Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Stalin – Cilt 2 / Hitler’i Beklerken (1929-1941)
Stalin – Cilt 2 / Hitler’i Beklerken (1929-1941)

Stalin – Cilt 2 / Hitler’i Beklerken (1929-1941)

Stephen Kotkin

Stephen Kotkin, üç cilt olarak tasarladığı bu kapsamlı biyografinin ikinci cildinde çağdaş dünyanın en tartışmalı liderlerinden Stalin’in mutlak iktidarını perçinlediği 1929-1941 yılları arasına odaklanıyor….

Stephen Kotkin, üç cilt olarak tasarladığı bu kapsamlı biyografinin ikinci cildinde çağdaş dünyanın en tartışmalı liderlerinden Stalin’in mutlak iktidarını perçinlediği 1929-1941 yılları arasına odaklanıyor.

Eşi Nadya Alliluyeva’nın intiharı ve yakın arkadaşı Sergey Kirov’un öldürülmesi gibi, yalnızlığını ve kuşkuculuğunu daha da keskinleştiren trajedilerle gündelik yaşamındaki sıradan anları detaylı olarak takip ettiğimiz çalışmanın bu ikinci cildi Hitler’i Beklerken’de kişisel olanla “tek ülkede sosyalizm”in inşasının iç içe geçtiği sarsıcı bir hikâye anlatılıyor.

Özellikle Ukrayna ve Kazakistan’da kitlesel bir kıtlığın yanında insani yıkıma da yol açan “iradi” kolektivizasyon ve sanayileşme süreçleriyle büyük bir köylü ekonomisinin dünyanın en büyük güçlerinden biri haline gelmesinde Stalin’in oynadığı rol ve sahip olduğu sorumluluk detaylı bir şekilde inceleniyor.

Kotkin, parti içi muhalefet, düşmanlıklar ve bitimsiz tasfiyelerin gölgesindeki Sovyetler Birliği’nin Nazi Almanyası ile yerleşik düzene karşı ortaklıklarla birlikte karşıtlıklar da barındıran ilişkisini yeni bir dünya savaşının eşiğinde, İspanya İç Savaşı’ndan Japon saldırganlığına uzanan geniş bir coğrafyada, tarihsel bir kapsamda tartışıyor.

İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ…………………………………………………………………………………………….11
KISIM 1
EFSANEDEKİ GİBİ…………………………………………………………………………29
BÖLÜM 1 İradenin Zaferi ……………………………………………………………..39
BÖLÜM 2 Kıyamet …………………………………………………………………………119
BÖLÜM 3 Zafer…………………………………………………………………………….. 221
BÖLÜM 4 Terörizm…………………………………………………………………………311
BÖLÜM 5 Büyük Güç……………………………………………………………………. 375
KISIM 2
DEVLET YÖNETİMİ OLARAK TERÖR…………………………………………… 463
BÖLÜM 6 Uçurum…………………………………………………………………………..475
BÖLÜM 7 Birbirini Avlayan Düşmanlar…………………………………….. 553
BÖLÜM 8 “Bir Numaranın Zihninden Neler Geçiyordu?” ………623
BÖLÜM 9 Eksik Parça…………………………………………………………………..705
KISIM 3
BUL KARAYI AL PARAYI …………………………………………………………… 775
BÖLÜM 10 Çekiç ……………………………………………………………………………. 807
BÖLÜM 11 Antlaşma……………………………………………………………………….881
BÖLÜM 12 Fırlatılan Domuz…………………………………………………………..955
BÖLÜM 13 Hırs……………………………………………………………………………… 1027
BÖLÜM 14 Korku……………………………………………………………………………1103
SONUÇ
KÜÇÜK KÖŞE, 21 HAZİRAN 1941, CUMARTESİ …………………….1191
SOVYET İDARİ YAPISI……………………………………………………………… 1219
ALBÜM……………………………………………………………………………………….. 1223
KAYNAKÇA…………………………………………………………………………………… 1257
DİZİN ………………………………………………………………………………………….. 1373

ÖNSÖZ

Peki ama bir çar olmazsa, Rusya’yı kim yönetecek?
– ALEKSEY, 1917, babası II. Nikolay
her ikisi adına tahttan çekilince

Yaşamının ilk otuz dokuz yılında Josef Stalin’in (doğum 1878) önemli bir başarısı olmadı. Bir yeniyetme olarak, okulda aldığı yüksek notlardan Çarlık baskısına karşı verdiği mücadeleye kadar, parlak bir dönemi geride bırakmış, başkalarının yanında ezberden okuduğu birinci sınıf şiirleri bir Gürcü gazetesinde yayımlanmıştı. (Daha sonra, o günlere tanıklık edenlerden biri, “etkileyici şiirleri hâlâ kulaklarımda” diyecekti.) Ancak meslek –devrimcilik– kariyeri, saklanma, hapis, sürgün, kaçış, yeniden yakalanma, yokluk silsilesinden ibaretti. Durum, artık kaçışın bile imkânsız olduğu Sibirya sürgününe kadar varmıştı. Sadece Çarlık polisinin ve kendisi gibi iç sürgüne ya da Avrupa’ya savrulmuş devrimci arkadaşlarının bildiği bir sebatkârlıkla yoluna devam ediyordu. Dünyayı sarsan Büyük Savaş, 1917 Şubatı’nda Çar ve Çareviç’in beklenmedik biçimde tahttan çekilmesi, Emperyal Alman sinizmi sayesinde Vladimir Lenin’in Nisan ayında Rusya’ya dönmesi, ancak intihar olarak addedilecek şekilde Rusların başlattığı Haziran askerî saldırısı ve Başbakan Aleksandr Kerenski ve Başkomutan Lavr Kornilov arasındaki ölümcül dans Stalin’in yaşam biçimini değiştirdi. Birdenbire, kurulması imkânsız gibi görünen Sovyet rejiminin en önemli dört figüründen biri oldu. 1918-1921 İç Savaşı’nda ve toprakların geri alınmasında önemli rol oynadı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yaratılmasında ise belirleyici rol onundu. 1922 yılında, Kuzey Kutbu dairesinde yaşadığı kasvetli sürgünden beş yıl sonra, Lenin’in onu Komünist Parti genel sekreterliğine ataması (Nisan) ve ardından [Lenin’in] geçirdiği felç (Mayıs) nedeniyle görevini sürdüremez hale gelmesiyle, kendisini Bolşevik diktatörlük içinde kişisel diktatörlüğünü kurabileceği inanılmaz bir konumda buldu. Stalin tutku ve acımasızlıkla bu fırsata sarıldı. 1928 yılına gelindiğinde Sovyet Avrasyası’nda yaşayan 120 milyon köylü için zorla kolektifleştirme kararını alacaktı. 1917-1928 yılları arası şaşırtıcı derecede önemli olaylara sahne olmuştu. Ancak 1929’dan 1941’e kadar geçen süre –bu kitabın ele aldığı dönem– daha da hareketliydi.

Bu ciltte de Stalin’in Sovyetler Birliği olarak yeniden biçimlendirilen Rusya’daki iktidarı ve Sovyetler Birliği’nin dünya ölçeğindeki gücü incelenecek. Ancak ilk ciltte, etrafındaki küresel gelişmeler aktarılırken sayfalar boyunca sahnede yer almayan Stalin, bu ciltte, tam tersine, hemen her sayfada yer alıyor ve bu da aslında çok daha zor bir anlatı anlamına geliyor. Birinci cildin sonunda dillendirdiği gibi, artık Stalin tüm Avrasya’nın vahşice yeniden şekillendirilmesine dalmıştır, sürekli büyüyen parti-devlet aygıtının mikro-yönetimini sürdürmektedir, silah üretimi ve tahıl tedarikinin en ince ayrıntılarıyla meşguldür, diğer yandan, gezegenin her bir noktasını ilgilendiren kapsamlı bir dış politika yürütmekte ve ilk kez kültürel meselelere nezaret etmektedir. Ancak ikinci cilt büyük ölçüde Stalin’in ofisinde, hatta zihninde geçer. 1927 yılında, ona çok yakın çalışanların gözünde bir sosyopat değildir, 1929-1930 yıllarında en karanlık yönünü sergileyecektir. Zaman geçtikçe, diktatörlüğü öğrenme sürecinden, sabırsız bir diktatör olma ve kan döken bir despotizmi kurmaya yönelecektir. Bu gücün nereden geldiğini açıklamaya dair birinci ciltte mevcut çözümsel zorluk baki olmak kaydıyla, ikinci cilt, kendi komiserliğinde, subay kadrosunda, gizli poliste, elçiliklerde, ajan ağında, bilimsel ve kültürel çevrelerde, partide kendisine sadık çok sayıda insanı neden tutuklatıp öldürttüğü sorusuna cevap arayacak. Ne düşünüyor olabilirdi? Bu nasıl mümkün olabildi? Stalin’in 1936-1938 kitlesel terörü önemli bir hadisedir fakat bu ciltte ele alınan dönemin asli meselesi değildir. Öncelikli mesele, ilkin 1929-1933 tarihli tarımda kolektifleştirmeye, daha sonra da 1939 tarihinde Nazi Almanyası ile yapılan antlaşma ve artçı şoklarına aittir. Eğer birinci ciltte Stalin’in önündeki engel Troçki ise (siyaseten alt edildikten sonra, daha da büyük sıkıntı olmaya devam etmiştir) şimdi bir diğeri ortaya çıkmaktadır ve bu, kalemini kullanmanın pek ötesine geçemeyen bir sürgün değil, kıtadaki en büyük gücün yeniden silahlanmasına önderlik eden diğer bir diktatördür.

Avusturya-Macaristan sınır bölgesinde 1889 yılında doğan Hitler Stalin’den on bir yaş büyüktür. Babasını on beş, annesini on sekiz yaşında kaybeder. (Annesine bakan Yahudi hekim, anne kaybının kederiyle bu kadar yaralanan başka bir çocuğa kırk yıl boyunca hiç rastlamadığını söyleyecektir.) Yirmi yaşına geldiğinde Hitler, kendisini büyük bir yoksulluk içinde Viyana’da bulur, neredeyse kendisine kalan tüm miras ve birikimleri tükenmiştir. Viyana Güzel Sanatlar Akademisi tarafından iki kez reddedilmiştir (“örnek çizimler yetersiz”) ve bir tren istasyonunun arkasındaki evsizler barınağında kalmaktadır. Yan yatakta yatan bir evsizin hatırladığına göre, Hitler’in “önce giysileri bitlerden arındırılmıştı zira günlerce sığınacak bir yer olmaksızın berbat koşullarda yaşamıştı.” Aynı kişi Hitler’in çeşitli barınaklarda ekmek-çorbaya talim ederek “siyaset tartıştığını” da söylüyordu. Bu sırada teyzesinden aldığı cüzi borç sayesinde daha iyi semtlere kendisini atabilmiş ve kartpostal boyama ve reklam çizimleri gibi geçici işler bulmayı başarmıştı. Aynı zamanda, siyasi metinler, gazeteler, felsefeci Schopenhauer ve Batı Amerika’nın kovboy-Kızılderili dönemine ya da egzotik Yakındoğu’ya göre kurgulanmış Karl May romanları okuduğu şehir kütüphanesini sık sık ziyaret ediyordu. Hitler Avusturya’da askerlikten ve polisten kaçıyordu ve nihayet onu yakaladıklarında, yetersiz beslenmiş ve kuruntulu genci askerliğe uygun bulmadılar. Sınırı geçip Münih’e kaçtı ve 1914 Ağustos ayında er olarak Alman ordusuna katıldı. Büyük Savaş bittiğinde hâlâ er rütbesinde bulunuyordu fakat savaş sonrası koşullar onun yaşam beklentilerini dönüştürecekti. İmparatorluk Almanyası’nın yenilgisi ile oluşan kaotik ortamda, birçokları gibi o da soldan sağa hicret etti.

Kasım 1918’deki solcu Münih Devrimi sırasında Hitler Pomeranya’da bir hastanedeydi fakat taburcu olduktan sonra, katledilen Sosyal Demokrat Bavyera eyaletinin Yahudi liderinin cenaze törenine katıldı; çekilen bir fotoğraf, biri siyah (yas tutmak için) diğeri kırmızı olmak üzere Hitler’in iki pazubent taktığını gösteriyordu. Sosyal Demokratlar ve anarşistler 1919 Nisanı’nda Bavyera Sovyet Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra, komünistler hızla iktidarı ele geçirdi; Sosyal Demokratlara katılmayı tasarlamakta olan Hitler kendi taburunun sovyet (konsey) temsilciliği görevini üstlendi. Kayda değer bir mesleği yoktu ancak askerlere sol düşünceyi telkin etme faaliyetine katıldığı anlaşılıyordu. Hitler’in otuzuncu doğum gününden on gün önce Bavyera Sovyeti Freikorps adıyla tanınan savaş gazilerince bozguna uğratıldı. Ordu içinde kalmayı sürdürdü zira üstlerinden birisi, Alman ordusu “istihbarat” birimi şefi, onu anti-sol eğitim kursuna göndermek ve sonra da solcu gruplara sızmak için kullanmak düşüncesindeydi. Bu subayın sonraki ifadesine göre Hitler “sahip arayan yorgun bir sokak köpeği gibiydi” ve “ona şefkat gösterecek herhangi birine sığınmaya hazırdı.” Sonuçta, ajan olarak görevlendirilmesi Hitler’in küçük bir sağ-kanat gruba katılması anlamına geliyordu. İşçileri komünizmden uzak tutmak için oluşturulan bu küçük grup, Alman İşçi Partisi, eski Rus İmparatorluğu’ndan gelen anti-semit göçmenlerin de yardımıyla Hitler tarafından Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne –ya da Naziler– dönüştürülecekti.

Artık aşırı sağcı kışkırtıcılığa demir atan Hitler marjinal bir figür haline gelmişti. Stalin, dünyanın en geniş topraklara sahip devletinde Komünist Parti genel sekreteri olduğu sırada, Hitler Birahane Darbesi denilerek dalga geçilen ve yerel iktidarı ele geçirmeye yönelik, başarısız 1923 Münih Darbe Girişimi nedeniyle hapisteydi. Münih’i memleketi olarak benimseyen Hitler, aslına bakılacak olursa, yargılanmasını bir zafere dönüştürmeyi başarmıştı. (Yargıçlardan biri, “Bu Hitler pek yaman bir delikanlıymış!” diyordu.) Aslında Hitler Avusturya vatandaşıydı ve hüküm giydi fakat yargıç, yasanın “Alman gibi düşünen ve hisseden, Alman ordusuna dört buçuk yıl hizmet etmiş, düşmana karşı sıra dışı cesaretiyle askerî nişan almış, yaralanmış Hitler gibi bir adama uygulanamayacağı” gerekçesiyle onu sınır dışı etmekten kaçındı. Hapiste geçen ilk iki hafta boyunca Hitler yemek yemeyi reddetti zira ölümü hak ettiğine inanıyordu, ancak tam da bu sırada onu ulusal kahraman olarak kutlayan mektuplar almaya başladı. Richard Wagner’in gelini Winifred, bir kitap yazması için onu cesaretlendirerek kâğıt ve kalem göndermişti. Hapiste olduğu sırada orada görevli olan Rudolf Hess’in Hitler’in dikte ettiklerini daktilo etmesiyle, başarısız darbede hayatını kaybeden on altı Nazi’ye ithaf edilen bir otobiyografi ortaya çıktı. Mein Kampf’da [Kavgam] Hitler kendisini tanımlarken seçilmiş olduğunu iddia ediyor, Almanya’yı büyük bir güç olarak yeniden canlandırmak ve Yahudilerden temizlemekle yükümlü olduğunu söylüyor ve kendisini “Marksizmin yok edicisi” diye kutsuyordu. Aralık 1924’te beş yıl hapis cezasının on üç ayını yattıktan sonra serbest bırakıldı. Bu arada kitabının satışları hayal kırıklığı yarattı, ikinci kitabı için yayıncı bulamadı ve Nazi Partisi [Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi] de seçimlerde etkisiz kaldı. Britanya’nın Berlin Büyükelçisi Lord D’Abernon, erken tahliye sonrasında Hitler’in siyasi yaşamını “artık unutulmaya yüz tutuyor” diyerek özetliyordu.

Tarih sürprizlerle doludur. Bu Avusturyalının sınırlarda gezen bir siyasi hareket üzerinden Almanya’nın diktatörü ve Stalin’in baş düşmanı olacağını düşünmek neredeyse imkânsızdı. Ancak, otuz bir yıl boyunca önce Prusya ve daha sonra Almanya genelkurmay başkanlığı yapan Mareşal Kont Helmuth Karl Bernhard von Moltke (1800-1891), stratejiyi bir doğaçlama meselesi, bir “kestirme yollar sistemi” olarak görüyor, başkalarının yarattığı ya da rastlantısal beklenmedik gelişmeleri kendi lehine çevirme becerisi olduğunu düşünüyordu ve Hitler tam da böyle bir doğaçlama ustası haline gelmişti: Genellikle kararsızdı, hatalar yapıyordu ve şanstan yararlanıyordu fakat nihai hedefinden emin ve karşısına çıkan imkânları görebilen, radikal görüşlere sahip bir adamdı. Moltke’nin anlayışına göre Stalin de stratejistti, her zaman kendi yaratmasa da fırsatları algılayan ve yakalayıp kendi lehine çeviren, radikal fikirlere sahip biriydi. Stalin ve Hitler’in algıladıkları fırsatlar, genellikle, kendi şişirdikleri ya da yarattıkları acil “tehditler” biçimindeydi. Eğer tarihi güdümleyen jeopolitik, kurumlar ve düşünceler ise, özellikle bu üçlü etkileşimin harekete geçmesi tarihsel bir öznenin atacağı adıma bağlı olacaktır.

Denizaşırı imparatorluğu kısa sürede dünyanın dörtte birini kaplayan ve tüm dünyanın asli yönlendiricisi olan, iktidarı ile hem Hitler’in ve hem de Stalin’in kafasını meşgul eden Büyük Britanya’ya karşı herhangi bir ülkenin üstünlük kurması mümkün görünmüyordu. Bununla beraber Stalin, Almanların en iyi imalat yöntemlerine ve mühendislik okullarına sahip olmaya başladığı bir çağda büyümüştü. Almanya ile ilgili doğrudan tek deneyimi, 1907 yılında, Londra’daki bir Bolşevik toplantısından Rusya’ya dönerken Berlin’de geçirdiği birkaç aydan ibaretti. Almanca okumuştu ancak Alman diline hâkim değildi. Özellikle Sergey Witte gibi Çarlık yanlısı öncelleri gibi Stalin de Alman hayranıydı, sanayi ve bilimsel düzeylerine –yani modernliklerine– imreniyordu. Her ne olursa olsun, Stalin çok uzun bir süre Hitler’in varlığından bile haberdar değildi.

Çarlık Rusyası’nın Büyük Savaş’taki hedefi Hohenzollern ve Habsburg egemenliklerini sona erdirip Rusya’ya dost bir Slav devletleri kuşağı yaratarak Alman tehdidini sonsuza dek bitirmekti. Almanların ve Avusturyalıların savaş hedefi ise, tam tersine, Rusya’nın batı sınır topraklarını daraltarak, hissedilen Rus tehdidini azaltmaktı. Eğer savaşı Rusya kazansaydı Almanların dayattığı Brest-Litovsk Antlaşması’nın tersini yürürlüğe koyacaktı fakat Rusya kaybetti (Doğu Cephesi’nde). Aynı biçimde, Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın kaybetmesiyle (Batı Cephesi’nde) Versay Antlaşması yürürlüğe girmişti. Avrupa’nın savaş-sonrasında güvenlik sisteminin çözülmemesi, atfedilen bilgeliğin aksine, irade yoksunluğundan ya da beceriksizlikten kaynaklıydı. Rusya ve Almanya’nın birlikte çökmesi sayesinde Versay mümkün oldu ve bu antlaşmanın sürdürülmesi Rus ve Alman güçlerinin bir daha asla yükselmemesine bağlıydı. (Alman iktidarıyla Büyük Savaş patlamadan önce geçici bir antlaşma yapamayan Britanya’nın savaş sonrası dönemi bir uyum antlaşması arayışıyla geçirmesi, Versay Antlaşması’nın kırılganlığının farkında olduğunu gösteriyordu.) Versay Antlaşması’nın iki kaybedeni, Almanya ve Rusya, gizli askerî işbirliğine yöneldi. Daha sonra 1933 yılında, göreceğimiz gibi, Stalin’in hayranı olduğu büyük devletin çarkları Hitler’e teslim edildi. İki diktatörün hayatları, biyografi yazarı Alan Bullock’un yazdığı gibi, paralel seyrediyordu. Ancak mesele, kesişmeleriydi: Rus Devleti’nin ve Alman Devleti’nin periferilerinden gelen, ülkelerini kanlı yöntemlerle canlandıran ve yeniden kuran birbirinden çok farklı bu iki adam, önce farkında olmadan ama daha sonra kasten birbirlerine yaklaştılar. Hitler’i bekler hale gelen sadece Alman halkı değildi.

Kaynaklara dair kısa bir not

Bu kitap otoriter yönetim, zor, toplumsal bölünmelerin manipülasyonu ve düşman yaratma, yalanın kurumsallaşması ile ilgilidir ancak olguların araştırılması üzerine kurulmuştur. Stalin muazzam genişlikte tarihsel kayıt bırakmıştır. Bugüne kalan kişisel arşivi (“fond” veya koleksiyon 558), artık bir araya getirilmiş olan iki parçadan oluşuyor. İlk on bölümde (Rusça “opis” olarak tanımlanmış), 1939 yılında altmışıncı doğum günü için Marx-Engels-Lenin Enstitüsü (artık RGASPI olarak anılıyor) tarafından planlanan biyografiyle bağlantılı olarak kişisel veya diğer arşivlerden düzenlenen materyaller yer alıyor. Bu materyaller arasında kişisel fotoğraf albümleri, mektuplar ve kendisiyle ilgili hatıratlar bulunuyor. Kendi özel kütüphanesinden kitaplar (opis 4) ölümünden sonra eklenmiş. Daha değerli ikinci bölümde kapsamlı tek bir parça (opis 11) halinde kişisel çalışma arşivi var ve aygıtın “özel bölüm”ünde tutulmuş, daha sonra Politbüro (artık Başkanlık) Arşivi adını almış fakat 1998-1999’da RGASPI’ya devredilmiş. Bu çalışma arşivine nelerin gireceğine Stalin karar verdi ancak bu materyaller her zaman onu parlatmıyor; aksine arşive eklediği birçok materyal onun politik hatalarını, karşıtlarına ve yandaşlarına (ki bunların işledikleri suçlara rağmen zaman zaman anlayış hak ettikleri anlaşılıyor) karşı sergilediği haksız zulmü yansıtıyor. Stalin’in kişisel arşivinin bir kısmı kendisi ve başkaları tarafından imha edildi – ne kadarının geride bırakıldığını bilmek olanaksız. Örneğin, iki ayrı kümede not defterleri tuttuğu biliniyor; siyah (teknoloji konusunda) ve kırmızı (personel için). Ancak birkaç sayfa dışında bu defterler ortada yok. Kremlin’deki ofisinin kasasında ya da Moskova yakındaki kır evinin [daça] büfesinde bulunduğuna inanılan, en yakın çevresindekilerle ilgili bilgilerin yer aldığı dosyalar ortada yok. İki ofisine (Kremlin ve Eski Meydan [Staraya Meydanı]) gelen konukların yer aldığı paha biçilmez ziyaretçi kayıt defterleri yayımlandı ancak Moskova kır evine gelen ziyaretçi kayıt defterleri yayımlanmadı ve kaybolduğundan ya da yok edildiğinden endişe duyuluyor. Devasa kayıt koleksiyonu ve kütüphanesinin büyük bir bölümü dağıtılmış. Yine de, halen mevcut ve ulaşılabilir materyaller şaşırtıcı derecede çok.

Elimizde sadece Stalin’in kişisel arşivi yok, aynı zamanda başkent ve bölgelerdeki devasa parti ve devlet arşivleri de var, dışişleri ile ilgili olarak da devlet arşivleri mevcut. Stalin örneğinde bir Kavgam, kayıt altına alınmış “sofra sohbetleri” ya da sevgililere dair samimi ifadeler eksik kalsa da Soçi ya da Gagra’da tatilde bulunduğu sırada, başkentte onun adına yürütülen faaliyetlere dair kapsamlı talimatlarını yayınladığı çok sayıda yazışma var. Bunlara ek olarak, emri altındakilerin gerçek zamanlı kaydettiği talimatlar da mevcut – film endüstrisi şefinin, Komintern başkanının, devlet adına not tutan görevlinin. Ardından yazılan anılar arşiv materyallerinin açıklanmasına ve bazen çözümlenmesine imkân tanıyor. Tüm parti kongrelerinin, Kremlin resepsiyonlarında Stalin’in yaptığı birçok kapsamlı açıklamanın ve önemli Politbüro ve Merkez Komite toplantılarını bilgilendirmek üzere dağıtılan resmî kayıtları var. Sıkı biçimde denetim altında tuttuğu merkez basın da onun düşünme biçimini mükemmelen yansıtan materyaller sunuyor. Gizli polis, karşı-istihbarat ve koruma direktörlüğü arşivleri neredeyse tümüyle kapalı, askerî ve dış politika kollarına ait arşivlere erişim de zor fakat bu kurumlar çok fazla sayıda doküman koleksiyonu yayınladılar ve ayrıca, gizli polis materyalleri de dahil olmak üzere arşivlere genellikle daha kolay ulaşan araştırmacılar uzun alıntıların yer aldığı monografiler yayımladılar. Belgelerin taranması sayesinde belgelerin paylaşılması mümkün oldu. Yani, kanıt niteliğinde kayıtlar, tam olmasa da şaşırtıcı derecede zengin. Birçok araştırmacı bu materyaller üzerinde çalıştılar ve bu cildin ortaya çıkmasını R. W. Davies’in ekonomi, Oleg Khlevniuk’un parti-devlet aygıtı, Vladimir Khaustov’un gizli polis, Matthew Lenoe’nin Sergey Kirov etrafında dönen olaylar, Vladimir Nevezhin’in büyük güç olarak Sovyet Devleti anlayışı, Adam Tooze’nin Nazi Almanyası’nın büyük stratejisi, Gabriel Gorodetsky’nin Britanya ve Stalin’in dış politikası konularında yaptıkları mükemmel araştırmalara borçluyum. Bu araştırmalar ve diğer birçoğu dipnotlarda belirtildi.

Birleşik Devletler’deki editörüm Scott Moyers ve Penguin ekibinin geri kalanı sayesinde bu kitabın ne ölçüde geliştiğini ifade edecek kelime bulamıyorum. Kitap, onun ve temsilcim Andrew Wylie sayesinde var. İncelikleri ve anlayışlı tavırları nedeniyle özel olarak bahsedilmeyi hak eden başkaları da var – ne yazık ki tek tek anamayacağım kadar çoklar. Burada hepsine, özellikle arşiv ve kütüphane görevlilerine, Rusya’daki dost biliminsanlarına müteşekkir olduğumu belirtmek isterim. Oleg Budnitskii beni Moskova’daki Milli Araştırma Üniversitesi Yüksek Ekonomi Okulu’ndaki İkinci Dünya Savaşı ve Sonuçları Uluslararası Merkezi’ne kıdemli araştırmacı olarak kabul etti. Kütüphanesi ve arşivleri ile inanması güç bir hazine olan Stanford Üniversitesi Hoover Enstitüsü bünyesinde olmaktan da büyük ölçüde yararlandım ve L&A direktörü Eric Wakin’e teşekkür borçluyum. Her şeyden önemlisi, Princeton Üniversitesi, otuz yıl boyunca bana rüya gibi bir akademik ortam ve muhteşem öğrenciler sundu.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Stalin – Cilt 1 / İktidar Paradoksları (1878-1928) ~ Stephen KotkinStalin – Cilt 1 / İktidar Paradoksları (1878-1928)

    Stalin – Cilt 1 / İktidar Paradoksları (1878-1928)

    Stephen Kotkin

    Stephen Kotkin üç ciltlik büyük emek ürünü eserinin bu ilk cildinde, 20. yüzyıl tarihinin şüphesiz en etkili siyasi şahsiyetlerinden Stalin’in Çarlık Rusyası’ndan Ekim Devrimi...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur