Ölmeden Önce Okumanız Gereken 1001 Kitaptan Biri
Zamanının ötesinde bir yazardan zamanı parçalayan bir klasik: Sürücü Koltuğu. Muriel Spark, okuru üzerinde şok etkisi yaratan bu romanı anlatıda sıçrayışlarla kurguluyor; olaylar, polisiyeden romansa, gerilimden travmaya ve ölüm arzusuna uzanarak gelişiyor. Tek yönlü bir biletle seyahate çıkan bir kadın, kendi çizdiği kadere doğru son sürat ilerliyor ve direksiyon başında kim olursa olsun, bütün yollar aynı yere ulaşıyor. Spark’ın kalemi ince ayrıntılarda gizli savrulma anlarını olduğu gibi, olanca tuhaflığıyla betimliyor; tekniği, anlatıyı kendi mantığı uyarınca gelişen bir kâbus kadar kişisel ve karanlık bir deneyime çeviriyor.
Sürücü Koltuğu, hâkimiyetin bizde olduğu yanılgısı sayesinde yol alabildiğimiz hayatlarımızı derinden sarsmakta kararlı, sert ve müdanasız bir roman.
*
1
“Sonra bu kumaş leke de tutmaz,” diyor tezgâhtar kız.
“Leke tutmaz mı?”
Tezgahtar kız, “Yeni tip bir kumaş bu,” diyor. “Özel işlem görmüş. Lekelenmiyor. Diyelim birazcık dondurma bulaştırdınız üzerinize ya da bir yudum kahve falan döktünüz, bu elbisede leke kalmaz.”
Genç bir kadın olan müşteri birden elbisenin fermuarını, yakasındaki kopçayı yırtarcasına çekelemeye başlıyor. “Çıkartın şu şeyi üstümden,” diyor bir yandan da, “Çıkartın. Hemen.”
Tezgahtar kız müşteriye bağırmaya başlıyor. Oysa müşteri sırtındaki parlak renkli elbiseyi bu dakikaya kadar pek beğenmiş gibiydi. Elbisenin kumaşı beyaz üzerine yeşil ve mor dörtgenlerle örneklenmiş; yeşil dörtgenlerin içinde mavi benekler, mor dörtgenlerin içinde de siklamen renkli benekler var. Bu model iyi satmamış. Yeni leke tutmaz kumaştan yapılma başka modeller satmış ama bu elbise -ve aynı modelin arkadaki stok odasında gelecek haftaki büyük indirimi bekleyen üç ayrı bedeniçoğu alıcının zevkine göre fazla cafcaflı gelmiş. Oysa elbiseyi şimdi telaşla çıkaran ve büyük bir sinir içinde yere fırlatıp atan müşteri ilk giydiğinde hoşnutlukla nerdeyse gülümsemiş, “İşte aradığım elbise,” demişti. Satıcı kız eteğin bastırılması gerektiğini söyleyince müşteri, “Peki, ama elbiseyi yarına kadar isterim,” demişti. Kız, “Cumadan önce yapamayız, özür dilerim,” diye yanıtlamıştı onu. Müşteri de, “Ha, ben kendim yaparım öyleyse,” diyerek dönmüş, elbiseyi boy aynasında iki yanına dönerek hayranlıkla süzmüştü. “Üstüme tam oldu. Renkler de nefis.”
Tezgahtar kız, “Sonra bu kumaş leke de tutmaz,” demişti; besbelli hoşnut müşteriye onu da sunmak umuduyla, gözleri, gene leke tutmayan ve aynı biçimde elde kalmış olan bir başka yazlık elbiseye doğru kayarak.
“Leke tutmaz mı?”
Müşteri elbiseyi çıkarıp yere fırlatmıştı.
Tezgahtar kız açıklamasını sesiyle desteklemek istercesine bağırıyor: “Kumaş özel işlem görmüş… diyelim bir damla likör döktünüz üstünüze, siliyorsunuz, tamam! Bayan, bakın yakayı yırtıyorsunuz.”
Müşteri, “Sen benim üstüme öteberi döktüğümü mü saniyorsun yani?” diye tiz sesle bağırıyor. “Doğru dürüst yemek yemesini bilmiyormuş gibi bir halim mi var?”
“Bayan, ben kumaşı anlattım yalnızca, siz tatil için yurt dışına gittiğinizi söyleyince, yolculuk sırasında insanın üstü başı leke olur ya, ondan. Elbisemizi böyle hırpalamayın, lütfen. Bayan, ben yalnızca leke tutmaz dedim, küplere bindiniz, oysa elbiseyi beğenmiştiniz.”
“Senden leke tutmaz elbise isteyen oldu mu?” diye bağırarak kesin bir kararlılıkla, çabucak kendi etek bluzunu giyiyor.
Kız da, “Renkleri beğenmiştiniz ya!” diye bağırıyor. “Ne fark eder yani, leke tutmuyormuş işte, bunu duymadan önce kumaşı beğenmiştiniz ya!”
Biraz ötedeki iki tezgahtar kızla iki müşteri de şaşkınlıktan ağzı açık bakakalmışken, genç kadın, çantasını alıp adeta koşarak kapıya gidiyor. Kapıda dönüp ardına bakıyor ve “Ben hakarete gelemem!” diyor; yüzünde, duruma yadsınmaz bir gerekçeyle egemen olmanın hoşnutluğu.
Geniş cadde boyunca yürüyor, vitrinlerde gereksindiği elbiseyi, edinilmesi şart olan elbiseyi arayarak. Dudakları hafifçe aralanmış; oysa on sekiz yaşından beri, yani on altı yıl ve birkaç aydır, hastalandığı aylar dışında kesintisiz olarak çalıştığı muhasebe bürosunun gündelik hoşnutsuzluklarıyla dudakları hep kısılıdır. Dudakları, konuşup yemek yediği zamanlar dışında, bir bilanço sayfasının cetvelle çekilmiş çizgisi gibi hep kısılı durur; eski moda dudak boyasıyla dümdüz çizilmiş, yargılayan, kesin hüküm veren bir ağız; dakik bir aygıt, ağız değil bölük komutanı sanki. Altında beş kadın, iki erkek çalışıyor. Üstünde de iki kadınla beş erkek var. Amiri ona iyilik olsun diye öğleden sonra izin vermişti, cuma öğleden sonra. “Daha bavulunu yapacaksın, Lise. Evine git, eşyanı topla, dinlen.” Lise buna karşı koydu. “Dinlenmeye ihtiyacım yok, daha bütün bu işler var bitirmem gereken. Bak… bunlar işte.” Şişman, ufarak bir adam olan amiri, ona ürkmüş gözlerle bakıyordu. Lise gülümseyerek başını masasına eğdi. Adam, “Sen dönene kadar bekleyebilir bunlar,” demişti; Lise’in yukarı kaldırdığı gözlerine çerçevesiz gözlüğüyle meydan okuyarak. O zaman Lise isterik bir gülme krizine tutulmuştu. Gülmesi kesildiği zaman da birden gözyaşları boşanarak ağlamaya başlamıştı. Öbür masalardaki kıpırtılar ve ufarak şişman amirin silkinerek geri geri gidişi Lise’e, beş yıldır yapmadığı bir şeyi şimdi yeniden yapmış olduğunu anlatmıştı. Lise tuvalete doğru koşarken, bir yolunu bulup onu izlemeye, ona yardım etmeye çalışan iş arkadaşlarına doğru haykırdı. “Rahat bırakın beni! Bir şey yok. Önemli değil!” Yarım saat sonra ofistekiler, “Senin iyi bir tatile ihtiyacın var, Lise,” dediler. “Tatil yapman gerek artık.” “Yapacağım zaten,” dedi Lise. “Çılgınlar gibi eğleneceğim!” Sonra altında çalışan iki erkekle beş kızı ve titreyip duran amirini teker teker süzdü, dudakları hepsini tamamen geçersiz kılabilecek bir çizgi gibi dümdüzdü.
Şimdi, mağazadan ayrıldıktan sonra caddede yürürken dudakları, gizli bir çeşninin tadına bakacakmışçasına, hafif aralık duruyor. Burun delikleriyle gözleri de her zamankinden biraz daha açık: sezdirmeden, ama bütünüyle tek bir misyonda gözlerine eşlik ediyorlar: alınması şart olan elbisenin keşfi.
Kadın, yolunu değiştirerek büyük bir mağazanın kapısından içeri giriyor. Yazlık Bölümü: Lise aradığı elbiseyi görmüştür. Limon sarısı bir üst, eteğindeyse portakal rengi, leylak rengi ve mavi, parlak V biçimi desenler var. Lise elbiseyi giymiş, aynada kendine bakarken, “Leke tutmayan kumaştan mı bu elbise?”
dive soruyor. “Leke tutmayan mı? Bilmiyorum ki hanımefendi, yıkanabilir kotondan ama yerinizde olsam kuru temizlemeye verirdim. Çekebilir.” Lise gülüyor; tezgâhtar kız, “Bizde leke tutmayan cinsten herhangi bir şey yok,” diyor. “Ben hiç duymadım öyle şey.” Lise ağzımı düz bir çizgiye dönüştürüyor. Sonra, “Bunu alıyorum,” diyor. Bu arada bir askıdan ince kırmızı beyaz çizgili. beyaz yakalı bir yazlık pardösü almakta; bunu çabucak yeni elbisenin üstüne giyiyor. “İkisi bir arada olmuyor tabii,” diyor tezgahtar kız. “Ayrı ayrı giymeniz gerek.”
Lise ona kulak vermiyor gibi. Kendini inceliyor, giyinme odasının aynasında bir şu yana, bir bu yana dönerek. Pardösünün önünü, altındaki elbise görünecek biçimde açık bırakıyor. Dudakları aralanıyor, gözleri kısılıyor; bir an kendinden geçmişçesine derin bir soluk alıyor.
Tezgahtar kız, “O elbisenin üstünde pardösünün havası hiç anlaşılmıyor hanımefendi,” diyor.
Lise, şimdi birden onu duymuş gibi gözlerini açıp dudaklarını kapatıyor. Kız, “Bunları bir arada giyemezsiniz ama nefis bir pardösü,” demekte, “Düz renk bir elbise üstüne giyildiğinde, beyaz, lacivert falan, ya da akşam için…”
“Bir arada pek güzel gidiyorlar,” diyor Lise ve pardösüyü sırtından çıkararak özenle kıza uzatıyor. “Bunu alıyorum, elbiseyi de. Eteğini kendim bastırabilirim.” Kendi eteğiyle bluzuna doğru uzanırken kıza, “Bu elbiseyle pardösünün renkleri tam bana göre,” diyor. “Son derece doğal renkler.”
Kız, “Tabii, önemli olan insanın içine sinmesi hanımefendi, öyle değil mi?” diyor yatıştırıcı bir sesle. “Giyecek olan sizsiniz.” Lise bluzunun düğmelerini hoşnutsuzluk belirterek ilikliyor. Kızın peşine takılıp yürüyor, parayı ödüyor, üstünü versinler diye bekliyor. Kız ona ilkin paranın üstünü veriyor, sonra da içinde elbiseyle pardösü bulunan kalın kâğıt poşeti uzatıyor. Lise, poşetin üstünü içine göz atabilecek kadar aralıyor, elini sokuyor, her bir giysinin sarılmış olduğu ince kâğıtların birer köşesini yırtıyor. Niyeti besbelli, ona yanlış giysi verilmediğinden emin olmak. Tezgahtar kız konuşmaya hazırlanıyor: “Her şey tamam mı?” diyecek belki de. Ya da “Teşekkür ederiz hanımefendi, güle güle,” hatta belki, “Merak etmeyin,” diyecek, “her şey tamam.” Ne var ki Lise, ondan önce konuşarak, “Renkler birbiriyle fevkalade gidiyor,” diyor. “Burada, kuzeydeki insanlar renkleri hiç tanımıyorlar. Tutucu, eski moda kimseler! Bir bilseniz! Bu renklerin karışımı öyle uygun ki bana. Tam benlik.” Yanıt almak için beklemiyor. Asansöre doğru da gitmiyor. Ayaklı askılarda duran bir sıra elbisenin arasından kararlı bir tavırla kendine yol açarak, aşağı inen yürüyen merdivene doğru seğirtiyor.
Merdiven başında zink diye durup ardına dönüyor, sonra da, umduğu şeyleri görüp duymuşçasına gülümsüyor. Tezgâhtar kız müşterisinin merdivene binip gittiğini, kendisini görüp duyamayacağını sanarak bir başka siyah elbiseli tezgâhtar kızla konuşuyor: “Bütün o renkler bir arada!” diyor. “Öyle renkler ki,…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSürücü Koltuğu
- Sayfa Sayısı96
- YazarMuriel Spark
- ISBN9786055903756
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviSiren Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Notre-Dame’ın Kamburu ~ Victor Hugo
Notre-Dame’ın Kamburu
Victor Hugo
Notre-Dame’ın Kamburu, dansçı Esmeralda, katedral çanlarının koruyucusu Quasimodo ve Prens Phoebus arasındaki karmaşık ilişkileri merkezine alıyor. Notre-Dame Katedrali, bu karakterlerin hayatlarını ve Paris’in sokaklarını...
- Nehrin Dönemeci ~ V.S. Naipaul
Nehrin Dönemeci
V.S. Naipaul
Bana dükkânı ucuza satan Nasreddin, işi devraldığımda kolayca üstesinden gelebileceğime ihtimal vermemişti. Afrika’daki diğer ülkeler gibi, bizimki de bağımsızlığın ardından birtakım sorunlar yaşamıştı. İçerilerdeki, büyük nehrin dönemecindeki kasaba hayatiyetini kaybetmiş gibiydi; Nasreddin de her şeye sıfırdan başlamam gerekeceğini söylemişti.
- Endgame: Çağrı ~ James Frey,Nils Johnson Shelton
Endgame: Çağrı
James Frey,Nils Johnson Shelton
DÜNYA. ŞİMDİ. BUGÜN. YARIN. ENDGAME GERÇEK. VE ENDGAME BAŞLADI. GELECEK BELİRSİZ. HER ŞEY OLACAĞINA VARACAK. On iki Oyuncu. Bedenen gençler ama kadim bir geçmişten...