“Geçen asrın (XIX.) ortalarına kadar ülkemiz esnafı dükkânına vitrin yapmıyordu. (Vitrin bize batıdan gelmiş, önce azınlıklar uygulamıştır.) Kepenkleri ve kapıyı açıyor, uygun bir yerde ise malının bir kısmını dükkânın önüne koyuyordu. Malın satışı hususunda özel bir gayreti, (süsleme-paketleme-cilalama vb.) görülmüyordu. Zaten malı olduğundan farklı göstermek (yani çirkini güzel kılmak, malı olduğundan fazla parlatarak müşterinin aklını çelmek) âdaba aykırı sayılırdı.
Sonunda bizde de şu söz kanun oldu: ‘Vitrinde olmaz isen satış şansın yoktur.’”
Yirmi yıllık bir süre zarfında yazdığı gazete yazılarından hazırlanan seçkinin bu üçüncü kitabında Mustafa Kutlu bizlere, hikâyelerinde olduğu gibi yine insanı ve hayatı anlatıyor; kaybettiklerimizi hatırlatıyor…
*
İBADETİN SEYAHATE DÖNÜŞMESİ
Otobüsten inip Kâbe’ye yöneldiğimde, duvarlar sebebi ile o kutsal yapıyı görememiştim. Ama sonra Kâbe’nin üzerine bir felaket gibi çöken kıralın sarayını gördüm.
-Bu ne dedim Ömer’e.
Kıralın sarayı dedi.
Bu saygısızlığın, bu görgüsüzlük, bu maneviyattan nasibini alamamış hoyratlık karşısında gözyaşlarımı tutamayarak Ömer’in omuzuna yaslanıp hıçkırıklara boğuldum.
Ben o kutsal mekana yaklaştıkça içimi manevi bir iklimin rüzgarı yalayacak, suları dolduracak derken bir maddî heykel ile karşılaşmıştım.
Ah Ömer, canım Ömer, beni burdan oraya sırtında götürüp getiren Ömer, sana nasıl teşekkür edeyim.
Şimdi, aradan onca yıl geçtikten sonra yeni çekilen Kâbe fotoğraflarına baktıkça içime kasvet çöküyor.
Mübarek mekânın etrafında gökdelenler yükseliyor, vinçler birer ejderha gibi bir o yana bir bu yana dönüyor. Kâbe, etrafını saran bu vandal saldırı karşısında siyah örtüsüne bürünerek âdeta saklanıyor.
Müslümanlar bu barbar istilayı protesto edecekleri yerde (bizimkiler dahil) Kâbe’yi gören yüksek otellerden, rezidanslardan birer oda kapma peşinde.
Diyanet İşleri Başkanı Görmez çok çarpıcı bir tesbitte bulundu:
“Bugün hac ibadetinin karşı karşıya kaldığı tehlikeleri görmezden gelemeyiz. Birincisi hac ibadetine talep arttıkça organizasyonlar daha modernize oldukça, konfor fazlalaştıkça haccın manevi ruhunun azalmaya başladığını müşahede ediyoruz.
Bütün bu ibadetler için çok dikkatli olmalıyız. Hac bir anlamlar ve semboller ibadetidir. Bunları kaybedip şekle bağlı bir seyahate dönüştürdüğümüzde bütün müminler için tehlike çanları çalmaya başlar.”
“Hac meşakkattir” denilmiş.
Bu meşakkati zevk ü safaya dönüştürmenin ne mânası var. Kuru ekmek ile çorba yiyip nefsi körlettikten sonra vakit geçirmeyip Harem’e koşmak dururken; mükellef bir sofrada karnını şişirip namazda esnemenin ne mânası var.
Hacca gidenler beyaz ihramlara (kefenlere) bürünüp sanki mahşer yerine varıyor. Orada Kâbe’nin etrafında dönerken kendi ömrünün muhasebesini yapıyor, günahını sevabını tartıyor, ağlıyor, af diliyor. Orada bir nevi “ölmeden ölüyor.”
Yani dünyadan ve dünya nimetlerinden (derdinden, tasasından) uzaklaşıyor. Başka bir âleme dahil oluyor. Af kapıları, tövbe kapıları açık. Başını secdeye koyup yeniden ve bir çocuk gibi günahsız doğmak için yalvarıyor.
Ve biz inanıyoruz ki, dünyasından geçmiş olan her mümin bu “yeniden doğuşu” yaşamaktadır.
Burada ne gökdelenin kaç kat olduğu, ne okunan duanın kaç adet olduğu, ne yenilen yemeğin kaç çeşit olduğu önemini kaybetmiştir. Ne diyor Süleyman Çelebi:
“Bir kez Allah dese aşk ile lisan
Dökülür cümle günah misl-i hazan.”
Hacca gidip, yiyip, içip, eşe dosta hediyeler alıp, bu arada haliyle haccın şartlarını da yerine getirip, ama manevi olarak bir menzil geçmeyene ben ne diyeyim.
Aslını ararsanız bu insan nefsi ile ilgili bir şey. Ha bir lüks otel istiyorsunuz, ha otobüse binmek için öteki hacılarla kavga ediyorsunuz, ha gökdelenin katlarını sayıyorsunuz, yahut yattığınız yatağı beğenmiyorsunuz.
Dünyadan kopmak o kadar kolay değil.
Herkesin meczup olması da gerekmiyor. Ama orada, o kutsal mekanda, her Allah dediğinizde gözleriniz yaşarmıyorsa o manevi iklimden nasibiniz yok demektir. Dönüşte hac hatıralarınızı anlatırsınız. Bir daha gidersiniz, bir daha, bir daha. Ve her gidişinizden sonra anlattıklarınız Kâbe’nin etrafındaki inşaatlar üzerine olur. Arapların pisliğinden, Afrikalıların görgüsüzlüğünden, İranlıların kabalığından Endonezyalıların inceliğinden falan dem vurursunuz. Bilmem Hz. Peygamber’in kabri karşısında ne hissedersiniz. Hislerinizi dile getirebilir misiniz?
Ben getiremedim.
Sevdiğimi söylemeyi beceremedim.
Ama onun adı geçtiğinde gözümden iki damla yaş aktı. Hepsi bu.
Bunu kaybedersek herşeyi kaybederiz. Unutmayın iman kalpte olur.
DUA
İnsan dua etmeye başlayınca kâinat kaybolur. İşte bu dua gerçek duadır. Ötekileri de küçümsemeyelim. Her fert nasibi kadar yük taşır, her işin aslını Cenab-ı Hak bilir.
İnsan duaya durunca her şey kaybolur dedik ya; bir tek O kalır. Ezeli ve ebedi olan, eşi-benzeri olmayan, rahman ve rahim olan Cenab-ı Hak.
İnsan gücünü, aklını, varlığını bir yana bırakır; acziyetini zafiyetini ortaya koyar ve yalvarır.
İnsan dua ile kul olur.
Dua insanın Cenab-ı Hakk’a en yakın olduğu andır. Ne sesi, ne gözü, ne kulağı, ne ayağı, ne malı, ne evladı vardır. Artık o bütün bunlardan geçmiştir.
İbadetin zirvesi duadır.
Şu fani alemde bütün yapıp-ettiklerimiz, isteklerimiz, ihtiraslarımız dua ile berhava olur.
İnsan dua ile kendinden geçer. Kendinden geçen kişi teslim olmuştur artık. Teslimiyet en yüce mertebedir.
Teslim olan kişi bir ilham alır ve buna uyar. O nedir: bilemez, anlatamaz. Bilmek, anlamak mecazen ayık olanların uğraşıdır. Teslim olan baş eğer: “Kahrın da hoş, lütfun da hoş” der. Artık sahip olduğumuz her şey bir “hiç” olmuştur. “Hiçliği” hissetmek her kişiye değil, er kişiye nasip olur.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıVitrinde Olmak
- Sayfa Sayısı314
- YazarMustafa Kutlu
- ISBN9789759956066
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDergah Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sirenleri Taşa Tutun ~ Selahattin Yusuf
Sirenleri Taşa Tutun
Selahattin Yusuf
Bir ipeğin ruhunu ellerinin arasına alıp öptü. Nefesi yabancı bir nefesin yanında yürüdü Rob’un. Damarları aktı uzun uzun. Vadilerin kıvrımlarında titreyip duran ırmakların, denize...
- Ve Günler Yürümeye Başladı ~ Eduardo Galeano
Ve Günler Yürümeye Başladı
Eduardo Galeano
Galeano’dan her güne bir masal değil, her güne bir gerçek. Bir takvim formatında yazılan Ve Günler Yürümeye Başladı, 1 Ocak’tan 31 Aralık’a her gün...
- Devekuşuna Mektuplar – 1 / Önce İnsan ~ Haldun Taner
Devekuşuna Mektuplar – 1 / Önce İnsan
Haldun Taner
Haldun Taner’in ilk düzyazı kitabı “Önce İnsan”, 1957-1960 yılları arasında Tercüman gazetesinde Devekuşuna Mektuplar başlığı altında yayımlanmış yazılardan oluşuyor. 1960’ta “Devekuşuna Mektuplar” adıyla çıkan...