“İnançsız biri değildim; inancı kaybolmaya başlayan biriydim. Beni öne sürmüş çocukluğum vardı. Bir kentim yoktu. Kenti olmayan insan ne yazabilirdi ki? Son cümlesinin rüzgârın sesi olduğunu bildiğim kitabımın önceki cümlelerinin ne olduğunu bilmiyordum. Annem haklıydı: Yazamayacaktım. Üzerinden silginin acımasızca geçtiği üç harfli bir kelimeydim: Ben.”
Mahsum Ece, Dağılmalar’da yer alan öykülerinde şimdiki zamanı ve geçmişi birbirinden ayıran çizgiyi yok ediyor, böylece karakterlerinin hafızaları, labirentlerle dolu ve çok renkli bir dünyaya dönüşüyor. Masalsı günleri köy yollarının çamuruna bulananlar, baktıkları her yerde kendilerini görmek isteyen politikacılar, büyükşehirlerde vakitlerini birbirlerinin üstüne yığan modern zaman insanları, dünyanın bir köşesinde unutulmayı hayat sananlar, hayat nedir bilmeyenler…
Mahsum Ece, ilk kitabında özgün bir ses yaratıyor. Dağılmalar, hiç bitmeyen düşlere, hiç bitmeyecek bir ek…
İÇİNDEKİLER
Düğümler………………………………………………………………………………………………………………..9
I. BAĞDAŞIK HİK ÂYE ……………………………………………………………………………………11
II. AYRIŞIK HİK ÂYE……………………………………………………………………………………….. 15
III. ÇAPR AŞIK HİK ÂYE………………………………………………………………………………..23
Karacabey Kroniği …………………………………………………………………………………29
I. BİZ KİME BENZİYORUZ?………………………………………………………………………31
II. DİNLEDİĞİNİZ İÇİN TEŞEKKÜRLER …………………………………………37
III. KER AMET T İN KER AMLI’NIN
KARACABEY’İ ALLAK BULLAK EDEN ÖYKÜSÜ……………………47
Sineğin Okuryazarlığı …………………………………………………………………….. 61
Dağılmalar………………………………………………………………………………………………………….85
I. BOYNU BÜKÜK SEMENDER………………………………………………………………87
II. KERTENKELENİN KUYRUĞU…………………………………………………………91
Ahitler………………………………………………………………………………………………………………………..95
I. ORMANLAR VE KUYULAR ………………………………………………………………..97
II. YOLDA; KİREMİT VE BARUT………………………………………………………… 101
Bir Apartmanın Gayriresmi Portresi ……………………..117
Düğümler
I.
BAĞDAŞIK HİK ÂYE
Kurbağalar ve örümcekler öpüştüler. Ötüştüler ardından. Duydum onları. Dudakları birbirine değerken tükürüklerinin karışmasını. Hayal ettim. O kadarını görmedim. Kapı deliğinden geçemem ya. Sanırım bu hikâye hiçbir şey anlatmayacak. Ne anlatabilirim ki? Kurbağaların ve örümceklerin ötüştüğünü mü? Benden bunu beklemeyin. Öpüştüler diyorum! Hafızam beni yanıltmıyorsa –ki ona güvenemediğim anlar olmuştur– ceviz ağacının altında gömleğimin birkaç düğmesini açmış, sırtımı ağaca yaslamıştım. Yok. Bacak bacak üstüne atmadım. Uzattım sadece ayaklarımı. “Var” kelimesini hiç kullanmıyoruz. Sakıncalı mı? Geri dönelim. Sırtımı ağaca yaslamıştım. Gölgeydi. Sırtımdan akan ter soğuduğunda içimi bir titreme alıyordu. Ne de güzeldi. Sırtım kaşınıyordu. Ağaca dayalı gövdemi sağa sola oynattım. Alnımdaki terin soğumasını beklemedim. Elimin tersiyle kuruttum alnımı. Huzur bu olmalıydı: Gölge yerde yaşamak. İki elimi göğsümde kenetlemedim. Serin toprağa bastırdım avuçlarımı. O da ne? Elime ceviz kabukları battı. Biz de bir şey oldu sandık. Sağa sola çevirdim başımı. Sol tarafımda iki yassı taş. İkisinin de birer tarafı yemyeşil. Birileri burada ceviz kırmış. Kimsenin günahını almayalım. Hayvanlaaar! Ne hakla? Cevizlerim. Ham. İnce, beyaz kabuğunu soyup yediniz değil mi? Delireceğim. Cevizlerim. Hırsızları bulmalıyız. Öldürelim gitsin. Bir bulabilsek. Öyle yapacağım zaten. Ne kadar tuhaf. Asırlardır aynı kelimeler. Neler neler anlattılar. Anlatmışlar. Sense hiçbir şey anlatmıyorsun. Üzüyorsun beni. Kurbağalar ve örümcekler öpüştüler diyorum. Siz beni dinliyor musunuz? Görevimiz o. Banarhev’de elektrikler kesildi. Zaten arada