İnandığımız, uğruna pek çok şeyi göze aldığımız “dava”lar. Birlikte yürünecek bir yol. Bizimle aynı duyguları, fikirleri paylaşan arkadaşlar. Bu insanların açmazlarını, acılarını dile getiriyor.
*
FOTOĞRAFTA BİRİ VAR
Gerilerde, kapıya yakın bir yerde dururdum. Sigara dumanından göz gözü görmezdi, bazan oturacak sandalye bile bulunmazdı. Dükkândaki alçak hasır iskemlelerden birini kapıp gelmiştim. Usta bir zaman arandı durdu. Soruyor, yüzüme bakıyor, etrafı kolaçan ediyor. Hiç der miyim, keser vallahi. Rahmetli Nazım Usta.
Yahu Kerim, şurdan bize yarım ekmek, biraz helva aliver.
Süpürürsün değil mi Kerim? Bak misafirlerimiz gelecek, aman gözünü seveyim, önce iyice bir sula, şöyle süpürgenin ucuyla, sonra ağır ağır süpür, sakın toz kaldırma.
Kerim!…
Buyur abi.
Şurdan bi su ver.
Böyle işte. Seviniyordum. Okumuş yazmış adamlar,
üniversiteli gençler. Beni de içlerine almışlardı. Olsun, kapının önünde, alçak iskemleye tüneyip dururdum. Konuşulanları can kulağı ile dinlerdim. Hele Murat ağabey. Söz sırası ona gelince bayağı heyecanlanır, acaba ne diyecek diye beklerdim. Yetim olduğumuzdan beni köyden getirip Murat ağabeye teslim etmişlerdi. Murat ağabey o zamanlar hukukta okuyor, işte bu medresede kalıyor. O da tuttu beni, rahmetli Nazım Usta’nın yanına çırak verdi. Böylece kunduracılığa başladık.
Memleketi kurtaracaklardı.
Buna onlardan çok ben inanıyordum. Hoca ne demişti? “Sizler davanın yılmaz erlerisiniz, bu dáva sizlerin omuzunda yükselecek”.
Gençtiler, pırıl pırıldılar. Hiç biri yerinde duramıyor. du. Başlarında ne yeller esiyordu kimbilir? Memleket kendisine sahip çıkacak, bu çilekeş insanları tutup kaldıracak, şu çorak toprakları yeşertecek nesillere muhtaçtı. Kitaplara, kütüphanelere gidiliyordu. Yaz sıcakları bastırıp, deniz mevsimleri açılıp, herkesler pläjlara, kırlara, kızlı oğlanlı toplantılara koşarken onların içinde davanın sönmeyen ateşi.
Bir beyanname hazırlanacak.
Bir konferans tertip edilecek.
Dernekle yarın büyüklerden biri konuşacak. —Kerim, sakın kaybolma bu gece seninle işimiz var
Bir dergi yayımlanacak. Paketlenip, postalanacak. Tabanca, kavga, kurşun, baskın herşey olabilir.
Kerim…
Buyur Murat ağabey.
Boyle idim. Her dakika emre åmade. Çiriş kokularının arasından, köselelerin, taban lastiklerinin, çivilerin, çekiçlerin, pilav-zerdelerin arasından bakar dururdum. Ha şimdi çağırdılar, ha şimdi çağıracaklar.
-Aslan Kerim…
Ne yürekli çocuk. Dåvaya böyleleri gerek. Halkımız, davamızın direği.
Gözlerim yaşanıyordu.
O kadar içten, heyecanla ve fedakâr konuşuyorlar, oylesine kendilerini hırpalıyorlardı ki. Bu gençlerle bir arada bulunmak dünyanın en güzel, en elde edilmez nimeti idi.
Medresenin ortasından yükselen bir ihtiyar çınar ağacı vardı. Bu asırlar öncesinden kalan taş binaya kol kanat germiş, her bahar tazelenen yeşilliği ile onu canlı tut-
mayı başarmıştı. Yanında gece gündüz şırıltısı eksilmeyen şadırvan. Önceleri akmazdı. Murat ağabeyle didinip durduk, tamir ettik, izin aldık, suyunu bağladık. Bazen gece yanlarında uyanır, bir ağıt, bir türkü, bir ninni gibi uzaktan uzağa gelen sesini duyar anasıyla birlikte yatan üç yaşında bir çocuk gibi tatlı bir ürperişle duygulanır, âşına bir ortamın ılık kucağına sığınarak yeniden uyuyuverirdik. Murat ağabey tam tersine bazı geceler uyumaz, hiç konuşmaz, kimbilir hangi sevdanın kapladığı o merhamet dolu yüreği ile suyun sesine dalar, cigara üstüne cigara yakardı. Hücrelerden birini dergi idarehanesi, diğerini dernek merkezi ve toplantı salonu olarak kullanıyorduk. Diğerleri boş ve haraptı. Murat ağabey burasını bir öğrenci yurdu haline getirmenin planlarını yapıyor, gerekli yerlere başvurarak yeterli desteği sağlamaya çalışıyordu.
Çivi çakmayı, pençe yapmayı, el dikişini öğrendim. Dernek dolup taşıyordu. Seminerler, konferanslar birbirini izliyordu.
Umut doluydu herkes. Dergi çok sayıda satılıyordu. Yeni bir nesil geliyordu. Fakülteler bitiriliyor, ikiden üçe, üçten dörde geçiliyor, asistan olunuyor, doktoralar, ilmî çalışmalar yapılıyordu. Gençler dâvaya sahip çıkmanın şuuru içinde.
Bahara karşı konulamaz ve çiçekler açar. Sarışın buklelerin savrulduğu, yeşil gözlerin derin ve mânalı bakış-
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıYa Tahammül Ya Sefer
- Sayfa Sayısı124
- YazarMustafa Kutlu
- ISBN9789759953157
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDergah Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İmkansız Öyküler ~ Ambrose Bierce
İmkansız Öyküler
Ambrose Bierce
Döneminin en çekinilen eleştirmeni, ünlü köşe ve önemli öykü yazarlarından biri olan Ambrose Bierce, hicvi ve sivri dilliliğiyle Melville ve Ernest Hemingway’le süregelen Amerikan...
- Yedinci Gün ~ İhsan Oktay Anar
Yedinci Gün
İhsan Oktay Anar
Aklıyla olduğu kadar gözleriyle de gördükleri kendisine fazlaca ağırlık vermiş olacak ki Ulu Hakanımız havagazı lambasını kapattı ve o karanlıkta bir sâyepüşun altındaki yaldızlı koltuğa oturdu. Gecenin o saatinde hâlâ, ipek gömleği, kruvaze yeleği, siyah redingotu üzerindeydi.
- Ender Bir Psikiyatri Hastası ~ Engin Yüce
Ender Bir Psikiyatri Hastası
Engin Yüce
Psikiyatri servisinin kapıları ardına gizlenmiş bir gerçeklikle yüzleşmeye hazır mısınız? Engin Yüce’nin kaleminden çıkan “Ender Bir Psikiyatri Hastası”, sizi sıra dışı karakterlerin ve rahatsız...