Geçmişimizi bir yük olarak sırtımızda taşıyorduk. Geçmişimiz bizi, bugün olduğumuz şey yapıyordu ve mesele onunla iyi geçinmekti. Hayat bir mücadele değil, bir yüktü. İnsan onu taşımak zorundaydı. Taşıyabildiği kadar. İlk nefesten itibaren karşı karşıya kalınan bir görev. İnsan her zaman işbaşındaydı. Asla bir hastalıktan ölmezdi, onu geçmişi öldürürdü. Bizi bu Şimdiye hazırlamayan bir geçmiş.
İnge Lohmark uyumun her şey olduğunu biliyor. Ne de olsa otuz yıldır biyoloji öğretmeni. Çalıştığı okulun dört yıl içerisinde kapatılacağı artık değiştirilemez; çalıştığı eyalette çocukların sayısı giderek azalıyor. Lohmark’ın Doğu Almanya zamanlarında inek dölleme kurumunda çalışan kocası, şimdilerde devekuşları yetiştiriyor. Kızı Claudia ise seneler önce Amerika’ya göçtü, zaman zaman haberleşiyorlar. Etrafındaki herkes, Lohmark’ın günbegün derslerde büyük bir inançla savunduğu doğanın bilindik seyrine kendisini kapatıyor. Lohmark’ın evrim temelli dünya görüşü çatırdamaya başlıyor ve biyoloji öğretmeni giderek daha garip yöntemlerle artık kurtarılması mümkün gözükmeyen şeyleri kurtarmaya çalışıyor.
*
İnge Lohmark uyumun her şey olduğunu biliyor. Ne de olsa otuz yıldır biyoloji öğretmeni. Okulunun dört yıl içerisinde kapatılacak olması artık önlenemez, zira Vorpommern’in giderek küçülen taşra kentinde doğumlar ve çocuk sayıları da gerileme eğiliminde. Lohmark’ın ADC (Alman Demokratik Cumhuriyeti) zamanlarında sığır dölleme teknikerliği yapan kocası artık devekuşları yetiştiriyor. Kızı Claudia ise yıllar önce ABD’ye göçtü ve dünyaya bir çocuk getirmek niyetinde değil. Herkes, Inge Lohmark’ın derslerde her gün savunduğu doğanın seyrine karşı koyuyor. Biyoloji öğretmeninde 9. Sınıftan bir kız öğrenciye karşı, gençlik için genelde hissettiği nefretle karışık aşkın ötesine geçen duygular oluşmaya başlayınca, biyoloji temelli dünya görüşü sarsılmaya başlıyor. İnge Lohmark giderek garipleşen düşüncelerle, artık kurtulması mümkün olmayan şeyleri kurtarmaya çabalıyor.
Judith Schalansky’nin romanında bir biyoloji öğretmeni doğanın yasalarına uyulması için savaşırken, ulaşılması mümkün olmayan yemişlere uzanmaya çalışarak boynunu burkuyor ve Tanrılaştırdığı Darwin’den sonunda uzaklaşıyor. Öykünün geçtiği yer bu dünyadaki en absürt kurumlardan biri olan okul.
Doğal Dengeler
Oturun” dedi Inge Lohmark ve sınıf oturdu. Sonra devamla “Kitabın yedinci sayfasını açın” dedi ve herkes kitabın yedinci sayfasını açtı. Ardından ekosistemlere, doğal dengelere, türler arası bağımlılıklar ve karşılıklı etkileşimlere, canlılar ile çevreleri arasındaki bağıntılara, topluluklar ile alanlar arasındaki etki dokusuna geçtiler. Karma ormanın besin döngüsünden çayırın beslenme zincirine, nehirlerden göllere ve nihayet çöle ve Wadden Denizi’ne geldiler.
“Hiçbir hayvanın ve insanın tamamen kendi başına var olamayacağını görüyorsunuz. Canlılar arasında rekabet hâkimdir. Ve bazen de işbirliği gibi bir şey. Fakat bu ikincisi oldukça nadirdir. Bir arada yaşamanın en önemli biçimleri rekabet ve yırtıcı-av ilişkisidir.”
İnge Lohmark tahtada tebeşirle yosun ve mantarlardan solucan, osuruk böceği, kirpi ve sivri burunlu farelere, sonra baştankara kuşu, geyik ve atmacaya ve nihayet son bir oku da kurda çekerken, yavaş yavaş en tepede birkaç yırtıcı hayvanla birlikte insanın yer aldığı bir piramit meydana geldi.
“Gerçek şu ki, kartal veya aslanları yiyen hiçbir hayvan yoktur.”
İnge Lohmark, geniş açılı tebeşir çizimini izlemek için bir adım geriledi. Etkileşim ok şeması, üreticileri birinci ve ikinci sıradan tüketicilerle, hayat verenleri birinci, ikinci ve üçüncü sıradan kullanıcılarla ve kaçınılması mümkün olmayan küçük parçalı ayrıştırıcılarla, bunların hepsi solunum, ısı ve büyüme kaybı bağlamında olmak üzere bir araya getiriyordu. Doğada her şeyin bir yeri vardı ve her canlı olmasa da her tür bir hükme tabiydi: yemek ve yenilmek. Harikaydı bu.
“Bunu defterlerinize aktarın.”
Söylediği yapıldı.
Yıl şimdi başlıyordu. Haziran huzursuzluğu, yani boğucu sıcak ve üst kolların açıkta kaldığı zamanlar kati bir şekilde sona ermişti. Cam cepheye çarpan güneş, sınıfı bir seraya dönüştürürdü. Boş kafalarda yaz beklentisi filizlenir, günleri bomboş harcama umudu çocukların her türlü konsantrasyonunu alıp götürürdü. Yüzme havuzu hayal eden gözler, yağlı bir ten ve terli bir özgürlük dürtüsüyle sandalyelere yayılmış oturur, tatili karşılamak üzere uyuklarlardı. Bazıları sinirli ve alık olurdu. Bazıları ise yaklaşan karne zamanı yüzünden uysallık numarası yapar, biyoloji sınav sonuçlarını, kedilerin öldürdükleri fareleri halının üzerine koyduğu gibi öğretmenin kürsüsüne sürürlerdi. Gelecek derste notlarını sormak, ellerindeki hesap makinesiyle not ortalamalarının virgülden sonraki üç hanesinin ne ölçüde geliştiğini hesaplamak için çok büyük bir hırs gösterirlerdi.
Fakat İnge Lohmark öğrenim yılının sonunda, öğrenciler yakında karşısında olmayacağı için her şeyi boş veren öğretmenlerden değildi. Yalnız başına kalınca anlamsızlığa yuvarlanmaktan korkmazdı. Bazı meslektaşları yaz tatili yaklaştıkça adeta şefkat dolu bir yumuşaklığa kapılır, dersleri içi boş bir uyum tiyatrosuna dönüşürdü. Dalgın bir bakış, sevecen bir parmak sallama, yapmacık bir tavırla başı dik tutma gayretleri, sefil bir film. Yüksek not enflasyonu, Pekiyi notuna ağır ihanet. Hele ki umutsuz bazı vakaları bir üst sınıfa taşımak üzere yıl sonu notlarını yukarıya doğru yuvarlama rezillikleri. Sanki böylece herhangi birine yardım ediyormuş gibi. Meslektaşları, öğrencilere yumuşak davranmakla kendi sıhhatlerine zarar verdiklerini anlamıyordu. Oysa bunlar insanın her türlü yaşam enerjisini sömüren kan emicilerdi. Öğretmenlerden, onların yetkilerinden ve denetleme yükümlülüklerini ihlal etme korkularından beslenen kan emiciler. Sürekli anlamsız sorular, tutarsız telkinler ve mide bulandırıcı sırnaşıklıklarla birilerine saldırırlardı. Tam bir vampirlikti bu.
İnge Lohmark artık kendisini sömürmelerine izin vermiyordu. Dizginleri çekip tasmayı kısa tutmasıyla tanınıyor, öfkeyle ortalığı kasıp kavurmuyor, elindeki bir şeyleri ortalığa fırlatmıyordu. Ve bundan dolayı gurur duyuyordu. Bağışlamalar her zaman söz konusu olabilirdi. Şu veya bu vesileyle öğrencinin önüne aniden koyulan bir şeker.
Öğrencileri doğru yönlendirmek, konsantrasyon yeteneklerini geliştirmek üzere onlara at gözlükleri takmayı unutmamak önemliydi. Ve günün birinde gerçekten huzursuzluk baş gösterirse, insanın tırnağıyla tahtayı kazıması veya köpek tenyasından bahsetmesi fazlasıyla yeterliydi. Öğrenciler için zaten en iyisi, onlara her an kendisinin elinde, avucunda olduklarını hissettirmekti. Söz hakları olduğunu söylemek, onları kandırmaktan başka bir şey değildi. İnge Lohmark için söz hakkı veya seçme hakkı diye bir şey yoktu. Kimse herhangi bir şey seçemezdi. Üremede ayıklama söz konusuydu, hepsi bu.
Yıl şimdi başlıyordu. Her ne kadar uzun zaman önce başlasa da. Yıl onun için bugün, 1 Eylül Pazartesi günü başhıyordu. İnge Lohmark sona eren yazın bu gününde bütün iyi niyetini toparladı. Göz kamaştırıcı cırtlak bir yılbaşı gecesinde değildi hiç olmazsa. Okul yılı ajanda defterinin ona takvimsel rehberlik yapmasından hoşnuttu. Böylece geri sayım ve şampanya bardağı şıngırtıları olmaksızın sayfaları art arda çevirmek yeterliydi.
İnge Lohmark önündeki üç sıraya baktı ve bunu yaparken başını tek bir santimetre bile hareket ettirmedi. Kendisini bu konuda, yani her şeye kadir hareketsiz bakışta yıllar içinde mükemmelleştirmişti. İstatistiksel olarak bu dersle gerçekten ilgilenen en az iki kişi olmalıydı. Fakat göründüğü kadarıyla istatistik burada sınıfta kalmıştı. Gauss dağılımı bir yana ama bunlar buraya kadar gelmeyi nasıl başarmıştı?
Hepsinin yüzüne altı haftalık başıboş gezinme yansımıştı. Hiçbiri kitaplarını açmamıştı. Büyük yaz tatili. Eskisi gibi uzun olmasa bile hâlâ fazla uzun! Okulun biyoritmine tekrar ayak uydurmaları en az bir ay alacaktı. En azından hikâyelerini dinlemek zorunda değildi. Onları, her yeni sınıfla bir tanışma oyunu düzenleyen Schwanneke’ye anlatabilirlerdi. Tanışma oyununa katılanlar kendilerini yarım saat içerisinde kırmızı bir yün yumağının içinde bulur ve sıralardaki komşularının adını ve hobilerini ezbere sayabilirlerdi.
Sıralardaki doluluk oldukça seyrekti, böylece öğrencilerin azlığı iyice dikkat çekiyordu. Doğa tiyatrosunun tek tük izleyicileriydi bunlar. Beşi oğlan, yedisi kız on iki öğrenci. On üçüncüsü, Schwanneke’nin ona özel dersler, ev ziyaretleri ve psikolojik raporlar vasıtasıyla var gücüyle omuz vermesine rağmen daha düşük dereceli ortaokula geri dönmek zorunda kalmıştı. Herhangi bir dikkat bozukluğu. Neler vardı neler! Aslında hepsi okumamaktan kaynaklanan gelişme bozukluğuydu. Doğru yazma zaafının ardından gelen hesap yapma zaafı. Eskiden yalnızca sporda zayıf olanlar ve müzikte yeteneksizler vardı. Ama bunlar yine de diğerleriyle birlikte koşmak ve şarkı söylemek zorundaydı. Önemli olan isteyip istememekti.
Zayıfları birlikte sürüklemeye değmezdi. Onlar yalnızca diğerlerinin ilerlemesini engelleyen birer yüktü. Doğuştan ve hiç durmadan cürüm işleyen suçlular. Sınıfın sıhhatli bünyesine sızan parazitler. Işıktan nasibini alamamış bu öğrenciler er geç zaten yarı yolda kalacaklardı. Her başarısızlıktan sonra yeni bir şans tanımak yerine, bunları mümkün olduğunca erkenden gerçeklerle yüzleştirmek çok daha iyiydi. Yani toplumun eşdeğerli, dolayısıyla faydalı bir üyesi olmak için gerekli önkoşulları yerine getirmedikleri gerçeğiyle. Neden bu ikiyüzlülük? Herkes başarılı olamazdı. Buna gerek yoktu ki.
Her yaşta vardı bu serseri mayınlardan. Bazılarına kibarlık, dakiklik, temizlik gibi bazı temel erdemleri benimsetmek bile yeterliydi. Tertiplilik, çalışkanlık, katılım, tavır ve davranışlar gibi bazı genel notların kaldırılması çok kötü olmuştu ve bu durum eğitim sistemi açısından bir acizlik göstergesiydi.
Başarısız bir kişiden kurtulmanın geciktirildiği ölçüde, o kişinin toplum için oluşturduğu tehlike artardı. Türdeşlerine baskı uygulamaya, haksız taleplerde bulunmaya başlar, hatta elinde sunulabilir diploma notları veya olumlu değerlendirmeler olması durumunda yüksek ücretli bir iş ve mutlu bir hayat bile isteyebilirdi. Seneler boyunca süren bir desteğin, dar görüşlü bir iyi niyetin, ihmalkâr bir iyi kalpliliğin sonucuydu bu. Umutsuz vakalara, topluma mensup olma duygusu aşılayan hiç kimse, bunların günün birinde kendilerine hep söz verilen ama hiç yerine getirilmeyen şeylerin öcünü almak üzere ellerinde boru bombaları ve küçük kalibreli tüfeklerle en yakın okula saldırmasına şaşırmamalıydı. Noel’de caddeleri ışıklandırmaya bakın siz hâlâ!
Son zamanlarda herkes kendini kanıtlamaktan bahsediyordu. Gülünçtü bu. Hiçbir şey ve hiç kimse adil değildi. Hele bir toplum asla. Belki doğa. Seçilim ilkesi bizi boş yere bugün olduğumuz şey, yani beyni en derin yarıklara sahip canlı haline getirmemişti.
Fakat Schwanneke ve onun o kaynaşma hırsı kendisine yine hâkim olamamıştı. Zaten sınıftaki sıralardan harfler ve sandalyelerden yarım daireler biçimlendiren birinden ne beklenebilirdi ki? Öğretmen masasını çevreleyen büyük bir U, hatta sonra da köşeli bir O oluşturmuş ve böylece bir seferinde öğretmenler odasında ilan ettiği üzere başlangıç ve bitişleri kaldırarak yuvarlak anları bir araya getirmişti. On birinci sınıflıların kendisine “sen” diye hitap etmesine izin vermişti. İnge Lohmark bir kız öğrenciden, ona Karola dediklerini duymuştu. Karola! Tanrım! Kuaförde değildik herhalde.
İnge Lohmark öğrencilerine dokuzuncu sınıftan itibaren “siz” diye hitap ederdi. Bu, aynı yaşta kendini gençliğe adadığı zamandan kalma bir alışkanlıktı. Evren, dünya, insan….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıZürafanın Boynu
- Sayfa Sayısı176
- YazarJudith Schalansky
- ISBN9786053147305
- Boyutlar, Kapak13 x 19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviAyrıntı Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Vadideki Zambak ~ Honore de Balzac
Vadideki Zambak
Honore de Balzac
MADAME LA KONTES NATALİE DE MANERVİLLE’E İsteğinize boyun eğiyorum. Çünkü bizim için, Bizi sevildiğimizden çok daha fazla sevdiğimiz kadının ayncalığı, sağduyu kurallarım her zaman...
- Ejderin Büyüsü ~ G. A. Aiken
Ejderin Büyüsü
G. A. Aiken
TÜM DÜNYADA SATIŞ REKORLARI KIRAN EJDERHA SERİSİ Bana baktığınızda ne gördüğünüzü biliyorum. Dünyanın en güçlü iki ejderha soyundan doğan, çekici ve tatlı dilli bir...
- Savaş ve Barış ~ Lev N. Tolstoy
Savaş ve Barış
Lev N. Tolstoy
Dünya edebiyatının da üç baş yapıtından biri olarak kabul edilen Savaş ve Barış, Tolstoy tarafından yedi yılda tamamlanmıştır. Romanda beş soylu ailenin öyküsüyle birlikte...