Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bir Nehir Değil
Bir Nehir Değil

Bir Nehir Değil

Selva Almada

Ormanlık alanda bir nehirde, sıcak ve boğucu bir hafta sonu, ikisi orta yaşlarında biri genç üç arkadaş balığa çıkmaya karar verir. Geçmişte bu bölgede…

Ormanlık alanda bir nehirde, sıcak ve boğucu bir hafta sonu, ikisi orta yaşlarında biri genç üç arkadaş balığa çıkmaya karar verir. Geçmişte bu bölgede korkunç bir kaza sonucu en yakın arkadaşlarını kaybetmişlerdir. Buna karşın sevdikleri kıyılarda konaklar, koca bir vatoz tutarlar. Sonrasında ormanı arkalarına alarak kamp yapar, yer içer, vakit öldürürler; ancak ne kaybettikleri arkadaşlarının anısı ne de suçluluk duygusu peşlerini bırakır.

Onları yabani doğanın yahut sınırları içinde bulundukları kasabanın ahalisinin de sıcak karşıladığı pek söylenemez. Yabancılara şüpheyle yaklaşan ve kızgın güneşte iyice bunalan işsiz güçsüz ahali, bu üç erkeğin kasabalı kızlarla takılmasından hoşlanmaz ve en sonunda bir şeyler yapmaya karar verir.

Selva Almada’nın 2024 Uluslararası Booker finalistleri arasına giren son romanı Bir Nehir Değil, yoksulluk ve imkânsızlıklar, erkeklik, suçluluk duygusu, bastırılamayan arzular ve sıradanlaşan şiddet gibi konuları ele alıyor. Arjantin kırsalında heba olan hayatlarla kanıksanan trajedileri muazzam bir duyarlılık ve keskin bir işçilikle resmediyor.

“Selva Almada’yı her zaman tutkuyla okurum ama Bir Nehir Değil başka bir şey. Oturma odamda ayağa kalkıp yüksek sesle okudum. O kadar iyi.”
Samanta Schweblin

“Usta işi bir edebi eser… Hikâye geçmişin, kız kardeşlerin, eşlerin, eski sevgililerin, delikanlı maceralarının ve kıskançlıkların arasında dolanan arsız bir tropikal sarmaşık gibi dallanıp budaklanarak geri dönüş ve yan sahnelerle derinleşiyor.”
Annie Proulx

 

**

Enero Rey teknenin üzerinde dimdik duruyor, bacakları aralık, vücudu gürbüz, sakalsız, karnı şiş, sabit bakışlarla nehrin yüzeyine bakıyor, elinde tabancayla bekliyor. Delikanlı Tilo aynı kayığın tepesinde arkaya doğru eğiliyor, oltanın ucunu kalçasına yaslamış, makaranın kolunu çeviriyor, misinayı çekiştiriyor: Güneşe karşı, zayıflamakta olan bir ışıltı çizgisi. Enero gibi ellilerinde olan El Negro kayığın dışında, nehre girmiş, su taşaklarına geliyor, o da arkaya doğru eğilmiş, yüzü güneşten ve gösterdiği efordan kızarmış, oltası kavisli, misinayı bir uzatıp bir sarıyor. Dönen makaranın sesi ve astımlı gibi çıkan nefes. Nehir dümdüz. Çevirin, çevirin. Sallayın, sallayın. Kalksın, kalksın. İki üç saatin ardından, yorgun, hafiften bıkmış Enero talimatları sanki dua edermiş gibi mırıldanarak tekrarlıyor. Başı dönüyor. Şarap ve güneşten turşusu çıkmış. Yüzünü kaldırıyor, şiş yüzüne gömülü kızarmış gözleri kamaşıyor ve her şeyi beyaz görüyor, kendini kaybediyor, başını tutmak istiyor, yanlışlıkla havaya ateş ediyor. Tilo elindeki işi bırakmadan yüzünü buruşturup bağırıyor. Napıyorsun, salak! Enero kendine geliyor. Önemli değil. Siz devam edin. Çekip sarın, çekip sarın. Kalksın, kalksın. Çıkacak! Çıkıyor! Enero kenardan eğiliyor. Geldiğini görüyor. Nehir yüzeyinin altında bir leke. Nişan alıyor ve ateş ediyor. Bir. İki. Üç atış. Kan köpürerek yükseliyor, süzülüyor. Doğruluyor. Silahı yerine geri koyuyor. Şortunun kemeriyle sırtının arasına sıkıştırıyor. Tilo kayığın tepesinde ve El Negro kayığın dışında suda, kaldırıyorlar. Gri et sarkıntılarından tutuyorlar. İçeri fırlatıyorlar. Kuyruğa dikkat et! Diyor Tilo. Çakıyı kavrıyor, kuyruktaki dikeni bedenden ayırıyor, nehrin dibine geri gönderiyor. Enero kıçını kayığın bankına yaslıyor. Yüzü terlemiş ve başı zonklamakta. Şişeden biraz su içiyor. Ilınmış, yine de iri yudumlarla içiyor, geri kalanı da kafasından aşağı döküyor. El Negro kayığa tırmanıyor. Vatoz o kadar yer kaplıyor ki, neredeyse üstüne basmadan ayak koyacak yer yok. Doksan veya yüz kilo olduğunu tahmin ediyor. Vay canına yandığım! Diyor Enero avucunu uyluğuna çarpıp gülerek. Diğerleri de gülüyor. Epey direndi. Diyor El Negro. Enero kürekleri kavrıyor ve kayığı nehrin ortasına doğru ilerletiyor, ardından yönlerini değiştiriyor ve kürek çekmeye devam ederek kamp yaptıkları yere kadar kıyı boyunca ilerliyorlar. Köyden şafak vakti El Negro’nun kamyonetiyle çıktılar. Tilo ortada oturmuş mate demliyordu. Enero kolunu açık cama dayamıştı. Arabayı El Negro kullanıyordu. Güneşin asfaltın üstünde yavaşça yükseldiğini gördüler. Sıcağın erkenden yakmaya başladığını hissettiler. Radyo açıktı. Enero yol kenarına işedi. Bir benzin istasyonundan çörek satın aldılar ve mate için de ilave su yüklendiler. Üçü birlikte olduğu için mutluydular. Seyahati uzun süredir planlıyorlardı. Şu veya bu nedenle birkaç kere ertelemişlerdi. El Negro yeni bir kayık almıştı ve denemek istiyordu. Yepyeni kayıkla adaya geçerlerken her zamanki gibi Tilo’yu ilk kez oraya getirdikleri zamanı hatırladılar, küçücüktü, yeni yürümeye başlamıştı, fırtınaya kapılmışlardı, çadırları uçup gitmişti, ufaklık ağaçların arasında yan yatan kayığın içine saklanmıştı. Döndüğümüzde senin pederin canına okundu. Dedi Enero. Tilo’nun ezbere bildiği hikâyeyi bir kez daha anlattılar. Eusebio, Diana Maciel’e haber bile vermeden ufaklığı yanında getirmişti. Diana’yla Tilo doğduktan hemen sonra ayrılmışlardı. Her hafta sonu Eusebio gelip Tilo’yu alıyordu. Tabii ki Diana çantaya kıyafetleriyle birlikte Tilo’nun içtiği bir ilacı koymayı unuttuğunun tam da o zaman farkına varmıştı. Eve uğramıştı ama kimse yoktu. Bir komşu adaya gittiklerini söylemişti. Yetmezmiş gibi, bütün bölgeyi vuran bir fırtına vardı. Köyü de etkilemişti. Diana’nın yüreği ağzındaydı. Hepimiz ağzımızın payını aldık. Dedi Enero. Diana Maciel üçünün canına okumuştu ve birkaç hafta boyunca ne onun evine gidebilmiş ne de Tilo’yu görebilmişlerdi. Kampa vardıklarında vatozu indirdiler ve gözlerinin arkasındaki deliklerden ip geçirip bir ağaca astılar. Mermilerin açtığı üç delik sırtındaki beneklerin arasında kayboluyor. Kenarları daha açık pembe renkte olmasa, derideki desenlerden biri oldukları düşünülebilirdi. Bir birayı hak ettim. Diyor Enero. Sırtını ağaca ve vatoza vererek yere oturuyor. Başı artık zonklamıyor ama orada bir düğüm var gibi hissediyor. Tilo buzdolabını açıp üstünde birkaç buz parçasının yüzdüğü soğuk suyun içinden bir bira çıkarıyor. Çakmakla açıyor ve en fazla hak edenin, Enero Rey’in ilk öpücüğü vermesi için uzatıyor. Bira ağzına kayıyor, dudaklarından sızan safi köpük simsiyah bıyıklarına beyaz bir fisto çiziyor. Ağzını pamukla çalkalamış gibi. İkinci yudumu alır almaz soğuk, acı sıvı geliyor. El Negro ve Tilo da oturuyor, üçü yan yana, bira elden ele dolaşıyor. Bir fotoğraf makinemizin olmaması ne yazık. Diyor El Negro. Üçü yaratığa bakmak için başlarını çeviriyor. Gölgeye serilmiş bir battaniyeye benziyor. İkinci şişeyi yarılamışlarken bir grup genç beliriyor, yılan balığı gibi sıska ve kapkaralar, safi gözden ibaretler. Vatozun karşısında dikiliyor, dirsekleşip itişiyorlar. Baksana, baksana. Vaaayyy. Dev gibi. Biri bir çubuk alıp mermi deliklerine sokuyor. Çekil ordan! Enero aniden dikiliyor, bir ayı gibi iri. Ve çocuklar koşarak kaçıyor, dönüp kırlarda gözden kayboluyor. Ayakta olduğundan, çaba gösterip ayağa kalktığından, Enero fırsattan istifade suya atlıyor. Su kafasını dağıtacak. Yüzüyor. Dalıyor. Yüzeyde süzülüyor. Güneş alçalmaya başlamış ve nehri kabartan hafif bir rüzgâr esiyor. Aniden dalgalara eşlik eden motorun sesini duyuyor. Yana yatıp kıyıya kadar yüzmeye koyuluyor. Tekne suyun üstünde şaha kalkmış, onu çürümüş bir kumaş gibi ikiye ayırarak ilerliyor. Teknenin arkasına tutunmuş bikinili genç kız su kayağı yapmakta. Tekne aniden dönüyor ve kız suya gömülüyor. Enero uzaktan başının yüzeye çıktığını görüyor, uzun saçları kafatasına yapışmış. Boğulan hakkında düşünüyor. Sudan çıkıyor. Kıyıda El Negro ve Tilo hareketsiz duruyor, kollarını göğüslerinde kavuşturmuş, gözleriyle tekneyi takip ediyorlar. Şamatacı sersemler. Diyor El Negro. Her hafta sonu aynı şey. Balıkları ürkütüp kaçırıyorlar. Bir gün bizim de onları biraz ürkütmemiz gerekecek. Üçü arkalarına dönüyor ve bir grup adamla yüz yüze geliyorlar. Geldiklerini duymadılar. Adalıların adımları çok hafif. Merhabalar. Diyor aralarından biri. Gençler anlatmaya doyamadı, biz de görmeye geldik. Çok güzel hayvan! Diğerleri vatoza bakıyor. Ölçmek için yanında duruyorlar. Benim adım Aguirre, diyor konuşan adam ve elini uzatıyor, teker teker el sıkışıyorlar. Enero Rey, diyor Enero ve gruba yaklaşıp selam veriyor. El Negro ve Tilo da peşinden gidip aynısını yapıyor. Epey büyük, değil mi? Diyor Enero ve avucuyla hafifçe sırtına vurup hemen ardından sanki eli yanmış gibi geri çekiyor. Delikleri yakından inceleyen Aguirre cevap veriyor. Üç atış mı? Üç kere mi ateş ettiniz. Bir tane yeterli. Enero eksik köpek dişini göstererek gülümsüyor. Kendimi kaptırdım. Kendini kaptırırken… dikkat etmek lazım. Diyor Aguirre. Tilo, dostlarımıza şarap ikram etsene. Diyor El Negro araya girerek. Delikanlı koşarak soğuk kalması için damacanayı gömdükleri nehir kıyısına gidiyor. Getiriyor ve tenekeden bir bardağı ağzına kadar dolduruyor. Aguirre’ye uzatıyor, o da havaya kaldırıyor. Sağlığınıza, deyip bir yudum alıyor, Enero’ya uzatıyor. Bir parmağı eksik olan sol eline bakakalıyor ama hiçbir şey sormuyor. Enero fark ediyor ama o da bir şey söylemiyor. Merak ettiğiyle kalsın. Geçen gün bu Cristo çok daha büyük bir tane yakaladı, diye böbürleniyor Aguirre. Ne kadar kaldın? Bütün akşamüstü, diye yanıtlıyor diğeri, başını çevirmeden bakarak. Kaç kere ateş ettin? Bir. Bir tane yeter. Benim dostum biraz hoyrattır. Diyor El Negro gülerek. Televizyoncular geldi, diyor geçen gün onlarınkinden daha büyüğünü yakalayan. Akşam haberlerinde verdiler, diyor Aguirre. Geçen Cumartesi burası Santa Fe ve Paraná’dan gelen insanlarla doluydu. Burada vatoz bolluğu var sanmışlar. O kadar kolay olsa keşke. Sizin şansınız varmış. Beceri, diyor Enero. Şans ve beceri. Sadece şansla olmaz o işler. Aguirre kemikli göğsünün üzerinde, şaraptan şişmiş göbeğinin üzerinde açık duran, düğmelerini iliklemediği gömleğinin cebinden bir tütün poşeti çıkarıyor. Göz açıp kapatana kadar sigarayı sarıyor. Yakıyor. Islık çalarak kıyıya doğru birkaç adım atıyor ve suya bakmaya başlıyor. Başını çevirip konuşuyor. Siz ne kadar kalacaksınız? İki. Üç gün, diyor El Negro. Ada çok güzel. Çok güzel, evet. Diyor Aguirre. El Negro ormana giriyor. Tişörtü omzuna asmış, geniş ama yavaş adımlar. Burada her yer loş. Dışarıda, güneş nehirde sönen bir ateş topu. Kuş seslerini, küçük böceklerin seslerini duyuyor. Otların hışırtısı. Yabani kobay fareleri, gelincikler, kemirgen vizcacha’lar otların arasında dolaşıyor. El Negro dikkatli, sanki kiliseye girermiş gibi saygıyla yürüyor. Kariyaku gibi hafif adımlar atıyor. Yine de ince bir dalın, bir avuç curupi kabuğunun üstüne basıyor ve kulakları sağır eden bir gürültü yükseliyor. Kuru kabukların sesi akçaağaç ve timbó gövdelerinin arasında çoğalıyor, yükseliyor, ormanın kesif çemberinden çıkıyor. Davetsiz misafirin varlığını haber veriyor. Bu adam ormana ait değil ve orman bunu biliyor. Ama izin veriyor. İçeri girsin, odun toplayacak kadar bir süreliğine kalsın. Ardından ormanın kendisi onu kolları çalı çırpı dolu halde bir kez daha sahile doğru tükürecek. El Negro’nun gözleri karanlığa alışmaya başlıyor ve uzakta bir ağacın dalında asılı duran camati arısını ayırt ediyor, sanki saçlarından asılmış bir baş gibi. Eşek arılarıyla dolu hava titreşiyor. Derin nefes alıyor, göğsü çiçek, bal ve ölü hayvan kokusuyla doluyor. Her şey tatlı kokuyor. Dalgınlıktan ayağını bir su birikintisine sokuyor ve bir sinek bulutu yükseliyor. Çevresini sarıyorlar. Kulaklarının arkasında incecik vızıldıyorlar. Sırtını, kollarını, çıplak boynunu didikliyorlar. Tişörtünü savurup onları kaçırıyor. Canlı canlı yenmeye başlamadan önce tekrar giyiyor. Tamam gidiyorum, odun toplayıp gidiyorum. Diyor yüksek sesle. Ateş yakmak için bir kucak dolusu ince dal topluyor. İncecik liflerle ağaca asılı kalmış kalın bir dala kafasını çarpıyor. Elindekileri bırakıyor. Dalı kendi ağırlığını vererek sarsıyor, sonunda koparıyor. Kırık odun onu ikiye ayıran yıldırımı andıran bir ses çıkarıyor. Tekrar çömeliyor El Negro. Bıraktıklarını bir araya topluyor, kolunun altına sıkıştırıyor. Diğer eliyle ağır dalı sürüklüyor. Çıkıyor. Gökyüzü turuncu, hava basık, sıcak. Sırtını dolaşan soğuk dalgasını hissediyor ve kıçındaki kıllar diken diken oluyor. Başını çeviriyor, omzunun üstünden bakıyor. Ormanın arkasından kapandığına yemin edebilir. Tilo çömelmiş, düğüm olmuş misinayı açıyor. Uzun ve ince parmakları havayı dokuyarak hareket ediyor. Sigara dudaklarına yapışık, bir gözü de dumana kestirme yol sunmak için kapalı. Enero ona bakıyor. Hintli gibi bağdaş kurup yere oturmuş, ona bakıyor. Tilo olduğunu bilmese, Eusebio geri döndü diyecek. Kendi şişkin göbeğini, şişko ellerini, kesik parmağının kökünü, göğsündeki kırlaşmış kılları görmese, Tilo aslında henüz ölmemiş olan Eusebio diyecek. Üçü her zamanki gibi yine balığa çıkmış diyecek. Üçünün birlikte geçirdiği ilk yaz, Boğulan’ı rüyasında görmeye başladığını hatırlıyor. El Negro onu eskiden beri tanıyordu ama Eusebio mahalleye kısa süre önce taşınmıştı. O sene, Temmuz tatilinden sonra okula başlamıştı. Ailesi ihtiyar nine öldükten sonra onun evine yerleşmişti. Görünüşe göre kadınla araları iyi değildi, o yüzden hiç ziyaretine gelmezlerdi. Taşınmaları komşuların hiç hoşuna gitmedi. Bazıları Eusebio’nun babasının hapiste yattığını ve ihtiyar kadının onu affetmediğini söylüyordu. Eusebio’nun annesinin erkeklerle görüştüğünü ve o işi yaptığını söyleyenler de vardı. Üçü sabah kalkar kalkmaz, neredeyse her zaman, tek çocuk olan Enero’nun evinde buluşuyordu. Süt içiyorlar ve ardından dışarıda dolaşmaya çıkıyor, bazen gece olunca dönüyorlardı. Kanala hemen her gün gidiyorlardı. Kıyıdaki ağaçların altına uzanıyor, misinaları ayak parmaklarına bağlı, balıkların yemi ısırmasını beklemeyi seviyorlardı. Sohbet ediyorlar, hikâyeler okuyorlar, Eusebio’nun evden getirdiği çıplak kadınlarla ve polisiye hikâyelerle dolu dergilerin sayfalarını karıştırıyorlardı. On bir yaşındaydılar. O sabah onlara rüyasını anlatmıştı ama çığlık atarak uyandığından da yatağa işediğinden de bahsetmemişti. Boğulan’ın yüzü kendi yüzüne yapışık, gri renkli eti gevşek, yanakları balıklar yediğinden dişler ortaya çıkmış. Onu üstünden atmak için saçlarından tutmuştu ve bir tutamı avucunda kalmıştı. El Negro güldü.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Siddhartha ~ Hermann HesseSiddhartha

    Siddhartha

    Hermann Hesse

    Brahmanın Oğlu Evin gölgesinde, ırmak kıyısının güneşinde, sandallar arasında, söğütlerin, incir ağacının gölgesinde arkadaşı Brahman oğlu Govinda’yla birlikte büyüdü Siddhartha, Brahmanın yakışıklı oğlu, yavru...

  2. Kartal Koltuğu ~ Carlos FuentesKartal Koltuğu

    Kartal Koltuğu

    Carlos Fuentes

    Carlos Fuentes, dünyanın yaşayan en önemli yazarlarından biri. Hem edebiyatın hem de düşünce dünyasının önde gelen figürlerinden. Türkiye’de de daha önce Can Yayınları tarafından...

  3. Harika Çocuk ~ Roy JacobsenHarika Çocuk

    Harika Çocuk

    Roy Jacobsen

    Mutfak masasında oturmuş kızartmanın soğuyan yağlarını kemiriyoruz, bütün dişlerimiz gıcırdıyor. Ardından kâğıt oyunları oynuyoruz; Linda kazanması için hiçbir şey yapmamıza gerek kalmadan kazanıyor. Masanın...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur