Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Çırak
Çırak

Çırak

Tess Gerritsen

Cerrah Geri Dönüyor… Ve Bu Kez Yalnız Değil… Boston dedektifi Jane Rizzoli, Cerrahın elinden yeni kurtulmuş, kâbuslarının sona erdiğini düşünmeye başlamıştır ki, yeni ortaya…

Cerrah Geri Dönüyor… Ve Bu Kez Yalnız Değil…

Boston dedektifi Jane Rizzoli, Cerrahın elinden yeni kurtulmuş, kâbuslarının sona erdiğini düşünmeye başlamıştır ki, yeni ortaya çıkan bir seri katilin peşine düşmek zorunda kalır. Ancak bu yeni katilin yöntemlerinin Cerrahınkilere olan benzerliği ürkütücüdür.

Davayla ilgili herkesten daha çok şey bilen gizemli bir FBI ajanının ortaya çıkışı Rizzoli’nin işini kolaylaştırmaktan çok daha da zorlaştıracaktır. Uzun yıllardır birlikte çalıştığı ortağının yardımı olmadan tek başına savaşmak zorunda olan dedektif, korkularıyla ve kâbuslarıyla yüzleşip Cerraha ve “çırağına” meydan okumaya hazırlanmaktadır.

Bu kitabın kapağını açmadan önce ışıkları yakmayı, dolapların içini kontrol etmeyi ve kapıları kilitlemeyi unutmayın.
PEOPLE

Ustaca ve ürkütücü… Gerilimi ensenizde hissedeceksiniz.
THE WASHINGTON POST BOOK WORLD

Tam anlamıyla korkunç… Kitabı okuyacağım diye uykularımdan oldum ve uzun süre kendime gelemedim. Gerilim hiç bitmiyor, Gerritsen’in karakterleri bir neşter gibi derine iniyor.
BEŞİNCİ TÜP’ün yazarı MICHAEL PALMER

Gerritsen’in romanlarında bağımlılık yaratan bir şeyler var… Gözlerinizi sayfadan ayıramıyorsunuz; akıp gidiyor. Vakit gece yarısını geçip sabaha dönmesine, içinizin ürpermesine, tüylerinizin diken diken olmasına aldırmadan okuyorsunuz…
MAINE SUNDAY TELEGRAM

Kendinden emin bir cerrahın neşteri gibi keskin… Tess Gerritsen bütün ustalığıyla gerilim romanları arasındaki yerini sağlamlaştırıyor.
PUBLISHER’S WEEKLY

Gerritsen hayranlarını hayal kırıklığına uğratmayacak bir roman… Yeni okurların bu heyecanı keşfetmesi için iyi bir fırsat…
BOOKLIST

Giriş
Bugün bir adamın gözlerimin önünde can verişine tanık oldum. Beklenmedik bir olaydı bu ve ben böyle trajik bir şeyin hemen dibimde cereyan etmesine şaşkınım halâ. Yaşamımızdaki en heyecan verici şeyler hep beklemediğimiz zamanlarda olduğu için bu özel anların tadını çıkarmayı öğrenmeli, çoğunlukla tekdüze geçen zamanı süsleyen bu ender heyecanların kıymetini bilmeliyiz. Burada, duvarların arkasındaki bu dünyada zaman yavaş akıyor. Burada herkes bir numaradan ibaret; isimlerimizle ya da tanrı vergisi yeteneklerimizle değil İşlediğimiz günahlarımızla ayrılıyoruz birbirimizden. Tek tip giyiniyoruz, aynı yemekleri yiyoruz, arabayla dolaştırılan aynı eski püskü kitapları okuyoruz. Günler birbirine benziyor. İnsanı sarsan böyle korkunç olaylar da olmasa hayatın heyecan verebileceğini hatırlayacağımız yok.
Her şey bugün oldu işte, 2 Ağustos günü yani. Gün tam da benim sevdiğim gibi, sıcak ve güneşli geçmişti. Diğer adamlar tembel inekler gibi kan ter içinde gölgelere kaçışırken ben spor sahasının ortasında du rııp yüzümü güneşe döndüm sıcağa aç bir kertenkele gibi. Gözlerimi de kapatmıştım; ne bıçağın saplanışını ne de adamın sendeleyip düşüşünü gördüm yani. Ama telaşlı seslerini duyunca gözlerimi açtım.
Sahanın ucunda kanlar içinde bir adam yatıyor. Diğer herkes hiçbir şey görmedim, hiçbir şey bilmiyorum maskelerini takmış, uzaklaşıyorlar oradan.
Yerde yatan adamın yanına giden bir tek ben oluyorum.
Bir an için durup ona bakıyorum. Gözleri açık ve çaresiz: pırıl pırıl gökyüzünü kapatan karanlık bir perde gibi çökmüşüm herhalde üzerine. Sarı saçlı, sakalları daha yeni gürleşmeye başlamış genç bir çocuk. Ağzını açtığında pembe pembe köpükler çıkıyor. Göğsü kızıla boyanmış.
Yanında diz çöküp gömleğini açıyorum. Göğüs kemiğinin hemen solunda yarası. Bıçak kaburgaların arasından geçip akciğeri delmiş, belki de kalp zarına kadar inmiş. Yarası ağır ve o da farkında bunun. Benimle konuşmaya çalışıyor ama dudakları hareket ederken ses çıkmıyor, gözleri beni seçemiyor. Belki de yaklaşıp son itiraflarını duymamı istiyor ama söyleyecekleri benim umurumda değildi ki.
Benim merak ettiğim şey daha çok yarası. Akan kanı.
Kanla ilgili her şeyi bilirim. Yapıtaşlarına kadar bilirim. Elimden sayısız kan tüpü geçmiştir. Kırmızısının her tonunu gördüm hayranlıkla. Santrifüjden geçirip bir tarafta sıkışık halde hücreler, diğer tarafta sarı renkli serumların oluşunu kim bilir kaç kez izlemişimdir. Parıltısını, ipeksi dokusunu bilirim. Taze açılmış bir yaradan, saten dereler gibi akışını görmüşümdür. Şimdi kan adamın göğsünden, kutsal bir pınardan gelen su gibi fışkırıyor. Avuç içimi yaraya bastırıyorum; o sıvı sıcaklığını hissediyorum, elimi kızıl bir eldiven gibi kaplıyor kan. Genç adam ona yardım etmeye çalıştığımı düşünüp minnettarlıkla bakıyor bana. Zavallı, kısacık hayatında kimseden bir iyilik görmemiş besbelli. Şimdi beni merhamet timsali olarak görmesi ne tuhaf.
Arkamdan ayak sesleri geliyor. Sağa sola emirler yağdırılıyor. “Geri çekilin! Herkes geri çekilsin!”
Gömleğimden tutup ayağa kaldırıyorlar beni. Sonra da ölmekte olan adamdan uzaklaşt iriyorlar. Hepimiz bir kenara çekiliyoruz. Havada toz bulutlan, bağrışmalar ve küfürleşmeler var. Ölüm aleti yerde duruyor. Bir şiş. Gardiyanlar sorular yağdırıp duruyorlar ama kimse bir şey görmemiş, kimse bir şey bilmiyor.
Hiç bilmezler zaten.
O kargaşada diğer mahkûmlardan biraz uzakta duruyorum her zamanki gibi. Ölü adamın kanının damladığı elimi kaldırıp o hoş, metalik kokusunu çekiyorum içime. Sadece kokusundan bile anlıyorum genç bir kan olduğunu, genç bir vücuttan geldiğini.
Diğer mahkûmlar bana bakıp kaçışıyorlar iyice. Benim farklı olduğumu biliyorlar; bunu hep hissetmişlerdir. Hepsi de vahşi adamlar ama benden çekiniyorlar çünkü kim olduğumu biliyorlar. Yüzlerine bakıyorum teker teker. Aralarında bir kan kardeşi arıyorum. Kendimden biri. Ama göremiyorum onu burada, bu canavarların arasında bile.
Aina böyle biri var. Bu dünyada türünün tek örneği olmadığımı biliyorum.
Bir yerlerde başka biri daha var. Ve beni bekliyor.

1
Sinekler üşüşmüştü bile. Güney Boston’nın sıcak kaldırımında geçen dört saat İçinde et iyice pişmiş, etrafa yaydığı kimyasallar havadaki sinekler için yemek çanına benzer bir etki yaratmıştı.Vücuttan kalanlar şimdi bir örtüyle Örtülmüş olmasına rağmen, açıkta kalan ufacık bir doku parçası bile yeterliydi çöpçülerin mesajı alması için. Sokak boyuncapı metre çapındaki bir alana beyin ve et parçalan yayılmıştı. Kafatasının bir parçası ikinci kattaki bir saksıya düşmüş, doku parçalan park etmiş arabalara yapışmıştı.
Aslında Dedektif Jane Rizzoli’nin midesi hep sağlam olmuştu ama şimdi o bile bir an duraksamış, gözlerini kapatıp yumruklarını sıkmış, gösterdiği bu zayıflıktan dolayı kendine kızmıştı. Kendini kaybetme. Kendini kaybetme. Boston Emniyet Teşkilatı’nda cinayet masasının tek kadın dedektifi olarak spotların her zaman üzerinde olduğunu iyi bilirdi. Kazandığı her başarı kadar yaptığı her hatanın da bir kenara not edildiğini Öğrenmişti. Mesela ortağı Barry Frost kahvaltıyı çok tan çıkarmış, arabaya sığınıp klimayı da açarak bulantısının geçmesini beklemeye başlamıştı. Ama Rizzoli’nin bulantıya yenik düşmeye hakkı yoktu. Sahnedeki en dikkat çekici kanun kuvveti olduğu için, güvenlik kordonunun arkasındaki kalabalık durmuş, onun yap tığı her hareketi, onunla ilgili her detayı izliyordu merakla. Hiç otuz dört yaşındaymış gibi durmadığını biliyor, bu yüzden de otoriter bir tutum sergilemeye büyük özen gösteriyordu. Boydan kaybettiklerini ise korkusuz bakışları ve dik duruşuyla kapatmaya çalışıyordu. Bir olay yerinde hakimiyeti elden bırakmama sanatını yıllar içinde öğrenmişti.
Ama bu sıcak onun kararlılığını bile zorluyordu. İlk geldiğinde üstünde her zamanki gibi ceket ve pantolon vardı; saçları da taranmış ve düzgündü. Oysa şimdi ceket gitmiş, bluzu kırışmış, havanın nemi koyu renk saçlarının dağılmasına neden olmuştu. Kokuların, sineklerin ve delici güneş ışınlarının saldırısı altındaydı sürekli. Aynı anda dikkat etmesi gereken bir sürü ayrıntı vardı. Ve bütün gözler üzerindeydi.
Arkadan gelen gürültüler dikkatini çekmişti. Gömlekli kravatlı bir adam, bir devriye memuruyla tartışıyordu.
“Bak, toplantıya yetişmem gerekiyor, tamam mı? Zaten bir saat ‘geciktim. Sense güvenlik kordonunu arabamın etrafından çevirmen yetmiyormuş gibi, kalkmış bir de arabama binemeyeceğimi söylüyorsun. Bu benim arabam be adam!”
“Olay mahalline giremezsiniz beyefendi.”
“Kaza olmuş işte!”
“Buna henüz karar verilmedi.”
“Sîz bunu anlayacaksınız diye biz koca gün bek leyecek miyiz burada? Laftan da arılamıyorsunuz. Etrafla duymayan kalmadı ki!”
Rizzoli yüzü terden sırılsıklam olmuş adama döndü. Saat on bir buçuktu ve güneş tepeye çıkmış, bütün şiddetiyle yakmaya başlamıştı.
“Tam olarak ne duydunuz beyefendi?” diye sordu Rizzoli.
Adam suratını astı. “Herkes ne duyduysa onu,”
“Büyük bir gürültü.”
“Evet. Saat yedi otuz falandı. Tam duştan çıkıyordum. Pencereden dışarı baktığımda adamın kaldırımda yatmakta olduğunu gördüm. Burası zaten belalı bir kavşaktır. Beyinsiz sürücüler tam gaz geçerler buradan. Herhalde adama da bir kamyon falan çarpmıştır.”
“Peki kamyon gördünüz mü siz?”
“Yoo.”
“Kamyon sesi duydunuz mu peki?”
“Yoo.”
“Araba falan da görmediniz, değil mı?”
“Araba, kamyon…” Adam omuz silkti. “Vurup kaçmışlar işte.”
Bütün komşuların anlattığı hikâye aynıydı. Yedi on beş ile yedi otuz arasında sokaktan büyük bir gürültü gelmişti. Olayı gören yoktu aslında. Sadece gürültüyü duymuşlar, sonra da adamın cesedini görmüşlerdi. Rizzoli adamın çatıdan atlama ihtimalini düşünmüş, ancak hemen vazgeçmişti bu varsayımdan. Bu muhitte evler hep iki katlıydı; ikinci kattan atlayan birinin vücudunun bu hale gelmesi imkânsızdı. Ayrıca bu kadar büyük bir anatomik parçalanmaya yol açabilecek bir patlamanın izlerini de görememişti etrafta.
“Hey, artık arabamı çıkarabilir miyim?” diye sor…..

