Hayata Başlarken’de yazarın çekmecesinde kalmış ve ancak 1983’ten sonra kitaplarına alınmış öyküleri okuyacaksınız. Bu tarihsiz öyküler bir araya getirilirken yazım ve anlatım biçimleri dikkate alındı, tematik ilişkilerine göre sıralandı.
Bilindiği gibi, Esendal’ın hemen hemen tüm öyküleri temelde “hayata atılma” ve “ev kurma” üstünedir; gençliğin sevgi ve mutluluk arayışı üstünedir. Hayata Başlarken adını verdiğimiz bu kitapta da kadın-erkek, aile-çocuk ilişkileri ele alınıyor. Sevgi ve acıma duygularına, mutlu ve mutsuz evliliklere, yitirilen insani değerlere, kültürel yozlaşmalara ve eğitim işlerindeki bozuk düzene vurgu yapılıyor. Esendal’ın renkli tipleri (esnaf, ev kadını, din adamı, alafranga-züppe, bürokrat, memur, yarı aydın) bu kitabın her öyküsünde farklı kılıklarda boy gösteriyor.
“Çocukların içinde, aldatılmaktan, mazlum, zavallı olmaktan ve ağlamaktan hoşlananlar var. Hatta sevdalar, muhabbet ve maceralar hayal edip mahzun olan, ağlayanlar var. Hüseyin Hulki isminde birini tanıdım ki, her gün hikâyeler icat eder, hiç olmayan kızlara âşık olur, sonra da mahzun kalırdı.”
İÇİNDEKİLER
Yayıncının Açıklaması • 7
Sayı mı, Yazı mı? • 9
Mihrişah • 24
Bir Evlenme • 29
Muzaffer • 30
Eski Kına Gecesi • 78
Nebiye’nin Kasabasında Hayat • 90
Bir Aile Hayatı Üzerine Etüt • 132
Bir Mektup • 136
Turan Hanım • 140
Bir Mektuptan • 144
Artist Olacak Kız • 148
İntikam • 152
Ayşe’nin Kocası • 155
Sezâ’nın Kocası • 159
Dedikodu • 165
Kerim Bey • 170
Bir Çocuğun Hikâyesi • 176
Bir Genç • 183
Bir Kadın • 187
Gece Kuşu • 196
“Hayım’ın Evine…” • 200
Hanende Hayım • 205
İç Acısı • 210
Tutkunluk • 214
Hayata Başlarken • 217
Başarılar • 248
Sefer Kalfaların Hüseyin • 251
Hırsız-Polis • 254
Çocuklara Hikâye • 256
Çocuk Hikâyeleri – O Yıllarda • 263
Soysuz Kedi • 268
Kardeş Çocukları • 271
Anasız Çocuk • 274
Kundura Boyacısı • 276
Sayı mı, Yazı mı?
Bir sağlıkevinin temizce döşenmiş bekleme odası. Kapılar, pencereler, masa, kanepe, sandalyeler… Yerde halı…
Perde açılınca, odanın ortasında, sokak kıyafeti ile bir genç kız. Başında sade şapkası, elinde kara çantası, biraz sinirli, kendi kendine konuşur:
— Hekim değil mi? Bana bakmaya borçlu. Hastalığımı anlayıncaya kadar, beni kandırıncaya kadar, göğsüme başını koyup dinleyinceye kadar, beni anlayıp hastalığım kafasına dank edinceye kadar yakasını bırakmam!
Dün geldim, bu sabah geldim, beni baştan savdı… Ben o kadar da çirkin miyim? Çok güzel değilsem çirkin de sayılmam. O da bekâr. Kimsesi de yok. Niçin bana sokulmuyor? Niçin beni dinlemiyor? O elindeki düdük gibi şeyi bırakıp kulağını göğsüme koymuyor! Ben hekimliğin kaç köşe olduğunu öğretirim ona! Kafam kızarsa bağırır, çağırırım. Polis getirsin de beni dışarı attırsın!
Üşeniyor mu nedir?..
Gözleri fırıl fırıl dönüyor da ellerini arkasına saklıyor!.. Ellerinden mi korkuyor, nedir? Çağırttım, şimdi gelir. (Biraz durarak) Ya gelmezse! Gelmezse yarın hastaların içinde ona bir çıkış çıkarım ki! Neye uğradığını şaşırır! (Biraz daha durarak) Yok! Çıkışmadan ağlamak daha hayırlıdır… Şu hekimlere bir kızıyorum ki!.. Elime verseler pas gibi ayırırım. Ne kadar da nazlı oluyorlar. Uzaktan “Nen var? Çıkar dilini?”. Parmaklarının ucu ile bileğinizi tutarlar. Kırk yılda bir göğsünüzü dinleyecek olsalar, hemen o kara düdük ortaya çıkar. Ben çocukken bir doktor Aziz Bey vardı. Babamın dostu idi. Biz hasta olsak o gelirdi. Bizi güzelce soyardı, bir tülbent ister, onu göğsümüze yahut arkamıza koyup kulağını da üstüne kor, saatlerce dinlerdi. Şimdi uzaktan bakıyorlar. Kan raporu, daha bilmem ne raporu, arkasından iki satır reçete, git güle güle!
Eskiler hastalığı anlamasalar bile dinlerlerdi ya! Bu şimdikiler hem anlamıyor hem de dinlemiyorlar. Akıllarınca çocuk aldatıyorlar.
Çağırttım, şimdi nerede ise gelir. Beni görünce şaşıracak. Kendime baktıracağım. Ne yapsa elimden kurtulamaz. O hekimse ben de bir yıl sonra hâkimim. Bilmiyorsa ona Türkiye’nin kanunlarını öğretirim. Görsün bir hukukçuyu başından savmak kolay mı imiş! (Çantasından aynasını çıkarıp bakarak) Bugün de rengim ne kadar soluk. Ne olacak, beni kızdırıyor. Kaç gecedir öfkemden uyuyamıyorum. Biraz gözlerim kapansa gözümün önüne dikiliyor. Geçen gece gene onu düşümde gördüm. Bana kundaklı bir çocuk uzattı. “Al! Bunu sana veriyorum!” diyor. Bir uyanış uyandım ki, yüreğim ağzıma geliyordu. Teyzeme söyledim. “Kısmetin çıkacak!” diyor. Durup dururken, bu yıllarda kimsenin kısmeti çıkmıyor. Bak, Meliha, kısmetini çıkarıncaya kadar canı çıkıyordu! Bir gece düşte birini görmekle kısmet çıksa, yeryüzünde ne kız kalır ne de dul.
(Bir ayak sesi işitip toplanır ve arkasını kapıya dönüp başını eğerek, çantasını karıştırmaya başlar. Kapı açılır, gözlüklü, ak gömlekli, genç bir hekim içeri girer.
Hekim kızı arkasından süzer, tanıyamaz. Yüzünü görmek için yanına gelir, görünce tanır.)
— Ha! Siz misiniz? (Kız çantasını karıştırır gibi yapıp susar.)
— Beni siz istetmişsiniz sanırım? (Kız gücenik bir davranışla)
— Helbet ben istettim.
— E, ne var?
— Ne olacak! Ben hastayım…
— Eyi ya! Daha bu sabah bakmadık mı? İlaç vermedik mi?
İlaçlar yapıldı, alındı mı?
(Kız gücenik. Susar. Hekim biraz düşünceli gibi)
— Şey… Eğer ilaçlar yapılmadı ise reçeteyi veriniz. Ben buradan yaptırayım!
(Kız, kızgınlıkla hekime bakarak)
— Beni size dilenci diye kim dedi!
— Güzel canım, darılma! Sen yaptır. Yaptır da bakalım… Olmazsa gene gelirsin!
(Kız susar, elindeki çanta ile oynar. Gene hekim)
— Ne susuyorsun?
— ………….
— Doğru değil mi?
— ………….
— Bir şey söylemeyecek misin?
(Kız, ağlayacak gibi olarak)
— Ben hastayım!
— Ne hastası?
— ………….
— Çekinme. Ben hekimim. Söyle ne hastalığın var?
(Kız, hekimin şüphelendiğini anlayarak)
— Ben sizin sandığınız kızlardan değilim! Gizlenecek hiçbir hastalığım da yok!
— Güzel a canım, kızma. Sen hastayım dedin de ben de sordum.
— Gene söylüyorum, ben hastayım.
— Anladık ama ne hastası?
— Ne hastası olduğumu ben bilir miyim? Ben hekim değilim ki!
— Ben sanki hekimim ama ben de anlamadım. Benim anladığıma kalırsa senin hiçbir şeyin yok.
(Kız, çantasından mendilini çıkararak ağlamaya hazırlanır)
— Ben biliyorum… Siz bana inanmıyorsunuz!
— Dur canım, ağlama. Belki ben anlayamamışımdır. İnsan hemen ağlar mı?
— Ağlar ya! Siz beni yalancı yerine koyuyorsunuz!
— Güzel ama sen de beni anlamaz yerine koyuyorsun ya!
(Kız, doktorun yüzüne bakarak)
— Aaa, ben size anlamazsınız mı dedim?
— Dedin ya! Hastayım, anlamıyorsunuz demedin mi?
— Aaa, ben anlamıyorsunuz mu dedim?
— Ya ne dedin? Yoksa ben mi yanlış anladım?
— Yanlış ya! Ben, bakmıyorsunuz, ezbere ilaç veriyorsunuz, dedim.
— Ne demek? Ben mi bakmıyorum?
— Bakmıyorsunuz ya! Yalan mı?
— Ben mi bakmıyorum? Bu da tuhaf!
— Niçin tuhaf olsun? Bir kere baktınız mı? Göğsümü dinlediniz mi? Kulağınızı göğsüme koydunuz mu? Hep bu elinizdeki kara düdükle dinliyorsunuz.
— Canım, benim işime ne karışıyorsun? Hekim ben miyim, sen misin?
— Hekim sizsiniz ama herkes işine candan olmalı.
— Ben candan değil miyim?
— Değilsiniz ya! Hastanıza hiç sokulmuyorsunuz! Korkuyorsanız açıkça söyleyin. Benim korkulacak hiçbir hastalığım yok. Bu yaşa geldim hiç de hasta olmadım… (Elini ağzına kapayarak ortaya)
— A aaa, neler söylüyorum! (Hekim gülümseyerek)
— Öyle olduğunun ben de farkındayım!
— Sanki nezlem yok ki, size geçer diye korkuyorsunuz!
— Anlıyorum ama hastaya nasıl bakılacağını hekime sen mi öğreteceksin?
— Evet, ben öğreteceğim. Ben sizin hekimlerinize de ellerindeki düdüklerine de inanmıyorum!
— Güzel… Öyle ise gideceksiniz demek!..
— Nereye gideceğim, bir yere gitmem… Size kendimi istediğim gibi baktıracağım. Bana candan bakacaksınız. Başka türlü elimden kurtulamazsınız. İşte, ben buraya uzanıyorum, hadi bakalım! (Kız elindeki çantayı masa üstüne bırakır, başındakini, arkasındakini çıkarmaya başlar. Hekim telaş eder)
— Dur canım, burası yeri değil, yasaktır. Burada hasta bakılmaz! (Kız, mantosunun bağını çözmeye çalışarak)
— Ben yasak masak tanımam! Ya bana bakarsınız yahut bağırır, ortalığı ayağa kaldırırım. Hekim ortaya dönerek: “Gördünüz mü başıma geleni?” der, sonra kıza yaklaşarak:
— Dur, soyunma. Sana bakacağım. Kalk hasta bakım odasına gidelim!
— Hadi, gidelim!..
— Gideceğiz ama ilkin biraz konuşalım!
— Benim konuşacak hiç sözüm yok. Buraya eğlence olmaya gelmedim. Ben hastayım, siz de hekimsiniz. Bana istediğim gibi, beni inandırıncaya kadar bakmak borcunuz!
— Anladık canım, borcumuz. Bakacağız ama beş dakika konuşalım! Belki benim de soracaklarım var!
— Sizinle yeterince konuştuk. Daha ne konuşacağız? Ben size hekim diye geliyorum. Beni avutmak mı istiyorsunuz? Hadi gidelim hasta odasına!
— Of be! Ne kazık şeysin! İşte bakacağız dedik ya! Biraz da beni dinlesene! (Kız, yavaşlayarak)
— Dinledik, ne olacak? Buyurun bakalım!
— Bana sözümü unutturdun. Sen bir şeyi tutturmuşsun, hep onu söylüyorsun. Biraz da karşındakini dinlesene!
— Dinledik ya! Söylesenize!
— Söylerim elbette! Gel şuraya otur, iki satır konuşalım!
— Ben sizin ne arkadaşınızım ne de tanıdığınız!
— Hekiminiz de değil miyim? Hekim, hastası ile konuşmaz mı? (Kız koltuğa oturur) Hah şöyle! Şimdi konuşabiliriz! Şey… Sanki şu sizin hastalığınız, demek istiyorum… (Kız gülmesini zor tutarak)
— Anlayamadım!
— Hah, bak! Gülümse ya! Gülerek konuşalım.
— Ben hiç gülmek istemiyorum. Siz beni güldürüyorsunuz!
— Güldürürüm!
— Söyleyin bakalım ne konuşacağız?
— Dur canım, söylerim. Arkamızdan atlı mı kovalıyor? Sen beni şaşırtıyorsun!
— Ne de çabuk şaşırıyorsunuz!
— Bu kadarla kalsam…
— Daha da şaşıracak mısınız?
— Şaşırmamaya çalışacağım!
— Hadi, ne söyleyecekseniz söyleyin bakalım.
— Benim söylemek istediğim kısa bir söz… Hani demek istiyorum ki, şu senin hastalığının iç yüzü vardır ya!
— İnan olsun ki anlamadım! Siz beni boş yere avutuyorsunuz! Hiç hastalığın iç yüzü dış yüzü olur mu? Yatak çarşafı mı bu?
— Canım ne avutması! Sen de beni şaşırtmasana! Bırak da sözümü bitireyim.
— Buyurunuz!
— Yalnız şunu ilkin söyleyeyim ki, ben senden korkuyorum. (Kız, sevinçle ellerini çırparak)
— Aaa! Ne kadar güzel! Sahi benden korkuyor musunuz?
— Korkuyorum işte… (Kız, tavrını değiştirerek ve gözlerini yere indirerek)
— Belki ben de korkuyorum!..
— Ya! Niçin?
— Bilmem… (Hekim işin patlak vereceğinden çekinerek ayağa kalkar)
— Hadi gidelim, hastalığınıza bakalım, diye kıza yol gösterir.
— Yok! Biraz daha oturalım.
— Niçin?
— Oturalım. Hani siz bana bir şey söyleyecektiniz?
— Onu sonra da söylerim.
— Yok, şimdi söyleyin! Ben merak ederim.
— Canım, benim söyleyeceğim ufak bir şey idi.
— Ufak olsun. Ben dinlerim.
— Dinlersin ama bu sefer de ben söyleyemem!
— Niçin?
— Söylemem işte… Biraz önce sen, dinlemem, demiyor muydun? Şimdi de ben söylemem.
— Yok doktor, siz beni yeterince tanımıyorsunuz. İster misiniz size kendimi biraz anlatayım. (Hekime yanında yer göstererek) Biraz oturmaz mısınız? (Hekim kızın yanına oturur) Siz beni tanımıyorsunuz. Belki bana hafif bir kız diye bakıyorsunuz. Böyle ise, eğer böyle düşünüyorsanız bu yanlıştır. Ben Hukuk Fakültesi son sınıfında okuyorum. Günün birinde hâkim sandalyasına oturmaya hazırlanıyorum. Bugüne kadar hiçbir genç ile çocukça olsun gönül eğlendirmiş değilim. Bunu bütün fakülte de bilir. Birkaç ay var ki kendimi iyi bulmuyorum. Belki ciğerlerimden, belki yüreğimden hastayım. Belki de bu fakülte beni sıkıyor. Anladınız mı? Daha doğrusu fakültenin ötesi! Tahsil bitince ben çalışmaya başlayacağım. Oysa ben çalışmak istemiyorum. Ben evde oturmaktan hoşlanırım. Ufak bir bahçe, alçak bir duvar, boş bir sokak… Benim elimde bir dikiş, ara sıra bu boş sokağa bakmak, küçük evimin sessizliğini dinlemek için ölüyorum. Babam Saip Bey adında bir ufak memur idi. Anamı tanımadım. Her ikisi de öldüler. Ben teyzemin evinde büyüdüm. Zengin insanlardır. Adını söylesem kocasını da tanırsınız. Kalabalık, gürültülü bir evdir. Beni işe başlayacak diye bekliyorlar. Başlarından biri olsun eksik olacak diye! Ben ise iş istemiyorum. Belki de hastalığım bundandır. Kendimi bir hekime göstermek istedim. Birkaç hekime göründüm, beğenmedim. Bir arkadaşım sizi salık verdi. Sandım ki, siz beni anlarsınız. Niçin başkaları değil de siz? Bilmem, belki yüzünüz bana bu inanı verdi. Şimdi anladınız mı? Sözlerimin doğruluğunu anlamak sizin için çok kolaydır. Benim en anlamadığım ve anlamayacağım şey, bu okuduğum hukuktur. Sonra da avukat yahut hâkim olmak, sayfalarca kâğıt okumak ve bu okuduğum şeylere bakıp haklıyı haksızı ayırmak. Sonra da evi bırakıp mahkemelerde sürtmek. Ben ev kadını olmak istiyorum. Anladınız mı? Açık açık söylediğim için bana kızıyor musunuz? Beni ayıplamıyorsunuz ya! İnsan yaratılmış bir erkeğin her haylazlığına katlanırım. Herkesi iç sıkıntısından çıldırtan yalnızlık, sessizlik için ben can veririm. Yemek bilirim. Biçki dikiş bilirim. En özendiğim şey, bir ev kadını olmaktır. Teyzeme yük olmamak, ileride aç kalmamak için fakülteye gittim. Şimdi…
(Doktor, kızın sözünü keserek)
— Güzel ama ben bunları sizden sormadım ki! dedi. (Kız yalvarır bir sesle)
— Doktor, niçin hiç acımıyorsunuz? Ben kötü bir kız bile olsam, insan acır da dinler!
— Ne acımamazlığı gözüm! Siz bana açılıyorsunuz. Her şeyi anlatıyorsunuz. Beni tanıyor musunuz? Ne adam olduğumu ne biliyorsunuz?
— Niçin beni anlamıyorsunuz? Niçin bu kadar beni üzüyorsunuz? Niçin açık yürekli olmaktan kaçıyorsunuz?
— Güzel! Açık konuşalım öyle mi?
— Evet.
— Konuşalım! Söyle bakayım sen benden ne istiyorsun?
— Demek daha söylememi istiyorsunuz?
— İstiyorum.
— Söylesem bana kızmaz mısınız?
— Kızmam tabiî! (Kız önüne bakıp, elindeki mendilinin ucunu kıvırarak)
— Bilmem… Galiba utanıyorum. Söylesem pek mi ayıp olacak? Kızlar bu gibi sözleri dinlerler ama söylemezler. Erkekler onları bu üzüntüden kurtarır, bu sözleri onlar kızlara söylerler. Ben sıkılıyorum. Çok isterdim ki siz beni anlamış olasınız.
— Hani açık olacaktık ya!
— Anlamıyorum, bana söyletmek istiyorsunuz. Belki doğrudur. İsteyen benim. Söylemeliyim. (Biraz susarlar. Hekim, yumuşak bir sesle)
— Evet! Sizi dinliyorum.
— Söyleyeceğim. Şey… (Mendili ile oynayarak) diyordum ki… Düşünüyorum ki, beğenirseniz, belki beni alırsınız!..
— Hımmmm!
— Ama doktor, beni ayıplamayınız. Siz istediniz, ben de söyledim. Hem bir kız, kendine bir yuva kurmak isterse neden ayıp olsun? Yarın, bu yaptığımdan utanacak mıyım dersiniz? Kibar dilencilere benzedim!
— Güzel ama niçin başkası değil de ben?
— Doktor, o kadar açık konuşmayalım! Ne olur ısrar etmeyiniz.Belki ileride bu niçini anlarsınız…
— Niçin şimdi değil de ileride?
— İyi değil! Niçin başkası değil de siz? Bilmem ki! Siz işte!
— Yok, bunu size bir yardım edebilmek için sordum.
— Nasıl yardım?
— Yardım nasıl olur? Arkadaşça bir yardım.
— Ben anlamadım doğrusu…
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıHayata Başlarken
- Sayfa Sayısı280
- YazarMemduh Şevket Esendal
- ISBN9789750864094
- Boyutlar, Kapak13,5 x 19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sancho’nun Sabah Yürüyüşü ~ Haldun Taner
Sancho’nun Sabah Yürüyüşü
Haldun Taner
Haldun Taner’den unutulmaz öyküler “Sancho’nun Sabah Yürüyüşü” Yapı Kredi Yayınları Haldun Taner’in öykülerini ilk basımlarına uygun olarak ayrı ayrı çıkarmayı sürdürüyor. Bunlar arasında unutulmaz...
- Metal Yorgunluğu ~ Tomris Uyar
Metal Yorgunluğu
Tomris Uyar
Bendeniz, bir sessiz film piyanisti gibi dışarıdan eşlik ettim olaylara. Hayat, büyük hesabıyla akıp giderken ben, karanlık odalarda, ince dökümlerle uğraştım. Ta gençliğimden başlayarak....
- Molly, Pim ve Milyonlarca Yıldız ~ Martine Murray
Molly, Pim ve Milyonlarca Yıldız
Martine Murray
Bu kitap, büyük bir bölümü Atatürk’ün kendi elyazısıyla yazdığı, Yapı ve Kredi Bankası Arşivi’nde bulunan Atatürk’le ilgili belgelerden derlenmiştir: Mustafa Kemal Paşa’nın yaveri tarafından...