyangosu – 41
Sihir – 45
Gölge Dede – 49
Altı Kişilik Daireler – 53
Rakipler – 57
Cin – 61
Gömücüler – 65
Muz – 69
Sineklerin Tanrısı – 73
Beyzbol Maçı – 77
İşkence – 81
Levrek Avı – 85
Güvercin Hastalığı – 89
Spor Günü – 93
Meyve – 97
Beyaz Güvercin – 101
Göz İlacı – 107
Ağırlıksızlık – 111
Tüy – 115
Bebek – 121
Aile Mesleği – 127
Dipsiz Bataklık – 133
Tahrifat – 137
Buzdolabı – 141
Barakalar – 145
İmparatoriçe – 149

SIR

Bir zelkova ağacının dibinde beyaz bir bez seriliydi. Yaklaşıp kaldırdığımda, altında bir çocuk olduğunu gördüm. Çocuk bana sinirli sinirli baktı. “Ne yapıyorsun sen?” diye çıkıştı. Gözleri kısık, kaşları ise kalındı. Kız mıydı, erkek mi, anlayamadım. “Ah, pardon!” dedim özür dileyerek. Ama çocuk bakışlarını benden ayırmadı. “Saklambaç mı oynuyorsun yoksa?” Kafasını hızla iki yana salladı. “Burada yaşıyorum,” dedi. Bez, dört köşesinden katlanarak bir şeyler taşımak için kullanılabilecek kadar büyüktü. Uzun otlar, çocuğun bacaklarına dolanmıştı. Bir adım geri çekildim ve ayrılmaya karar verdim. Arkamı döndüğümde, çocuğun bakışlarının sırtımda gezindiğini hissedebiliyordum. Tüyleri kalın ve yumuşaktı. Ertesi gün, yine aynı bez, zelkova ağacının dibindeydi. Bu kez, almamaya karar verdim, ne var ki tam o anda çocuk fırlayıp önüme dikildi. “Hadi, gidelim!” diye neşeyle şakıdı ve yola koyuldu. Takip etmeyi hiç düşünmedim ama odama geri dönmek için yürümem gereken patikaya doğru gidiyordu, haliyle peşine takıldım ben de. Çocuk doğruca kapıma vardı. “Aç şunu,” dedi. Tonu öylesine buyurgandı ki, hayır diyemedim. Birlikte odaya girdik. Ve oda onun yuvası oldu. Şanslıydım ki pek yemek yemiyordu. Beklenmedik şekilde iyi bir dinleyiciydi de. İşyerindeki başarısızlıklarımı, kararsız sevgilimi anlattığımda büyük bir empatiyle dinliyor, söylediklerimi başıyla onaylayarak eşlik ediyordu. Duş aldıktan sonra her zaman çok heyecanlanıyordu. Odanın içinde çırılçıplak delicesine dans ediyor, küçük penisi yukarı aşağı zıplıyordu. Erkekmiş meğer. Bazen, ortada hiçbir neden yokken aniden kayboluyordu. Bir hafta kadar ortalarda görünmeyince, zelkova ağacına geri gider ve onu yine o beyaz bezin altında uyurken bulurdum. “Niye gittin?” diye sorardım. “Bilmiyorum,” derdi.

Bir süre sonra onun insan çocuğu olmadığından şüphelenmeye başladım. Fakat bu beni pek de ilgilendirmedi. O zamandan bu yana otuz yıl oldu, hâlâ benimle. Bu zaman içinde hiç değişmedi. Hâlâ az yiyor ve hâlâ mükemmel bir dinleyici. Duş sonrası komik dansını hâlâ yapıyor ve bazen yine ortadan kayboluyor. Yıllar içinde, insan olmadığını iyice anladım. Yıllar ona dokunmadı çünkü. İnsanlar zamanla değişir. Ben çok değiştim. Yaşlandım ve huysuzlaştım. Ama ona alıştım, başlarda pek sevmesem de. Bir ev aldım. Bir köpek. Üç de kedi. Ve ölüm korkusu geliştirdim. Köpek öldü, kediler de. Şimdi sadece ben ve o kaldık. Çok geçmeden, o kalacak sadece. “Niye geldin buraya?” diye bir gün ona sordum. Bir an düşündü. “Bu bir sır,” dedi en sonunda.