şöyle bir uğrardı. Soba borusuna takılmış askılıktaki çamaşırlar kurudu. Ütülenip, duvara çakılmış çivilere tutuşturuldu. Dünyada en iyi mendil katlayan kişi ablamdır. Mendili katladı, önlüğün cebine yerleştirdi. Annem, bizi odanın ortasına koyduğu leğene oturtmuştu. İçi sıcak su dolu kovadaki tasla aldığı suyu başımızdan aşağı döküp tası tekrar kovaya bırakıyordu. Tas, su üzerinde, dalgalı denizdeki bir kayık gibi sallanarak suya tekrar daldırılmayı bekliyordu. Suyun kaldırma kuvvetini ta o zamandan biliyor olmalısınız. Annem, sabun mu taş mı olduğunu anlayamadığımız cisimle bizi tırmalayalı saatler olmuştu. Tırnaklarımız da kesilmişti. Ama leğen, odanın ortasından kaldırılmamıştı. Sobanın üstündeki güğümde de su fokur fokur kaynıyordu. Bu Tanrı sürekli böyle yapardı. Bekletirdi annemi. Hep gece yarısına bırakırdı. Biz mumları yaktık. Karanlığın bir köşesine oturduk. O, diğer üç köşeden birine geçerdi. Beklerdi. Yanımda oturulmasın diye ben de bir köşede oturuyorum. Herkes öyle yapıyor. Tanrım, beni niye seçiyorsun? Kendi kendine yakarma! Leğenin yanında duran elbise yığını, kirliler mi? Annem mumu elimizden aldı. Köşelere tek tek baktı. O zaman biz ışıksız kaldık. Ama gözbebeklerimiz vardı. Büyürdü onlar da. Annemi seyrettik. Mum ışığı sayesinde duvarda oluşan Tanrı’dan büyük gölgesini de… Sonunda onu bir köşede uyuyakalmış buldu. İki eliyle kulaklarına yapışıp, sürükleye sürükleye odanın ortasına getirdi. Üstündekileri çıkarmadan leğenin içine attı. Temiz suyla buluşan elbiseleri öyle kötü koktu ki. Tanrı bu kadar kirli olmak zorunda mı? Ne alıp veremediğin var benle? Su soğumuş. Üşüyeceğim. O kadınla yatma demedim mi sana? Yapacak bir şey yok. Üçer defa el, ağız, burun. Şu beni izleyen Kedi Yavrusu olmasa. Üç baş aşağı: Günahlarım geliyor aklıma. Kedi Yavrusu… Üç sağ omuz: Kadınların En Kadını. Öperken kanımı çekmiş. İz. İzi. Üç sol omuz: Kendimi kutsuyorum. Kedi Yavrusu şövalye ilan edecek beni. Yaşanılır şeyler sıralanmamış. Kadınların En Kadını, bir bebeği kundaklarmışçasına büyük bir havluyla sarıp sarmalıyor beni. Eğilip Kedi Yavrusu’nu alıyor. İçeriye götürüyor. Üstümü giyiniyorum. Kadınların En Kadını’yla yatağa uzanacağım. Uyusak da nefes alıp vereceğiz. “Yaşamak” diyorlar ona. Haklısın. Yaşamak: Bizim Şeytan’a olan borcumuz. “Beni karıştırmayın! Beni karıştırmayın!” (2014)
II.
AYRIŞIK HİK ÂYE
Gecenin bir yarısı kapımı çalıp odanın ortasına çilingir sofrası kurduran ve kendisini “Şeytan” olarak tanıtan bu ufaklığın kim olduğunu bilmiyorum. Kulaklarım, ellerini ardı ardına tahta masaya vurduğunda masadan çıkan tok sesteydi. Kâh hıçkıra hıçkıra ağlayan, kâh gözlerinden yaşlar akana kadar gülen –bu yüzden gözyaşlarının duygu niteliğini kavramakta zorlandığım– davetsiz misafirimi nasıl yatıştıracağımı bilemiyorum. Sakinleşmesi için anlattığı her şeyde, ona hak verici sözler söylemekten başka çarem yok. Beni karıştırmayın demedim mi size? Dilleri tutulasıcalar. Yanlış yapmışlar ağabey sana. Çocuğum yaşındaki bu Yerden Bitme’nin kendine ağabey dedirtmesi de ayrı bir dokunuyor. Katlana… Şunu tazele Haydar. Babamların yıllar öncesinden yapıp bidonlara doldurduğu, ağzıma sürmediğim, kilerin bir köşesinde unutulmaya yüz tutmuş boğma rakının kokusunu içeri girer girmez aldı. Rakısına su bile katmıyor. Sakilik yapmam da cabası. Ağabey bu kadar çok içme.
Votkanın yerini tutmuyor. Ben içmeyeyim de kimler içsin Haydar?
Ne yanlış yaptılar ağabey sana?
Bu
Kel
Ne
Zannediyor
Kendini?
Kim ağabey bu Kel?
Ağzım da ağabey lafına iyice alıştı.
…
Cevap vermiyor. Birkaç dakikadır kendine geldiğini düşündüğüm Yerden Bitme’nin yeniden ağlaması tutuyor. Geldiğinden beri ağza alınmadık küfürleri etmekten çekinmediği Kel’e saydırmaya devam ediyor.
Esniyorum. Uykusuzluktan gözlerim yanıyor. Göz ucuyla
köşede, serilmeyi bekleyen döşeğime bakıyorum.
Ağabey, anlatmazsan yardımcı olamam ki. Haydi anlat
kardeşine.
Onu bir elime geçirirsem…
Kimi?
Kimi olacak, Tanrı’yı.
İşler iyice karışıyor. Biraz tadını merak duygusuyla biraz
da Yerden Bitme’nin zorlamasıyla içtiğim rakı galiba benim
de kafamı güzel yapıyor. Gevşemiş hissediyorum. Don lastiği gibi çekilmiş ayaklarım gözlerimin önünde olsa da kapıdan dışarıya kadar uzamıştı.
Ağabey, sen olayı en başından anlat kardeşine.
Ağlarken küçücük göğsü inip kalkıyor.
Bu kılıkta Cennet’in etrafını çevirmeye yolladı beni.
Kim ağabey?
Tanrı.
Neden?
Ölümsüzlüğünü çaldım diye. Neler yapmadı ki onu geri almak için. Düşünebiliyor musun Haydar? Tekrar yazabilirdim. Her şeyi. Baştan. Kaderinizi. Bana tuzak kurdu. Anlaşmaya zorladı. Paylaşma sözü karşılığında geri verdim. Yalnız birkaç günlük bir iş olduğunu söyledi. İşi bitirip döndüğümde payımı geri verecekti. Gidiş o gidiş. Ne kadar da kulağa normal geliyor. Kesin rakının etkisi. Sonra ağabey? Yol üzerinde hiç su birikintisine rastlamadım ki beni ne kılığa soktuğunu göreyim. Pos bıyıklı, tepesinde saç kalmamış, yalnız ensesinde ve kulaklarının etrafında ince bir hat olan biri dikildi karşıma. Yapılacak işten habersizdim. Yerdeki dikenli tellerle Kel’in “Cennet” dediği, içinde sayısız kavağın olduğu yerin etrafını çevirmeye başladık. Kel, yerden bir kazık alıp tutuyor, oldukça ağır ve kaldırması zor taşla, kazığı toprağa çakmak, sonra da teli kazığa bağlamak bana düşüyordu. İşimiz kaç gün sürdü hatırlamıyorum. Kel ya kavakların gölgesinde uzanıp, göğe bakarak sigarasını tüttürüyor ya da horul horul uyuyordu. Benimle konuşmuyordu. Acıkmıştım. Ona söylemeye çekiniyordum. Kavakların dışa ittiği bir ceviz ağacı vardı. Açlığımı bastırsın diye ağacın dibindeki iki yassı taşla cevizleri kırıp, içlerinin kabuğunu soyup yiyordum. Cennet’i çevirme işi bitti. Her tarafı dikenli tellerle çevriliydi. Geri döneceğim için keyfim yerine gelmişti. Bir sorun vardı. Kapı yapmayı unutmuştuk. Haberciler gelip Kel’i uyardılar. Kapı yapılırsa evine dönebileceğini söylediler. “Ya ben?” demeye kalmadan gözden kayboldular. Günlerdir kazıkları tutmaktan ve kavak diplerinde yatıp sigara içmekten başka bir iş yapmayan Kel, kapının yapımına elimi sürdürmedi. Yarım yamalak bir kapı yapıp işin içinden sıyrıldı. Sol elimden sıkıca tuttu. Yanında istemeye istemeye yürüyordum. Nereye gidiyorduk? Ben bilemem ağabey.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Hikaye
- Kitap AdıDağılmalar
- Sayfa Sayısı130
- YazarMahsum Ece
- ISBN9789750530210
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yağmur Yağmalı ~ Michel Faber
Yağmur Yağmalı
Michel Faber
Michel Faber, okurunun üstüne hem karabulutlar düşüren hem de yumuşak bir fiskeyle onları savuşturabilen, şaşırtıcı bir yazar. Daha önce yayınlanan romanlarıyla kendi sadık okur...
- Alim Efe (Bir Yiğidin Gerçek Hayat Hikayesi) ~ Ayfer Aytaç
Alim Efe (Bir Yiğidin Gerçek Hayat Hikayesi)
Ayfer Aytaç
Bir insan ölürken başka herkesin yaşıyor olması, hayatın devam ettiğinin bilinmesi, sıcak nefesin soğuk sona teslim edilmesi, ruhun teslimiyeti anında hiç hoşa giden bir...
- Köhne ~ Ethem Baran
Köhne
Ethem Baran
“İnsanlık böyle belli olur kardeşim. İnsanlık küçük şeylerin altına saklanır. Sen başka yerde ararsın. Gözünün önündedir, görmezsin. Bakmasını bilmezsen görmezsin tabii. İnsanlığı nerede arayacağını...