Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kısa Kes
Kısa Kes

Kısa Kes

Leigh Russell

Masumiyetini yitirmiş bir adam, vahşi cinayetler işleyen bir katil… Kimliğini saklayabilen usta bir oyuncu ve her an, her yerde sizinle birlikte. Gölgeler içinde kaybolmuş…

Masumiyetini yitirmiş bir adam, vahşi cinayetler işleyen bir katil… Kimliğini saklayabilen usta bir oyuncu ve her an, her yerde sizinle birlikte. Gölgeler içinde kaybolmuş bir dedektif, kontrolden çıkmış yaşamlar… İçeriğini, gerçeğe daha yakın hale getiren psikolojik etkisiyle bütünlük sağlayan bir anlatı. Kısa ve öz bölümleriyle birlikte insanı sürükleyen ve buna ek olarak ince detaylara önem veren, dikkatli okuyucunun elinden düşüremeyeceği, heyecan verici bir roman…

Dedektif Geraldine Steel, kendini, bir anda katille birlikte oynadığı bir saklambaç oyununun içinde bulur. Katili bulmada kanıtların akılcı yöntemlerin yetersiz kaldığı yerde, dedektifin ince zekâsıyla birlikte, özellikle içgüdüsel yeteneği ön plana çıkar. Zamanla yarışmak ve katili yakalamak tek amaçtır.

Karşımızdaki insanların gerçek yüzlerinin, aslında gördüğümüzden farklı olduğunu hatırlatan bir roman.

“KISA KES şık, birinci kalite bir suç romanı; psikolojik davranışların ve sağlam polisiye prosedürünün kusursuz bir harmanı… Emin olun Dedektif Geraldine Steel’i çok seveceksiniz.”

Jeffery Deaver

“Russell, bir taraftan hayran kazanacağından emin olan, duygu yüklü ve sevecen bir kadın kahraman geliştirirken, diğer taraftan da küçük bir İngiliz topluluğunun dikkatli ve entrikalarla dolu bir portresini ortaya koymaktadır.”

Publisher’s Weekly

“Tek kelimeyle mükemmel! Leigh Russell’ın bu romanı nefesinizi kesecek.”

eurocrime.co.uk

“Tam isabet! Muhteşem, usta işi, mükemmel bir gerilim.”

Watford Observer

***

ELVEDA

Adam, beceriksizce giydiği eldivenli parmaklarıyla yaprakları eşeledi ve ardından çömelerek çalılıkların arasından süzüldü. Patikaya çıkmadan önce, birinin bakıp bakmadığından emin olmak için etrafına bir göz attı. Geride bir iz bırakmayacak kadar dikkatli ve zekiydi. Kadını parkta hiç kimse bulamazdı. Bu, kadın ve onun arasında bir sırdı ve kadın da bir şey  söyleyemezdi. Adamın, onun kim olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu ve bu da zekiceydi. Bu aynı zamanda kadının da onun kim olduğunu bilmediği anlamına geliyordu.

Adam, onu özellikle seçmemişti; çünkü kadın çok hoştu. Hem de hiç seçmemişti. Sadece oradaydı. Oysa kadın güzeldi ve adam da memnun olmuştu bundan. Okuldan beri ona hiçbir kadın bakmamıştı; ancak o kadın tam da gözlerinin içine bakmıştı adamın. Kadın tek bir kelime söylemişti sadece, “Hayır!” Ama yine de onunla konuşmuştu ve adam bunun yakınlık olduğunu biliyordu; yalnızca ikisi arasında bir yakınlık. Onu tekrar göremeyecek olması ne yazıktı; fakat başkaları olacaktı artık. Yağmur fena yağıyordu. Sessizce şarkı söylüyordu adam; çünkü kimlerin dinlediğini asla bilemezsiniz.

“Yağmurun yere düşüşü ne hoş, cennetten bir ışık huzmesi, tıpkı ilk çiğin yağışı gibi, yeni yeşeren çimenin üzerine, ıpıslak bahçenin tazeliğine şükürler olsun…”

Yağmur, kadını tertemiz yıkayacaktı.

Adam, köşeyi dönerken bir an duraksadı; çünkü bir kadın ona doğru yürüyordu. Sonra onun biraz yaşlıca olduğunu gördü, sonbahar yaprakları altında gizlenen kadın gibi güzel değildi. Kadın, Bretts adında bir müzik dükkânını sordu.

Adam ne diyeceğini bilemediğinden yanından geçip hızlıca yürümeye devam etti. Onunla konuşmamalıydı.

“Asla yabancılarla konuşma,” dedi Bayan Elsie. Park, tehlikeli bir yerdi ve bir şeyler öneren insanlara güvenmemesi

gerektiğini biliyordu. Arabayla eve bırakmayı teklif ederlerse asla arabaya binmemeliydi, hatta adıyla hitap etseler bile.

Dünya, günah doluydu. Kadın, onun aceleyle gidişini izledi. Adamsa ürkmüştü.

“Endişelenme,” dedi Bayan Elsie. “Sana, kimsenin zarar vermesine izin vermeyeceğim.” Hızlıca yürümeyi sürdürdü ve arkasına bile bakmadı.

 

SOPHIE

 

Cırtlak bir çığlık havayı delip geçti adeta. Judi çaresizce kızına baktı. Sophie’nin dalgalı saçları şiddetle savruldu, melek gibi yüzüyse öfke içinde çevrildi. “Yapmayacağım!” diye inledi Sophie. Ayağını yere vurup masaya doğru koştu ve plastik kâseyi yere fırlattı. Mısır gevreği ve süt etrafa saçıldı. Judi öne atılıp Sophie’nin küçük bileğini yakalayıp elini tokatladı. Çocuk yere çöküp kalmadan önce sessizlik içinde donakaldı. Kızını yatıştırmak, Judi’nin neredeyse bir saatini almıştı. Eski düzen yerli yerini almıştı ki kapı çaldı ve Judi komşusunu eve çağırdığını anımsadı birden. Kapıyı açtı ve beraberindeki iki çocukla Alice’i gördü. “Özür dilerim,” dedi Alice. “Jamie’nin arkadaşına bakmaya söz verdiğimi tamamen unutmuşum. Eğer istersen, bugün için es geçebiliriz.” Daha Judi cevap veremeden, Sophie neşe içinde haykırarak kapıya koştu.

“Jamie! Jamie!”

Judi gülümsedi. “Saçmalama. Girin içeri. Sorun değil.

Nasılsa Gerta hepsini parka götürür.”

Üç çocuk, Gerta’nın arkasında, kaldırımda yeterince meşgul bir biçimde yürürlerken, Judi ve Alice kahve ve birer dilim kekle birlikte yerlerine yerleşmişlerdi bile. “Parka gidiyoruz,” diye mırıldandı Jamie ve Otto da aynı ezgiyle sözleri tekrarlıyordu. Çocukların oyun alanı parkın uzak olan tarafındaydı. Gerta, açık kapıdan geçerken kendisine gülümseyen ve zaman zaman orada çalışan kaslı genç bahçıvanı görmeyi umut ediyordu. Hevesle etrafa bir göz attı; ancak park ıpıssızdı.

Yeterince sıradan bir yerdi, dümdüz çim alanıyla ve fıskiye demeye bin şahit isteyen yarım kalp şeklindeki su fışkırtan düzeneğiyle övünen bir göletin olduğu tipik bir şehir parkı… Şişman güvercinlerin yanı sıra birkaç ördek, pis suda yüzüyordu. Dar asfalt yola dönüp üstü ağaç kabuklarıyla kaplanmış sağlarındaki oyun alanını gördüler. Sollarındaki çok fazla büyümüş ağaçları ve çalılıkları geçerken, çocukların oyun sahasına doğru iki oğlan yarışarak Gerta’yı geçip gitti,

ardından Sophie de huysuzlukla arkalarından koşturdu. Sophie hep Jamie’yle oynardı. Çok iyi arkadaştılar. Parktaki kaydırakta oynarlardı. Bebekler için olanda değil, büyük kaydırakta oynarlardı hem de. Anne onların birbirleriyle güzelce oynadıklarını söylerdi. Ama Jamie, Otto’yla oynuyordu.

Sophie onu kaydıraktan atmak istedi; ancak Gerta bankta oturmuş onları seyrediyordu. Gerta ordan ayrılmalıydı ki Sophie, Otto’yu kaydıraktan def edip Jamie’yle oynayabilsin. Jamie’yle beraber ne de güzel kaydıraktan kayıyorlardı. Anne öyle söylemişti. Anne, Jamie’yi severdi. Ama Otto’yu sevmezdi anne. Otto çirkindi.

“Otto gitsin,” diye feryat etti; ancak Gerta kafasını sallayıp ona saçmalamaması gerektiğini söyledi. Sophie salak değildi.

Gerta’ydı salak olan, Otto da salaktı. Sophie umursamadı. Uzağa gidip saklanacaktı ve onlar da onu bulamayacaklardı.

Anne de, Gerta’ya büyük bir şaplak atıp onu ağlatacaktı. Sophie, patika boyunca peri kanatlarıyla sihirli ağaçların içine doğru uçtu. Yapraklar kızıl, sarı, kahverengi ve yeşildi. Saklanmak için güzel bir yerdi. Ağacın altına doğru aç bir kurtçuğun sürünüşünü izledi. Uzun zaman geçmişti; ama kimse onu bulmak için gelmemişti. Bir değnek buldu ve yaprakları karıştırmaya başladı. Anne, bir değnekle oynamasına asla izin vermezdi ancak anne orada değildi.

“Sophie!”

Gerta’nın telaş içinde yükselen sesini duydu ve kıkırdadı. “Sophie!” diye çağırdı Jamie de. “Thophie!” diye yankılandı Otto’nun sesi de. “Defol burdan, Otto,” diye fısıldadı Sophie. Çok sessizdi, kimse duyamazdı onu. Çalılıkların içine doğru biraz daha süzüldü. Nemli ve dikenliydi. Yerde koşuşturan bir böcek gördü ve değneğiyle dürttü. Kulağının dibinde bir arı vızıldadı. Yaprakların arasında bir el vardı. Onu da dürttü ve bir böcek sürüsü havalandı birden. Sophie onları fark etmemiş,

yaprakların içinde gizlenen daha kötü bir şey görmüştü. Kötü bir cadı gözlerini ona dikmiş çamurun içinde yatıyordu.

Sophie daha fazla orda olmak istemedi. Anneyi istiyordu artık. “Anne!” diye bağırdı. Çalılıkların arasında birinin eşelendiğini duydu ve belli belirsiz Gerta’nın sürünerek geldiğini gördü. Ağzı açık kalmış ve çığlığı basmıştı. Sophie kulaklarını tıkadı. Kötü cadının uyanmasını istemiyordu. “Git buradan, Gerta!” Annesini istiyordu. Eve gitmek istiyordu.

 

TAŞINMA

Heyecandan yüzü kızarmış bir şekilde anahtarı sıkıca kavradı Geraldine. Keskin metali deliğe soktu. Aylar süren gergin bekleyişten sonra nihayet kendi yeni evine sahip oluyordu. Sevinçle bağırma dürtüsünü bastırdı. Emlakçı ona bakıyordu. Gülme, kafasının içinde kabarırken, gülümsedi. “Buralarda yenisiniz, değil mi?” diye sordu emlakçı; o da, adamın koyu gözlerinin farkına varıp kafasını sallayarak onayladı. “Sizi ne getirdi buraya?”

“İş,” diye yanıtladı.

“Çok hoş bir daire,” diye ekledi adam. “Ne yapıyordum demiştiniz?”

“Söylememiştim.”

“Belki de ben öğrenirim,” diye gülümsedi. Geraldine, adamın kendisine asılıp asılmadığından emin değildi; kendini tuhaf bir genç kız gibi hissetti. Belli ki emlakçı, kadının detaylarını görememişti, tıpkı dedektif olduğunu bilemediği gibi. Başka insanların yaşamlarını bilmeye alışmış, kendini karmaşık ve yerleşememiş hissetti. Adını bile öğrenememişken, adam onun yatak odasına aşinaydı. Emlakçı, sıcak ve kendine güvenen bir kavrayışla onun elini tarttı ve yeni evi için tekrar tebrik ederek gitmeye hazırlandı.

“Satın almak için iyi bir zaman mı?” Geraldine konuşur konuşmaz, beceriksiz girişimini anladığından korktu ancak işe yaramıştı. Adam tekrar ona döndü. “Emlak fiyatları, İngiltere’de son onbeş yıldır artmakta.” “Bu eğilim devam mı edecek, ne dersiniz?” Bir kahve için davet etmeye niyetlenmişti; ancak sütü yoktu.

“Gelecek iki yıl içinde balonun söneceğini söyleyen bir sürü insan var.”

“Emlak fiyatlarına ne olacağı konusunda siz ne düşünüyorsunuz?”

“Emlak piyasasının geleceğini önceden kestirebiliyor olsaydım halen bu işi para kazanmak için yapıyor olmazdım.” Bir kartvizitin üzerine bir şeyler karalamadan önce biraz duraladı. “İşte benim cep numaram. Yerleştiğin zaman neden beni aramıyorsun?” Kadın uzanıp kartı aldı. “Aslında genellikle kadınlarla bu şekilde buluşmam,” diye ekledi adam birden ciddiyetle. Ardından dönüp çıktı, gitti. Geraldine ise adamın kendinden emin uzun adımlarını seyrederek kapıda kalakaldı. Mark’ı düşünmemeye çalıştı. Mark’ın kendisinden ayrılacağı, Geraldine’in aklına bile gelmemişti asla, ta ki akşam eve gelip onu bavullarla holde gördüğü akşama kadar. Kadına bakarak, Mark taşındığını anons ediyordu.

“Altı yıl sonra…” Geraldine’in söylemeyi başardığı tek şeydi.

“İkimiz de biliyoruz ki bu bir yere varmıyor.”

“Bu?” Sesi aptalca yankılandı.

“Biz. İlişkimiz. Uzunca bir süre birbirimize göz kulak olduk diyelim. Seni artık zar zor görüyorum. Sürekli çalışıyorsun.

İkimizin de kendi yoluna devam etmesinin zamanı geldi.” Geraldine karşı çıkmak, değişeceğine dair söz vermek istedi. Konuşmaya çalıştı; fakat kelimeler boğazında düğümlendi. Mark bütün eşyalarını toplamıştı. Gümüşi mektup açacağı holdeki masanın üstünden gitmişti. Montu askıda değildi. Yakında, dairede, çöp kutusuna attığı şeylerden ve kâğıtların üzerindeki kokusundan başka ona dair herhangi bir iz kalmayacağı düşüncesi aklının ucundan geçti bir anda. Bu olduğu zaman, hiçbir şey kalmayacaktı geride. Gergin holde birbirlerinin yüzüne baktılar.

“Nereye gideceksin?”

Ansızın canlı bir şekilde, Mark bavulunu sırtlandı. Gözleri, kadının omzunun sol üstüne sabitlenmişti. “Bir arkadaşıma taşınıyorum.”

“Bir arkadaş mı?” diye yanıtladı, birden söz tehditkâr bir hal alarak. “Ne arkadaşı?”

Mark bir an duraksadıktan sonra nazikçe konuştu. Davranışları yumuşadı. “Adı Sue.” Geraldine, yumuşak avuç içlerine  ırnaklarının battığını hissedinceye kadar yumruklarını sıktı. Mark’ın suratı gene asılmıştı. “Yarın gelir geri kalan eşyalarımı alırım,” diye seslendi koca bavulunu ön kapıya sürüklerken. Büyük bir gürültüyle ardından kapandı kapı. Geraldine tek başına masanın kenarını yakalayıp feryat etti.

“Uğruna ağlamaya bile değmez. Yalancı pislik. Unut gitsin onu, buna değmez,” diyerek kız kardeşi, sonraki gece telefonda

köpürdü. Geraldine hayatının geri kalanını bu yalancı pislikle geçirmeyi planlıyordu. “Ben ne yapacağım şimdi?” diyerek

ağladı. “Unut onu artık!” diye tekrarladı kız kardeşi. Faydası olmadı pek. Mark, hep evliliğe inanmadığını iddia etmişti. Bu da başka yalandı. Geraldine’le evlenmek istememişti yalnızca. Onu bıraktıktan bir yıldan az daha bir süre sonra nişanladığını duyduğunda, kendine acımasından, bir tane oda bile bırakmayacak bir öfke tarafından tüketilmişti.

Eklendi: Yayım tarihi

“Kısa Kes” için bir yanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıKısa Kes
  • Sayfa Sayısı414
  • YazarLeigh Russell
  • ÇevirmenHüseyin Topan
  • ISBN6056227530
  • Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviARVO YAYINLARI / 2011

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Günler Aylar Yıllar ~ Yan LiankeGünler Aylar Yıllar

    Günler Aylar Yıllar

    Yan Lianke

    Günler Aylar Yıllar, hayatın zorlukları karşısında hep diri kalabilen bir umudun romanı. Kuraklık, Balou Sıradağları’nda tüm yıkıcılığıyla baş göstermiştir. İnsanlar çareyi evlerini terk edip...

  2. Yağmurdan Sonra Avrupa ~ Alan BurnsYağmurdan Sonra Avrupa

    Yağmurdan Sonra Avrupa

    Alan Burns

    İsimsiz bir anlatıcının dolaştığı Avrupa toprakları harap haldedir; hem coğrafi hem de ahlaki açıdan çarpıklaşmış, biçimsizleşmiştir. Anlatıcı mesafeli bir ilgiyle, asla umutsuzluğa ya da...

  3. Aşkın Resmi ~ Nora RobertsAşkın Resmi

    Aşkın Resmi

    Nora Roberts

    Seth Quinn beş yıllık ayrılıktan sonra, Avrupa’dan ünlü bir ressam olarak evine dönmüştür. Kendisini sevgiyle yetiştirmiş olan (hepsi Quinn ailesi tarafından evlat edinilmiş) üç...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur