Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bay Cadmus
Bay Cadmus

Bay Cadmus

Peter Ackroyd

İngiliz kasabası Küçük Camborne’da, birbirine yakın evlerde yaşayan Bayan Finch ve Bayan Swallow geçmişteki suçlarını, pişmanlıklarını geride bırakmış, sakin bir hayat sürmektedir. Bir gün…

İngiliz kasabası Küçük Camborne’da, birbirine yakın evlerde yaşayan Bayan Finch ve Bayan Swallow geçmişteki suçlarını, pişmanlıklarını geride bırakmış, sakin bir hayat sürmektedir. Bir gün evlerinin arasındaki boş eve Theodore Cadmus adında, kimsenin bilmediği Akdeniz adasından gelen bir yabancı taşınır. Ve kendilerini güvende hissettikleri rutin hayatları yavaş yavaş bozulur.

Bay Cadmus’un gelişi sadece onların hayatını değil kasabadaki hayatı da etkiler. Uzun zamandır konuşulmayan sırlar, biriktirilmiş kinler açığa çıkar. Bununla da kalmaz, kendi halinde bir kasaba olan Küçük Camborne’da suç işlenmeye başlar.

Çağdaş İngiliz edebiyatının ustalarından Peter Ackroyd, bu kitabında okuru tekinsiz, gizemli bir yolculuğa çıkarıyor.

 

  1. Bölüm: Sarı Araba

Küçük Camborne’un doğu ucunda üç kır evi yan yana dizilmişti. Bu evler bir zamanlar yerel toprak sahibinin arazisini işleyen üç ailenindi ama 18. yüzyılın kötü yontma taş duvarları elden geçirilmiş, sivası yenilenmişti. Evler artık beyaz badanalıydı, saz çatının yerini kiremit çatı almıştı.

Bu evlerin ilkinin-Koru 1sahibi Maud Finch’ti. Elli beş yaşındaki Bayan Finch hâlâ çakı gibiydi; katı fikirleri vardı, onları ifade ediş biçimi de katıydı. Epey sade giyinirdi, uzaktan kadın mı erkek mi olduğunu anlamak güçtü. Koru 3’te Millicent Swallow yaşıyordu. Bayan Swallow yumuşak huylu ve uyumlu bir kadındı; Bayan Finch’ten gençti, komşusuna göre “pek sağı solu belli olmayan biri” idi. Saçları seyrekti, gözleri rüzgârda nemlenirdi; ipek bluzları ve kaşmir eşarpları sever ama sanki hep alelacele giyinmiş izlenimi verirdi. Bu açıdan kendi giyimini zarif bulan komşusundan ayrılıyordu. Nasıl bu kadar sıkı arkadaş oldukları Küçük Camborne’un küçük sırlarından biriydi.

Aralarındaki kır evi en az üç aydır boştu. Evin önceki sahibi emekli okul müdürü Bay Herrick’ti ve kısa zamanda iki hanımın da sinirine dokunmaya başlamıştı. Gramofonda bangir bangir Chopin çalıyor, piposunun iğrenç kokusu bahçe çitlerini aşıyordu. Bu yüzden Bay Harrick aniden kalp sektesinden ölünce pek üzüldükleri söylenemezdi. Şimdi boş evin akıbetini düşünüyorlardı. Bayan Swallow cenaze merasiminin ertesi günü “Umarım Londra’dan birileri gelmez” dedi, gerilmişti.

“Ya da bir aile.”

“Bu ev aile için küçük değil mi?”

“Bilemezsin. Bazıları hâlâ domuz gibi yaşıyor.”

Emlakçı eve birkaç potansiyel alıcı getirdi, onlar evden ayrılırken her seferinde komşu hanımlardan biri ön bahçede bir şeylerle meşgul olmayı başarıyordu. “Çok hoş bir küçük ev” diyordu emlakçı. “Adeta biju.”

Bayan Swallow bu sözcüğü ilk duyduğunda Bayan Finch’e “O ne demek?” diye sordu.

“Fransızca.” Bu cevap ikisini de tatmin etmiş görünüyordu. Bayan Finch’e göre olası alıcıların hepsi “korkunç❞ idi. Barnes’tan gelen emekli çift avam bulunmuş, spor arabalı genç erkek çift büyük kuşku uyandırmıştı. Bayan Finch, Bayan Swallow’a “Aman bir şey deme” demişti.

“Televizyonda hep görüyoruz ya.”

“Ama hep görüyoruz diye doğruolmak zorunda değil.”

Emlakçı kırklı yaşlarının başında bekâr bir adam getirdiğinde Bayan Swallow çok rahatladı. “Ben beyefendileri ilk bakışta tanırım” dedi komşusuna. “Tam eskilerden.”

“Gerçek olamayacak kadar iyi. Nigel yabancı bir müşterisi olduğunu söyledi.”

“Yabancı müşteri mi? Aman Tanrım.”

Bu yüzden iki hafta sonra evlerin önüne büyük bir nakliye kamyonu yanaşırken biraz telaşlıydılar. İkisi de aynı anda camdan baktı ama hiçbir şey olmadı. Birkaç dakika sonra tozlu yolun köşesinde sarı bir araba belirdi ve gelip kamyonun arkasında durdu. İçinden yeşil pantolonlu, kırmızı kazaklı bir adam atladı, ekose desenli şal boynuna gevşek bir biçimde bağlanmıştı. “İşte yabancı” dedi Bayan Finch kendi kendine.

Yabancı bey ortadaki evin avlu kapısını açıp ön bahçede çocuklar gibi koştururken yeşil tulumlu iki adam kamyondan indi. “Fevkalade. Söyleyecek söz bulamıyorum.” Sonra iki adama döndü. “Evet dostlarım, şirin İngiliz kır evimi nasıl buldunuz? Büyüleyici değil mi?” Ellerini dudaklarına götürüp eve bir öpücük yolladı. “Muhteşemsin sen. Hem de ne muhteşem.”

Bayan Finch adamın hafif esmer tenli ve kaytan bıyıklı olduğunu fark etti. Orta boylu ve herhalde ellilerinin sonlarındaydı, Douglas Fairbanks’in yaşlılığını andırıyordu. Öte yandan Bayan Swallow onu birkaç yıl önce Yangın Kulesi filminde izlediği William Holden’a benzetmişti.

Bayan Swallow pencereden çekilmeye fırsat bulamadan yeni komşu onu gördü ve kollarını uzattı. “Benim güzel İngiliz komşum! Umarım beni dostça karşılarsınız!” Bayan Swallow ne yapacağını şaşırmıştı, elini sallayıp çekingen bir selam verdi. Yeni komşu, bir öpücük yollayıp Bayan Swallow’u epey utandırdı. Pencere pervazındaki büyük zambak vazonun arkasına yarı saklanmış olan Bayan Finch nefesini tuttu. Bayan Swallow’un ne yaptığını göremiyordu ama adamı yüreklendirmediğini umdu. Bayan Finch vazonun arkasından çıktı, şimdi tabak gibi ortadaydı, bu hareket adamın gözünden kaçmadı. “Aman ne hoş,” dedi. “Yanı başımda iki hoş hanımefendi var!” Ona öpücük yollamadı ama elini kalbine, en azından kırmızı kazağının ilgili yerine koydu.

İki nakliyeci, kamyonun arkasını açtı ve yeni komşu anahtarları çıkarıp derhal evin yolunu tuttu. Bunun üzerine iki hanım iyice cama yaslandı. Kamyondan önce küçük bir piyano çıktı, ardından ahşap bir sandık ve cilalı maun konsol. Sonra tek kişilik yatak, divan ve yemek odası masası. Dürülmüş halılar, lambalar ve tuhaf derecede duvar halılarına benzeyen şeyler eve taşındı. Bayan Finch onun güçlü bariton sesiyle karışık İtalyanca şarkılar söylediğini duyabiliyordu. Peki şu neydi? Büyük ve boş bir papağan kafesi. Sonra iskemleler, koltuklar ve deri puflarla birlikte birkaç bavul içeri götürüldü. Kamyondan en son görkemli bir şamdan indirildi.

Tüm bu faaliyet Bayan Swallow’u yormuştu. Solgun yeşil ipekle kaplı en sevdiği koltuğuna geçip oturdu. Kendine bir fincan çay yapacak gücü bulabileceğini sanmıyordu. Adam evden çıkıverir diye evden burnunu uzatmaya çekiniyordu ama Bayan Finch❜le konuşmaya çok ihtiyacı vardı. O da telefon etti.

“Maud, o neydi öyle!”

“Arabasını gördün mü? Sapsarı.”

“O öpücükler, bağrışlar-“

“Bence bağırmadı tatlım” dedi Millicent. “Ama yüksek sesle konuşuyordu.”

“Nasıl buldun onu?”

“Bekleyip göreceğiz. Bu arada İtalyanca şarkılar söylüyordu.” “Oradan mı gelmiş?”

“Hiçbir fikrim yok. Daha ağzını açmadan yabancı olduğunu anladım.”

“Aman Tanrım! Umarım öyle alışkanlıkları falan yoktur.” “Ne gibi Maud?”

“Bilirsin işte. Yemekler vesaire. Ya da gece geç vakitlere kalma.” “Bir papağan kafesi gördüm ama papağan yoktu.”

“Karantinadadır. Kuşlar en korkunç hastalıkları taşır.”

“Cak cak öterse şikâyet ederim. Piyanoya ne demeli? Ses ta buralara kadar gelir.”

“Ne yapılabilir gerçekten bilmiyorum.” Papağanları ve piyanoları düşünen Bayan Swallow’un etekleri tutuşmuştu.

“Güçlü olmalıyız Millicent.”

O akşam erken saatlerde Bayan Swallow’un kapısı çalındı. Gelen yabancı komşuydu. Elinde bir kutu çikolatayla eşikte duruyordu. “Rahatsız ediyor muyum?”

“Rica ederim.”

“Bay Cadmus. Theodore Cadmus. Theo.”

“Bayan Swallow.” Öpülmekten kurtulmak için elini uzattı. “Bunlar sizin için sevgili hanımefendi. Çam sakızı, çoban armağanı.”

“Ah, ne kadar da naziksiniz.”

“Müsaade eder misiniz?”

“Elbette,” dedi Bayan Swallow, biraz gerilmişti. “İçeri buyurun.”

Bay Cadmus koridordan salona geçti. “Aman ne hoş. Süsler ve çiçekler ne tatlı.” Bayan Swallow döşemelik kumaştan ve porselenden iyi anlardı. “Peki bu muhteşem varlık kim?”

“Timothy.”

Bay Cadmus sarmanı kucağına aldı ve şaşıran hayvancığı burnundan öpüverdi. “Pek özel bir kedi.”

“Size bir bardak likör ikram edebilir miyim, Bay Cadmus? Ya da şarap?”

“Günün altın sularından içebildiğimiz kadar içeceğiz. Milli şairlerimizden biri böyle demiş.”

“Ne yazık ki sadece Tesco’dan alınma Beaujolais var evde. Ya da Moselle.”

“Size bırakıyorum.” Debelenmeye başlayan kedi yere indirildi. “Ben kırmızıya da beyaza da bayılırım.”

Bunun üzerine Bayan Swallow, Beaujolais’yi çıkardı, âdet olduğu üzere açılmamış bir şişeydi, böylece ziyaretçisinde iyi bir izlenim uyandırdı. Bayan Swallow misafirini koltuğa buyur etti. Onunla ne konuşacağını pek bilmiyordu. “Burada uzun süre kalacak mısınız?”

“Ah, sonsuza kadar. Kalmaya geldim. Fırtınalı bir hayatın ardından limana vardım.” Ne demek istiyordu acaba? Fırtınalı mı? Kulağa epey heyecan verici geliyordu.

“Nereden geliyorsunuz Bay Cadmus?” Bayan Swallow komşusunun ismini şimdi hatırlamıştı. “Sormamda sakınca yoksa?”

 

“Benim güzel hanımefendim, Akdeniz’de küçük bir adadan geliyorum. Hiç duymamışsınızdır.”

“Sanırım.”

“Küçücük bir ada. İki yüz kişi bile değiliz.”

“Küçük Camborne gibi.”

“Pek değil sevgili hanımefendi. Burada güzel bir ülkenin tüm nimetlerine sahipsiniz. Sonra şu güzel çitleriniz.”

“Budaması biraz zor ama.”

“Yine de öyle güzel ki ağlayabilirim. İşte. Bakın. Gözyaşım.” Bayan Swallow telaşlı görünüyordu. Şarap Bay Cadmus’un başına mı vurmuştu acaba?

“Yolculuğunuz zor mu geçti Bay Cadmus?”

“Anlayamadım hanımefendi?”

“Bahsettiğiniz yerden. Adadan yolculuğunuz.”

“Hayır, Londra üzerinden geldim, orada iyi dostlarım var. Yolculuk bana hiç zor gelmez. Hiç mesele yapmam.”

Bu özellik onun hanesine olumlu bir not olarak yazıldı. Bayan Swallow girişken erkekleri takdir ederdi. “Peki neden bizi seçtiniz?” “Küçük Camborne’u mu? Bir haritada denk geldim. Devonshire bölgesinin haritasındaki en küçük noktaydı. Babamda İngiltere’nin tüm bölgelerinin haritaları vardı. Babam İngiliz tarzında bir adamdı. Öyle mi denir? Ben de kendi kendime burası benim yuvam olacak dedim. Kendime Küçük Camborne’lu diyeceğim.”

Bayan Swallow güldü. “Ne müstesna adamsınız. Hakkınızda ne düşünmeli bilmiyorum.”

“Bir şey düşünmeyin sevgili hanımefendi. Beni olduğum gibi kabul edin. Sizin sadık hizmetkârınızım.” Sonra oradan ayrılmak üzere ayaklandı. “Merak etmeyin, anılardan bahsetmek için dünya kadar vaktimiz olacak. Umarım daha çok böyle mutlu zamanlar geçireceğiz.” Konuyu değiştirdiğine memnun gibi görünüyordu. “Peki diğer büyüleyici komşum kim?”

“Bayan Finch.”

“Finch ve Sparrow.* Şarkı söyleyen kuşlar yuvası! Beraber muhteşem bir müzik yapacağız.”

“Swallow.”

“Efendim?” Hızlıca bardağına göz attı.

“Ben Bayan Swallow’um, Sparrow değil. Sparrow da hoş bir isim gerçi. Ama benim ismim değil. Müsaade eder misiniz?” Bayan Swallow şişeyi aldı.

“Yok, almayayım. Çok geç olmadan sevgili komşumuzu da ziyaret etmeliyim.” Salonu son kez beğeniyle süzdü; pirinç saate, kızlı erkekli çoban biblolarına, porselen kedilere, minyatür portrelere, çerçeveli fotoğraflara, boyalı kutulara, küçük testilere, vazolara ve tekdüze bir hayatın diğer yadigârlarına baktı. “İnce zevklisiniz madam. Sizi saygıyla selamlıyorum.”

Bayan Swallow ön kapıyı kapattıktan sonra kıpkırmızı bir yüzle ve telaşla koltuğuna geçip sohbetlerindeki her sözcüğün üzerinden birer birer geçti.

Bay Cadmus, az sonra Bayan Finch’in evindeydi. Kapı tokmağını kaldırdığında Bayan Finch de kapıdaydı ama açmadan önce birkaç saniye bekledi. Acele ediyormuş gibi görünmek istemezdi. Elbette onun Bayan Swallow’un evine girişini izlemiş, bu ziyaretin süresini ölçmüştü. Tabii ilk ziyaret için arkadaşını seçmesine bozulmuştu ama belli etmemeye kararlıydı. “Kim o?”

“Yeni komşunuz sevgili hanımefendi. Bay Cadmus.”

Bayan Finch kapıyı gösterişli bir tavırla açtı. “Memnun oldum. İçeri buyurun, Bay…”

“Cadmus.”

“Ne sıra dışı bir isim.” Onu ön bahçeye bakan oturma odasına geçirdi. Oda Bay Cadmus’un beklediği gibi süs eşyalarıyla karman çorman değildi, sade hatta ciddi bir görünümdeydi. Duvarlar beyaz badanalıydı ve yeşil, altuni çerçevede genç bir kadın portresi asılıydı. İyi cilalı meşeden yapılma konsol aynı malzemeden yuvarlak bir masayla takım oluşturuyor, masanın üzerinde kopkoyu kırmızı uzun ve gösterişli bir vazo duruyordu.

Bay Cadmus, “Ne kadar büyüleyici” dedi. “Kaliteden anladığınız belli oluyor.”

“Bunu daha önce de söylemişlerdi.”

“Elbette söylemişlerdir. Umarım bunları da beğenirsiniz.” Bay Cadmus ona Bayan Swallow’a verdiğinden biraz farklı, daha ince ve uzun bir kutu çikolata verdi.

“Tatlıya bayılırım.”

“Ben de öyle ummuştum.”

“İstediğiniz yere geçin Bay Cadmus.” Koltuklar modern tarzdaydı ve Bay Cadmus şaşırtıcı derecede rahat olduklarını fark etti.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Cinayet Sanatı ~ Peter AckroydCinayet Sanatı

    Cinayet Sanatı

    Peter Ackroyd

    1880 yılı, Londra’nın yoğun sisli, tekinsiz sokakları… Kurbanlarının parçaladığı bedenleriyle yarattığı sanatsal kompozisyonlarla mitolojik bir mertebeye erişen bir seri katil, yarattığı korku dalgasından beslenerek...

  2. Troya’nın Düşüşü ~ Peter AckroydTroya’nın Düşüşü

    Troya’nın Düşüşü

    Peter Ackroyd

    Ünlü Alman arkeolog Heinrich Obermann’ın hayatta en büyük amacı, Anadolu’nun Ege kıyılarındaki Hisarlık’ın Homeros’un Troya’sı olduğunu, İlyada’da anlatılanların doğru olduğunu ispatlamaktır. “Arkeoloji bir bilim...

  3. Londra Yanıyor ~ Peter AckroydLondra Yanıyor

    Londra Yanıyor

    Peter Ackroyd

    Film yönetmeni Spenser Spender, çocukluğunu geçirdiği sokaklara uğradığı bir gün, Charles Dickens’ın romanı “Küçük Dorrit”in filmini çekmeye karar verir. Eski Londra’nın ruhunu ve Dickens’ın...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Antigone ~ Henry BauchauAntigone

    Antigone

    Henry Bauchau

    Babası kör kral Oidipus’u yıllar süren sürgün yolculuğunun sonuna kadar izleyen Antigone, ağabeyleri arasındaki savaşı engellemek üzere Thebai’nin yolunu tutuyor. Kadere meydan okuyan bu...

  2. Daisy Miller ~ Henry JamesDaisy Miller

    Daisy Miller

    Henry James

    Henry James, ayrı sosyal katmanlara ait iki insan arasındaki ürkek, temkinli ilişkinin görünmez, ama sert duvarlara çarpmasını, alt sınıfı hor gören Amerikan aristokrasisinin eleştirisine...

  3. Ejderhanın Gözleri ~ Stephen KingEjderhanın Gözleri

    Ejderhanın Gözleri

    Stephen King

    Evvel zaman içinde, Delain adlı bir krallıkta, iki oğlu olan bir Kral yaşıyordu. Delain çok eski bir krallıktı. Yüzlerce, belki binlerce kral görmüştü. Aradan...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur