Ve aşk dünyanın başlangıcı, hükümdarı oldu, ancak aşkın yolları çiçek ve kanla, kan ve çiçekle kaplıdır.
19. yüzyılın sonları. Norveç’in taşrasındaki bir sahil köyünde, değirmencinin oğlu Johannes şair olma hayalleri kurmaktadır. İlhamını ise “sarayın efendisi”nin kızı Victoria’dan alır: Bu genç kadın sonunda arzuladığı genç adam ile yoksullaşan ailesine olan bağlılığı arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktır.
Tutucu bir toplumun gerçekliğini ve yasaklarını konu eden Victoria, şiddetli bir rüzgârın karşısında ayakta durmaya çalışan iki genç fidanın çarpıcı ve lirik romanı.
“Tarihin en büyük aşk hikâyelerinden biri.”
Arthur Koestler
“Knut Hamsun’un sihirli bir kalemi var, cümleleri adeta parıldıyor; yazdığı herhangi bir şeyi canlı hale getirebiliyor.”
Karl Ove Knaussgard
1
Değirmencinin oğlu hem yürüyor hem düşünüyordu. On dört yaşında iriyarı bir oğlandı. Yüzü güneşten, rüzgârdan yanmıştı, aklından bin bir türlü düşünce geçiyordu.
Büyüyünce kibrit fabrikasında çalışmak istiyordu. fevkalade tehlikeliydi bu iş; parmaklarında kükürt lekesini görenler elini sıkmaya cesaret edemezdi. Tehlikeli zanaatından dolayı arkadaşları ona saygıda kusur etmeyeceklerdi.
Ormanda kuşlarını aradı. Hepsini tanırdı, yuvalarının nerede olduğunu bilirdi, onları ötüşlerinden çıkarır, farklı çığırışlarla cevap verirdi. Babasının değirmenindeki undan yapılmış hamur topakları getirirdi onlara.
Yolunun üzerindeki ağaçların hepsi onun ahbabıydı. Bahar gelince onların özsuyunu toplardı, kışın da onlar için küçük bir baba olurdu, dallarını kardan kurtarıp serbest kalmalarını sağlardı. Hatta terk edilmiş granit ocağındaki her bir taş ondan sorulurdu; taşların üzerine harfler ve işaretler kazımış, onları ayağa dikmiş, bir rahibin etrafında toplanmış cemaat gibi yerleştirmişti. Eski taşocağında bir sürü tuhaf şey olurdu.
Yoldan ayrılıp göle indi. Değirmen çalışıyordu, gümbür gümbür bir ses etrafını sardı. Buralarda dolaşırken kendi kendine yüksek sesle konuşmaya alışkındı; her bir köpük damlasında sanki hakkında bir şeyler anlatılabilecek küçük birer yaşam söz konusuydu. Su bent kapağının üzerinden dimdik aşağıya akıyordu, kuruması için asılmış parlak bir dokuma örtü misali. Aşağıdaki gölette balık vardı; oltasıyla pek çok kez orada durmuştu.
Büyüyünce dalgıç olmak istiyordu. Bunu kesin istiyordu. Sonra bir geminin güvertesinden okyanusa dalıp yabancı krallıklarla ülkelere inecekti; oralarda dalgalanan kocaman, tuhaf ormanlar, dipte mercan bir saray vardı. Ve prenses pencereden el sallayıp ona şöyle diyecekti: İçeri gel!
O sırada arkasından seslenildiğini duydu; babası, “Johannes,” diye bağırıyordu. “Köşkten sana haber yolladılar. Gençleri sandalla adaya götüreceksin.”
Telaşla yola koyuldu. Değirmencinin oğluna büyük ve yeni bir lütufta bulunulmuştu.
Yeşilliklerin arasından görünen malikâne küçük bir şatoyu andırıyordu, evet, ıssızlığın ortasında muhteşem bir saray misali. Duvarlarında ve tavanında bir sürü kavisli penceresi olan beyaza boyalı ahşap bir yapıydı, çiftliğe misafir geldiğinde yuvarlak kuleye bayrak çekilirdi. Halk buraya saray derdi. Malikânenin ötesinde bir tarafta koy, diğer tarafta büyük ormanlar uzanmaktaydı; çok uzaklarda küçük köy evleri seçiliyordu.
Johannes rıhtıma vardı, gençleri sandala bindirdi. Onları tanıyordu, “sarayın efendisi”nin çocukları ve onların şehirden arkadaşlarıydı bunlar. Herkesin ayağında çamurda yürümek için uzun çizmeler vardı ama Victoria ufacık dans ayakkabıları giymişti, on yaşından büyük olmadığı için de adaya geldiklerinde kucakta taşınması gerekiyordu.
“Seni taşıyayım mı?” diye sordu Johannes.
“Müsadenle!” dedi on beş yaşlarındaki şehirli bey Otto ve onu kollarına aldı.
Victoria karaya taşınırken Johannes durup seyretti ve onun teşekkür ettiğini duydu. Sonra Otto geriye dönüp, “Tekneye göz kulak ol tamam mı? Neydi bunun adı?” dedi.
“Johannes,” diye cevapladı Victoria. “Evet, sandala göz kulak olur.”
Geride kaldı. Diğerleri, kuşların yumurtalarını toplamak için ellerinde sepetleriyle adanın içlerine yöneldiler. Bir an durup düşündü; diğerleriyle gitmek için can atıyordu, sandal kıyıya çekilebilirdi pekâlâ. Çok mu ağırdı? Hayır değildi. Sandalı tutup yukarı çekti biraz.
Giderek uzaklaşan gençlerin kahkahalarını, konuşmalarını duyuyordu. Öyle olsun, şimdilik hoşça kalın. Ama onu da alsalardı iyi olurdu, kuş yuvalarının yerlerini biliyordu, gagaları kıllı yırtıcı kuşların kayalarda barındığı gizli oyukları gösterebilirdi onlara.
Sandalı denize itti, adanın diğer tarafına doğru kürek çekmeye başladı. Epeyce kürek çekmişti ki birilerinin ona bağırdığını duydu.
“Geri dön! Kuşları ürkütüyorsun.”
“Kakımın yerini gösterseydim ya?” diye karşılık verdi sorar gibi. Biraz bekledi. “Engereği kovuğundan dumanla kaçırtmayı denesek mi? Yanımda kibrit getirmiştim.”
Cevap veren olmadı. Sandalı geriye döndürdü, binecekleri yere kürek çekip sandalı karaya oturttu.
Büyüyünce sultandan bir ada satın alacak ve oraya kimseyi sokmayacaktı. Bir topçu savaş gemisi adanın kıyılarını koruyacaktı. “Sığ kayalıklarda bir sandal sürüklenip karaya oturmuş haşmetmeap,” diye haber getirecekti köleleri. “Sandaldaki gençler canlarından olacak.” “Bırakın olsunlar,” diye cevap verecekti. “Ama haşmetmeap imdat istiyorlar, onları kurtarabiliriz hâlâ, aralarında beyazlar giyinmiş bir kadın da var.” “Onları kurtarın!” diye gürleyerek emredecekti. Sonra da malikânenin efendisinin çocuklarını görecekti yıllar sonra ve Victoria ayaklarına kapanıp yaptığı iyilik için ona minnetlerini sunacaktı. “Teşekküre gerek yok, görevimdi bu,” diyecekti. “Ülkemde serbestçe dolaşabilirsiniz.” Sonra da misafirleri için sarayın kapılarını sonuna kadar açacaktı, sofraları altın tabaklarla donatacak, üç yüz esmer köle kız gece boyunca şarkılar söyleyip dans edeceklerdi. Ancak sarayın çocukları geri dönmek istediklerinde Victoria bunu yapamayacaktı, kendini yerden yere atacaktı, hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı çünkü ona âşık olacaktı. “Bırak burada kalayım, beni gönderme haşmetmeap, beni de köle kızlarından biri yap…”
Hızlı hızlı adanın içlerine doğru yürümeye başladı, heyecandan kaskatı kesilmişti. Evet, sarayın çocuklarını kurtaracaktı. Kim bilir, belki de şu anda adada yollarını kaybetmişlerdi. Victoria iki kayanın arasında sıkışıp kalmış, kendini çekip kurtaramıyordu belki. Tek yapması gereken elini uzatıp onu kurtarmaktı.
Ama çıkıp geldiğinde çocukların ona şaşkınlıkla baktıklarını gördü. Sandalı bırakıp mı gelmişti?
“Sandala bir şey olursa sorumlusu sensin,” dedi Otto.
“Ahududu çalılarının yerini göstereyim mi?” diye sordu Johannes.
Bir sessizlik oldu. Victoria hemen araya girdi.
“Gerçekten mi? Neredeler?”
Ancak şehirli bey hemen araya girip, “Şimdi bununla uğraşamayız,” dedi.
“Nereden midye çıkarabileceğimizi de biliyorum,” dedi Johannes.
Yine sessizlik oldu.
“İçlerinde inci var mı?” diye sordu Otto.
“Olduğunu bir düşün hele!” dedi Victoria.
Johannes öyle bir şey bilmediğini ama midyelerin ilerideki beyaz kumsalda olduklarını söyledi. Sandal lazımdı ve onları bulmak için dalmak gerekiyordu.
Bu fikre gülüp geçtiler ve Otto, “Senden de ne dalgıç olur ha!” dedi.
Johannes derin derin nefes almaya başladı.
“İsterseniz şu tepeye tırmanıp denize kocaman bir kaya yuvarlayabilirim,” dedi.
“Sebep?”
“Hiiç. Beni seyredersiniz.”
Ama bu fikir de kabul görmedi, Johannes bozulmuştu. Sonra onlardan uzakta, adanın başka bir tarafında yumurta aramaya başladı.
Herkes sandalın yanında tekrar bir araya geldiğinde Johannes’in yumurtaları herkesten daha fazlaydı; bunları özenle kasketinin içinde taşıyordu.
“Bu kadar yumurtayı toplamayı nasıl becerdin?” diye sordu şehirli bey.
“Kuş yuvalarının nerede olduğunu biliyorum,” diye cevapladı Johannes keyifle. “Onları seninkilerin yanına koyuyorum Victoria.”
“Dur!” diye bağırdı Otto. “Neden?”
Herkes ona baktı. Otto kasketi gösterip, “O kasketin temiz olduğunu kim garanti edebilir ki?”
Johannes bir şey demedi. Birdenbire keyfi kaçmıştı.
Yumurtalarla birlikte gerisingeri adanın içlerine doğru yürüdü.
“Derdi ne bunun? Nereye gidiyor?” dedi Otto sabırsızca.
“Nereye gidiyorsun Johannes?” diye bağırdı Victoria ve peşinden koştu.
Johannes durdu ve yavaşça cevap verdi: “Yumurtaları yuvalarına geri koyacağım.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıVictoria
- Sayfa Sayısı120
- YazarKnut Hamsun
- ISBN9789750759604
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hiç Bitmeyen Masal ~ Stephanie Garber
Hiç Bitmeyen Masal
Stephanie Garber
Sevgili Evangeline, Eninde sonunda onunla yine görüşeceksin, onu gördüğünde sakın ona aldanma. Tatlı gamzelerine, büyüleyici mavi gözlerine ya da sana Küçük Tilki dediğinde kalbinin...
- Ölümden Beter Yazgılar ~ Kurt Vonnegut
Ölümden Beter Yazgılar
Kurt Vonnegut
Bizi durdurabilecek hiçbir şey yok. Tavşanlar gibi çoğalmaya devam edeceğiz. Öngörülemeyen korkunç yan etkileri olan teknolojik aptallıklarla uğraşmaya devam edeceğiz. Artık yıkılmakta olan kentlerimizde...
- Frankenstein ~ Mary Shelley
Frankenstein
Mary Shelley
Daha çok korku romanı olarak bilinen Frankenstein aslında Felsefi bir romandır. Kitabın kahramanı olan Dr. Frankenstein hastalıklara son verebilmek ve ölümsüzlüğe ulaşmak için yaratıcı...