Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Yanılmak Güzeldir
Yanılmak Güzeldir

Yanılmak Güzeldir

Nurcan İnce Ateş, Wendelin Van Draanen

“Bu olağanüstü kitaba, gözü pek kahramanı Julie’ye ve harikulade sonuna hayran olduk.” —Chicago Tribune “Nefis! Harika! Ve tam gençlere göre.” —BookPage “Karizmatik önde gelen…

“Bu olağanüstü kitaba, gözü pek kahramanı Julie’ye ve harikulade sonuna hayran olduk.”
—Chicago Tribune

“Nefis! Harika! Ve tam gençlere göre.”
—BookPage

“Karizmatik önde gelen genç kız karakterleri, iki anlatıcı arasındaki merak uyandıran dinamiği ve yankı yapan sonuyla bu romanın bütünü parçalarından bir hayli üstün.”
— Publishers Weekly, Starred

“Çok güzel, neşeli bir roman.”
—Library Talk

“İğneleyici bir karakter irdelemesi, ana fikri ve hemen göze çarpmayan bir takım incelikleri olan bir aşk hikâyesi.”
—Booklist

“Oldukça hoş bir romantik komedi.”
—Kirkus Reviews

***

Davetsiz Misafir

Tek istediğim Juli Baker’ın beni rahat bırakmasıydı. Bilirsiniz işte, benden uzak durması ve yaklaşmamasıydı.

Her şey eşyalarımızı taşıyan kamyonun, onun oturduğu semte park ettiği yaz başladı, ikinci sınıfa başlamadan önce. Madem artık sekizinci sınıfı bitirmek üzereyiz, demek ki stratejik olarak ondan kaçınmaya ve sosyal olarak huzursuzluk duymaya başlayalı neredeyse altı yıl olmuş.

Hayatıma paldır küldür girmekle kalmamış, içine dalmış, kalabalığı yararak ilerlemiş ve kendini araya sokuşturmuştu. Biz mi demiştik ona sanki kamyona bin de, eşya kutularımızın üzerine çık diye? Hayır. Ama yaptığı şey tam olarak buydu, yalnızca Juli Baker’ın yapacağı türden bir şeydi, kontrolü ele alıp hava atmak.

Babam ona engel olmak istemişti. “Hey!” diye bağırmıştı kendisini kamyona attığını görünce. “N’apıyorsun? Her yere çamur bulaştırıyorsun!” O kadar doğruydu ki bu. Ayakkabılarına bir şeyler yapışmıştı.

Yine de çekip gitmedi. Kamyondan ineceğine, poposunu yere koyup büyük bir kutuyu ayaklarıyla itmeye başladı. “Yardıma ihtiyacınız yok mu?” diyerek bana baktı. “Görünüşe bakılırsa var.”

Bu ima hoşuma gitmemişti. Bütün hafta boyunca bana da aynı bakışları atmasına rağmen babamın da bu kızdan hoşlanmadığını söyleyebilirdim. “Hişt! Yapma!” diye uyardı onu babam. “O kutunun içinde çok değerli eşyalar var.”

“Peki ya bu?” Üzerinde LENOX yazan bir kutuya doğru yöneldi ve “bunu birlikte itmemiz gerek” diyerek yine bana doğru baktı.

Bu sefer babam: “Hayır, hayır, hayır!” diyerek onu kolundan tuttuğu gibi yukarı kaldırdı. “Hadi, sen evine git bakalım. Annen nerede olduğunu merak ediyordur.”

Bu kızın laftan anlamadığını hemen anlamıştım. Hem de hiç… Bu lafın üzerine bir çocuğun yapması gerektiği gibi anında evine koşması gerekmez miydi? Yoo! Hayır. Verdiği cevap; “annem nerede olduğumu biliyor ve bana izin verdi” oldu. Sonra da caddenin karşısını gösterip, “biz de tam karşınızda oturuyoruz” dedi. Babam gösterdiği yere bakarak, “eyvahlar olsun!” diye homurdandı. Bana dönüp gözünü kırparak, “Bryce, sen eve gidip annene yardım etmeyecek miydin?” dedi.

Bunun bir kibarca kovma taktiği olduğunu hemen anlamıştım. Daha sonralara kadar da babamla bu oyunu daha önce hiç oynamamış olduğumuzu düşünmedim. Kabul etmek gerekir ki böyle şeyler babalarla konuşulmaz. Ne kadar sinir bozucu ya da çamura bulanmış olurlarsa olsunlar çocuğunuza birisini başından savmanın sakıncalı bir davranış olmadığını söylemek ebeveynliğin doğasına aykırıdır bir kere.

Ama işte, babam karşımda durmuş, oyunu sahneye koyuyordu. İkinci kere gözünü kırpmasına gerek kalmadan ona gülümseyerek, “evet evet, kesinlikle!” diyerek kamyonetin panel kapağından atlayıp yeni evimizin ön kapısına doğru yürüdüm.

Arkamdan geldiğini duymuştum ama buna inanamamıştım. Belki sadece bana öyle geliyordu, belki de gerçekten yolun karşısına geçecekti. Ama ben dönüp arkama bakma cesaretini gösterene kadar bir de baktım o elimi tutmuş önüm sıra beni çekiyordu.

Bu kadarı da fazlaydı ama. Tam karşısına geçip ona defolmasını söyleyecekken çok garip bir şey oldu. Ondan kurtulmak üzere Don Kişot’luk ediyordum ki nasıl olduysa bu sıkıntılı anda kendimi onun elini tutarken buldum. Buna inanamamıştım. Evet, orada durmuş bu çamura batmış pis kızın elini tutuyordum resmen.

Silkinip ondan kurtulmaya çalıştım ama elime mengene gibi yapışıp beni çekiştirdi. “Hadi ama!”

O sırada annem dışarı çıkıp dünyanın en tatlı bakışıyla ona bakarak “merhaba,” dedi.

“Merhaba!”

Hala elimi ondan kurtarmaya çalışıyordum ama kız elime adeta kenetlenmişti. Annem elimize ve benim kıpkırmızı kesilmiş suratıma bakarak gülümsüyordu. “Senin adın ne bakalım tatlım?

“Julianna Baker. Tam karşıda oturuyorum,” dedi öteki eliyle göstererek.

“Bakıyorum oğlumla tanışmışsın,” dedi annem manalı manalı gülümsemeye devam ederek.

“Hı hı!”

En sonunda ondan kurtulup yedi yaşındaki bir çocuğun yapabileceği en erkeksi şeyi yaptım: annemin arkasına saklandım.

Annem kollarını bana dolayıp “Bryce, tatlım, neden Juliana’ya evi gezdirmiyorsun?”

Vücudumun her parçasıyla annemin yardımını isteyen uyarı sinyalleri gönderdim ama o bunları anlamadı ve benden kurtularak, “hadi” dedi.

Eğer annem ayağındaki ayakkabıları fark edip çıkarmasını söylemeseydi Juli doğruca içeri dalardı. Ayakkabılarını çıkardıktan sonra annem kirli çoraplarını da çıkarmasını söyledi ona. Juli hiç utanmamıştı. Hem de zerre kadar bile. Çoraplarını çıkarıp biçimsiz bir yığın halinde verandamızda bıraktı.

Onu doğru dürüst gezdirmemiş, bunun yerine kendimi banyoya kilitlemiştim. Yaklaşık on dakika boyunca ona oradan seslenerek cevap verdikten sonra —ki kısa bir süre içinde de oradan çıkacağım yoktu— hole sessizlik çöktü. Kapı aralığından bakmak için cesaretimi toplayana kadar bir on dakika daha geçmişti.

Juli orada değildi.

Gizlice sıvışıp etrafa bakındım. Evet! Gitmişti.

Pek de bilgece bir sepetleme yöntemi olmamıştı bu, ama durun bir dakika, o zamanlar sadece yedi yaşındaydım.

Yine de derdim henüz bitmemişti. Hergün sık sık geliyordu. “Bryce oyun oynayabilir mi?” Saklanma yerim olan kanepenin arkasından sesini işitebiliyordum. “Daha hazırlanmadı mı?” Bir keresinde bahçeyi geçip penceremden içeri bile bakmıştı. Onu son anda fark etmiş ve yatağımın altına dalmıştım ama tanrım orada olmak da insana Juli Baker hakkında bir şeyler söylemeye yeterdi. Juli’de özel hayat kavramı yoktu. Mahremiyete hiç saygısı yoktu. Yeryüzü onun oyun bahçesiydi. Aşağıdaysanız dikkatli olmalıydınız çünkü Juli kaydırağın tepesindeydi.

Neyse ki babam engeller çıkarmaya dünden hazırdı ve bunu sürekli yapıyordu. Ona işim olduğunu, uyuduğumu ya da sadece gittiğimi söylüyordu. Tam bir cankurtarandı.

Buna karşılık kızkardeşimse eline geçen her fırsatta beni sabote ediyordu. Lynetta işte. Benden dört yaş büyüktü ama, ona bakarak insanın hayatını nasıl sürdürmemesi gerektiğini öğreniyordum. Her haliyle insanda Muhalefet Etme isteği uyandırıyordu. Ona bir bakmanız – diliniz dışarıda, gözleriniz şaşı olmadan, ya da benzeri bir hale girmeden – yalnızca bir kere bakmanız yeterliydi, anında ağız dalaşına başlardınız.

Eskiden onunla kıran kırana kavga ederdim ama buna değmez. Kızlar adil dövüşmezler. Saçınızı çeker, sizi tırmalayıp çimdiklerler; kendinizi savunmak için yumruğunuzu kullanmaya çalıştığınızda da soluk soluğa annelerine koşarlar. Sonra cezayı siz alırsınız. Nedenmiş o? Yok arkadaş, işin sırrı şu, yemi kapmayacaksın. Sallantıda bırakacaksın. Etrafında yüzeceksin. Gülüp geçeceksin, aldırmayacaksın. Bir süre sonra vazgeçip başka birine yönelirler.

En azından Lynetta’yla durum böyle olur. Baş belası bir kız kardeş olarak ona sahip olmanın ödülüyse bu yöntemin herkeste işe yaradığını görmektir. Öğretmenlerde, okuldaki salaklarda, hatta annemle babam üzerinde bile. Cidden. Ebeveynlerinizle yaptığınız tartışmaları kazanamazsınız. O halde niçin onları öfkelendiresiniz ki? Dibe dalıp yoldan çekilmek ebeveynlerin dev dalgaları tarafından dövülmekten çok daha iyidir.

Komik olan şeyse Lynetta’nın annemle babamı idare etmek konusunda hala bilinçsiz olması. Lynetta direkt dövüş moduna girer ve derin bir nefes alamayacak ve daha sakin sulara dalamayacak kadar da tartışmanın içinde boğulur.

Buna rağmen benim aptal olduğumu düşünür.

Neyse, her zamanki gibi Lynetta o zamanlar ilk birkaç gün beni Juli’yle yemlemeye çalıştı. Hatta onu babama görünmeden içeri sokup evin her yerini dolaştırarak beni arattırdı. Kendimi giysi dolabımın en üst rafına sıkıştırdım, neyse ki yukarıya bakmadılar. Birkaç dakika sonra da babamın Juli’ye bağırarak antika mobilyanın üstünden inmesini söylediğini duydum, böylece Juli bir kez daha poposuna tekmeyi yiyordu.

Bütün o ilk hafta boyunca dışarı çıkacağımı sanmıyordum. Ya eşya paketlerini açmaya yardım ediyor, ya televizyon seyrediyor ya da annemle babam, imparator tarzı koltuklarla Fransız Rokoko tarzı sehpaların aynı odaya konulup konulmayacağını dahi tartışarak eşyaların yerlerini tekrar tekrar düzenlerken, etrafta dolanıp duruyordum.

Bu yüzden inanın bana dışarı çıkmaya can atıyordum. Ama ne zaman pencereden dışarı baksam Juli’yi bahçesinde bana gösteriş yaparken görüyordum. Ya bir futbol topuna kafa atıyor, ya topu ayaklarıyla havalandırıyor ya da garaj yolunda bir yukarı bir aşağı top sürüyordu. Gösteriş yapmadığı zamanlarda da topu ayaklarının arasına alıp kaldırımın kenarında oturup bizim eve bakıyordu.

Annem “o tatlı küçük kız”ın elimi tutmasının niçin rezil bir durum olduğunu anlamamıştı. Onunla arkadaşlık etmem gerektiğini düşünüyordu. “Futbolu sevdiğini sanıyordum tatlım, neden sen de oraya gidip top oynamıyorsun?”

Çünkü itilip kakılmak istemiyordum da ondan. Ayrıca o zamanlar bu şekilde ifade edemesem ve yedi buçuk yaşında olsam da Juli Baker’ın tehlikeli biri olduğunu anlayacak kadar aklım vardı.

Sonradan anlaşıldığı üzere kaçınamayacağınız tehlikeli biriydi o. Bayan Yelson’ın sınıfına girdiğim an oracıkta işim bitmişti. “Bryce!” diye ciyakladı Juli. “Buradasın.” Sonra da odaya hücum edip bana sıkıca sarıldı.

Bayan Yelson bu saldırıyı “bir hoş geldin kucaklaşması” olarak açıklayarak mazur göstermeye çalıştı ama bu bir kucaklama değildi. Ön saflarda hücuma geçip topu taşıyan rakibi tutup durdurma hamlesiydi. Silkinip ondan kurtuldum ama iş işten geçmişti. Okulda adım çıktı. Herkes “Kız arkadaşın nerde Bryce?” “Daha evlenmediniz mi Bryce?” diye benimle dalga geçti. Daha sonra tenefüse çıktığımızda beni takip edip bana öpücükler kondurmaya çalışınca bütün okul “Bryce’la Juli bir ağaçta oturuyorlar, Ö- P-Ü-Ş-Ü-Y-O-R-L-A-R ” diye şarkı söylemeye başladı.

Kasabadaki ilk yılım korkunç geçmişti.

Üçüncü sınıfa geçtiğimde de durum bundan farklı değildi. Hala arkama her döndüğümde ensemde buluyordum onu. Dördüncü sınıf da böyle geçmişti. Ama beşinci sınıfa geldiğimde artık harekete geçtim.

Planım yavaş gelişiyordu, hani şu akla gelip giden hayır, bu doğru olmaz, gibi bir takım düşüncelerden dolayı. Ama planım üzerinde oynadıkça, Juli’yi geri püskürtmenin ya da ona “Juli, tipim değilsin” demenin daha iyi bir yolu olup olmadığını daha çok düşünüyordum.

Böylece dostlar, planı kurdum.

Shelly Stalls’a çıkma teklif ettim.

Bu planın dehasını iyice anlamanız bakımından Juli’nin Shelly Stalls’dan nefret ettiğini bilmeniz gerekiyor. Ondan her zaman nefret etmişti ama nedenini hiç anlamadım. Shelly güzeldi, cana yakındı ve çok saçı vardı. Nefret edecek ne vardı sanki? Ama Juli ondan nefret ediyordu ve ben de bu küçük değerli bilgiyi sorunumu çözmekte kullanmaya kararlıydım.

Planıma göre Shelly’le yemek yiyip beraber dolaşacaktık. Bu şekilde ne zaman Juli’yi görsem tek yapmam gereken Shelly’e biraz daha yakın durmak olacaktı ve böylece her şey kendiliğinden yoluna girecekti. Ama iş Shelly’nin bu işi çok ciddiye almasıyla sonuçlandı. Etrafta dolanıp Juli de dahil, herkese birbirimize aşık olduğumuzu söylemişti.

Çok geçmeden Juli’yle Shelly bir tür kız kavgasına girişmişlerdi ve tam Shelly bu kavganın üstesinden geliyordu ki güya en iyi dostum olan Garrett –ki kendisi bu planın tamamen arkasındaydı– ona neyin peşinde olduğumu anlattı. Bunu her zaman inkar etti ama o zamandan beridir sulu göz kadınların onun ahlakını kolayca bozabildiklerini biliyorum.

O öğleden sonra okul müdürü beni sorguya çekmeye çalışmıştı ama hiçbir şeyi kabul etmedim. Ona sadece üzgün olduğumu ve neler olduğunu gerçekten bilmediğimi söyleyip durdum. Sonunda beni bıraktı.

Shelly ise günlerce burnunu çeke çeke ağlayarak, böylece de bana tam bir gerzekmişim gibi hissettirerek okulda peşimi bırakmadı. Bu Juli’nin gölgem gibi peşimde dolaşmasından bile daha beterdi.

Ancak Shelley beni resmen terk edip Kyle Larsen’le çıkmaya başlayınca her şey bir hafta içinde unutulmuştu. Bunun üzerine Juli de beni yeniden kesmeye başlamış,, böylece ben de başladığım yere geri dönmüştüm.

Altıncı sınıfta işler değişmişti ama yine de yoluna girip girmediğini söylemek zordu. Altıncı sınıftayken Juli’nin beni takip ettiğini hatırlamıyorum ama beni kokladığını iyi hatırlıyorum.

Evet, yanlış duymadınız, kokladı dedim.

Bundan öğretmenimiz Bay Mertins’i sorumlu tutabilirsiniz. Juli’yi bana zamk gibi yapıştıran oydu. Bay Mertins’in oturma düzeni ya da ona benzer bir şey üzerine bir tür doktorası vardı çünkü oturmamız gereken sandalyeleri didik didik inceleyip nerdeyse vaftiz etmişti. Ve tabi ki Juli’yi yanıma oturtmaya karar vermişti.

Juli Baker zeki biri olduğunu anlamanıza özen gösteren sinir bozucu bir tipti. Elini ilk kaldıran o olurdu; verdiği cevaplar çoğunlukla tam birer nutuk şeklinde olurdu; projelerini her zaman erkenden teslim eder ve bunu da sınıfın geri kalanına karşı koz olarak kullanırdı.

Öğretmenler her zaman onun projelerini havaya kaldırarak “aradığım şey işte bu çocuklar. Bu proje tam A+’lık bir çalışma.” derdi. Aldığı bütün ekstra puanları zaten mükemmel olan notlarına eklediğinizde yemin ederim ki her derste yüzde yüz yirmiden aşağı etmemiştir.

Ama Bay Mertins, Juli’yi yanıma oturttuktan sonra onun her konudaki can sıkıcı bilgileri her yerde işe yaramıştı. Yani birdenbire Juli’nin mükemmel bir el yazısıyla yazılmış mükemmel cevapları hemen yanı başımda, görüş mesafem içerisine girivermişti. Ondan aldığım cevapların sayısına inanamazdınız. Artık her dersten A’lar, B’ler almaya başlamıştım! Bu harikaydı!

Derken Bay Mertins yerlerimizi değiştirdi. “Konumsal enlem ve boylamı en iyi şekilde kullanma” hakkında yeni bir fikir geliştirmişti. Nihayet ortalık yatıştıktan sonra kendimi Juli Baker’ın önünde oturur bulmuştum.

İşte bu koklama işi burada başlamıştı. O manyak kız öne eğilip saçlarımı kokluyordu. Burnunu resmen kafama yanaştırıyor, sonra da kokluyor da kokluyordu.

Ona dirseğimle ve ayağımla vurmayı denedim. Sandalyemi öne kaydırmayı ya da sırt çantamı sandalyemle arama koymayı denedim. Ama hiçbir şeyin faydası olmuyordu. Ben öne kaydıkça ya o da öne kayıyor ya da biraz daha uzağa uzanıyor, yine kokluyor da kokluyordu.

En sonunda Bay Mertins’den yerimi değiştirmesini istedim ama bunu yapmadı. Nedeni narin eğitsel enerji dengesinin bozulmasını istememesiyle ilgili bir şeydi.

Her neyse işte. Koklamaları başıma kalmıştı, artık onun mükemmel yazılmış cevaplarını göremediğim için notlarım düşüşe geçmişti. Özellikle de imla dersinde.

Derken bir gün bir sınav sırasında Juli saçlarımı koklama işinin tam ortasındayken bir kelimeyi yanlış yazdığımı fark etti. Aslında pek çok kelimeyi… O anda birden koklama işi sona erip fısıldama işi başladı. İlk başlarda buna inanamadım. Juli Baker kopya mı veriyordu? Ama gerçekten de kelimeleri benim için, hem de doğrudan kulağıma heceliyordu.

Juli saçımı koklama işini hep sezdirmeden yapmıştı, bu da beni uyuz etmişti çünkü hiç kimse bunun farkına varmıyordu ama cevapları da sezdirmeden veriyor olması beni hiç de uyuz etmiyordu. Bu işin kötü tarafı imla konusunda ona güvenmeye başlamamdı. Yani, mecbur değilseniz neden çalışasınız ki. Değil mi ama? Bir süre sonra, onca cevabı ondan almak kendimi ona karşı borçlu hissetmeme neden olmuştu. Bir insana borçluysanız ona yürüyüp gitmesini ya da sizi koklamayı kesmesini

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıYanılmak Güzeldir
  • Sayfa Sayısı302
  • YazarWendelin Van Draanen
  • ÇevirmenNurcan İnce Ateş
  • ISBN9786056291234
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviOptimum Kitap / 2012

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Buz Gibi Soğuk ~ Tess GerritsenBuz Gibi Soğuk

    Buz Gibi Soğuk

    Tess Gerritsen

    Bir tıp konferansı için Wyoming’e giden adli tabip Maura Isles, hafta sonunu arkadaşlarıyla birlikte bir kayak merkezinde geçirmeye karar verir. Ancak korkunç kar yağışı...

  2. Satılık Hayat ~ Yukio MişimaSatılık Hayat

    Satılık Hayat

    Yukio Mişima

    Hayatımı satıyorum. Benden dilediğiniz şekilde istifade edebilirsiniz. 27 yaşında bir erkeğim. Mahremiyetinizin ve kişisel bilgilerinizin korunması teminatım altındadır. 27 yaşındaki reklam metni yazarı Hanio...

  3. Genç Werther’ın Acıları ~ Johann Wolfgang GoetheGenç Werther’ın Acıları

    Genç Werther’ın Acıları

    Johann Wolfgang Goethe

    Genç Wertherin Acıları yayınlandığı yıllarda bir intihar salgınına yol açınca, Goethenin yaşadığı yıllar içinde en çok baskı yapan ve başta Fransızca olmak üzere sırasıyla...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur