Emma’nın diğer kızlardan hiçbir farkı yok.
Yani, onun da sırları var!
Bekaretimi annemle babam alt katta Ben Hur izlerken, misafir yatak odasında Danny Nussbaum’a bahşettim.
Kırk bedenim. Connor’ın sandığı gibi otuz altı değil. Ayrıca Connor’ın gereğinden fazla yakışıklı olduğunu düşünüyorum. Kendisini hep Ken’e benzetmişimdir.
Hani şu Barbie ve Ken’deki Ken’e.
İş arkadaşım Artemis beni cidden sinir ettiğinde, yani hemen hemen her gün, masasındaki saksı çiçeğini portakal suyumla besliyorum. Fotokopi makinesini de bozan bendim. İşin aslı, bozulan ne varsa marifet benim!
Tanga popomu ısırıyor.
CV’mdeki matematik notum gerçeği yansıtmıyor.
NATO’nun açılımını bilmiyorum.
Hatta ne işe yaradığını da!
Bunlar benim sırlarımdı.
Ta ki hepsini uçakta bir yabancıya yumurtlayana kadar. En azından o sırada yabancı olduğunu sanıyordum!
***
ELBETTE SIRLARIM VAR
Olmaz mı? Herkesin sırları var. Bu çok doğal. Eminim benim sırlarım da herkesinki kadardır, daha fazla değil.
Üstelik öyle büyük, yeri göğü sarsacak sırlardan söz etmiyorum.
Başkan-Japonyayı-bombalamayı-planlıyor-ve dünyayı- bır-tek-Will-Smith-kurtarabilir tarzı sırlar değil. Her günkü sıradan şeyler. tarzı sırlar değil. Her günkü sıradan şeyler.
İşte ilk aklıma gelenler:
1. Kate Spade çantam çakma.
2. Evrendeki en karizmasız içkilerden birini, tatlı şeriyi seviyorum.
NATO’nun açılımını bilmiyorum. Hatta neyi temsil ettiğini de.
3. Elli sekiz kiloyum, erkek arkadaşım Connor’m sandığı gibi elli iki değil. {Gerçi savunmam hazır. Ona bu masum yalanı söylediğimde diyete ginneyi planlıyordum. Hem öyle muazzam bir fark da yok.)
5- Connor’ı hep Kene benzetmişimdir. Hani şu Barbie ve Kendeki Ken’e.
6. Onunla um da ateşli bir sevişmenin ortasındayken bazen içimden gülmek geliyor.
Bekaretimi, annemle babam alt katta Ben Hur izlerken misafir odasında Danny Nussbaum’a verdim.
Babamın bana yirmi sene bekletmemi söylediği şarabı çoktan mideye indirdim.
Evdeki balığımız Sammy annemle babamın Mısır’a giderken bakmam için bana bıraktığı balık değil.
İş arkadaşım Artemis beni gerçekten çok sinir ettiğinde, yani hemen hemen her gün, saksı çiçeğini portakal suyuyla besliyorum.
Bir keresinde başrollerini ev arkadaşım Lissy’yle paylaştığım tuhaf bir lezbiyen rüya görmüştüm.
7. Tanga kıçımı acıtıyor.
13- Derinlerde bir yerde her zaman, herkesten farklı olduğuma ve muhteşem, yepyeni bir hayatın beni hemen köşede beklediğine dair güçlü bir inanç taşımışımdır.
14. Şu gri takım elbiseli herifin deminden beri neler anlattığı hakkında hiçbir fikrim yok.
15- Artı, adını da unuttum.
Ve daha onunla tanışalı on dakika oldu.
Kelimeleri iyice yayarak burnundan konuşuyor. “Lojistik ortaklıklarda,” diyor, “sınırların altında ve üstünde olmaya inanırız.”
“Kesinlikle,” diye cevap veriyorum capcanlı bir sesle. Kim inanmaz? dercesine.
Lojistik. Ne demekti ki bu yaaa?
Ah Tanrım. Ya şimdi sorarlarsa?
Saçmalama Emma, durduk yerde Lojistik ne demek bil bakalım? diye üstüne yürüyecek değiller herhalde. Nihayetinde ben de profesyonel bir pazarlamacı değil miyim? Böyle şeyleri biliyorumdur mutlaka.
Eğer bir daha lafını ederlerse konuyu değiştiririm. Ya da onlara post-lojistik olduğumu söylerim.
önemli olan kendine güvenini ve ifkadını havasım sonuna kadar korumak. Bunu yapabilirim. Bu büyük bir fırsat. Kesinlikle batırmayacağım.
Glasgowda Glen Petrol’ün merkez ofisinde oturuyorum ve camdan yansımama bakınca tıpkı üst düzey işkadınlarına benzediğimi görüyorum. Saçlarım fönlü, kulağımda iş-görüşmelerinde-başanlt-olmanın-yolları yazılarında tarif edilen türde hoş küpeler var ve yeni Jigsaw etek-ceket takımım içinde çok şıkım. (Pratikte yeni sayılır. Gerçi Kanser Araştırmalarının ikinci el mağazasından aldım ve eksik düğmenin yerine kendi ellerimle yenisini diktim. Ama hiç belli olmuyor.)
Burada Panther Şirketleri’ni temsil ediyorum. Toplantının amacı yeni, kızılcık aromalı Panther Prime spor içeceğiyle Glen Petrol arasında bir promosyon anlaşması yapmak. Sabah bu amaçla Londradan buraya uçakla geldim. Masraflar şirketten, oh!
Görüşmenin başında Glen Petrol’ün pazarlama bölümündeki adamlar uçak milleri ve ufuk çizgisini geçerek Washington’a gitmek hakkında kim-en-çok-seyahat- etti? konulu uzun ve gösterişli bir konuşmaya girişti ve ben de oldukça ikna edici bir şekilde salladım. Sadece Concorde’la Ottaıoa’ya gittim, yalanı tutmadı çünkü Concorde, Ottawaya uçuş yapmıyormuş. Gerçek şu ki hayatımda ilk kez bir sözleşmeyi tamamlamak için uçağa binip yolculuk ediyorum.
Tamam. Asıl gerçek şu ki hayatımda ilk kez bir sözleşmeyi tamamlıyorum, nokta. On bir aydır pazarlama asistanı olarak Panther Şirketleri’nde çalışıyorum ve şu ana dek yapmama izin verilen tek şey, çeşitli evrakları bilgisayara girerek kopyasını hazırlamak, başkalarının toplantılarını ayarlamak, sandviç getirmek ve kuru temizlemeden patronumun giysilerini almaktı.
O yüzden de bu benim için bir bakıma şansımın döneceği nokta. Ve içimde gizliden gizliye minik bir umut var. Bunu becerirsem belki terfi ederim. İş ilanında Bir yıl içinde terfi etme imkanı, yazıyordu ve pazartesi sabahı patronum Paul’le yıllık değerlendirme görüşmesi yapacağım. Personel rehberinden değerlendirme maddesini araştırdım ve karşısında Kariyerde ilerleme olasılıkları hakkında konuşmak için idealfirsat, yazıyordu.
Kariyerde ilerleme. Bunu düşünmek bile göğsümde tanıdık, özlem dolu bir sızı yaratıyor. Babama tam bir ahmak olmadığımı kanıtlar. Ve anneme. Ve Kerryye. Tabii eğer eve gidip gayet sıradan bir şekilde “Ha bu arada terfi aldım. Pazarlama müdürü oldum,” diyebilirsem.
Emma Corrigan, Pazarlama Müdürü.
Emma Corrigan. Genel Müdür Yardımcısı (Pazarlama).
Bugün her şey yolunda giderse hayalimin gerçeklemesi mümkün. Paul anlaşmanın yapıldığını, pürüzlerin giderildiğini ve benim cek yapmam gerekenin kafamı sallayıp adamlarla tokalaşmak olduğunu söyledi. Ben bile bunu başarabilirmişim. Şu ana dek her şeyin iyi gittiğini tahmin ediyorum.
Söylediklerinin yüzde doksanını anlamıyorsam ne olmuş? Fransızca dersinden de pek bir şey anlamazdım ama B’yle geçtim.
“Yeniden markalaşma… Analiz… Maliyet etkinlikli…”
Gri takım elbiseli adam hala bir konudan diğerine atlayarak geveliyor. Mümkün olduğunca sıradan bir şekilde elimi uzatıyorum ve adını okuyabilmek için kartvizitini kendime doğru bir santim çekiyorum.
Doug Hamilton. Doğru. Tamam, bunu hatırlayabilirim. Doug. Doug. Kolay. Kafamda onu bir şeyle ettirmeliyim. Dok. Donk. Kafama donk etse mesela.
Aman, boş ver ya! Bir kenara yazayım, olsun bitsin.
Not defterime yeniden markalaşma ve Doug Hamilton yazıyorum, garip bir şekilde hafifçe kımıldanıyorum. Tanrım, donum cidden çok rahatsız. Bana sorarsanız tangalar hiçbir zaman pek rahat değil ama şu içimdeki külot iyice beter. Sebebi belki de bana iki beden küçük olmasıdır.
Bunun da nedeni Connor’m bu külotu alırken tezgahtara elli iki kilo olduğumu söylemesi olabilir. Demek ki kız da buna karşılık ona otuz altı beden olduğumu söylemiş. Otuz altı.
Açıkçası kızın hainlikten böyle yaptığını düşünüyorum. Ufak bir yalan attığımı tahmin etmemesi imkansız.
Neyse işte, Noel Arifesi’ydi ve birbirimize hediyelerimizi veriyorduk. Benim paketimden uçuk pembe, muhteşem bir külot çıktı. Otuz altı beden. Ve iki seçeneğim vardı.
A: Doğruyu itiraf etmek. “Aslına bakarsan bu külot küçük. Ben kırk bedenim ve bu arada kilom da elli iki değil.”
B: Bir şekilde içine sığmak.
Sorun olmadı. Giydikten sonra cildimde oluşan kırmızı çizgiler o kadar da belli değildi. Ve bundan aldığım tek ders, Connor asla fârketmesin diye bütün kıyafederimdeki etiketleri makasla kesmem gerektiğiydi.
O günden beri bu külotu neredeyse hiç giymediğimi söylememe gerek yok sanırım. Ama arada bir çekmecenin içinden bana tatlı tatlı ve pahalı pahalı baktığını görüyor, Ah hadi canım, o kadar da sıkı olamaz, diye düşünüyordum. Ve bu sabah da alıp giydim işte. Hatta kilo verdiğime karar verdim çünkü o kadar da dar gelmedi.
Kendini kandıran aptalın tekiyim.
“Maalesef markalaşmaya gidildiğinden beri… Daha büyük ölçekte yeniden değerlendirildiğinde… Alternatif sinerjileri de düşünmemiz gerektiğini hissettik…”
Şu ana kadar yalnızca oturduğum yerde kalâ sallıyor, Bu insan nasılsa çantada keklik diye düşünüyordum ama Doug Hamilıon’ın sesi yavaştan kafama donk etmeye başladı. Ne diyor bu ya?
“…artık farklılaşan iki ürün… Şimdi bağdaştırılamaz olan…”
Ne bağdaştırılamazmış? Neyi büyük ölçekte yeniden değerlendim işler?
Tehlike çanlarım çalmaya başlıyor.
Belki de adam sadecc gevelemiyordum Belki de sahiden bir şeyler söylüyordur. Acele er. kulak kesil.
“Panther ve Glen Petrol’ün geçmişteki fonksiyonel ve sinerjik ortaklığını takdir ediyoruz,” diyor Doug Hamilton. “Fakat siz de muhakkak farkındasınız ki bariz bir şekilde farklı yönlere gidiyoruz.”
Farklı yönler derken?
Bunca zamandır bundan mı bahsediyor?
Midem endişeyle kasılıyor.
Yani demek istediği şey… Hayır, olamaz.
Anlaşmadan çekilmeye mi çalışıyor?
“Afedersin Doug,” diyorum en rahat sesimle. “Elbette söylediklerini dikkade dinledim.”
Dostça bir burada-hepimiz-profesyoneliz gülüşü çakıyorum. “Ama eğer, eee, durumu hepimizin iyiliği için tekrar özetleyebilirsen…”
Uzun lafın kısası, sessizce yalvarıyorum.
Doug Hamilton ve diğer adam birbirine bakıyor.
“Marka imajınız konusunda biraz mutsuzuz,” diyor Doug Hamilton.
“Benim marka imajım mı?” diye tekrar ediyorum panikle.
“ Ürünün imajı,” diyor bana tuhaf tuhaf bakarak. “Az önce de açıklamaya çalıştığım gibi, biz şu anda Glen Petrolde yeniden markalaşma sürecinden geçiyoruz ve yeni imajımızı duyarlı petrol olarak belirledik, tıpkı yeni nergis logomuzun da gösterdiği gibi. Spor ve rekabeti fâzla vurgulayan Panther Prime’ın bizim için biraz agresif olduğunu hissediyoruz.”
“Agresif mi?” Hayretle bakakalıyorum. “Ama bizimki sadece meyveli bir içecek.”
Hiçbir şey anlamıyorum. Glen Petrol pis dumanlar çıkaran, doğayı mahveden bir petrol şirketi. Panther Prime ise masum bir kızılcık suyu. Nasıl agresif olabilir ki?
“Benimsediği değerler çok agresif.” Masada duran pazarlama broşürlerini işaret ediyor. “Hırs. Elitizm. Maskülenlik. Durmak Yok sloganı bile. Hatta açıkçası bu biraz eskimedi mi?” Omuz silkiyor. “Bir ortaklığa başlamanın mümkün olmadığını düşünüyoruz sonuç olarak.”
Hayır. Hayır. Böyle bir şey olamaz. Anlaşmadan geri çekilemez.
Ofisteki herkes benim hatam olduğunu zannedecek Elime yüzüme bulaştırdığımı ve işe yaramazın teki olduğumu sanacaklar.
Kalbim küt küt atıyor. Yüzüm yanıyor. Bunun olmasına izin veremem. Ama ne diyebilirim? Hiçbir şey hazırlamadım ki. Paul her şeyin ayarlandığını, tek yapmam gerekenin el sıkışmak olduğunu söylemişti.
“Kesin bir karar vermeden önce son bir kez daha tanışacağız elbette,” diyor Doug. Bana kısacık bir tebessüm ediyor. “Ve dediğim gibi, Panther Şirketleri’yle bağımızı koparmak istemiyoruz, o yüzden bu her koşulda faydalı bir toplantı oldu.”
Sandalyesini geri itiyor.
Avcumun içinden kayıp gitmesine izin veremem. Onları yeniden kazanmaya çalışmak zorundayım. Çaba gösterip anlaşmayı bitirmeliyim.
Yani mühürlemeliyim Bunu demek istedim.
“Bir dakika,” dediğimi duyuyorum. “Durun bir saniye. Size birkaç şey anlatacağım.”
Neden bahsediyorum acaba? Anlatacak hiçbir şeyim yok.
Masanın üstünde bir kutu Panther Prime duruyor. İlham almak için kutuya uzanıyorum. Zaman kazanmak amacıyla ayağa kalkıp odanın ortasına yürüyorum ve kutuyu tam ortada, herkesin görebileceği bir şekilde havaya kaldırıyorum.
“Panther Prime… bir spor içeceğidir.”
Duruyorum, kibar bir sessizlik oluyor. Yüzüm karıncalanıyor. “Bu, eee, çok…”
Ah Tanrım. Ne yapıyorum ben?
Hadi Emma, düşün. Panther Prime’ı düşün. Panther Kolayı düşün. Düşün. Düşün.
Evet! Tabii ya!
Tamam, en baştan başla.
Nihayet akıcı bir dil tutturuyorum. “1980’lerin sonunda Panther Kola ilk kez piyasaya sürüldüğünden beri Panther içecekleri enerji, heyecan ve mükemmelliğin sembolü oldu,” diyorum
Tanrı’ya şükür. Panther Kola’nın standart reklam lafları bunlar. Sayısız kez yazdığım için uykumda bile ezbere okuyabilirim.
“Panther içecekleri bir pazarlama fenomenidir,” diye devam ediyorum. “Panther karakteri dünyanın en iyi tanıdığı karakterlerden biri ve klasik sloganı Durmak sayesinde literatüre geçti. Şimdi de Glen Petrol’e bu birinci sınıf, dünyaca ünlü markaya katılma şansı sunuyoruz.”
“Sır Tutabilir Misin?” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSır Tutabilir Misin?
- Sayfa Sayısı448
- YazarSophie Kinsella
- ÇevirmenBilge Turan
- ISBN6054377404
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviArtemis Yayınları / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bitmeyen Yol ~ Natsume Soseki
Bitmeyen Yol
Natsume Soseki
Bitmeyen Yol, modern Japon edebiyatının önde gelen temsilcileri arasında gösterilen Natsume Sōseki’nin yaşamının hesaplaşmalarla dolu en karanlık dönemine tanıklık eden romanıdır. İngiltere’de gördüğü edebiyat...
- Küçük Düşler Büyük Umutlar ~ Kim Gruenenfelder
Küçük Düşler Büyük Umutlar
Kim Gruenenfelder
Evlilik partisindeki pasta piyangosu sayesinde pastanın içine yerleştirilmiş her tılsım, onu çeken kişiye kaderini değiştirmesi için ihtiyacı olan yardımı bahşedecektir. Nic kendisinin ve iki...
- Hamam ~ Yorgo Valasiadis
Hamam
Yorgo Valasiadis
Yorgo Valasiadis, bir şehir, bir ülke ve iki kıta arasında kalmıştır. Şehir İstanbul, ülke Almanya, kıtalar ise Avrupa ve Asya’dır. Valasiadis İstanbul’da yetişmiş bir...
Kitabı indiremiyorum lütfen gonderirmisiniz