Oya Kozlu evli, iki çocuk annesi, çalışan, koşturan, enerjik bir kadın…
Günün birinde başına şu bilinen belalı hastalık gelir. Doktorları ona, “Hastalığın kronik bir hastalık, tedavi seçeneklerin mevcut ancak çaresi yok,” derler.
Operasyonlar, bitmeyen hastane ziyaretleri, ilaç kürleri ve bir parça soluk alır almaz kısa süreli tatil düşleri…
Ve bunlar paylaşılmalı diyen Oya Kozlu yazmaya başlar…
Hayata tutunmanın, kendi gücünü keşfetmenin, iyileşmede sorumluluk almanın, olgunlaşmanın, yaşam sevincini korumanın hikâyesi Çıplak Kanser…
Altı yıldan bu yana kanserle yaşayan Oya Kozlu, tedavi sürecinden yola çıkarak, hastalar yakınlarından ne bekler, hangi davranışlar onlara güç verir gibi konularda deneyim kazandı. Yazar bu kitapta, kronik hastalıklarla yaşayan kişilere ve onların yakınlarına yararlı olacak bu deneyimlerini de paylaşıyor.
***
Sho, Minnoş ve değerli babaları için…
İçindekiler
Teşekkür 9
Sunuş 11
GÖĞÜS GERMEK 15
Hastalık Öncesi Hayat 17
Tanı ve Ameliyat 21
Mastektomi Sonrası 23
Onkolog Bulma Süreci 25
İlk Kemoterapi Seansları 29
Tedaviye Teslim Olmak 36
İlk Radyoterapi Seansları 38
Aktif Kanser Tedavisi Bitince 40
Çocuklar 42
TEDAVİ SONRASI HAYAT 45
Kanserden Sonra İlk Aile Seyahatimiz 47
Nasıl Biri Oldum? 48
New York 51
Londra 53
Kanser Geri Geldi 55
Eve Dönüş ve İyileşme 64
Metastazla Yüzleşme ve İkinci Radyoterapi Dönemi 07
KANSER KONTROL ALTINDA 69
Paris 73
Kanserle Yaşamak 75
Üçüncü Radyoterapi 77
Dr. Hudis’i Tekrar Ziyaret Ediyoruz 79
İkinci Kemoterapi Tedavisi 81
On Altı Aylık Kansersiz Dönem 84
New York Gezisi ve Dr. Hudis’i Ziyaret 86
Grup Terapisi 8S
Dördüncü Radyoterapi 90
Üçüncü Kemoterapi 92
Can’la Yollarımız Ayrılıyor 93
Ateş Düştüğü Yeri Yakar 96
HASTALIK SÜRECİNDEN NOTLAR 99
Hasta Yakınlarından Ne Bekler? 101
Geçtiğim Yol, Geldiğim Yer 126
Teşekkür
Her şey bir yana, bu kitabı yazmak benim için çok iyileştirici oldu.
Kitabımdan beklentim başka insanlar, hastalar, hasta yakınları için de iyileştirici olması, yüreklerine su serpmesi, azim vermesi ve esin kaynağı olması.
Yazdıklarım basılıp, vücut bulup, okuyucu ile buluşunca da beni yeni ve farklı bir yolculuğa götürür, hayatıma yeni insanlar sokar, farklı bakış açıları gösterir, fikren ve ruhen zenginleştirir diye umuyorum.
Annem ve babam olmasaydı ben de olmazdım. Bana yaşam verdikleri, ellerinden gelen en iyi şartlarla ve özenle büyüttükleri için onlara teşekkür ederim. Her gün arayıp hatrımı soran, özelime girmeden yaşamımı takip eden, en sıkıntılı, kararsız ve açmazda kaldığım zamanlarda seksen beş yıllık tecrübe ve bilgeliğiyle yolumu aydınlatan, bana güç veren babama özellikle minnettarım.
İkinci teşekkürüm farklı yolculuklara çıkabilmem, yeni deneyimlere hâlâ açık olabilmem için beni sağlıklı tutan ve bıkmadan yüreklendiren çok sevgili doktorum Kerim Kaban’a.
Şaman’ım, dostum, zeki, güzel, komik, azimli, yürekli arkadaşım Tülin… Nasıl olduysa her kemo seansımda hastanenin önünden geçiyor oldun ve uğradın! Fazlasıyla gülüp şamata yapmaktan aldığımız uyarılara rağmen tedavileri başarıyla bitirdik her defasında! İyi ki akadaşımsın. Sağ ol, var ol, hep iyi ol.
VKV Amerikan ve Kozyatağı Acıbadem Hastanesi onkoloji bölümleri hemşire ve çalışanlarına, Sibel Yayla ya güler yüzleri, profesyonel tutumları, özenli ve bilinçli bakımları ve yardımları için özellikle teşekkür ederim.
Kitabı yazmam için beni cesaretlendiren, destekleyen tüm arkadaşlarıma ve özellikle yazım sürecinde bana koçluk yapan arkadaşım, ortağım Gül Ergül’e minnettarım.
Çok sevgili bir arkadaşımın “İyi günlerimde yanımda olmayanlar kötü günümde de yanımda olmasın,” cümlesi düşüncemde paradigma değişikliği yaratmıştı.
Hep iyi olmamı isteyen, sağlığım için dua eden, umutlarını hiç kaybetmeyen, varlıkları ve dostlukları ile bana güç, enerji ve yaşam coşkusu veren tüm sevdiklerim, var olun, sağ olun. Özel ve unutulmaz anılar biriktirmeye devam edelim hep beraber…
Sunuş
Doğru sözleri bulamadığımız durumlar vardır. Ne desek ne söylesek duygularımızı tam olarak ifade edemediğimiz zamanlar. Kanser de birçoğumuzu ne diyeceğini bilemez duruma düşüren bir konu. Hele hele kanser olan kişi eşiniz, dostunuz, sevdiğiniz, yakınınızsa işler daha da sarpa sarar. Sözlerle ifade edemediğiniz üzüntünüzü yüzünüz ve bedeniniz ele verir oysa.
Uzun süreden beri kanser tedavisi gören bir kanser savaşçısı olarak, bu üzüntülü, çaresiz beden dilini ve yüz ifadesini onlarca yakınımda gördüm… Hepsi de bana yardım edebilmek, doğru sözler bulabilmek, iyi hissetmemi sağlamak, moral vermek için çırpınan yakınlarımdı.
Kanser teşhisi konmuş sevdiklerinize, yakınlarınıza, dostlarınıza ne diyeceğinizi, nasıl yardımcı olacağınızı bilemiyor, nasıl yaklaşacağınızı bulmakta zorlanıyorsanız bu kitap sizin için. Kitaptaki duygu, düşünce, deneyim ve önerileri altı yıldan beri aktif kanser tedavisi görürken yaşadıklarımdan süzerek özetlemeye çalıştım.
Kanser çok genel bir tanım. Aynı cins kanser tanısı almış kişilerin dahi, detaylarına inildiğinde hastalıkları çok farklı. Benzer şekilde, hiçbir kişinin hastalıkla başa çıkma yöntemi bir diğerinin aynısı değil. Kitabımda anlattıklarım özellikle bana faydalı gelmiş olan yaklaşımlar ve yöntemler. Yaşadıklarım ve anlattıklarımdan tek bir cümle dahi hastalara veya yakınlarına faydalı olursa ne mutlu bana diyerek yola çıkıyorum.
Bu kitap için ihtiyacım olan cesareti ancak toplayabildim. Halen tedavi gördüğüm VKV Amerikan Hastanesi’nde her çarşamba günü onkologlarımız, psikologlarımız, hastalar ve hasta yakınlarının katıldığı, fikir, bilgi, öneri alışverişi yaptığımız, sorularımıza cevap, sorunlarımıza çare aradığımız toplantılar yapılıyor.
Toplantıların genellikle en kıdemli hastası olduğum ve diğer hastalarla benzer süreçlerden daha önce geçmiş olduğum için, hastaların ve hasta yakınlarının sorunlarını iyi anladığımı gördüm. Çok sevgili doktorum Kerim Kaban’ın da teşvik etmesiyle bu toplantılardan esinlenerek okumakta olduğunuz kitabı yazmaya karar verdim. Amacım, kanserle savaşan kişilere ve onların yakınlarının kalbine biraz su serpebilmek ve işlerine yarayabilir düşüncesi ile yaşadıklarımı, hissettiklerimi paylaşmak.
Hasta kadar, hastanın duygusal ve fiziksel destek çemberinde olan kişilerin de desteğe ve eğitilmeye gereksinimleri olduğunu gördüm kendi sürecimde. Çoğu insan, ölümcül bir hastalıkla savaşan bir kişiye nasıl yaklaşacağını, ne diyeceğini, nasıl davranacağını bilmiyor. Ben de bilmeyenlerden biriydim. Ne zaman ki kanser oldum ve dünyayı, insanları, hastalığın penceresinden de izlemeye başladım, ölümcül ve kronik bir hastalıkla mücadele eden kişilerin yakınlarından neler beklediğini o zaman anladım.
Kitabın ilk bölümünü kendi hikâyeme ayırdım. Kanser tanısının konulduğu 2006 Ekim ayından bugüne kadar hastalık ve tedavi etrafında dönen yaşamımdan kesitler vermeye çalıştım. Hastalığın farklı evrelerini nasıl yaşadığımı, düşünce ve duygularımı, zorluklarla, korkularımla baş edebilme şeklimi paylaşmak istedim.
Kitabın ikinci bölümünde ise kendi tecrübemden, kemoterapi ünitelerinde sohbet ettiğim hastalar, hasta yakınları ve okuduklarımdan yola çıkarak kanser hastalarının yakınlarından neler beklediğini ana başlıklar altında toplamaya çalıştım.
Hastanın en temel iki gereksinimi, sevgi ve umut. Yaşadığı sürece umudunu ve yaşam coşkusunu korumak için desteğe ihtiyacı var hasta kişinin. Tarif etmek istediğim doğal, gerçekçi, o ana ve güne odaklanan, sevecen ve samimi bir destek… Ne olursa olsun pozitif olalım, moralimizi hep ama hep çok iyi tutalım söyleminin yorucu tavrı asla değil.
Hastalıklar ilgi, sevgi, kendine değer vermek gibi psikolojik ihtiyaçların karşılanmaması nedeniyle bedenimizin bize verdiği sinyaller. Kanseri ve tedavi sürecinde yaşadıklarımı anlamlandırmak, umudumu korumak için tutunduğum bir inanç oldu benim için bu cümle. Kendimi daha yakından tanımam, karşılanmamış ihtiyaçlarımı anlamam, bedenimi ve kalbimi dinlemem için bana bir vesile oldu kanser.
Hastalığa odaklı değil de, değişimi, sağlığı özendiren yaklaşımlar hastaya çok ama çok yararlı. Tek başına bir şeyler yapmasına yüreklendirmek, en ufak bir iyileşmeyi dahi fark etmek ve hastaya yansıtmak, hastalıkla ilgisi olmayan faaliyetler yapmasına yardımcı olmak, hastayla yeni ve daha derin bir ilişkiye girebilmek, hastanın şifa ve moral bulmasına öylesine faydalı ki…
Bütün bu yaşadıklarımdan sonra, kalbindeki tüm şefkatle yanınızda olan, sevgisini ve duygularını açık, basil ve kendine uygun, içten bir yöntemle aktarabilen herkesin şifacı olduğuna inanır oldum. Hastanın yaşam sevincini koruması için etrafında, tarif etmeye çalıştığım gibi şifa vericiler olması, hastanın da sevdikleri tarafından aktarılan yaşam enerjisini almaya açık olması gerektiğini düşünüyorum.
Göğüs Germek
Hastalık Öncesi Hayat
1961 yılının Şubat ayında doğmuşum. Benden önce üç erkek çocuk doğurmuş olan annem saat kaçta doğduğumu hatırlamaz. Tek hatırladığı, babamın doktorlara “Bir yanlışlık olmasın, bizim hanım hep erkek doğurur,” demiş olması. Sevincim kursağımda kalmıştı diye anlatır annem hep. Ayrıca pek de güzel bir bebek değilmişim. Oysa benden bir önce doğan ağabeyimi hastanenin en güzel bebeği diye vermişler annemin kucağına.
İşte bana anlatılanlardan aklımda kalanlar böyle. Küçük yaşlarımda defalarca duyduğum bu sözleri eğlenceli bulmakla beraber, bir taraftan da içimin acıdığını hatırlıyorum. Özellikle annemin sevincinin kursağında kalmış olması, dünyaya gelişimin coşkuyla karşılanmadığını düşünmek hâlâ kırar beni. Belki bu yüzden uzun seneler doğum günlerime çok önem vermedim. Doğduğum günü kutlamaya gerek duymadım.
Herhalde babamı haklı çıkarmak için, zaman zaman erkek gibi davranan, erkek olmaya öykünen bir kız çocuğu olduğumu hatırlıyorum. Yetişkin hayatımda da dişi özelliklerimin yanında eril özelliklerimi hep korudum. Çalışmak, üretken ve verimli olmak, kendi işini kurmak, karar almak, sözünü sakınmamak, ailem ve çalışanlar için maddi sorumluluk taşımak, bilanço yönetmek, fikrini açık ve net ifade etmek, rekabeti sevmek yaşamımın, benliğimin parçaları oldular. Bu özelliklerimin ve bu davranış biçiminin iş yaşamında gerekli, hatta şart olduğunu hâlâ düşünüyorum.
Hasta olup yaşamı farklı bir pencereden de izlemeye başladıktan sonra eril özelliklerimi sorgulamaya başladım. Çalışma yolunu seçen bir kadın olarak rekabetçi, gerçekçi, zamanı en etkin şekilde kullanma ve çözüm odaklı taraflarımın daha gelişmiş olduğunu iyice fark ettim. Çalışmayı bırakıp da hayatım biraz daha yavaşlayınca ve bakış açım değişince erkek egemen iş yaşamında kendine yer açmanın kadınlar için hiç de kolay olmadığını, kadınlığından, ruh ve beden sağlığından çok şey alıp götürdüğünü anladım.
İçimdeki hassas, yumuşak, kırılgan, uyumlu, dişi Oya’yı tekrar bulmak çok zamanımı aldı daha sonra. O Oya’ya kavuşmak, onun kendini ifade etmeline izin vermeye başlamak, onun isteklerini duyup anlamak, ona değer vermek, iyileşme sürecinde yaşadığım dönüm noktalarından biridir.
1997 yılında oğlum Ali dört yaşındaydı ve yuvaya gidiyordu. Yuva her cuma günü velilere haftanın özetini içeren bir bülten gönderirdi. Bir cuma bülteninde şöyle bir anekdot vardı. Öğretmen sınıfa sorar: “İki hece, çalışır gündüz gece.” Benim oğlan hemen atılır ve cevap verir: “Anne!” Oysa doğru yanıt “saat”tir.
Beni epey düşündürmüştü oğlumun yanıtı. Demek yavrucak annesini gece gündüz çalışan biri olarak algılıyordu. Aslına bakılırsa, gerçekten çok da uzak değildi oğlumun algısı. O sıralar iki yaşında bir kızım, dört yaşında bir oğlum, kocam, evim, her gün gitmekte olduğum Gebze’de bir işim vardı.
Otuzlu yaşlarımı yoğun çalışarak ve çocuklarımı büyüterek geçirdim. Zor, güzel, saf, ham, inişli çıkışlı, seçtiğim hayatı sorgulamadığım, verimli senelerdi. Yaşam nehrinde akıp gidiyor, yeni kurduğumuz ailemiz için en güzel koşulları sağlamak, mutlu ve huzurlu yaşamak için eşim Can’la beraber koşturup duruyorduk. Yorgunluk, hastalık, ölüm gibi durumlara etrafımızda pek rastlanmıyordu.
On beş sene profesyonel olarak çalıştıktan sonra, 2000 yılında üç arkadaş bir İngiliz firması ile ortak insan kaynakları konusunda danışmanlık hizmeti veren bir şirket kurduk. Otuz dokuz yaşındaydım, yeterince profesyonel tecrübe edinmiştim, eh çocuklarım da beş ve yedi yaşlarına gelmişlerdi. Yeni ufuklara, farklı denemelere hazırdım artık. Enerjim, sağlığım, farklı bir atılım yapma istek ve gücüm bol bol mevcuttu. Çocuklara, evimize, aile hayatına, işime ayrı ayrı yetişebildiğimi düşünüyordum. Her şeyi dengeli bir şekilde idare ediyor olmaktan gururluydum.
2004 yılında şirket olarak hizmetlerimiz arasına bireysel koçluk hizmetini de ekleme kararı aldık. Tüm ortaklar gerekli eğitim ve sertifikasyon programlarından geçtik. Kişisel gelişimi tetikleyen, farkındalığı artırıcı eğitimlerdir bunlar. Hayatımın daha olgun, dingin, duyarlı bir dönemine giriyordum yavaş yavaş. Kırklı yaşlar bir harikaydı. Hâlâ genç, üretken ve enerjik, aynı zamanda duvarlı, kişisel farkındalığın arttığı, yaşam amacının sorgulanmaya ve tekrar biçimlendirilmeye başlandığı o bulunmaz, değerli yıllar…
Yaptığım işin özünde çok iyi dinlemek yatıyordu. Dinlemek, doğru soruları sormak, yönetici konumundaki insanların sorunlarını anlayıp, çözmeleri için onlara destek olmak. Bir gün çok sevgili arkadaşım Tülin ile sohbet ederken, ben herkese nasıl olduğunu sorduğum halde kimsenin bana gerçekten nasıl olduğumu sormadığından yakınmıştım.
“Ağzından ne çıktığına, ne istediğine dikkat et, oluverir!” Ne kadar doğrudur bu söz. Birkaç ay sonra bana kanser tanısı kondu ve o gün bugün nasılsın sorusu hayatımdan hiç eksik olmadı.
18 Ekim 2006 günü mememden alınan patoloji örneğinin kanserli çıktığını öğrenene kadar saf, temiz, kendi küçük ve korunaklı dünyamda, kırklı yaşların kadınlara bahşettiği o özel güç, üretkenlik ve özgüvenle dolu yaşayıp gidiyordum.
Tanı ve Ameliyat
(Ekim 2006)
Kanser konusunda bilgim çok sınırlıydı. Çevremde kanser olan ve yolculuğunu mesafeli bir şekilde izlediğim tek bir tanıdığım olmuştu o zamana kadar. Sağlıklı beslenen, fazla kilosu olmayan, çocuklarını uzun süre emzirmiş, yakın ailesinde meme kanseri görülmemiş, aktif hayatı olan, düzenli spor yapan ben, kanseri sadece başkalarının başına gelen ve uzaktan uzağa beni üzen bir hastalık olarak görüyordum.
18 Ekim 2006 günü akşamın geç bir saatinde görüntüleme merkezindeki doktor aradı ve mememden alınan patoloji örneğinin kanserli çıktığını haber verdi. O gece aldığım bu berbat haberin nelere yol açacağı, beni ve yakınlarımı geriye dönüşü olmayan bir şekilde nasıl değiştireceği hakkında hiç ama hiçbir fikrim yoktu. Oğlum Ali on üç, kızım Ayşe on bir, eşim elli iki yaşındaydı, ben ise kırk beş.
Tanıyı koyan görüntüleme merkezindeki doktor acilen, hemen, mümkünse aynı gün ameliyat olmam gerektiğini söyledi. Telaş ve tecrübesizlikle fazlaca düşünüp araştırmadan, ameliyatımı ilk önerdikleri doktorun yapmasına karar verdik. İki gün sonra kendimi ameliyat masasında buldum. 5-6 saat sonra gözümü biraz açıp kendime geldiğimde, tüm sağ mememle birlikte on bir adet koltuk altı lenf bezinin de alındığını öğrendim. Bedenimin sağ üst tarafı kazınmıştı. Sağ kolumu oynatamıyor dum. Pansuman için ilk defa ameliyat bölgesi açıldığında sekiz yaşındaki Oya’nın görüntüsü ile karşılaşmış oldum!
Beş gün sonra hastaneden taburcu ettiler beni. Bir an önce evime kavuşmak istiyordum. Sanki evime kavuşunca kâbus bitecek ve eski hayatıma geri döneceğim gibi hissediyordum. Kesinlikle bir kâbus gördüğümden, yaşadıklarımın gerçek olmadığından neredeyse emindim.
Mastektomi Sonrası
Mastektomi iyileşmesi kolay bir ameliyat değil. Kolu tekrar eskisi gibi hareket ettirebilmek için çaba sarf etmek gerekiyor. Kazınan dokuların tekrar iyileşmesi, yanma ve acı hissinin geçmesi aylar sürüyor. Mastektomi ile eşzamanlı olarak yapılan protez ameliyatının getirdiği ilave zorluklar da cabası.
Meme dokusu ile birlikte koltuk altı lenfleri de temizlenmiş olduğu için bedenin o tarafı korunmasız kalıyor. Evde ziyaretime gelen bir pratisyen hekim arkadaşım güm diye artık tenisi falan unutmam gerektiğini, hatta sağ elime manikür dahi yaptırmamın çok sakıncalı olduğunu söyleyiverdi. Koruyucu lenfler olmadığı için mikroplara karşı savunmasız kalan sağ kolumu çok sakınmam gerektiğini anlamış oldum hemen.
Genelde cerrahlar ameliyattan önce veya sonra hastayı neler beklediği, iyileşmesi için neler yapması gerektiği konusunda en ufak bir bilgi nedense vermiyorlar. Neyse ki protez ameliyatımı yapan Doç. Dr. Tuğrul Kihtir lise yıllarından arkadaşımdır. Sağ olsun Tuğrul, bana eve çıktıktan sonra yapmam için birtakım kol egzersizleri öğretti. Gerginlik ve acıya rağmen verilen hareketleri gayretle yapıp kolumu tekrar eskisi gibi oynatır hale getirmek için epey çabaladım.
Ameliyatın üzerinden biraz zaman geçince işime dönmek is-
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Aile Anı - Anlatı Sağlık Tıp
- Kitap AdıÇıplak Kanser - Bir Direnç ve Umut Öyküsü
- Sayfa Sayısı136
- YazarOya Kozlu
- ISBN9789751415394
- Boyutlar, Kapak13,4x19,8, Karton Kapak
- YayıneviRemzi Kitabevi / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sen Çok Yaşa E mi Çocuk ~ Eda Veciz Doğan
Sen Çok Yaşa E mi Çocuk
Eda Veciz Doğan
Bazı süper kahramanların, pelerini yoktur. Onlara ‘baba ‘ denir. Kız çocukları aşıktır babalarına gözlerini açtıkları ilk andan itibaren ,ilk göz göze geldikleri anda, aşık...
- Tungsten Dayı – Kimyasal Bir Çocukluğun Anıları ~ Oliver Sacks
Tungsten Dayı – Kimyasal Bir Çocukluğun Anıları
Oliver Sacks
Son olarak “Uyanışlar” adlı kitabıyla Türk okuruyla buluşan ve aslında bir nörolog olan Oliver Sacks, bu kez farklı bir konudan, kimyadan bahsediyor. Kitapta, yazarın...
- Bir Dinozorun Anıları ~ Mina Urgan
Bir Dinozorun Anıları
Mina Urgan
Mina Urgan 'Bir Dinozorun Anıları"nda açık yürekli, yalın ve naif bir dille anlatıyor; kendini, çevresindekileri ve bir coğrafyada olan biteni... Halide Edip, Necip Fazıl, Abidin Dino, Neyzen Tevfik, Sait Faik, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Atatürk ve başka pek çok isimle zenginleşmiş bir ömrü..."