“Bir makine adam gibi… Sabah kalkıyor, garaja… Garajdan otomobili alıyordum ve artık büyük bir çarkın bir dişi gibi oluyordum. Şehrin içinde gürültü, kalabalık, kavga ve dert içinde… Müşteriyle atışarak, trafik memurlarıyla çatışarak, yayalarla, başka şoförlerle kavga ederek… Günde en aşağı dört beş kere ölüm tehlikesi atlatarak bir tek gaye için yaşıyordum. Bu gayem benimkilerin rızkını temindi. Onu düşünüyordum.”
Mustafa evli, iki çocuk babası bir şoför. Ancak karısı ve çocuklarıyla pek de mutlu olduğu söylenemez. Tatminsiz bir hayatı var. Üstelik ekmek teknesi, arabası dökülüyor.
Mustafa’nın hayatındaki yegâne heyecan Kemeraltılı Zerrin. Zerrin bir seks işçisi ve ne hikmetse her seferinde kancayı şoförlere takıyor. Hatta yakın geçmişte iki şoför onun için birbirine girmiş, biri mezarı, diğeri kodesi boylamış.
Mustafa, Zerrin’in kendisine olan ilgisinin farkında. Ama onun varlığından derin bir ıstırap da duyuyor. Çünkü Mustafa’nın kız kardeşi Melek de Zerrin gibi bir seks işçisi. Onun en büyük öfkesi, nefreti ve en derin utancı, vicdan azabı bu.
Şoför Mustafa, Suat Derviş’in bir zanaatkâr gibi yıllar içinde ustalaştığını kanıtlayan, daha önce farklı romanlarında ele aldığı, aklını ve ruhunu kurcalayan meselelerin, çatışmaların âdeta billurlaştığı bir roman.
Serdar Soydan’ın, Suat Derviş’in kariyeri boyunca tekrar tekrar ele aldığı konuları, benzer karakterleri irdelediği “Birbirinden Doğan Kadınlar ve Romanlar” başlıklı yazısıyla.
1
Taksisini durak yerine getirip kendisi de arabadan indiği zaman Acaba bu sabah da gene gelecek mi? diye düşündü ve kendine kızdı. Sanki başka derdi yokmuş gibi neden onu düşünmüştü?
Sabahın çok erken bir saatiydi. Yollar tenhaydı. Durak yerine ilk gelen araba kendi arabası olmuştu. İlerideki kahve yeni açılmıştı. Kahveciye, “Bir çay!” diye seslendi.
“Demliyoruz ağabey, şimdi getiririm.”
Dikkatli baktı ve hiddetlendi. Demliyormuş! Daha ocak bile yanmamış! Başını yana çevirdi. Ona bir şey söylemedi. Sırtını arabaya dayadı.
Belki de gelir, diye düşündü. Hay gelmez olsun! Sanki bir mesele mi bu? Zaten neden geliyordu? Gidecek yeri yoktu da ondan. Buruşuk etekli elbisesi, dağınık saçları, içkiden mahmurlaşmış. uykusuzluk ve yorgunluktan büsbütün süzülmüş, sık kirpikleri zaman zaman birbirine dolanan o zümrüt gibi yeşil gözleriyle bir haftadan beri hemen hemen her sabah gelip arabasının karşısına dikilmesinin sebebi serserilikten başka ne olabilirdi?
“Merhaba ağabey.” diyordu. Sesi ince ve tatlı bir sesti. Beyninde bu sesin hatırası bir aksi seda gibi tekrarlıyordu. “Merhaba ağabey.”
Hayır, bu sabah herhalde gelmezdi. Dün onu arabasının yanından bir köpek kovar gibi kovmuştu.
“Ulan ne kovuyorsun bizi. Allah’ın bir selamını verdik, hepsi bu.”
Evet, niçin ona karşı bu kadar haşin ve kaba oluyordu?
İçine verdigi bu huzursuzluk yüzünden mi? Onu her gördüğü zaman gayri ihtiyari olarak kız kardeşini düşünüyordu.
Şu Melek kaltağı belki de şu anda bir başka herifin karşısına dikiliyor ve tıpkı böyle yılışık bir gülüşle bir dişi köpek gibi yaltaklanarak, “Merhaba” diyordur, diye düşünmekten kendini alıkoyamıyordu.
Görsem onu gebertirim, diyordu. Muhakkak elimden bir kaza çıkar!
Tarlabaşı’nın arka sokaklarından geçemiyordu. Her geçişinde kalbi hızlı hızlı vuruyor, her geçişinde Allah verse de karşıma çıkmasa diye dua ediyordu. Mustafa’ya Yeşilçam Sokağı’nın kaldırımlarından taşan insanların hepsi sanki onu tanıyor ve onu küçümseyerek, onunla alay ederek arabasına bakıyorlarmış gibi geliyordu. Orada bombardıman edilmiş şehirlerin evlerinin cephesi gibi delik deşik cephesiyle yükselen bir binaya bakıyor, arabasını o kapıya toslamak istiyordu. İçeriye girmek ve o namussuz züppeyi öldürünceye, leşini yerlerde sürükleyinceye kadar dövmek…
Sinema artisti olmak istemiş Melek Hanım… Kaltak, senin anan da mı sinema artistiydi?
Hayır, anası sinema artisti değildi onun.
Bir kolu çolak müvezzi uzaktan göründü. Her sabah… Bir haftadan beri her sabah bu muvezziden biraz sonra o da köşeden çıkardı.
Yanından geçen müvezzi önünde durdu. Gözlerinin içi gülen ablak çehreli bir gençti. Fakat kolunun altına sıkıştırdığı gazeteyi ona uzattı ve yirmi beşliği aldığı halde oradan uzaklaşmadı. Hep sırıtarak Mustafa’ya bakıyordu.
Şöför Mustafa sinirlendi, canı sıkıldı. Kimse ile ahbaplık etmek istemiyordu. Müvezzi, “Bir sigaran var mı amca?” deyince daha da hiddetlendi. Ona eskiden oğlum diye hitap ederlerdi. Sonralar ağabey demeye başlamışlardı. Şimdi de ne olmuştu bilmiyordu.
Birden “amca” oluvermişti. Elli iki yaşına varmış olduğu yüzünden okunuyordu. Bu yaşta bir delikanlının kendisine amca demesi bir şey değil de kendi akranı zannettiği sakallı bıyıklı kimselerin de böyle söyleyişine çok içerliyordu. Bu “amca” hitabı onun maneviyatını bozuyor, her duyuşunda kendi kendine Morukların Mustafa, diyordu. Birkaç sene sonra çalışamayacak hale gelince ne yapacaktı?
Ah, İhsan’ın teklif ettiği şu elli dokuz model Plymouth Belveder’i satın alabilse…
“Peşinatını nereden buluruz?”
İhsan “Satıcı yirmi bin lira peşine razı,” dedi. Yirmi bin!
İhsan, ancak günlük nafakasını temin ederken birdenbire yirmi bini nereden sayar?
Altında kırk dokuz model bir Chevrolet olan bir şoför, altmış binlik arabayı ödeyecek parayı nereden kazanır? “Bir sigaran var mı amca dedik. Bir sigara rica ettik.” Uykudan uyanır gibi silkindi. Cebinden paketini çıkardı.
Ona uzattı.
“Sağol amca.” Sigarayı aldı. “Ateşin var mı?” Çakmağını çaktı.
“Çok yaşa amca!”
Sigarasından bir nefes çekti, dumanımı şöyle bir savurdu. Bir de, “Oh…” dedi. Sonra elini otomobile doğru uzattı. Makineyi çocuk okşar gibi okşadı.
“Araban çok güzel,” diye sırttı.
“Alay mı ediyorsun?”
“Yok be amca… Ah benim böyle bir arabam olsa…”
Amca… Yine onu hatırladı. O kendisine “amca” değil, “ağabey” diyor. Kiraz rengi, dudaklarıyla ona gülümseyerek “ağabey” diyor.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıŞoför Mustafa
- Sayfa Sayısı176
- YazarSuat Derviş
- ISBN9786257442558
- Boyutlar, Kapak13*19,5, Karton Kapak
- Yayıneviİthaki Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yalan Yıllar ~ Can Kozanoğlu
Yalan Yıllar
Can Kozanoğlu
“İlkokul üçüncü sınıf öğrencisi, sınıfın en kısa boylu erkeği, fizik kurallarını biliyordu ha! İşin kötüsü, ikinci sınıftayken eski dili bildiğime, üçüncü sınıftayken fizik kurallarını...
- Müşahedat ~ Ahmet Mithat Efendi
Müşahedat
Ahmet Mithat Efendi
“Okuyucularıma natüralist tarzda bir roman sunmak için hayli zamandır düşünüp durduğum halde roman, hem de daha mükemmeli, tasavvura sığamayacak bir doğallıkla fiilen ve maddeten...
- Yeni Turan ~ Halide Edib Adıvar
Yeni Turan
Halide Edib Adıvar
“Evet, aşiret değil, dünyadan namı kalkmış masal insanları olmamak için bunu istiyorum. Neden korkuyorsunuz? Farz ediniz ki ademimerkeziyet bir dereceye kadar dağıtsın, bunu Türk...