TAVUK CEHENNEMİ

Tavuklara kötü davrananların gittiği cehennem var, dedi ihtiyar adam. Oraya gönderilirsen, kocaman bir horoz gelir, üstüne ateş püskürür, seni gagalar, pençeleriyle çiğner durur. Hem de ebediyen. Dinledim. İhtiyar adam, bir zamanlar bölgemizin en büyük çiftçi ailesinin bir ferdiydi. Ama artık sadece sözde çiftçilerdi, neredeyse tüm arazilerini satmışlardı ve eskiden tarlaları olan yerlerde şimdi apartmanlar, site blokları yükseliyordu. İhtiyar adam hâlâ bahçesinde keçi ve tavuk beslerdi ancak ailedeki gençlerin tarımla en ufak bir ilgisi kalmamıştı. Hepsi Tokyo’nun merkezine, Şinbaşi, Şinagava gibi iş bölgelerine beyaz yakalı işler için gidip gelirdi. On kadar kümes hayvanı besliyordu. Bazıları şatafatlı ibikleriyle harika horozlardı; bazılarıysa bitap düşmüş, hırpalanmış görünüyordu.

“Güçlüler, zayıf olanları gagalar,” dedi bana. Ben de zayıf olanların gagalanmasını görmek için sabırsızlanıyordum ancak ne kadar dikkatle izlesem de bir türlü o sahneye şahit olamadım. Her bir tavuk kendi başına, diğer tavuklara aldırmaksızın bahçede geziniyordu. İhtiyarın bir gözü yoktu. “Savaşta kaybettim,” derdi. Yerine taktığı cam göz asla hareket etmezdi. Bazen çıkarır, bana gösterirdi. Kirli beyaz renkteydi ve gördüğüm en büyük misketlerden bile büyüktü. “Şuna bak hele!” derdi, sağ avucunu uzatıp gösterirken. Korktuğumu bildiği için yapardı. Bir süre önce büyük bir sanat müzesine gittim ve orada Tavuk Cehennemi adında bir resim* gördüm. Bunca zamandır onun uydurduğunu sanmıştım! On üçüncü yüzyıldan kalma bir Kamakura** parşömeniydi. Ulusal hazine sayılan bir eserdi. Tabloda, pullu göğsüyle dev bir horoz iki kanadını birden açmış şekilde resmedilmişti. İhtiyar adam, bazen kendi tavuklarına eziyet ederdi. Yemlerini kutuya koyduğu an hepsi koşarak gelirdi. Sonra da onları tekmeleyip uzaklaştırırdı. Eğer kara bir günündeyse, tavukları bahçe boyunca kovalar dururdu. Tavukları bol bol yumurtlardı, o da yumurtaları bambu sepetinde biriktirirdi. Ne kadar uzun süre gözümü dikip baksam da bir tane bile alamadım. Bir tavuk yumurtlamayı bıraktığında, ihtiyar adam onu öldürmezdi. “Kıyamam boyunlarını kırmaya,” derdi. Bir seferinde, bir tavuğu bahçeye gömdüğüne tanık olmuştum. “Neden yemiyorsun?” diye sordum. “Ecelleriyle öldülerse yemem,” dedi. Şimdilerde ne yaptığını bilmiyorum. Dördüncü sınıfa geçerken onu ziyaret etmeyi bıraktım, o zamandan beri de yollarımız kesişmedi. Evinin olduğu yerde artık küçük beyaz bir bina var; zemin katında bir antikacı dükkânı ve bir pastane bulunuyor. Pastanenin Mont Blanc pastası enfes!

NİNE

Adını hatırlamıyorum. Ona “Nine” derdim ama geriye dönüp baktığımda, o zamanlar muhtemelen kırklarının ortalarındaydı. İlkokuldan eve dönerken her iki üç günde bir uğrardım yanına. Onunla oynamak, okul arkadaşlarımla oynamaktan çok daha eğlenceliydi. Arkadaşlarım vahşi yaratıklardı. Nine hep yalnızdı. Bana, evine göz kulak olduğunu, o yüzden içeri girmem gerektiğini söylerdi. Büyük bir evdi. Birkaç kez benden küçük bir oğlan çocuğu gördüm ama her seferinde kaçıp evin arkasına saklanırdı, hiç tanışmadım onunla. Nine’nin odasında bir kotatsu, * rengarenk origami kâğıtları, bir deste hanafuda** ve çay malzemeleri olurdu: büyük bir termos, çaydanlık, çay fincanları ve yeşil çay kutusu.

Her zaman kart oynardık. Hanafuda genelde üç kişiyle oynanır, ne var ki biz iki kişi olduğumuzdan elimizdeki kartlar çabucak biter, masadaki kartlarla devam ederdik. Bu yüzden, üç kişiyle oynasak karşılaşmamızın neredeyse imkânsız olacağı bonuslar kazanırdık: dörtlü veya beşli ışık kombinasyonları ya da üç kırmızı ve mavi ay kombinasyonu gibi. Arada sırada, Nine benden para isterdi. “On yen ver, lütfen,” derdi. İlk seferinde yoktu fakat bir dahaki sefere hazırlıklıydım. O sefer beni övdü, fakat sonrasında parayı sanki hak ettiği bir şeymiş gibi aldı, oysa ben her seferinde büyük bir gururla verirdim. Nine’nin korkunç ruh halleri olurdu. Suratını asıp oturur, aynı origami figürünü defalarca katlardı: örneğin, farklı tasarım bir kâğıttan yapılmış aynı derecede gösterişli bir hakama* ve ışıltılı bir kamişimo** tören ceketi giymiş, büyük kafalı bir cüce olan Fukusuke.*** Sonra hepsini bir köşeye fırlatırdı. Cehennem kelimesiyle ilk kez onun odasında tanıştım. “Cehennemin balıkyağı gibi koktuğunu söylemişlerdi,” dedi bir gün. Balıkyağı, öğle arasında okul hemşiresinin odasında veriliyordu, ne var ki sadece anne babaları kayıt yaptıran ve ödemeyi yapan çocuklar alıyordu. Ben de istedim ama annem bunu “para israfı” olarak gördü ve hemen reddetti. Şimizu ve Kanae, hemşirenin odasından döndüklerinde, tadının berbat olduğunu ve almamamın bir şans olduğunu söylediler. “Kötü mü kokuyor?” diye sordum Nine’ye. “Berbat kokuyor,” dedi. O zaman balıkyağı içmek zorunda olmadığım için mutlu oldum. Bir gün saçını değiştirdi. Kakülleri yüzünün üstünde, bir evin saçağı gibi garipçe duruyordu; ense kısmında küçük bir topuz vardı. “Ön tarafa dokunabilir miyim?” diye sordum ama bana ters ters baktı. Bundan kısa bir süre sonra ziyaretlerim kesildi. “Oynayalım,” diye pencerenin dışından seslenirdim fakat o sadece pencereyi azıcık aralayıp burnunu dışarı çıkarır ve soğuk, küçümseyici bir sesle, hayır, derdi. Nine hastaneye yattı. Öleceğini tahmin ettim ancak bir süre sonra taburcu ettiler. Onu tekrar ziyaret etmeye başladım fakat artık üçüncü sınıfa geçmiştim, bu yüzden eskisi kadar sık gitmiyordum. “Hastanede balıkyağı içirdiler mi?” diye sordum ama başını hayır anlamında salladı. “Benim hastalığım o kadar basit değil,” dedi küçümseyen bir tonda. İki kez daha hastaneye yattı ve her iki seferde de taburcu oldu. O andan sonra birdenbire sıradan bir yaşlı kadına dönüştü; bahçesinde vakit geçiriyor, evinin önündeki yolu süpürüyor ve mahalledeki çocukların üzerine titriyordu.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıMahallemdeki İnsanlar
  • Sayfa Sayısı164
  • YazarHiromi Kawakami
  • ISBN9786051983783
  • Boyutlar, Kapak13,5x20,5 , Karton Kapak
  • YayıneviDomingo Yayınevi / 2025

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Nakano Eskici Dükkânı ~ Hiromi KawakamiNakano Eskici Dükkânı

    Nakano Eskici Dükkânı

    Hiromi Kawakami

    Hitomi civardaki bir eskici dükkânında çalışmaya başlayınca kendini sıra dışı bir topluluğun içinde bulur: birkaç eş eskitmiş, muzip ve patavatsız Bay Nakano; onun hiç...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Kardeşim Rüzgar, Kardeşim Deniz ~ Jose Mauro De VasconcelosKardeşim Rüzgar, Kardeşim Deniz

    Kardeşim Rüzgar, Kardeşim Deniz

    Jose Mauro De Vasconcelos

    Şeker Portakalı adlı romanıyla ülkemizde yediden yetmişe herkesin sevgilisi olan Brezilyalı ünlü yazar Jose Mauro de Vasconcelostan bir roman daha sunuyoruz. Romanın başkişisi damarlarında...

  2. Peri Ölüsü ~ Charlaine HarrisPeri Ölüsü

    Peri Ölüsü

    Charlaine Harris

    Tuhaf ve seksi garson kız Sookie Stackhouse’a kapılmamanın yolu yok. Bizi de al Sookie! Bizi de! Louisiana, Bon Temps’da yaşayanlar, vampirlerle ilgili çok az...

  3. Marina Tsvetayeva ya da Alabuga’da Ölmek ~ Vénus Khoury-GhataMarina Tsvetayeva ya da Alabuga’da Ölmek

    Marina Tsvetayeva ya da Alabuga’da Ölmek

    Vénus Khoury-Ghata

    “Sözcükler seni terk etti.” Hayatın ve tarihin hoyratlığı bir şairin asi ve dizginsiz ruhuyla birleşince ortaya çıkan trajedinin izini sürüyor Vénus Khoury-Ghata: Marina Tsvetayeva’nın...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur