Luce, Daniel için canını verirdi.
Vermişti de. Hem de birçok kez. Zaman içerisinde, her defasında birbirlerinden kopmak zorunda kalacaklarını bilseler de Luce ve Daniel birbirlerini bulmaya devam etmişlerdi: Luce ölüyor, Daniel ise kalbi kırık bir halde tek başına kalıyordu. Fakat belki de bu şekilde olmak zorunda değildi…
Luce geçmiş yaşamlarında bir şeyin – ya da birinin – ona yardımcı olabileceğinden emindir. Bu nedenle bu hayatının en önemli yolculuğuna çıkar… Daniel ile olan aşkına bizzat tanık olmak ve aşklarını sonsuz kılacak yolu bulmak için kendi geçmişine gider.
Cam, melekler ordusu ve Sürgünler, çaresiz bir halde Luce’u yakalamaya çalışmaktadır, fakat hiçbiri Daniel kadar çılgına dönmemiştir. Luce’la paylaştıkları geçmiş boyunca onu takip eden Daniel, Luce’un tarihi değiştirmesi halinde olabileceklerden korkmaktadır.
Çünkü asırlar boyunca süren sevgileri sonsuza dek alevlerin arasına hapsolabilir.
YÜZYILLAR ARASINDA SAVRULAN TUTKU, DÜŞÜŞ SERİSİ HAYRANLARINI KESİNLİKLE HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRATMAYACAK…
***
ÖNSÖZ
Kara At
Louisville, Kentucky
27 Kasım 2009
Silahın patlamasıyla büyük kapı gürültüyle açıldı. Toynak sesleri şiddetli bir gök gürültüsü gibi yarış pistinde yankılanıyordu.
“İşte gidiyorlar!”
Sophia Bliss tüylü Derbi şapkasının geniş kenarını düzeltti. Pastel leylak tonunda, önünde şifon tülü bulunan, çapı yetmiş santim olan bir şapkaydı bu. Onu tam bir at yarışı meraklısı gibi gösterecek kadar büyüktü ama gereksiz ilgi çekmesine neden olacak kadar süslü ve zevksiz değildi.
O günkü yarış için Hilton Head’deki şapkacıdan üç şapka sipariş edilmişti. Biri – koyu sarı bir başlık – Bayan Sophia’nın solunda oturmuş sığır etli sandviçinin tadını çıkaran Lyrica Crisp’in bembeyaz saçlarını örtüyordu. Diğeri ise – kocaman puantiyeli saten kurdelesi olan köpük yeşili hasır şapka – Bayan Sophia’nın sağında beyaz eldivenli elleri kucağında kenetli oturan ve aldatıcı bir biçimde ağırbaşlı görünen Vivina Sole’un simsiyah saçlarını süslüyordu.
“Yarış için harika bir gün,” dedi Lyrica. 136 yaşındaydı ve Zhsmaelimli Kadimlerin en genciydi. Ağzının kenarına bulaşan hardalı sildi. “Buraya ilk gelişim olduğuna inanabiliyor musunuz?”
“Şşşş,” diye tersledi onu Sophia. Lyrica tam bir aptaldı. Bugünün atlarla hiçbir ilgisi yoktu, daha çok büyük beyinlerin gizlice bir araya gelmesiyle ilgiliydi. Diğer büyük beyinler henüz gelmemişse ne olmuş? Mutlaka geleceklerdi. Sophia’nın kimliği belirsiz birinden almış olduğu altın yaldızlı davetiyede belirtilen bu son derece tarafsız yere geleceklerdi. Buraya gelip kendilerini gösterecekler ve birlikte saldırma planı oluşturacaklardı. Her an ortaya çıkabilirlerdi. Sophia öyle olmasını umuyordu.
“Güzel bir gün, güzel bir spor,” dedi Vivina ilgisizce. “Yarıştaki atlarımızın şu kısraklar kadar rahat koşamamaları çok kötü. Öyle değil mi, Sophia? Safkan Lucinda’nın kaçıncı geleceğini kestirmek güç.”
“Şşşş dedim,” diye fısıldadı Sophia. “Ukala diline hâkim ol. Her yerde casuslar var.”
Vivina, “Sen tam bir paranoyaksın,” diyince Lyrica tiz bir kahkaha attı.
“Ben geriye kalanım,” dedi Sophia.
Zhsmaelim’in en parlak döneminde çok daha fazla – yirmi dört – Kadim vardı. Ölümlüler, ölümsüzler ve Sophia gibi trans-ölümsüzlerden oluşan bir gruptu. Bilgi, tutku ve inanç ekseni etrafında tek bir amaç uğruna toplanmışlardı: Dünya’yı meleklerin yeryüzüne düşmeden önceki o masum, kısa ve görkemli ana geri döndürmek için. Ne olursa olsun.
Birlikte oluşturup imzaladıkları kurallarda aynen bu şekilde yazıyordu: Ne olursa olsun.
Çünkü gerçekten de her şeyin olması mümkündü.
Her şeyin iki yüzü vardı. Olumlu ve olumsuz. Aydınlık ve karanlık. İyi ve…
Kadimlerin öteki üyelerinin kendilerini her ihtimale karşı hazırlamamış olması Sophia’nın suçu değildi. Ancak teker teker geri çekildiklerini bildirmeleri kabullenmesi gereken bir sorundu. Amaçlarınız gittikçe daha karanlık bir hal alıyor. Ya da: Organizasyonun standartları düştü. Ya da: Kadimler esas kurallarından çok uzaklaştı. Pennyweather’la olan olayın ardından bir hafta içinde tahmin ettiği şekilde öfke dolu ilk mektuplar gelmişti. Küçük, önemsiz bir çocuğun ölümüne tahammül edemediklerini söylüyorlardı. Hançerle dikkatsizce hareket edilen bir anın ardından Kadimler aniden korkup kaçmışlardı, hepsi Terazi’nin gazabından korkuyordu.
Korkaklar.
Sophia Terazi’den korkmuyordu. Görevleri erdemlileri değil, düşen melekleri şartlı tahliye etmekti. Roland Sparks ve Arriane Alter gibi melekleri cezalandırmaktı. Cennet’ten ayrılmadıkları sürece biraz yoldan şaşmalarına göz yumulabilirdi. Çaresizlik dolu anlar böyle olmasını gerektiriyordu. Kadimlerin saçma sapan bahanelerini okurken Sophia neredeyse şaşı olacaktı. Ancak taraf değiştirenlerin geri dönmesini istese bile – ki istemiyordu – yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Sophia Bliss – Zhsmaelim kurulunda sadece sekreter olarak görev alan okul kütüphanecisi – artık Kadimlerin en üst seviyedeki üyesiydi. Geriye sadece on iki kişi kalmıştı. Ve dokuzu güvenilir sayılmazdı.
Bu nedenle geriye kalan üçü bugün burada pastel renkli kocaman şapkalarıyla sahte bahislere giriyorlardı. Ve bekliyorlardı. Düştükleri bu durum gerçekten acınasıydı.
Yarış sona erdi. Cızırtılı bir hoparlörden kazananlar ve bir sonraki yarışın bahis oranları açıklandı. Etraflarını saran varlıklı ve sarhoş insanlar ya sevinçle bağırıyorlar ya da koltuklarına çöküyorlardı.
Ve platin sarısı saçlarını at kuyruğu yapmış, kahverengi yağmurluğu ve kalın, koyu renkli güneş gözlüğü olan on dokuz yaşlarındaki bir kız Kadimlerin bulunduğu yere uzanan alüminyum basamaklardan yavaşça çıkıyordu.
Sophia oturduğu yerden doğruldu. Neden buradaydı ki?
Kızın hangi yöne baktığını söylemek neredeyse imkânsızdı ve Sophia gözlerini ona dikmemek için kendisine engel olmaya çalışıyordu. Gerçi bunun önemi yoktu; nasıl olsa kız onu göremiyordu. O kördü. Ama yine de…
Sürgün hafifçe başını eğerek Sophia’ya selam verdi. Ah, tabii ya… Bu aptallar birinin ruhunun yandığını görebiliyorlardı. Belli belirsizdi ama Sophia’nın yaşam gücü hâlâ görülebiliyor olmalıydı.
Kız Kadimlerin önündeki boş sırada bir yere oturdu, yarış pistine doğru döndü ve kör gözlerinin okuyamayacağı beş dolarlık bir taktik broşürüne göz gezdirmeye başladı.
“Merhaba.” Arkasına dönmeyen Sürgünün sesi donuktu.
“Neden burada olduğunu gerçekten bilmiyorum,” dedi Bayan Sophia. Kentucky’de nemli bir sonbahar günü olmasına rağmen alnı hafifçe terlemeye başlamıştı. “Dostlarınız kızı getirmeyi başaramayınca işbirliğimiz sona erdi. Kendine Phillip diyen kişi kafamızı ne kadar ütülerse ütülesin fikrimiz değişmeyecek.” Öne doğru eğilerek kıza yaklaştı ve burnunu buruşturdu. “Herkes Sürgünlere güvenilmeyeceğini biliyor…”
“Buraya sizinle işbirliği yapmak için gelmedik,” dedi Sürgün boş boş ileri doğru bakarak. “Siz Lucinda’ya yaklaşmamız için sadece bir araçtınız. Sizinle ‘işbirliği yapmakla’ ilgilenmiyoruz.”
“Son günlerde hiç kimse sizin organizasyonlarınızla ilgilenmiyor.” Tribünde ayak sesleri duyuldu.
Çocuk zayıf ve uzun boyluydu, saçlarını kazıtmıştı, üzerinde kızınkine benzer bir yağmurluk vardı. Taktığı güneş gözlüğü marketlerde genellikle pillerin yanında bulunan ucuz plastik güneş gözlüklerine benziyordu.
Phillip, Lycria Crisp’in yanına oturdu. Sürgün kız gibi o da konuşmaya başladığında kafasını onlara doğru çevirmedi.
“Burada olmana şaşırmadım, Sophia.” Güneş gözlüğünü burnuna doğru itince boş bakan beyaz gözleri ortaya çıktı. “Sadece bana senin de davetli olduğunu söylemediğin için hayal kırıklığına uğradım.”
Çocuğun gözlüğünün ardına gizlenen korkunç beyaz boşluğu görünce Lyrica’nın nefesi kesildi. Vivina bile soğukkanlılığını yitirip geri çekilmişti. Fakat Sophia’nın içi kaynıyordu.
Sürgün kız parmaklarının arasına sıkıştırdığı altın rengi kartı – Sophia’nın aldığı davetiyenin aynısı – kaldırdı. “Bize gönderildi.” Ancak bu kart görme engelliler için kabartma baskıyla yazılmışa benziyordu. Sophia emin olmak için karta uzandı ama davetiye ani bir hareketle kızın yağmurluğunun içinde gözden kayboldu.
“Dinleyin, sizi serseriler. Yıldız iğnelerinize Kadimlerin simgesini yerleştirdim. Siz benim için çalışıyorsunuz…”
“Düzeltme,” dedi Phillip. “Sürgünler sadece kendileri için çalışırlar.”
Sophia onun pistte bir atı takip ediyormuşçasına boynunu çevirmesini izledi. Görebildikleri izlenimini yaratmalarını hep ürkütücü bulmuştu.
“Onu ele geçirememeniz çok kötü oldu.” Sophia sesinin olması gerekenden daha yüksek çıktığını ve şeref tribününe geçen yaşlı çiftin dikkatini çektiğini fark etti. “Onu yakalamak için birlikte çalışmamız gerekiyordu ama siz başarısız oldunuz.”
“Öyle ya da böyle fark etmeyecekti.”
“Anlayamadım?”
“Yine zamanın içinde kaybolacaktı. Onun kaderi hep böyle oldu. Kadimler ise hep pamuk ipliğine bağlı olacak. Bu da sizin kaderiniz.”
Sophia, üzerine atlayıp o kocaman beyaz gözleri yerinden fırlayana dek çocuğun boğazını sıkmak istiyordu. Hançeri kucağındaki dana derisi çantaya delik açıyor gibiydi. Keşke bir yıldız iğnesi olsaydı. Sophia tribünden kalktığı sırada arkasından bir ses duydu.
“Lütfen oturun,” diye kükredi biri. “Toplantı resmi olarak başlamıştır.”
Bu ses. Sophia duyar duymaz sesin kime ait olduğunu anlamıştı. Sakin ve otoriterdi. Son derece aşağılayıcıydı. Tribünün titremesine neden olmuştu.
Etraftaki ölümlüler hiçbir şeyin farkında değillerdi, fakat Sophia’nın ensesine doğru bir sıcaklık yayıldı ve tüm vücuduna dağılarak onu adeta uyuşturdu. Bu sıradan bir korku değildi. Bu insanı sakat bırakabilecek, midesini altüst edecek türden bir korkuydu. Arkasına dönmeye cesaret etmeli miydi?
Göz ucuyla bakınca siyah takım elbiseli bir adam gördü. Koyu renk saçları siyah şapkasının altında kısaydı. Kibar ve çekici suratı akılda kalır gibi değildi. Yeni tıraş olmuştu, burnu dümdüzdü ve kahverengi gözleri tanıdık geliyordu. Ancak Bayan Sophia onu daha önce hiç görmemişti. Yine de kim olduğunu biliyor, bunu iliklerinde hissediyordu.
“Cam nerede?” diye sordu arkalarındaki ses. “Ona da davetiye gönderilmişti.”
“Muhtemelen diğerleri gibi Duyurucuların içinde Tanrıcılık oynuyordur,” deyiverdi Lyrica. Sophia ona sert bir şekilde baktı.
“Tanrıcılık mı oynuyor dedin?”
Sophia böyle bir gafı telafi edecek sözcükleri düşündü. “İçlerinden bazıları zamanın içinde Lucinda’nın peşine düştü,” dedi en sonunda. “Buna iki Nefilim de dahil. Kaç kişi olduklarından emin değiliz.”
“Merak ediyorum da…” dedi arkalarındaki ses. “Neden hiçbiriniz onun peşinden gitmediniz?”
Sophia güçlükle yutkunup nefes almaya çalıştı. En sezgisel hareketleri bile paniğin gölgesinde kalıyordu. “Bunu yapamazdık… Yeteneklerimiz bunu yapmaya yeterli…”
Sürgün kız araya girdi. “Sürgünler onun peşine düşme aşamasında…”
“Sessizlik,” diye emretti ses. “Bahanelerinizi duymak istemiyorum. Artık öneminiz olmadığı için hiçbirinin önemi yok.”
Uzun bir süre gruptan ses çıkmadı. Onu nasıl memnun edeceklerini bilmemeleri dehşet vericiydi. En sonunda tekrar konuşmaya başladığında sesi daha yumuşaktı ama en az eskisi kadar ölümcüldü. “Çok riskli. Hiçbir şeyi şansa bırakamam.”
Sessizlik.
Sonra kısık bir sesle, “Artık bu meseleyi kendi başıma çözmemin vakti geldi,” dedi.
Sophia korkusunu gizlemek için nefesini tutmak zorunda kaldı. Ama vücudunun titremesine engel olamıyordu. Bu meseleye dahil mi olacaktı? Gerçekten en dehşet verici ihtimal buydu. Onunla işbirliği yapabileceğini hayal edemiyordu…
“Geri kalanınız bu işten uzak duracak,” dedi. “Hepsi bu.”
“Ama…” Bu bir kazaydı ancak kelime Sophia’nın ağzından kaçmıştı bir kere. Artık geri alamazdı. Yine de onlarca senelik emekleri. Tüm planları. Onun planları!
Çok geçmeden yeri titreten bir kükreme duyuldu.
Tribünlerde yankılandı, bir saniye içinde tüm pisti dolaşmış gibiydi.
Sophia iki büklüm oldu. Ses içine, derisini geçerek benliğine saplanmış gibiydi. Kalbi parçalara ayrılıyordu sanki.
Lyrica ve Vivina ona doğru sokuldular, ikisi de gözlerini sımsıkı kapamıştı. Sürgünler bile titremişti.
Sophia sesin hiç dinmeyeceğini, onun sonunu getireceğini düşünürken, kükremenin yerini derin bir sessizlik aldı.
Bir an için.
Tribünlerdeki diğer insanların hiçbir şey duymamış olduklarını belli edecek kadar.
Ses Sophia’nın kulağına, “Bu meselede süren doldu. Sakın yoluma çıkmaya kalkışma,” diye fısıldadı.
Aşağıda bir silah sesi daha duyuldu. Geniş kapı bir kez daha açıldı. Ancak bu kez atların toprağı döven toynaklarının gürültüsü hiçbir şey ifade etmiyordu, ağaçların dallarına düşen hafif yağmur damlalarından farksızdı.
Yarış atları başlangıç çizgisini geçmeden arkalarındaki figür kayboldu, geriye sadece şeref tribününün döşemelerinin üstünde kapkara iki ayak izi kaldı….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıTutku
- Sayfa Sayısı373
- YazarLauren Kate
- ÇevirmenKübra Tekneci
- ISBN9989944824446
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviEpsilon / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Çarpık Oyunlar – Twisted Serisi İkinci Kitap ~ Ana Huang
Çarpık Oyunlar – Twisted Serisi İkinci Kitap
Ana Huang
Zorluklara dayanıklı, huysuz ve kibirli koruma Rhys Larsen’ın iki kuralı vardı: 1) Müşterilerini ne pahasına olursa olsun korumak. 2) Duygusal bağ kurmamak. Hiçbir zaman....
- Kadife Kutudaki Hayalet ~ Joe Hill
Kadife Kutudaki Hayalet
Joe Hill
Judc’un özel bir koleksiyonu vardı. Stüdyosunun duvarlarında, platin plaklarının arasında yedi cücelerin çerçeveli resimleri asılıydı. John Wayne Gacy onları hapisteyken çizmiş ve Jude’a yollamıştı....
- Clarissa ~ Stefan Zweig
Clarissa
Stefan Zweig
Edebiyat tarihinin büyük isimlerinden Stefan Zweig, gözlemleri ve acı dolu geleceği öngören duyarlılığıyla 20. yüzyıl Avrupasına damgasını vurmuş bir aydındı. “Şimdi başka bir yüzyıldan...