
Stephen Kotkin üç ciltlik büyük emek ürünü eserinin bu ilk cildinde, 20. yüzyıl tarihinin şüphesiz en etkili siyasi şahsiyetlerinden Stalin’in Çarlık Rusyası’ndan Ekim Devrimi ve sonrasına uzanan 1878-1928 arası “yetişme” sürecini anlatıyor. “Stalinizm”in kuluçka dönemi olarak da okunabilecek bir süreç.
Stalin’in gençlik dönemi ve onun Sovyet iktidarının ilk on yıllık döneminde bir lider olarak sivrilmesinin seyrini anlatıyor bu kitap. Stalin’in –“o zamanki” adıyla Soso Cugaşvili- yoksul bir ailenin evladı olarak Gürcistan taşrasında geçirdiği çocukluk ve ilk gençlik, zorlu bir mahrumiyet hikâyesidir. Bunu, Tiflis’te bir papaz okulu tecrübesi izler. Dünyayı ve Rusya’yı sarsan çağ dönümünde, onun da yönü değişir. Gürcü sosyal milliyetçiliğinden etkilenir, onun üzerinden Marksist sosyalizme yönelir.
Kotkin, Stalin’in 1901-1917 yılları arasındaki hayatını, Rusya’da dönemin devrimcileri açısından tipik bir “kariyer” olarak anlatır: Gizli siyasi örgütleme faaliyeti, ajitasyon, Sibirya sürgünü, hapislik… “Öfke biriktirerek” geçen bir dönem…
Kitap, bu tipik kariyer içinde genç Stalin’i ayırt edeni de son derece canlı tasvir ediyor: Kabadayı kültüründen de beslenen bir gözüpeklik, yoldaşlarını “düşmanlaştırabilen” bir rekabet ve kuşkuculuk, “sıradan“ kadroları örgütleme kabiliyeti. Sıradan olan veya öyle görünen bir militanın, liderliğe açılan yolu…
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ VE TEŞEKKÜR …………………………………………………………………………….9
KISIM 1
ÇİFT BAŞLI KARTAL …………………………………………………………………….13
BÖLÜM 1 İmparatorluğun Çocuğu …………………………………………….25
BÖLÜM 2 Lado’nun Öğrencisi ……………………………………………………..47
BÖLÜM 3 Çarlığın En Tehlikeli Düşmanı ……………………………………81
BÖLÜM 4 Anayasal Otokrasi ……………………………………………………. 121
KISIM 2
DURNOVÓ’NUN DEVRİMCİ SAVAŞI………………………………………….. 173
BÖLÜM 5 Aptallık mı İhanet mi? ……………………………………………. 183
BÖLÜM 6 Kalmuk Kurtarıcı……………………………………………………….. 229
BÖLÜM 7 1918: Dada ve Lenin………………………………………………… 295
BÖLÜM 8 Sınıf Savaşı ve Parti-devlet ………………………………….. 373
BÖLÜM 9 Keşif Yolculukları……………………………………………………… 445
KISIM 3
DÜŞÜNCE AYRILIĞI ………………………………………………………………….. 531
BÖLÜM 10 Diktatör ……………………………………………………………………… 549
BÖLÜM 11 “Stalin’i Uzaklaştırın”…………………………………………… 617
BÖLÜM 12 Sadık Öğrenciler ……………………………………………………….. 691
BÖLÜM 13 Mükemmel Hezimet …………………………………………………… 775
BÖLÜM 14 Sibirya’ya Seyahat …………………………………………………… 855
SON BÖLÜM
STALİN ÖLÜRSE………………………………………………………………………….. 933
ALBÜM…………………………………………………………………………………………. 951
KAYNAKÇA………………………………………………………………………………………. 985
DİZİN …………………………………………………………………………………………… 1079
KISIM 1
ÇİFT BAŞLI KARTAL
Tüm heybetiyle Avrupa’nın ve Asya’nın, geçmişin ve geleceğin üzerinde
yükseliyor. O dünyanın en ünlü ve aynı zamanda en az bilinen insanı.
– HENRI BARBUSSE, Stalin (1935)
Rusya’nın çift başlı kartalı, daha önce ve bugüne kadar hiçbir ülkenin sahip olamadığı büyüklükte bir alanı mesken tutmuştu. Bu diyar, sadece St. Petersburg’un saraylarını ve Moskova’nın altın kubbelerini değil, ama aynı zamanda Lehçe ve İbranice konuşulan Wilna ve Varşova’yı, Almanların kurduğu Riga ve Reval Baltık limanlarını, Farsça ve Türkçe vahaları olan Buhara ve (Timurlenk’in mezarının bulunduğu) Semerkand’ı ve Pasifik Okyanusu yakınında Aynuların yaşadığı Sahalin Adası’nı da kapsıyordu. “Rusya”, olağanüstü bereketli Ukrayna’nın şelalelerini ve Kazak yerleşimlerini, Sibirya’nın bataklıklarını ve kürk avcılığını da bünyesinde barındırıyordu. Kuzey Kutbu’na ve Tuna Nehri’ne, Moğol platolarına ve Almanya’ya sınırı vardı. Kafkas Dağları’nın oluşturduğu engelin de aşılmasıyla Rusya, Karadeniz ve Hazar Denizi’ne inmiş, İran ve Osmanlı İmparatorluğu’na komşu olmuştu. imparatorluk Rusya’sı, Ortodoks Kiliseleri, camiler, sinagoglar, Kadim Müminler ibadethaneleri, Katolik Katedraller, Ermeni Patrikhanesi, Budist tapınaklar ve Şaman totemlerinin yarattığı çeşitlilikle bir dinler kaleydoskobuna benziyordu. İmparatorluğun engin toprakları, steplerdeki köle pazarları ve daha sonraları Volga vadisinde önemli noktalara kurulan pazarlarla örneklenebilecek bir ticaret cennetiydi. Osmanlı İmparatorluğu üç kıtaya (Avrupa, Asya, Afrika) yayılırken, 20. yüzyıl başının bazı gözlemcileri iki kıtalı Rusya egemenliğini, Avrupa ve Asya değil ama kendi başına üçüncü bir oluşum, Avrasya olarak değerlendiriyorlardı. Her ne olursa olsun, bir zamanlar Venedikli bir Bâb-ı Âli elçisinin (Agosto Nani) Osmanlı diyarı için söylediği –“bir ülkeden ziyade bir dünya”– Rusya için de geçerliydi. Bu dünyada Stalin iktidarı devasa bir değişim, umut ve felaket yaratacaktı.
Kafkas pazarı ve zanaatkâr şehri Gori’de Stalin’in geçmişi fazlasıyla mütevazıdır – babası ayakkabı tamircisi, annesi ise çamaşırcı ve terzidir. 1894 yılında Kafkaslar’ın en büyük şehri olan Tiflis’teki bir Doğu Ortodoks teoloji okuluna girerek papazlık eğitimi almıştır. Eğer aynı yıl Rus İmparatorluğu’nun herhangi bir ferdi uykuya dalsa ve otuz yıl sonra uyansa birden fazla şokla karşı karşıya kalırdı. 1924 yılında telefon adı verilen bir cihaz çok uzak mesafeler arasında iletişimi mümkün kıldı. Arabalar atlar olmaksızın yol almaya başladı. İnsanlar gökyüzünde uçuyordu. Röntgen sayesinde insanların içi görülebiliyordu. Atomların içinde görülemeyen elektronların yanı sıra atomun radyoaktif parçalanmasını tahayyül eden yeni bir fizik ortaya çıktı ve bir kurama göre uzam ve zaman birbiriyle bağlantılıydı ve bükülebilirdi. Aralarında bilim insanları da olan bazı kadınlar yeni türemiş saç kesimleri ve elbiselerle arzı endam ediyorlardı ve buna moda deniyordu. Romanlar hayali bir bilinç akışı formunda yazılıyorlardı ve bazı insanlar sadece şekil ve renklerden oluşan resimlere övgüler düzüyorlardı.1 Büyük Savaş’ın (1914- 1918) sonucunda her şeye kadir Alman Kayzeri azledildi ve Rusya’nın iki büyük düşman komşusu Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları yok oldu. Rusya kendi bütünlüğünü korudu, fakat artık imparatorluğun sınır bölgelerinden gelen mütevazı bir kişi tarafından yönetiliyordu.2 1924 tarihinde bıraktığımız, otuz yıl uyuyan Rip Van Winkle’ımız için bu durum –Çar gömleği giymiş Gürcü bir pleb– şokların en büyüğünü yaratabilirdi. Stalin’in imparatorluk periferisinden gelip en üst noktaya ulaşması alışıldık olmasa da benzersiz değildi. Napoléone di Buonaparte 1769 yılında sekiz kardeşin ikincisi olarak Korsika’da, Fransızlar tarafından daha bir yıl önce ilhak edilmiş küçük bir Akdeniz adasında doğmuştu; (Ceneviz Cumhuriyeti’nden) ilhak sayesinde bu alçak gönüllü genç adam Fransız askerî okullarına devam etme ayrıcalığına sahip oldu. Napoléon (Fransızca yazılışıyla) Korsika aksanını hiçbir zaman kaybetmese de sadece bir Fransız generali olmakla kalmayıp, henüz otuz beş yaşındayken Fransa imparatoru oldu. Plep olan Adolf Hitler, egemenlik süreceği ülkenin dışında doğmuştu: 1871 tarihli Alman birliğinin dışında tutulmuş olan Habsburg sınır bölgesinden geliyordu. 1913 yılında 24 yaşında Avusturya-Macaristan’dan Münih’e gelmesi, Büyük Savaş için Alman Ordusu’na yazılmak açısından çok uygun bir zamandı. 1923 yılında Hitler, Birahane Darbesi olarak bilinen girişim nedeniyle vatana ihanetle suçlandı, fakat Alman milliyetçisi hâkim, ilgili yasayı uygulamadı ve Alman vatandaşı olmayan Hitler’i sınır dışı etmekten kaçındı. İki yıl sonra Hitler Avusturya vatandaşlığından feragat ederek vatansız oldu. Alman vatandaşlığına hak kazanması ise bulunan bir bahaneyle (Nazi partisinin güçlü olduğu Braunschweig’de “kadastrocu” olarak atanmasıyla) ancak 1932 yılında mümkün oldu. Bir yıl sonra Hitler, Alman şansölyesiydi ve diktatörlük yolunda ilerliyordu. Hitler’in ya da Napoléon’un durumuna kıyasla Stalin tartışmasız biçimde imparatorluk mensubuydu, zira Rusya, Stalin’in doğumundan yetmiş sene önce Gürcistan’ın büyük bölümünü ilhak etmişti. Yine de bu güçsüz periferiden yaptığı sıçrama inanılmazdı.
Stalin’in diktatörlük rejiminin sergilediği bazı özelliklerin açıklanması çok zordur. On bir saat diliminde yaşayan her bir bireyin –savaş öncesi nüfus zirvesi 200 milyondan fazladır– üzerinde Stalin’in sahip olduğu olağanüstü iktidar, Çarlık Rusya’sının en önemli otokratlarının sahip olduğundan çok daha güçlüdür. Genç Soso Cugaşvili’nin biyografisinde böylesi bir gücün keşfi mümkün değildir. Stalin diktatörlüğü, ileride göreceğimiz gibi, büyük yapısal güçlerin bir eseridir: Rusya’daki otokrat siyasal sistemin gelişimi; Rus İmparatorluğu’nun Kafkasya’yı fethi; çarlık rejiminin gizli polise yönelmesi ve terörizm ile iç içe geçmesi; Avrupa’nın hayali sosyalizm projesi; Bolşevizm’in komplocu niteliği (baskıcı çarlık rejiminin bire bir yansıması); tüm bileşenlerin mevcudiyetine rağmen Rus aşırı sağının faşizmde birleşememesi; küresel süper-güç rekabetleri ve yıkıcı dünya savaşı. Tüm bunlar olmadan, Stalin’in iktidara yaklaşması bile asla söz konusu olamazdı. Bu büyük ölçekli unsurlara ek olarak Çar II. Nikolay’ın savaş sırasında tahttan çekilmesi, Alexander Kerensky’nin (1917’de çarın yerini alan Geçici Hükümet’in başkanı) yanlış hesapları, Bolşevizm’in soldaki rakiplerinin fiilleri ve özellikle de fiilsizlikleri, Lenin’in ardı ardına geçirdiği felçler, 1924 yılının Ocak ayındaki erken ölümü ve Stalin’in Bolşevik rakiplerinin kofluğu ve beceriksizliği gibi öngörülemeyecek durumlar da söz konusuydu.
Ayrıca, genç Cugaşvili’nin de birçok komşusu gibi çiçek hastalığından pekâlâ ölmüş olabileceği ya da sosyalist devrim için propaganda yaptığı Batum ve Bakü’nün kenar mahallelerindeki ölümcül salgın hastalıklarla hayatını kaybetmiş olabileceği unutulmamalıdır. Polisin ustaca yürüttüğü faaliyetlerin sonucunda, birçok devrimcinin erken ölümle tanıştığı gümüş madenlerinde zorunlu çalışmaya da (katorga) mahkûm olabilirdi. 1905 Devrimi’ni takip eden baskı döneminin yargısız infazlarında yetkililerce 1906-7’de asılmış olabilirdi (1905-6 yıllarında 1.100’ün üzerinde insan asıldı).3 Tümüyle bunların dışında, aldattığı sayısız yoldaşlarından biri tarafından öldürülebilirdi. Eğer Stalin çocukluğunda ya da gençliğinde ölmüş olsaydı, bu durum savaşı, devrimi, kargaşayı durdurmazdı; benzer biçimde, Romanov sonrası Rusya’da yeniden hayat bulan otoriter rejim biçimini de durdurmazdı. Ancak yine de özünde mütevazı bu genç adamın bir şey olmak için gösterdiği kararlılık, kurnazlık, örgütçü yeteneklerini keskinleştirmesi, 1917 Bolşevik Devrimi’nin ilk yıllarının tüm yapısal zemininin dönüşümünü etkilemiştir. Bolşevik diktatörlük içinde Stalin, vahşice, ustaca, kararlılıkla kişisel bir diktatörlük kurmuştur. Daha sonra, eski imparatorluğun tümünde kanlı bir sosyalizm inşasına girişmiş, insanlık tarihinin en büyük savaşındaki zaferi yönetmiş ve Sovyetler Birliği’ni küresel meselelerin merkezine taşımıştır. Stalin biyografisi, göreceğimiz gibi, tüm tarihsel figürlerle, hatta Gandi ya da Churchill ile dahi kıyaslansa, bir dünya tarihini en fazla yansıtan biyografi olacaktır.
Dünya tarihinin yönünü belirleyen jeopolitiktir. Büyük güçler arasında, modern zamanlarda dünyayı şekillendiren tüm devletlerden ziyade Britanya İmparatorluğu’dur. 1688-1815 yılları arasında küresel egemenlik için Britanya ile mücadele eden Fransa’dır. Fransa’nın daha büyük toprak ve nüfusuna rağmen, daha üstün, zinde, mali-askerî devleti sayesinde bu savaşı kazanan Britanya olmuştur.4 Bir koalisyon marifetiyle Napolyon’un nihai olarak yenilgiye uğratılması sayesinde, Britanya egemen dünya gücü haline geldi. Ayrıca bu yükseliş, Qing Hanedanı hâkimiyetindeki Çin’in gerilemesiyle aynı döneme denk gelince, Britanya egemenliği –siyasal, askerî, sınai, kültürel, mali– gerçek anlamıyla küreselleşti. Daha eski İspanya İmparatorluğu’nun toprak büyüklüğünü betimlemek için son derece isabetle kullanılan “üzerinde güneş batmayan” ifadesi, Britanya İmparatorluğu için kullanılmaya başlandı ve öyle de kaldı. Ancak 1870’li yıllarda Britanya egemenliğindeki dünyada iki çatlak oluştu: Savaş meydanında Helmuth Karl Bernhard von Moltke’nin başarısı ile Prens Otto von Bismarck’ın Almanya’nın bütünlüğünü sağlaması ki Avrupa Kıtası’nda aniden emsalsiz bir yeni gücün doğmasına yol açmıştır; Japonya’da Meiji restorasyonu ki Doğu Asya’da olağanüstü bir yeni güç hamlesinin habercisidir. Aniden, imparatorluk Rusya’sı hareketli Batı sınırında dünyanın en dinamik yeni gücüyle, nüfusu az Doğu sınırında da Asya’nın en dinamik gücüyle karşı karşıya kaldı. Rusya artık yepyeni bir dünyadadır ve Stalin’in içine doğduğu dünya budur. Modernite olarak adlandırdığımız nitelikler paketi bile özsel sosyolojik süreçlerin değil ama şiddetli bir jeopolitik rekabetin sonucudur ki bu rekabet içinde ülkeler ya çelik üretiminde, askerî modernleşmede ve modern, kitle tabanlı siyasal bir sistemde diğer büyük güçleri yakalamak ya da ezilmek ve sömürgeleştirilmek durumunda kalacaktı.5 Özellikle muhafazakâr yapıların yüz yüze geldikleri zorluklar bunlardı. Bilindiği gibi, radikal Alman gazeteci ve filozofu Karl Marx, hiçbir yere olmadığı ölçüde imparatorluk Rusya’sı üzerine odaklanmıştı. Ancak Stalin’in yaşadığı dönem boyunca imparatorluk Rusya’sı üzerine odaklanan diğer bir Alman, muhafazakâr Otto von Bismarck idi. Doğu Brandenburglu, Protestan Junker bir aileden gelen bir toprak ağası olan, Göttingen Üniversitesi’ne devam etmiş, öğrenci birliğine katılmış, sıkı içkiciliği ve kadınlara düşkünlüğü ile bilinen Bismarck, Rusya ve Fransa büyükelçiliği yapmış olsa da 1862 yılına kadar hiçbir idari makama sahip olamamıştı. Ancak on yıldan kısa bir sürede Demir Şansölye oldu ve Prusya’yı üs olarak kullanıp muazzam bir yeni ülke yarattı. “Ulusunu arayan ordu” olmakla dillere destan Prusya bir ulus bulmuştu. Aynı zamanda, sağcı Alman şansölyesi her yerde, daha geniş bir siyasal zemin kazanarak, ağır sanayi geliştirerek, sosyal yardımlar sunarak ve diğer hırslı büyük güçlerle gerek ittifaklar kurarak gerek karşılarına geçerek, modern devlet iktidarının nasıl idame ettirileceğinden örnekler sergiliyordu.
Bismarck tecrübeli bir devlet adamıydı. Hem Alman eyaletlerinin içindeki hem de dışarıdaki muhalif grupları alt etti ve önce Danimarka’yı sonra Avusturya’yı ve ardından Fransa’yı ezmek üzere üç hızlı, kararlı ama sınırlı savaş başlattı. Bu arada, güç dengelerini korumak için Tuna üzerindeki Avusturya-Macaristan Devleti’ne dokunmadı. Hâkim olduğu durumlarda saldırmak için bahaneler yaratıyordu ya da diğer ülkeleri, diplomatik olarak tecrit ettikten sonra savaş çıkarmaya kışkırtıyordu. Farklı seçenekleri sağlama alıyor ve karşı karşıya getiriyordu. Bununla beraber, Alman birliği için bir temel planı yoktu – teşebbüsleri, kısmen iç siyasal hususlardan (liberalleri Prusya Parlamentosu’nda yatıştırmak) kaynaklı doğaçlamalardı. Fakat yapısal sınırları aşarak ve sahada yeni gerçeklikler yaratarak koşulları ve şansını büyük avantajlara çeviriyordu. “Siyaset bir bilimden ziyade sanattır,” diyordu. “Öğretilebilecek bir konu değildir, yetenek gerektirir. En iyi öneri bile, eğer doğru uygulanamaz ise hiçbir işe yaramaz.”6 Daha da ileri giderek siyaseti, kâğıt, zar ve diğer şans oyunlarının terimleriyle ifade ediyordu. Bismarck, Danimarka’ya karşı kendisinin körüklediği savaşın zaferle bitmesinin ardından, “insan bu dünyada cin gibi olabilir ve yine de herhangi bir anda çocuk gibi karanlığa yürüyebilir,” tespitini yapıyordu.7 Bu “nankör bir meslek… Bir dizi imkân ve imkânsızlıklar olduğu varsayılır ve bu varsayıma göre planlar yapılır,” diye yakınıyordu. Bismarck’ın istediği erdem değil iktidar ve çıkarlardır. Daha sonraları, bu tür yönetim tarzı reel-politik –1848’in bir yapıya doğru yönlendirilememesinden dolayı hayal kırıklığı yaşayan Alman Milli Liberal August von Rochau’nun (1810-73) türettiği bir terim– olarak adlandırıldı. Özü itibarı ile reel-politik, idealist hedeflere ulaşmayı gözeten etkin pratik politikaları ifade ediyordu. Bismarck’ın tarzı daha çok raison d’état kavramına yakındı: çıkarcı, ahlâk-dışı devlet aklı. Burada söz konusu olan, ilkeler yerine hedeflerdir, ahlâk yerine araçlardır.8 Son derece parlak başarılar elde edene kadar Bismarck, nefret edilen biriydi. Daha sonra, Fransa’yı ezdiği, Avusturya’yı vasallaştırdığı ve Almanya’nın birliğini sağladığı için kahraman addedildi.
Bismarck, Avusturya-Macaristan ve İtalya ile Üçlü İttifak kurmak için harekete geçti (1882), daha sonra Fransa ve Rusya ile iki cephede savaşın önüne geçmek ve yeni Almanya’nın kıtadaki egemenliğini güçlendirmek üzere, herhangi bir çatışma durumunda tarafsız kalınacağını sağlama almak için Rusya’yla gizli bir anlaşma yaptı (1888). Onun asıl yetenekleri özel iç meselelerdeydi. Güçlü bir sesi ya da hatip olarak özgüveni yoktu ve halk arasında fazla vakit geçirmiyordu. Ayrıca, hükmeden de kendisi değildi: Kral (daha sonra Kaiser) I. Wilhelm’e hizmet ediyordu. Bu çok önemli ilişkide Bismarck psikolojik beceri ve kararlılık gösterdi, aralıksız ve etkili bir biçimde I. Wilhelm’i yönlendirirken her türlü aktörlük davranışını sergiliyordu. I. Wilhelm’e gelince, Bismarck politikalarına boyun eğerek ve Demir Şansölye’nin birçok sinir bozucu yönüne eşlik ederek, gayretli, düşünceli ve akıllı bir monark olduğunu gösterdi.9 Bismarck’ın stratejisi, işlerin nasıl yürüdüğünü sadece kendisinin bileceği şekilde her şeyi olabildiğince karmaşık hale getirerek vazgeçilmez olmaktı (bu taktik giderek onunla özdeşleştirildi). Her zaman havada çok sayıda topu çeviriyordu ve herhangi birinin düşmemesi için sürekli çabalaması gerekiyordu, sonuçta toplar daha da yükseğe çıksa dahi. Ayrıca unutmamalıyız ki Bismarck, döneminin en iyi kara ordusuna (ve en iyi ikinci deniz kuvvetlerine) sahip olma ayrıcalığından yararlanıyordu. Avrupa’nın diğer sözde devlet adamları Bismarck’ın “sanat olarak politika” örneğinin eğitimini alıyorlardı.10 Hukukun üstünlüğünü sağlam bir biçimde yapılandırmış olan Londra’nın bakış açısından Bismarck bir tehditti. Sol aşırıcılığa karşı mücadelenin siper bulduğu St. Petersburg’un bakış açısından ise bir kurtuluş. Stratejik bir değerlendirme yapılacak olursa, Bismarck’ın Almanya’nın birliği aracılığıyla Prusya’yı yükseltmesi –kitle desteği olmadan, önemli bir geçmiş devlet deneyimi olmadan ve zorlu bir çıkarlar yelpazesine karşı– son iki yüzyıl liderlerinin sergilediği en büyük diplomatik başarılar arasında sayılmalıdır.11 Dahası, alt ettiği bir hükümdara, Fransa’nın III. Napoléon’una dolaylı yönden saygı göstererek, yetişkin erkeklerin oy vermesi ile ilgili evrensel ilkeyi getirmiş, parlamentonun hâkimiyetini sağlamak için muhafazakârların Alman milliyetçisi köylüler karşısında sahip olduğu ayrıcalıklara set çekmişti. Almanya’nın arkadan hançerlenen liberallerine ait bir gazete “Mefisto kürsüye çıkıp İncil okusa bu duadan hiç kimse ilham alır mı?” diyerek homurdanmaktaydı. Bunun da ötesinde, Bismarck Almanya’nın muhafazakârlarını daha geniş sosyal yardımlar konusunda zorlamış, böylelikle sosyalistlere karşı da üstünlük sağlamıştı. Bismarck’ın birlik başarısını daha önemli kılan, birleşik Almanya’nın kısa süre sonra yaşadığı ekonomik dalgalanmanın çok düşük seviyede kalmış olmasıdır. Adeta göz açıp kapayıncaya kadar, çelik ve kimyasallar gibi kilit modern sanayi alanlarında Almanya dünyanın bir numaralı gücü Büyük Britanya’yı geride bırakmış görünüyordu. Britanya (görece) gerilemesiyle kendini tüketirken yeni Bismarckçı Reich dünya düzenini farklı bir sıralamaya zorluyordu. Bir Rus gözlemcinin dediği gibi Almanya “büyük bir buhar kazanı gibiydi, yüksek hızda, bir tahliye kanalı gerektirecek seviyede aşırı buhar üretiyordu.”12 İleride göreceğimiz gibi, Rusya’nın egemen çevreleri –en azından daha güçlü unsurları– Bismarck’ı saplantı haline getirdiler. Sadece bir değil iki Alman, Bismarck ve Marx, imparatorluk Rusya’sının diğer çift başlı kartalıydı.
Görünüşe göre Stalin’i iyi tanıyoruz. Şu eski imge –babasının onu dövdüğü; Ortodoks okulunda ezildiği; akıl hocasını aşma isteğiyle bir “Lenin saplantısı” geliştirdiği ve Korkunç İvan üzerine çalışmalar yaptığı; tüm bunların milyonlarca insanın katline yol açtığı– uzun süredir inandırıcılığını kaybetti. Hatta Rus siyasal kültürü ile kişiliği birlikte çözümleyen daha sofistike sürümler için de bu durum geçerli.13 Aşağılanma genellikle acımasızlığın değirmenine su taşısa da, genellikle atfedildiği gibi, Stalin’in sürekli travmatik bir çocukluk yaşadığı o kadar belirgin değildir. Kusurlu bir beden ve çeşitli hastalıklara rağmen, güçlü bir idrak, kendisini geliştirme konusunda açlık ve liderlik hünerleri sergiliyordu. Haylaz olduğu doğruydu. Arkadaşı Grigory Elisabedashvili’nin de sonradan anlattığı gibi “küçük Soso çok yaramazdı. Sapanını, ev yapımı ok ve yayını çok seviyordu. Bir keresinde, çoban hayvanlarını ahıra götürürken Sosa dışarı atladı ve sapanıyla hayvanlardan birini başından vurdu. Öküz çılgına döndü, sürü kaçışmaya başladı ve çobanın kovalamaya başlamasıyla Soso ortadan kayboldu.”14 Stalin’in gençliğini bilen kuzenleri ölümüne kadar onunla görüşmeyi sürdürdüler.15 Birçok öğretmeni anılarını yazacak kadar yaşadı.16 Ayrıca, eğer pek çoklarının tek taraflı anlatımında olduğu gibi çocukluğu tamamıyla sefalet içinde geçseydi dahi, bu durum geleceğin Stalin’i hakkında çok az şey anlatırdı. Lev Troçki’nin Stalin’i sadece bürokrasinin bir ürünü, “önde gelen bir komitetchik (parti yetkilisi)” olarak reddetmesinde de fazla bir şey bulamayız – yani, gerek bir proleter gerekse de gerçek bir aydın (bilinen adıyla Troçki gibi) sıfatıyla güya daha değersiz olması meselesi.17 Stalin’in hem annesi hem de babası serf olarak doğmuş ve hiç resmi eğitim görmemişlerdi, fakat kötü anılan babasının da içinde yer aldığı mücadeleci bir ailesi vardı. Stalin’in memleketi, durağanlığıyla alay konusu olan Gori, ona ciddi bir eğitim imkânı sundu. Yakın bir tarihte ulaşılır hale gelen çağdaş kaynak materyallere (1930’larda Lavrenti Beria tarafından ısrarla kovalanan ve şekillendirilen anılar da dahil) dayandırılan daha yeni genç Stalin imgesi, kabiliyetli öğrenciyi ve yeteneklerini yeniden keşfetti. Gerçi bu anılar aynı zamanda inanılması güç bir kabadayı tiplemesini ve renkli oryantalist türden bir çapkını, bir maço eşkıyayı resmetmek için de kullanıldı.18 Bu heyecan verici okuma, bazı değerli açıklamalar da içeriyor. Fakat bu yeni imge de inandırıcı olmaktan uzak. Genç Stalin, sahip olduğu penisi kullanıyordu ancak özel bir kadın avcısı değildi. Hem Marx’ın hem de Engels’in gayrimeşru çocukları vardı –Marx’ın temizlikçi kadından doğan çocuğunun babalığını Engels kabullenerek onu korumuştu– ama yine de açıktır ki Marx’ı tarihsel bir figür yapan bu değildi.19 Genç Saddam Hüseyin de şiir yazıyordu ama Bağdat’ta bir diktatör olmadan on yıllar önce gerçek bir katildi. Genç Stalin de şairdi ancak katil değildi.20 Beria’nın Stalin’i göklere çıkaran tasvirinde olduğu gibi Kafkasya’da bir mafya babası da değildi. Genç Stalin’i farklı zamanlarda küçük yandaş gruplar takip etmişse de bu asla süreklilik kazanmadı. Aslında, Stalin’in devrimci gizli faaliyetleri ile ilgili başta gelen gerçek şudur ki Kafkasya’da hiçbir zaman siyasal bir taban oluşturmadı. Stalin, Saddam Hüseyin’in “Tikrit Çetesi”ne eşdeğer bir grubu beraberinde başkente taşımadı.21 Akla yakın bir değerlendirmeyle, Stalin’in karma başarısı, yasadışı matbaacılık, grev kışkırtıcılığı ve parasal gasp planlamalarını birleştirmesiydi. Tiflis’te 1907’de güpegündüz gerçekleşen olağanüstü soygunun arkasındaki rolü –Miklós Kun’un kanıtladığı ve Simon Sebag Montefiore’nin harika bir biçimde resmettiği olay– genç Stalin’in amaca ulaşmak için her şeyi yapabileceğini gösteriyordu.22 Ancak soygun kendi içinde bir amaç değildi. Bir nedeni vardı: Kendi yükselme projesinin yanı sıra sosyalizm ve sosyal adalet. Hiçbir şey –genç kızlar, şiddet, dostluklar– hayat misyonundan onu saptırmadı.
Bu kitap spekülatif sıçramalardan ya da Stalin’in yaşamının kaydedilmesinde oluşan boşlukları doldurma çabasından kaçınacak.23 İnandırıcı ama yine de kuşkulu hikâyeler arasında gezinmeye çalışacağız. Stalin’in Kafkasya’daki gizli devrimci faaliyetleri, rejimin yalanlarıyla, muhaliflerin iftiralarıyla ve belge eksikliğiyle kafa karıştırıcı hale geldi.24 Yine de, onun yoldaşlarına ihanet konusunda özellikle güvenilmez olduğu vurgusunun, Sosyal Demokrat saflarda olup bitenler bağlamında ele alındığında, komik kaçtığını kesinlikle söyleyebiliriz. Stalin buyurgandı (Lenin ve Troçki kadar) ve asabiydi (Lenin ve Troçki kadar). Fark ettiği saygısızlıkları unutmazdı, bu nitelik kan davacı Kafkas kültürüne ilişkin bir klişe olmanın yanı sıra narsistler (çoğu profesyonel devrimci için kullanılabilir) arasında da yaygındı. Genç Stalin’in, görevi ve başarıları ne olursa olsun, liderlik iddiasını öne sürerek görevdaşlarını sürekli düşmanlaştırdığı doğruydu; daha sonra, şaşmaz bir biçimde, kendisini haksızlığa uğrayan taraf olarak görürdü. Stalin genellikle topluluk halinde olmayı severdi ama aynı zamanda huysuz ve mesafeliydi, bu da onun kuşku uyandırmasına yol açardı. Genellikle kendisi gibi insanlara yönelirdi: Sıradan bir geçmişi olan sonradan görme aydınlara. (Hasımlarından biri, daha sonraları, “çevresini tümüyle kendisine koşulsuz saygı gösteren ve her konuda boyun eğen insanlarla doldurmuştu,” diye yazacaktı.)25 1905-8 vahşi devrimci yıllar bir kenara bırakılırsa, genç Stalin gerçekte küçük ölçekli yayıncılığın uzmanıydı. Fakat bu yayınlar yasadışıydı ve o da sürekli kaçıyordu. Peşinde polis, Tiflis, Batum, Chiatura, Bakü ve Kafkasya’nın diğer şehirleri; Tammersfors (Rus Finlandiya’sı), Londra, Stockholm, Berlin, Viyana ve Avrupa’nın diğer şehirleri; Kuzey Rusya’nın Avrupa kesiminde Vologda ve Doğu Sibirya’da Turunkhanks arasında mekik dokuyordu.26 Geleceğin Stalin’inin asla göç etme arayışında olmaması ne kadar garipse yaşamının erken dönemleri de –ki bu 1901-1917 yılları arasında Sibirya sürgünü ve hapiste geçen toplam yedi yılın yanı sıra kısa yurtdışı görevleri kapsar– gizli devrimci faaliyetler açısından oldukça tipikti. Özellikle 1908 sonrasında yokluk içinde bir hayat yaşamış, herkesten para dilenmiş, öfke biriktirmiş ve diğer tutuklu ve sürgünler gibi zamanının büyük bölümünü fena halde sıkılarak geçirmişti.
Daha sonra Stalin olacak adam, babasının ayakkabı imal etmek üzere Gori’ye taşınmasına sebep olan Gürcistan’daki Rus imparatorluk garnizonlarının ve Ruslaştırma yaptırımlarıyla eğitim almasını sağlayan imparatorluk yetkilileri ile kilise görevlilerinin eseri olsa da, aynı zamanda, farkında olmadan, kendisini fazlasıyla etkileyen 19. yüzyıl sonu Gürcü milli uyanışına da ses oldu.27 Daha sonraları, Stalin’in küçük oğlu büyük ablasına sırrını ifşa edecek, babalarının gençliğinde Gürcü olduğunu söyleyecekti – ve bu doğruydu. Erken döneminde yazdığı romantik Gürcü şiirlerinin birinde (“Sabah”) on yedi yaşındaki Cugaşvili, “Çiçeğe dur, Sevgili yurdum, Neşeyle dol, İveryalıların ülkesi, Ve sen Gürcü, Çalışarak, Şenlendir anavatanını,” diyordu.28 Yaşamının ilk yirmi dokuz yılında sadece Gürcü dilinde metinler yayınladı. Onu 1900 yılından tanıyan birinin ifadesine göre, “Gürcüceyi son derece kusursuz konuşuyordu. Diksiyonu temizdi ve konuşması hayat dolu bir mizah anlayışını yansıtıyordu.”29 Şurası muhakkak ki Stalin biraz kötü bir Gürcü’ydü, en azından kalıplaşmış yargılar bakımından: Çok onurlu değildi, arkadaşlarına ve ailesine tam bir bağlılık göstermiyordu, eski borçlarını umursamazdı.30 Ayrıca, Gürcistan farklılıklar barındıran bir yerdi ve geleceğin Stalin’i kulaktan dolma gündelik Ermenice öğrendi. Esperanto (uluslararası kurgusal dil) öğrenmeye heves etti, hiçbir zaman çok geliştiremese de Almanca (Sol’un ana lisanı) çalıştı ve Platon’u Yunancadan anlamaya çalıştı. Tüm bunların ötesinde, imparatorluk dili Rusçayı akıcı bir şekilde kullanmaya başladı. Sonuçta, Gürcü şair Shota Rustaveli’nin aforizmalarından (“yakın bir dostun düşmanlığı bir hasmın düşmanlığından çok daha tehlikelidir”)31 ama aynı zamanda Anton Çehov’un tarifsiz melankolik çalışmalarından –ki onun “Vişne Bahçesi” (1903) küçük bir asilzadenin ağaçlarının bir tüccar tarafından kesilmesini (mülk ve köşk bir kapitaliste satılır) tasvir eder– keyif alan bir genç adamdı. Stalin hem imparatorluk Rusya’sının hem de Gürcistan’ın tarihine kendisini kaptırdı.
Rus devrimci çevrelerinde Gürcü kökeni dışında genç Stalin’i farklı kılan kendisini geliştirmek konusunda olağanüstü adanmışlığıydı. Kitapları yalayıp yutuyordu zira bir Marksist olarak dünyayı değiştirmek istiyordu. Aşırı politik sekterlik belki de en ön plandaki vasfıydı (üçte bir hizipçi olan dinen Doğu Ortodoks bir kültürde bile). Gençlik yılları Leninist bir Marksist olduğu yıllardı ve sadece Çarlıkla değil diğer devrimci hiziplerle de savaştı.32 Gerçi nihai olarak Stalin’in ve sonraki iktidarının şekillenmesinde en önemli faktör –daha sonra kapsamlı olarak ele alacağız– gençliğinde sadece kısmen karşılaştığı bir durumdu: Yani, imparatorluk Rusya’sı devlet ve otokrasisinin iç işleyişi, olmazsa olmazları ve başarısızlıkları. Bu tarihin enginliği Stalin’in erken dönemini doğru bir perspektife oturtacaktır. Ama onun müteakip etkisinin devasa boyutuna zemin hazırlayan da aynı tarihtir.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma/İnceleme Tarih
- Kitap AdıStalin - Cilt 1 / İktidar Paradoksları (1878-1928)
- Sayfa Sayısı1096
- YazarStephen Kotkin
- ISBN9789750524684
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2018