Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Opriçnik’in Bir Günü
Opriçnik’in Bir Günü

Opriçnik’in Bir Günü

Eyüp Karakuş, Vladimir Sorokin

Moskova 2028: Yakın gelecekte kurulan Yeni Rusya’daki çarlık düzeninin en güvenilir mensuplarından, rütbeli Opriçnik Komyaga sefahat, sarhoşluk, şiddet ve terörle dolu yeni bir güne hazırlanıyor.

Moskova 2028: Yakın gelecekte kurulan Yeni Rusya’daki çarlık düzeninin en güvenilir mensuplarından, rütbeli Opriçnik Komyaga sefahat, sarhoşluk, şiddet ve terörle dolu yeni bir güne hazırlanıyor. Bu Yeni Rusya’da fütüristik teknoloji, Korkunç İvan’ın acımasız dünyasıyla birleşerek gerçeğe tüyler ürpertici derecede benzeyen bir distopya yaratıyor. 24 saatlik zaman diliminde geçen roman, korktuğu ve taptığı Efendileri adına yağmalayan, işkence yapan, tecavüz eden Komyaga aracılığıyla, Yeni Rusya’nın modern, baskıcı ve bir o kadar da dehşet verici yüzünü ortaya koyuyor.

Üzerinde düşünülemeyecek kadar rahatsız edici ve görmezden gelinemeyecek kadar gerçeğe yakın bir gelecek tahayyülüyle Opriçnik’in Bir Günü, sert bir eleştiri.

Malyuta lakaplı
Grigori Lukyanoviç
Skuratov-Belski’ye

ÖNSÖZ

Siyah atlara, yalnızca siyah atlara binebilirler, beyaz olanlarsa ancak rüyalarını süsler… Siyah cüppeler giyerler. Bir köpek kafası ve bir süpürge alırlar yanlarına göreve çıkarken. Köpek kafası asilerin, hainlerin ve düşmanların kokusunun alınacağına ve onların kesilecek kellelerine işaret eder. Süpürge ise ülkenin bu tür insanlardan temizleneceğinin simgesidir.

Opriçnik’ler!(*Birinci “i” harfi biraz uzatılarak “apriçnik” diye okunur. Teşkilatlarına ise Opriçnina (Apriçnina) denir.)

Rusya tarihinin etkin, renkli ve sadist Çarı IV. İvan, namı diğer “Korkunç İvan” tarafından kurulur Opriçnina; yıl 1555, özel bir birliktir, masum bir şekilde çarı ve maiyetini koruyacaktır aslında. Fakat sayıları baş döndürücü bir hızla onlardan yüzlere, yüzlerden binlere çıkarken yetkileri ve görev alanları da sınır tanımaz hale gelir. Kolları ve kılıçlarının uzanabildiği her yerde astıkları astık, kestikleri kestik birer korku abidesidirler artık.

Yedi yıl sürer saltanatları, 1562’de lağvedilirler.

Totaliter devlet yönetimlerinin başında oturan tek adamların başlangıçta kendilerini, ailelerini ve yakınlarını korumak üzere kurdukları “özel” birliklerin bir süre sonra hem sayısal, hem güç ve hem de yetki olarak büyüyüp geliştiğine ve sonuçta bir “devlet terörü” unsuru haline geldiğine tarih boyunca tanıklık edilmiştir. “Devlet” kavramının somutlaşıp organik bir yapı halinde vücut bulduğu günden itibaren Opriçnik’ler her ülkede, farklı isimler ve oluşumlar altında kendilerine yaşam alanı bulmuştur. Maddi ve teknik açıdan sınırsız yetkilere sahiptirler, yasa üstü konumları vardır ve devletin tüm kademelerinde at oynatabilirler.

Vladimir Sorokin bu eserinde “global aptallık” modasına uyarak ülkelerin birer ikişer demokrasiden uzaklaştığı ve totaliter rejim nostaljisine kapılarak diktatörlüklere meylettiği modern zamanların bir uzantısı olarak Rusya’nın önümüzdeki on yıllar boyunca bu geleneğe sadık kalacağını, “Opriçnina” teşkilatlarının hiçbir zaman yok olup gitmeyeceğini iddia ediyor. Devasa bir ülkenin ve milyonlarca insanın kaderinin yalnızca ve yalnızca bir kişinin keyfiyetine kalışını, devlet mekanizmasının kararnameler, buyruklar ve fermanlarla yönetilişini, toplumun kültürel anlamda önceki yüzyıllara gidişini, sanatın (özellikle edebiyatın) ilkel, kaba, basit bir hale gelişini, öte yandan teknolojik ürün ve olanakların birer “gelişme” gösterge sayılışını, ahlaki yozlaşmanın hangi seviyelere düşebileceğini, bu bataklık ortamında devletin özel güvenlik birimlerinin ne kadar acımasız ve tehlikeli birer teröriste dönüşeceğini okura göstermeye çalışıyor. Elbette bunu son derece ironik bir tarzla sunuyor.

Keyifli okumalar… Eyüp Karakuş

1

Yine aynı rüya: O uçsuz bucaksız, o ufkun ötesine taşıp giden Rus bozkırında yürüyorum; ileride beyaz bir at görüyorum, ona doğru gidiyorum, hissediyorum, bu at çok özel bir hayvan, at gibi at, güzel, cevval ve cadı, tez ayaklı; acele ediyorum, ediyorum ama ulaşmak ne mümkün, adımlarımı sıklaştırıyorum, sesleniyorum, bağırıyorum, sonra birden ayıyorum: O atın sırtındaki bütün hayatımmış, bütün talihim ve de bütün kaderimmiş meğerse, öyle ki hava kadar gerekli benim için, koşuyorum, koşuyorum, koşuyorum peşinden, oysa o aynı, usulca uzaklaşıp gidiyor, hiç kimseyi ve hiçbir şeyi fark etmeksizin alıp başını gidiyor, geri dönmemecesine, ebediyen ırayıp gidiyor, sonsuza değin, bir an tereddüt etmeden, dönüp geriye bakmadan uzaklaşıyor, uzaklaşıyor, uzaklaşıyor…

Cebim uyandırıyor:
Bir kırbaç darbesi – çığlık!
İkinci kırbaç – inleme!
Üçüncü kırbaç – hırıltı!

Bu ses kaydını Poyarok yapmış; Uzakdoğu Voyvoda’sına işkence ederken Gizli Şube’de çekmiş. Bu cıngıl ölüyü bile diriltir.

Soğuk cep telefonunu sıcak, mahmur kulağıma bastırıyorum:
“Buyurun, ben Komyaga!”
Elçilik Şubesi’nden ihtiyar kâtibin sesiyle kendime geliyorum:
“Sağlık selamet olsun Andrey Daniloviç’e! Kostılev sıkıştırıp duruyor da…”
Sesiyle birlikte cep telefonunun yanı başında o bıyıklı ve kaygılı suratı peyda oluveriyor.
“Ne istiyorsun?”
“Müsaadenizle hatırlatmak isterim; bu akşam Arnavut elçisinin resepsiyonu var. Ciddi anlamda teyakkuz durumu!”
“Biliyorum,” diye keyifsizce homurdanıyorum.
Dürüst olmak gerekirse unutmuştum…
“Telaşım için kusura bakmayın. Malum, görev…”

Cep telefonumu komodine koyuyorum. Bu elçilik kâtibi şimdi ne halt etmeye hatırlatır ki teyakkuzu? A ha… Tabii ya… Bu elçilik avanesi şimdi günahlarından arınma ritüeli sergiliyor. Unutmuşum… Gözlerimi açmadan bacaklarımı yataktan aşağı sarkıtıyorum, başımı silkeliyorum. Dünden sonra epeyce ağırlaşmış. El yordamıyla çıngırağı bulup sallıyorum. Öteki odadan Fedka’nın lejanka’dan*(Peç (geleneksel Rus sobası) üzerinde yatmak için yapılmış yer. (Ç.N.) ) sıçrayıp kalktığı, eli ayağına dolaşarak kabı kacağı tangırdatması duyuluyor. Henüz uyanmaya hazır olmayan kafamı önüme düşürüp oturuyorum. Dün yine ipin ucunu kaçırdım; oysa yalnızca yakınlarımla içip çekmeye yemin etmiştim, Uspenskiy’de* (Uspenskiy Katedrali: Bugün Kremlin sınırları içinde bulunan ve geçmişi 14. yüzyıla kadar uzanan katedral. Ortodoksluğun ve çarlığın sembol yapılarından biri. (Ç.N.) ) doksan dokuz kere tövbe etmiş, Aziz Vonifatiy’e*(3. yüzyılda yaşamış ve hem Katolik hem de Ortodoks kiliselerince aziz kabul edilmiş erken dönem Hıristiyan keşişlerinden biri (diğer adı Romalı ya da Tarsuslu Boniface). (Ç.N.) dualar okumuştum. Lakin emir kuluyuz neticede! Yapacak bir şey yok, koskoca Okolniçiy*(3-18 yüzyılları arasında yüksek rütbeli saray görevlisi. (Ç.N.) Kirill İvanoviç’i reddedecek halim yoktu ya… Akıllı bir adam. Hikmetli tavsiyeler konusunda da üstat. Ben de Poyarok ve Sivolay’dan farklı olarak insanlardaki rasyonel kaynaklara değer veren biriyim. Kirill İvanoviç’in hikmetli sözlerini nefes almadan dinleyebilirim. Ancak adam kokoşa*(Kokain. Kitapta adı geçen uyuşturucular bazı erkek isimlerinin kısa, kulağa sevimli gelen halleriyle adlandırılmıştır. Kokoşa, Nikolay’dan gelir. (Ç.N.) olmadan dut yemiş bülbül.

Fedka giriyor: “Andrey Daniloviç, sağlık ve esenlik üzerinizde olsun!” Gözlerimi açıyorum. Fedka elinde tepsiyle dikiliyor. Suratı her sabah olduğu gibi buruşuk ve meymenetsiz. Tepsi, akşamdan kalmalar için geleneksel şeylerle dolu: bir bardak beyaz kvas*(Slav ve Baltık topluluklarında yaygın olan, genellikle un ve şerbetçiotunun birlikte ya da kurutulmuş çavdar ekmeğinin tek başına mayalandırılmasıyla elde edilen (kimi zaman bazı meyvelerden üretildiği de olur), ekşimsi, çok düşük alkollü, soğuk tüketilen bir içecek. Un ve/veya ekmeğin türüne göre açık ya da koyu renk olabilir. (Ç.N.) , bir kadeh votka, yarım bardak lahana turşusu suyu. Turşu suyunu içiyorum. Şakaklarım geriliyor, gözlerimde Fedka’nın suratını bulanıklaştıran yaşlar beliriyor. Bir anda her şeyi hatırlatıyor; ben kimim, neredeyim, neden buradayım… Ağırdan alıyorum. Kadehi kapıp ağzıma boşaltıyorum. Ve kvası boca ediyorum. Burnumu, genzimi yakıyor… Fedka tepsiyi topluyor, dizlerinin üzerine çöküp elini uzatıyor. Ondan destek alarak kalkıyorum.

Fedka dün akşama nazaran daha berbat kokuyor. Bu da onun gövdesinin bir gerçeği; ne yapacaksın… Kamçılamak bile bir işe yaramıyor. Gerinerek, oflar poflar ederek ikonostasise doğru yürüyorum, kandili yakıyorum ve dizlerimin üzerine çöküyorum. Sabah duasını okuyup hürmetle eğiliyorum. Fedka hemen arkamda dikiliyor; esniyor, istavroz çıkarıyor.

Duamı bitirdikten sonra Fedka’ya yaslanarak sürünüyorum. Banyoya kadar gidiyorum. Fedka’nın daha önceden hazırladığı, üzerinde buz parçacıkları yüzen kuyu suyuyla yüzümü yıkıyorum. Aynaya bakıyorum. Suratım biraz şiş; burnumun bir kenarında mavi kılcal damarlar; saçlarım çalı gibi. Şakaklarımda ilk kırlar. Yaşıma göre vakitsiz. Lakin işimiz böyle, ne yapacaksın… Ağır iş, devlet işi… Büyük ve küçük ihtiyacımı giderdikten sonra kendimi jakuziye atıyorum; çalıştırıyorum ve kafamı sıcacık, rahat başlığına yaslıyorum.

Tavandaki resme bakıyorum; kızlar bahçede vişne topluyor. Manzara insanın içini rahatlatıyor. Kızların bacaklarını, olgun vişnelerle dolu sepetleri seyrediyorum. Su küveti dolduruyor, köpük köpük kabarıyor, vücudumun çevresinde fokurduyor. Votka içeriden, köpüklü su dışarıdan yavaş yavaş yeniden kendime gelmemi sağlıyorlar. On beş dakika sonra fokurdama kesiliyor. Biraz daha yatıyorum. Butona basıyorum. Havlu ve bornozla Fedka geliyor. Jakuziden çıkmama yardım ediyor, havluyla sarıp sarmalıyor. Yemek odasına geçiyorum. Tanyuşka kahvaltıyı servis etmeye başlamış bile. Duvarda, biraz daha ilerde haber bombesi. Seslenerek komut veriyorum: “Haberler!” Bombe aydınlanıyor, çift başlı kartalıyla birlikte anavatanın mavi-beyaz-kırmızı bayrağı dalgalanmaya başlıyor;

Ulu İvan’ın*(Ulu İvan (Korkunç İvan) Kilisesi ve Çan Kulesi. Kremlin’de bulunan beyaz (beyaz tuğlayla inşa edilmiş) kilise ve onun çan kulesi. (Ç.N.) çanları vuruyor. Ahududulu çayımı yudumlarken gözüm haberlerde: Güney Surları’nın Kuzey Kafkaslar Bölgesi’nde kimi memurların ve zemstvo*(Devrim öncesinde kırsal kesimlerde oluşturulmuş yerel özyönetim birimlerine verilen ad. Yöneticileri doğal olarak yine o yörenin soylularından oluşmaktaydı. (Ç.N.) üyelerinin yaptığı yeni bir hırsızlık vakası; Uzakdoğu Boru Hattı Japon tarafının istidasına kadar kapalı kalmaya devam edecek; Çinliler Krasnoyarsk ve Novosibirsk’teki yerleşim yerlerini genişletiyor; Ural Hazinesi’nden alavereciler*(Rusçası Menyalı. Burada “para değiştiriciler” anlamında kullanılmıştır. Antik Dünya ve Ortaçağ’da bir devletin madenî paralarını başka bir devletin madenî paralarıyla takas eden insanlar. Bugünkü döviz bürolarının işine benzer bir iş yapmaktaydılar. (Ç.N.) mahkeme karşısında; Tatarlar Efendimiz adına bir smartsaray inşa ediyorlar; Şifacılar Akademisi’nden kuş beyinliler yaşlanmaya yol açan genler üzerindeki çalışmalarını tamamlamak üzere; Murom’lu gusliyar’lar*(Kanuna çok benzeyen ve eski bir çalgı olan gusli’yi çalan kimse. (Ç.N.) Aktaşlı’mızda*(Moskova’nın eski, dahası artık unutulmaya başlanmış gayriresmi adı. Kremlin surlarının ve kentin önemli binalarının beyaz kireç taşından inşa edilmesinin bir sonucu bu ismi almıştır. (Ç.N.) iki konser verecek; Kont Trifon Bagrationoviç Golitsın genç karısını dövmüş; Ocak ayında Aziz Petrograd’da, Samanpazarı Meydanı’nda kırbaçlama uygulanmayacak; ruble, yuan karşısında yarım kapik daha değer kazandı.

Tanyuşka pankek, buharda haşlanmış ve bala yatırılmış şalgam ile muhallebi servis ediyor. Fedka’nın aksine Tanyuşka mis gibi kokuyor. Eteğinin hışırtısı da çok hoş… Demli çay ve frenküzümlü muhallebi beni tam anlamıyla hayata geri döndürüyor. Boşalan ter sağlığın işareti. Tanyuşka bizzat kendisinin işlediği havluyu uzatıyor. Yüzümü siliyorum, masadan kalkıp istavroz çıkarıyorum; verdiği nimetler için Tanrı’ya şükrediyorum.

İşe koyulma vakti.

Berber gelmiş, vestiyerde bekliyor. Oraya geçiyorum. Ketum ve yerden bitme Samson saygıyla eğilip beni aynanın önüne oturtuyor, yüzüme masaj yapıyor, boynumu lavanta yağıyla ovuyor. Bütün berberlerinki gibi onun elleri de pek hoş sayılmaz.

Yalnız ben bu arada şu edepsiz Mandelştam’la aynı fikirde değilim, onu da söyleyeyim; onun o “İktidar, bir berber eli kadar nahoştur,” görüşüne katılmam. Çünkü iktidar, gergef işleyen bir bakirenin koynu kadar narin ve büyüleyicidir. Berber eli ise… ne yapacaksın… Sakallarımızı da keşke kadınlar tıraş etseydi ama, işte… Samson “Cengizhan” marka turuncu bir tüpten yanaklarıma köpük püskürtüyor, ensiz ve güzel sakalıma değmeden olabildiğince dikkatli hareketlerle yayıyor; usturayı kapıyor, rahat tavırlarla kayışa sürterek kılavlıyor; altdudağını ısırarak pürdikkat kesiliyor ve yüzümdeki köpüğü düzgün ve kaygan bir şekilde sıyırmaya başlıyor. Kendime bakıyorum. Yanaklarım o kadar da diri değil artık. Şu son iki yıldır yarım pud*(16,3 kilogram karşılığına gelen eski bir Rus ağırlık ölçüsü. (Ç.N.) kadar zayıfladım. Gözlerimin altındaki karartılara iyice alıştım. Çünkü hepimiz kronik uykusuzluk çekiyoruz. Dün geceyi de farklı geçirmedik.

Usturayı bırakıp elektrikli makineyi alan Samson becerikli tavırlarla balta ucuna benzeyen sakalımı düzeltiyor.

Kendi kendime haşin bir tavırla göz kırpıyorum: “Günaydın Komyaga!”

Sevimsiz eller yüzüme sıcak, mentollü bir havlu bastırıyor. Samson yüzümü özenle siliyor, yanaklarımı pembeleştiriyor, kel kafamdaki çub’umu*(Rusça çubok, çubets, çubçik, çubak, çupak, çubişka, Ukraynaca hohol, vihor gibi çeşitli söyleniş biçimleri olan, Kazak erkek ve askerlerin kazıttıkları kafalarının tepesinde, önünde ya da arkasında bıraktıkları uzun saç tutamı. Bir tür prestij sembolü. (Ç.N.) bukle bukle kıvırıyor, briyantin sürüyor, bolca altın sarısı pudra döküyor, sağ kulağıma ağır, altın bir küpe takıyor: Bu, dilsiz bir çıngırak. Bu küpeleri sadece bizimkiler takar. Ne bir zemstvo’cu, ne bir kâtip, ne bir nişancı, ne de bir Dumacı veya asilzade, hiçbir piç, Noel gecesi maskeli baloda bile böyle bir küpe takmaya cesaret edemez.

Samson kafama “yaban elması” püskürtüyor ve sesini çıkarmadan reverans yapıyor. Bu demektir ki berber olarak işini bitirmiştir. Aynı anda Fedka beliriyor. Suratı hâlâ muşmula gibi ama gömleğini değiştirmeyi, dişlerini fırçalamayı ve ellerini yıkamayı başarmış. Giyinme sürecinde yardıma hazır. Avucumu gardırobun kilidine bastırıyorum. Kilit ötüyor, kırmızı lambacıkları yanıp sönüyor ve meşe kapı yana doğru kayarak açılıyor. Her sabah bu on sekiz adet urbamı görürüm. Bakınca insanı dirilten kıyafetler. Bugün sıradan bir işgünü. Yani günlük iş urbası giyilecek.

“İş urbası!” diyorum Fedka’ya.

Dolaptan urba takımını çıkarıyor, giydirmeye başlıyor: üzerinde haç işlemeli beyaz bir mintan, çarpık yaka kızıl bir gömlek; kenarlarına zerdeva kürkü çekilmiş, altın ve gümüş sırmalarla işli simli bir setre; kadife bir potur; kırmızı, bakır tokalı sahtiyan bir çift çizme. Simli setrenin üzerine kaba siyah çuhadan, astarı pamuklu uzun etekli bir kaftan geçiriyor Fedka sırtıma.

Aynada kendime şöyle bir bakıp dolabı kapatıyorum.

Konuk odasına geçip saate bakıyorum: 8.03. Biraz daha zaman var. Uğurlama ekibi hazır bile: elinde Aziz George ikonasıyla dadı ve şapkamla kuşağımı tutan Fedka. Samur kürklü siyah kadife kalpağımı başıma geçiriyorum; enli, deri kuşağımı belime sardırıyorum. Kuşağımın sol yanında bakır kını içinde bir hançer, sağ yanında ahşap kabzalı bir “Rebroff”. Dadı o sırada beni kutsamaya başlamış bile:

“Andryuşenko! Azize Meryem Ana, Aziz Nikolaos ve bilcümle Optina büyükleri korusun seni!” Sivri çeneciği titriyor. Mavi gözleri dokunaklı bakıyor. İstavroz çıkarıp Aziz George ikonasını öpüyorum. Dadı cebime bir şey tıkıştırıyor; bu, Kızlar Manastırı rahibeleri tarafından siyah kurdele üzerine simlerle işlenmiş “Yüce Rabbim Bizden Hoşnut Kalsın” duası. Bu dua olmadan göreve gitmem.

Fedka istavroz çıkararak: “Düşmanlarını galebe çalasın!” diye mırıldanıyor. Loş iç odadan Anastasya bakıyor. Üstünde kırmızıbeyaz bir sarafan, sağ omzunda sarı belik, zümrüt yeşili gözler… Lakin kızıl şakakları ele veriyor, endişeli… Bakışlarını yere indiriyor, hürmetle eğiliyor, dik memelerini titreterek meşe pervazın gerisinde kayboluyor. Bu genç kız reveransıyla birlikte içimde bir infilak; buhar odasının loşluğuyla evvelsi gece canlanıyor gözlerimin önünde, hoş bir inleme yankılanıyor kulaklarımda, bir bakire sokuluyor sıcacık vücuduyla, esrik fısıltılara boğuyor, kaynayan kanım koşturuyor damarlarımda.

Ancak! Görev her şeyden önce gelir.

İş dediğin yığınla bugün. Üstüne bir de şu Arnavut elçisi…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıOpriçnik’in Bir Günü
  • Sayfa Sayısı216
  • YazarVladimir Sorokin
  • ÇevirmenEyüp Karakuş
  • ISBN9789750763038
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. İntihar Cinayet ~ Keith Ablowİntihar Cinayet

    İntihar Cinayet

    Keith Ablow

    Ümitsiz bir adam… Tek kurşun… CİNAYET mi İNTİHAR mı? Deneysel bir beyin ameliyatına girmeden bir saat önce, bilim adamı John Snow, Massachusettss Hastanesi’nin dışında...

  2. Sır Saklamanın Kayıp Sanatı ~ Eva RiceSır Saklamanın Kayıp Sanatı

    Sır Saklamanın Kayıp Sanatı

    Eva Rice

    Sır Saklamanın Kayıp Sanatı2006 İngiltere En İyi Kitap Ödülü “Anlatılamayacak Kadar İyi” ” Observer ‘Mutluluk verici’ ” Scotsman1950’li yıllar, İngiltere’de İkinci Dünya Savaşı’nın etkileri...

  3. Ömrüm Senindir ~ Nora RobertsÖmrüm Senindir

    Ömrüm Senindir

    Nora Roberts

    New York Times çok satan yazarı Nora Roberts, sizi Connecticut’ın en gözde evlilik planlama şirketi Vows’un kurucuları Parker, Emma, Laurel ve Mac’le son bir...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur