İsteyince, her sorunun bir çözümü olduğunu anlıyor insan...
Aşkın ve arkadaşlıkların filizlenerek çoğaldığı, zamanla sımsıcak ilişkilere dönüştüğü bir sokak hayal edin. Her iki yanında kapısını çalabileceğiniz, bir bardak çay eşliğinde sevdiklerinizle sohbet edebileceğiniz, içinizi ısıtan dükkânların dizili olduğunu düşünün. Aydınlığa açılan umut dolu bir dünyaya girmenin, hüzün ve mutluluğun bir arada sunulduğu, doyumsuz yaşam öykülerine tanıklık etmenin vakti gelmiş demektir.
Debbie Macomber, Mucizeler Dükkânına Dönüş adlı romanıyla iyi-kötü her yaşanmışlığın bir tecrübe olarak bizlere geri döndüğünü bir kez daha kanıtlıyor.
***
1
“Örgü dünyasının en büyük sırlarından biri, dantel işlemenin normalde olduğundan daha zor görünmesidir. Düz ve ters örgü örebilir, ikili kesme yapabilir ve yeni bir ilmek oluşturmak için ipinizi şişinizin üzerinden geçirebilirseniz, dantel de işleyebilirsiniz.”
Myrna A. I. Stahman
LYDIA GOETZ
Bir Yumak Mutluluk’u seviyor, Blossom Sokağı’ndaki dükkânımda geçirdiğim her dakikayla birlikte biraz daha mutlu oluyorum. Rengârenk yumaklara bakmayı, farklı dokularını hissetmeyi seviyorum, örgü kurslarımı ve burada edindiğim arkadaşlarımı seviyorum. Örgü kitaplarını okumayı seviyorum. Vitrinden dışarıya bakıp Seattle çarşısındaki hareketliliği, enerjiyi izlemeyi seviyorum. Aslında bulduğum, kurduğum hayatın her şeyini seviyorum.
Örgü örmek kurtuluşum oldu. Bunu sık sık söylediğimi biliyorum ama işin özü böyle. Kanserden kurtulalı yaklaşık on yıl oldu ama örgü hayatımın büyük bir parçası olmaya devam ediyor. Dükkânım sayesinde örgücülerden ve arkadaşlarımdan oluşan büyük bir topluluğun parçası olarak yaşıyorum.
Artık Brad Goetz’le evliyim. Bir Yumak Mutluluk hayatta, Brad de aşkta bulduğum ilk, gerçek şans. Birlikte dokuz yaşındaki oğlumuzu büyütüyoruz. Cody’nin oğlumuz olduğunu söylüyorum, öyle olduğunu biliyorum çünkü. Onu Brad’in çocuğu olduğu kadar kendi çocuğum olarak da görüyor, kendim doğurmuş gibi seviyorum. Bir öz annesi olduğunu ve Janice’in ona değer verdiğini biliyorum. Ama Brad’in eski eşi… şey, söylemeye çekiniyorum, onu düşündükçe aklıma hep bencil kelimesi geliyor. Janice, Brad’le boşanırken imzaladığı velayet anlaşmasına rağmen, ne zaman aklına esse veya ne zaman canı istese Cody’nin hayatına giriveriyor. Ne yazık ki oğluyla senede ancak bir veya iki kez görüşüyor. Bu iletişim kopukluğunun Cody’nin canını sıktığını görebiliyorum. Janice’in annelikle ilgili laubali tavrına sinir oluyor, ama oğlum gibi ben de bunun canımı ne kadar sıktığını dile getirmiyorum. Cody’nin Janice’i savunmama veya kötülememe ihtiyacı yok, kendi fikirlerini edinebilecek bir çocuk. Yaşıtlarına kıyasla son derece dirençli ve anlayışlı biri.
Şubat ayı sabahlarından birini yaşıyor, sıcak ve renkli haliyle içimi ısıtan dükkânımda oturuyorum. Mikrodalganın saati az önce öttü, ben de kaynar suyu alıp içine iki poşet çay attığım demliğime döktüm. Yağmur her kış olduğu gibi griye bürünen gökyüzünde birikiyordu. Bir başka örgü kursuna başlama vaktinin geldiğine karar verdim. Halihazırda birkaç kursa ve destek amaçlı örgü gruplarına devam ediyorum, genelde yılda dört veya beş kurs açıyorum.
Yeni kursumu düşünürken, huzurevindeki hayatına güzelce uyum sağlayan annem aklıma geldi. Bazen oraya taşınmasının ondan çok ablam Margaret ile bana zor geldiğini düşünüyorum. Annem bağımsızlığından feragat etmekten nefret etse de, son zamanlarda evinin ve bahçesinin durumunu düşünmek zorunda olmadığı için rahatlamış görünüyordu. Evinin satıldığı gün ağladım, her ne kadar görmeme izin vermese de Margaret’in de gözlerinden yaşlar aktığını fark ettim. Evimizi satmak, çocukluğumuzu ve orada büyürken edindiğimiz anıları geride bırakmak anlamına geliyordu. İkimiz için de tıpkı annem için olduğu gibi bir devrin kapanışıydı.
Çayımı içerken önceki gün gelen yeni modelleri karıştırdım. Gözüme ilk olarak bir şal takıldı. Son zamanlarda kimisi diğerlerinden daha karmaşık birkaç model görmüştüm. İçlerinden birini anneme örebileceğimi düşündüm hemen.
Şallar son birkaç yıldır popüler. Giyim kuşamın bir parçası olmanın dışında da faydaları vardı. İnsanı fiziksel olduğu kadar ruhsal olarak da rahatlatıp ısıtıyorlar. Onlarla ilgili müşterilerimden birkaç talep aldım ve belki de ilginç bir kurs açabilirim diye düşündüm. Konuyu ticaretten iyi anlayan ve bir sonraki kursumun neyle ilgili olacağı konusunda iyi önerilerde bulunan ablam Margaret’le konuşma kararı aldım. Dükkânıma, benimle birlikte çalışmaya gelene kadar ablamın böyle özellikleri olduğunu bilmiyordum. İlk başlarda yarı zamanlı olarak yanımdaydı ama artık sabahtan akşama kadar benimle birlikte. İnsanlarla ilgilenme konusunda benim kadar becerikli olmasa da ondan beklemediğim kadar mükemmel bir çalışan. Ayrıca arkadaşım da. Kısa bir süre önceye kadar böyle konuşamazdım; kardeştik ama aramızdaki gerginlik bazen katlanılamaz hale geliyordu. İlişkimiz düzeldi, bunun için Bir Yumak Mutluluk’a minnettarım.
Margaret’in gelmesine daha yanm saat var, çünkü dükkânımı saat onda açıyorum. Faturaları ödemem, yeni iplerin siparişini vermem gerek ama ben onun yerine iki elimin arasına aldığım çay fincanımla masamda oturuyor, kendimi kutsanmış gibi hissediyorum.
Daha önceleri kendimi hep böyle huzurlu hissetmediğimi söylememe gerek yok sanırım. Yirmili yaşlarımın başındayken, ikinci kez yakalandığım kanser hayatımı acımasızca altüst etmişti. Ben ayakta kalmayı başardım ama babam bu mücadelede yenik düştü. Benim için canını dişine taktı ve tam da ben hastalıktan paçayı kurtarmışken, geçirdiği ani kalp kriziyle dünyaya gözlerini yumdu. Sağlığıma kavuşmam, artık beni bırakabileceği anlamına gelmişti sanki.
Babamı yitirmeden önce hayatı daha hafife alıyor, mutlu olmaktan, gelecekten korkuyordum. Gözlerimin önünde duran her şeyin üzeri kara bulutlarla kaplıydı, içime korkular salıyordu. Beni ayakta tutan kişi babamdı. O da gidince, artık kendi hayatımdan sorumlu olduğumu anladım. Vermem gereken bir karar vardı ve ben de cesurca… bağımsızlığı seçtim. Yıllar önce içinden ayrıldığım dünyanın bir parçası olmayı seçtim.
Başımın üzerindeki tavan çatırdadı, Colette’in uyandığını fark ettim. Colette Blake dükkânın üzerindeki küçük daireyi kiraladı. Buraya geldiğim ilk iki yıl boyunca orası benim evim, ailemden ayrı kaldığım ilk yuvam olmuştu.
Brad’le evlendikten sonra evi ne yapacağımı bilemedim. Bir süreliğine öyle boş boş durdu. Sonra Colette’le tanıştım ve onu gördüğüm anda kusursuz bir kiracı olacağını düşündüm. Dairem onu teselli edecek, duygusal olarak dengesini bulabileceği bir yer olacaktı. Benim için artılarından biri de, işimin olduğu günlerde Whiskers’a bakacak olmasıydı.
Kedim, evi olarak benimsediği dükkânımda çok seviliyor. Bazı müşterilerim sırf onu görmek için yanıma uğruyor. Whiskers genelde vitrinin önünde yatıyor, öğlen güneşinin karşısında kıvrılıyor. Birçok kişinin iltifatını alıyor, yüzünü güldürüyor. Evcil hayvanlar insanları hayatın saf mutluluğuyla işte böyle buluşturabiliyor.
Colette bana üç yıl önce dükkânımı ilk açtığım zamanlardaki halimi hatırlatıyor. Onunla yan taraftaki çiçekçinin sahibi Susannah Nelson’un aracılığıyla, Noel’den kısa bir süre önce tanıştım. Ama onun dünyasını yıkan şey kanser değildi. Ölümdü. Otuz yaşında dul kalmıştı. Seattle’da görevli polis kocası Derek yaklaşık bir yıl önce vefat etmişti. Bundan bahsedince insanlar genelde Derek’in görev başındayken öldürüldüğünü düşünüyor, ama öyle olmamıştı. Seattle’ın sağanak yağmurlarının birinin ardından tavandaki akıntıyı onarmak için çatıya tırmanmış, tam olarak nasıl olduğu bilinmese de ayağı kaymış ve yere düşmüş. Kafasına aldığı ağır darbeden dolayı iki gün sonra vefat etmiş.
Colette buraya taşınmasının ardından geçen haftalarda yaşanan kazadan sadece bir kez bahsetti; kocası hakkında konuşmakta bile zorlanıyor gibiydi. Her zaman kahkahalar atmaya hazır, girişken biri olduğunu gördüm ama zaman zaman gözlerindeki kedere tanıklık ettim. İçindeki burukluğu, neler hissettiğini anlayabiliyorum. Istırap dolu hisleri, yarın veya ondan sonraki günlerde olabileceklerin korkusunu çok iyi hatırlıyorum. Colette de hayata bir zamanlar benim yaptığım gibi korkusuzca daldı. Ona destek olmaya can atıyor, arkadaşlığımızın ona mutluluk ve teselli sağlayacağını umuyorum. Jacqueline ve Alix gibi arkadaşlar da zamanında aynı şeyleri benim için yapmıştı.
Dairenin dükkâna açılan kapısının haricinde bir de dış kapısı var. Susannah Nelson eskiden Fanny Çiçekçilik olarak bilinen yeri aldıktan kısa süre sonra Colette’i işe aldı. Colette’in annesi de bir zamanlar çiçek dükkânı işletiyormuş. Lisede okurken annesine yardım edermiş. Evi ilan asıldığı gün satılmış, Colette de hemen taşınmak zorunda kalmış. O sıralar benim küçük dairem boştu, anlaşıp el sıkıştık. Burada uzun süre kalmayacağını düşündüm. Eşyalarının çoğu bir depodaydı, önündeki birkaç ayı nerede yaşayacağına ve ne yapacağına karar vermekle geçirecekti.
Colette aşağı inerken merdivenler çatırdadı. Artık kiracım olduğu için bazı sabahları onunla birlikte çay içerek geçiriyorum. Colette çalışma saatlerime hep saygı gösterdi, ben de hoş sohbetimizden keyif aldım.
“Çay hazır.” Temiz bir fincana uzandım. Hiç sormadan fincanı doldurup ona uzattım.
‘Teşekkürler.” Colette fincanı alırken gülümsedi.
Zayıftı, hatta fazla zayıftı. Elbiseleri üzerinde biraz bol duruyor, o da modaya olan yatkınlığıyla bunu zekice gizliyordu. Ama aynı şeyi yapan kişilerden biri olarak bunu fark ettim. Onunla ilgili sevdiğim ilk şeylerden biri de, farkında olmadığı kadar sevimli olmasıydı. Ara sıra suskunlaşmasına rağmen, sıcak ve cana yakın biriydi ve nasıl bir seçim yaparsa yapsın başarılı olacak gibi görünüyordu. Bıraktığı işiyle ilgili fazla bir şey anlatmadı ama çiçekçide müşterilere yardım etmekten çok daha zorlu bir işi olduğu belli oluyordu.
Bu iş değişimi elbette kocasının ölümünden kaynaklanmıştı. Bana kocasının bir yıl önce, 14 Ocak’ta öldüğünü söyledi. Evini satmak, taşınmak ve işinden çıkmak gibi büyük değişiklikler yapmadan önce bir yılın geçmesini beklemişti. Bu tür değişiklikler kısmen radikal görünse de, tamamen anlaşılabilir şeylerdi.
Colette uzun, siyah saçlarını ortadan ayırmıştı. Saçları doğrudan omzuna düşmüş, orada kıvrılmıştı. Saçlarını jöle ve spreyle bu şekle sokmak için saatler harcayan bazı kadınların aksine, onunki kendiliğinden oluyor gibiydi.
Burada bulunduğu kısa sürede tanıştığı herkesin üzerinde olumlu bir izlenim bırakmıştı. Margaret, her zamanki Margaret’liğini gösterip Colette’ten uzak durmuş, doğası gereği ona hiç güvenmediğini belli etmişti. Ablam böyle biriydi işte, olumsuzluk içinde vardı. Evimi kiraya vermemin büyük bir hata olduğunu söyleyip durdu. Ona göre kiracıların hiçbirine güven olmazdı. Colette’in gecenin bir yarısı dükkânıma girip elimdeki tüm yumakları çalacağını, sonra da sokaklarda satıp kendisine uyuşturucu alacağını düşünüyor gibiydi. Bunu her düşündüğümde gülümsüyorum, ayrıca hem Colette’e güveniyor hem de çok pahalı bir alarm sistemim olduğunu biliyorum.
Margaret, nasıl desem, beni korumaya çalışıyor. Benden yaşça büyük olduğu için üzerine düşenden de fazla sorumluluğu olduğuna inanıyor. Ablamı anlamam çok vaktimi aldı, benim için yaptıklarını takdir etmem ise ondan da uzun sürdü ama orası tamamen farklı bir hikâye.
Colette fincanını ağzına doğru götürüp duraksadı. “De- rek yaşasa bugün otuz birine basacaktı,” dedi durgunca. Uzaklara baktı, sonra da gözlerini bana çevirdi.
Başımı salladım, konuşması için ona cesaret verdim. Bana Derek’ten daha önce sadece bir kez bahsetmişti. Kendi yaşadıklarımdan sonra, içini ne kadar çok dökerse acısının o oranda dineceğine inanıyordum. “Derek çocuk sahibi olmak istiyordu. Hamile kalmaya çalışıyordum, ama o zaman olmadı, şimdi de…”
“Günün birinde çocuğunun olacağından eminim,” dedim. Ömrünün geri kalanını yalnız geçirmeyeceğinden, tekrar evleneceğinden ve muhtemelen bir çocuk sahibi olacağından emindim.
Gülümsemesi keder doluydu. “Derek’le o sabah bebek konusunu konuşmuştuk. Ama sonra kendimi kocama tabut seçerken buldum. Ne kadar tuhaf, değil mi?”
Onu nasıl teselli edeceğimi bilmiyordum, bu yüzden eğilip sarıldım.
Gösterdiğim sevgi dolu tavırdan dolayı utanmış gibiydi, bakışlarını yere çevirdi. “Ağzımı hiç açmamalıydım. Güne üzücü bir şekilde başlamana sebep olmayı istemezdim. Aslında masandaki takvime gözüm takılana kadar da bugünün doğum günü olduğunu fark etmiştim.”
“Önemli değil, Colette. Çok çok üzgünüm.”
Hafifçe omuz silkerek, “Sağ ol,” dedi. “Hayat bazen böyledir, değil mi?”
“Evet..Söylediklerini çok iyi anlıyordum.
Colette boş fincanı lavaboya bıraktı.
Arka kapı açılıp sertçe kapatıldı. Gelen kişi hava yüzünden söylenip duran Margaret’ti elbette. Colette taşındıktan sonra Margaret arabasını arka sokağa park etmeye başladı; herhalde kiracımın geliş gidişini gözetlemek istiyordu. Kocaman çantasını masanın üzerine attıktan sonra tereddüt etti, Colette’i görünce dimdik durdu.
Neşeyle, “Günaydın,” dedim, havası yerinde olmamasına rağmen onu gördüğüme sevinmiştim. “Ne kadar da güzel bir sabah, değil mi!” Kendimi tutamayıp iğneleyici ko-
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıMucizeler Dükkanına Dönüş
- Sayfa Sayısı528
- YazarDebbie Macomber
- ÇevirmenOzan Aydın
- ISBN6053480167
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviMartı Yayınevi / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hınzır Kız ~ Mario Vargas Llosa
Hınzır Kız
Mario Vargas Llosa
Sadece ahmakların mutlu olduğunu söyleseler de, itiraf ediyorum ki kendimi mutlu hissediyordum. Günlerimi ve gecelerimi Hınzır Kız’la paylaşmak hayatımı dolduruyordu. Geçmişteki buz gibi soğuk...
- Şizofren ~ John Katzenbach
Şizofren
John Katzenbach
Yirmi yıl önce Francis Petrel kendi iradesi yok sayılarak ailesi tarafından bir akıl hastanesine gönderilir ve uzunca bir müddet orada tutulur. Ta ki seri...
- Görülmeyenler ~ Roy Jacobsen
Görülmeyenler
Roy Jacobsen
“Kimse bir adayı terk edemez…” Norveç’in yaşayan en önemli yazarlarından Roy Jacobsen’den modern bir destan… Görülmeyenler, ülkenin kuzeyindeki küçük bir adada denizin ve gökyüzünün...