Eklendi: Yayım tarihi

“Çırak” için bir yanıt

  1. hani derler ya alacakaranlık cok güzel bir kitap içine çeker falan filann..
    Ben şafak vaktiyle tess geritsen in kitabını aynı gün içinde aldım üçünçü gün bitirmiştim ve süper bi kitaptı diğer kitaplarını araştırdım hemen benim aldığım günahkar adlı eseriydi..Ve sonra elimde duran şafak vakti bana o kadar sıkıcı gelmeye başladı ki.. Aldığıma ne kadar pişman olduğumu asla bilemessiniz..İlk işim ne biliyomusun en kısa zamanda çıkıp tess geritsenin cerrah ve çırak adlı kitaplarını almak çok haycanlıyım alacakranlık serisis şafak vaktini de okuyacak zamanım yok ya bi arkadaşıma satarımm yada fuara geri verip sevdiğim kitabı alırım gerçekten süper yah :)

kübra için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıÇırak
  • Sayfa Sayısı410
  • YazarTess Gerritsen
  • ISBN6055872236
  • Boyutlar, Kapak10,5x17 cm, Karton Kapak
  • YayıneviMARTI KİTABEVİ / 2008

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Gece Yarısından Sonra ~ Tess GerritsenGece Yarısından Sonra

    Gece Yarısından Sonra

    Tess Gerritsen

    Herkes onun, o ise gerçeğin peşindeydi… Bir gece yarısı Sarah Fontaine, yaklaşan tehlikenin habercisiymiş gibi çalan telefonun sesiyle uyanır ve bir kadının alabileceği en...

  2. Kan Gölü – Cep Boy ~ Tess GerritsenKan Gölü – Cep Boy

    Kan Gölü – Cep Boy

    Tess Gerritsen

    Anne Rice vampirleri için neyse, Gerritsen de tıbbi gerilim romanları konusunda odur… Palmer’dan iyi, Cook’tan iyi… Evet, hatta Crichton’dan bile daha iyi… Stephen King...

  3. Asla Arkana Bakma ~ Tess GerritsenAsla Arkana Bakma

    Asla Arkana Bakma

    Tess Gerritsen

    Hayat insanı yalanlara alıştırabilir ama ben içimdeki sesi dinleyip bu sahte dünyanın dışına çıkacağım… O ses ısrarla ölmediğini söylüyordu; efsanevi pilot Vahşi Bill Maitland,...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Aşka Karşı Koyma ~ Samantha GraceAşka Karşı Koyma

    Aşka Karşı Koyma

    Samantha Grace

    Çıplak Gerçek Leydi Vivian Worth bir hanımefendi gibi davranmasını çok iyi biliyor. Ama etrafta etkileyecek kimse yokken uygun tavırlar takınmak sadece aptallık. Neden yüzmek...

  2. Alfred ile Emily ~ Doris LessingAlfred ile Emily

    Alfred ile Emily

    Doris Lessing

    Nobel Edebiyat Ödüllü yazar Doris Lessing, Alfred ile Emily’de, Birinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde annesiyle babasının izini sürüyor. Kitabın ilk yarısını “savaş olmasaydı nasıl bir...

  3. Amok Koşucusu ~ Stefan ZweigAmok Koşucusu

    Amok Koşucusu

    Stefan Zweig

    Hollanda’nın sömürgesi tropik bir adada çalışmak zorunda kalan bir doktorun sıkıcı ve rutin hayatı, kapısını çalan zor durumdaki zengin bir kadının yardım isteğiyle altüst...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur