Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Önce Sen Vardın
Önce Sen Vardın

Önce Sen Vardın

Canan Tan

“Canan Tan’ın yazdıkları hepimizin başından geçen veya geçecek konulara eğiliyor. Hiç kuşkusuz bu konular arasında en önemlisi, en etkini aşk. Bu aşkların gücü insanların…

“Canan Tan’ın yazdıkları hepimizin başından geçen veya geçecek konulara eğiliyor. Hiç kuşkusuz bu konular arasında en önemlisi, en etkini aşk. Bu aşkların gücü insanların günlük psikolojilerini de etkiliyor ama bu psikolojilerden oluşan birikim de bir hayatı özetliyor. Kadın özgürlüğü, işlediği konulardan biri. Ama aşk gelince kadın kahramanlar kadar erkek kahramanlar da sayfalarına giriyor. Sözünü ettiğim özgürlük, kadının toplum içinde birey olarak varlığı onun ana temalarından biri. Örneğin Piraye; Yüreğim Seni Çok Sevdi… Bunları düşünürken de Ahmet Muhip Dranas’ın dizeleri aklıma düşüyor: ‘Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir kâğıtlarda yarım bırakılmış şiir.’ Ama sadece kadın kahramanlarından söz etmeyelim, Issız Erkekler Korosu’nu okuduğumuzda sadece bir cinse dair romanlar okumadığımızı görüyoruz. Kısacası Canan Tan’ın kitaplarında var olan, hayatın kendisi. Bu da bir yazarı okumak için sanıyorum ki yeterli bir nedendir.”

Doğan Hızlan

***

Önce Sen Vardın

Saat sabahın körü. Garip bir irkilmeyle uyanıveriyorum. Birileri beni dürterek, usulca ayıltmaya çalışıyor sanki. Çocuklar okul nedeniyle evden uçup gidince, her an arayacaklarmış gibi, telefonlarımızı hep yakınımızda ve açık tutuyoruz. O gün de açıktı ve çalıyordu ama ekrandaki numara yabancıydı. Gene de açıp konuşmayı tercih ettim. Bizlere ulaşmayı hedefleyen birilerini yok saymak olmazdı. Salona geçip telefonumu açtım. “Alo… Filiz Hanım!” “Evet, benim” dedim sabırsızlıkla. “Buyurun, sizi dinliyorum.” “Hatırlayacaksınız, fakültenizin onuncu yıldönümündeki özel gecede beraberdik. Eşiniz Taner Bey ve siz…” İçinde debelendiğim alacakaranlık birdenbire aydınlanıveriyor. Kerem ve eşi! İlk anda eşini hatırlayamasam da, birileri kulağıma fısıldadı sanki: Selen! İyi de, Selen Hanım bunca zamandan sonra neden beni arıyordu ki? “Şu an Antalya’da hastanedeyiz” diyerek başladı. “Kerem kalp krizi geçirdi, yoğun bakımda. Durumu kritik.” Biraz soluklanıp asıl meramını dile getirdi:

“Filiz Hanım, sizin Kerem için ne kadar özel, ne kadar önemli olduğunuzu biliyorum. Yoğun bakıma girerken adınızı sayıkladı. Büyük bir özveri olduğunun farkındayım. Ama… eğer gelebilirseniz Kerem’i de, beni de çok, ama çok mutlu edeceksiniz. Sizi görmek, onun son mutluluğu olacak.” Elim ayağım birbirine dolaştı. Öylesine şaşkın, öylesine çaresizdim ki, uzunca bir süre yanıt veremedim. Selen ise durup dinlenmeden, ardı ardına, yalvar yakar beni ikna etmeye çabalıyordu. “Şu an İstanbul’dayım ben” diye mazeret üretmeye çabaladım kendimce. “İstanbul-Antalya arası kuş uçuşu mesafede Filiz Hanım” dedi. “Büyük bir ihtimalle Kerem’in son arzusu bu. Ama daha fazla ısrar edemem. Benden bu kadar. Gerisi sizin insafınıza kalmış…” Taner uyanıp yanıma geldiğinde gözlerim kıpkırmızı, perişan bir haldeydim. “Ne oldu? Ne bu halin?” diye sımsıkı sarılarak gözyaşlarımı silmeye çalıştı. Dolambaçlı yollara sapmadan, dosdoğru özetledim durumu. Evet, Kerem yoğun bakımdaydı ve Selen benim de orada, onların yanında olmamı istiyordu. Ona göre, ölüme yürüyen birinin son isteğiydi bu. “Hangi hastanede yatıyormuş Kerem?” diye sordu Taner. “Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde.” Yüz hatlarında çelişkili duyguların birbirini iteleyip öne çıkmaya çalıştıklarını görebiliyordum. “Gidecek misin?” Az ve öz bir soruydu. Ama çok şey anlatıyordu. “Bilemiyorum” dedim samimiyetle. “Ama gitmem gerek galiba. Gitmezsem eğer, sonrasında üzülecekmişim gibi geliyor.” “Seninle gelmemi ister misin?” derken, son derece iyi niyetli ve içten olduğunu hissediyordum. “Sağ ol, ama gerek yok” dedim. Beni havaalanına bıraktı Taner. Uçuş kartımı alıp birkaç tur attım alanda. Kafeteryalardan birine oturup kahve içtim.

İki saat sonra Antalya uçağındaydım. Tek başıma ve bir türlü aklımdan söküp atamadığım anılarımla sarmaş dolaş… Yıllar öncesinde, çok gerilerde kalmış, eski bir film şeridini izliyor gibiydim. Oysa hepsini, ama hepsini acımasızca silmiş, yaşananları yok saymış ve yepyeni, tertemiz bir sayfa açmıştım önüme. Geriye dönüp kendimi ya da birilerini suçlayacak hiçbir pürüz yoktu yaşantımda. Ama itiraf etmeliyim ki, Kerem’in yaşam mücadelesi verdiğini öğrendiğim an, kalbim duracak sandım. Neden bu kadar abartılı bir tepki verdiğimi de çözemiyordum doğrusu. Evet, bir zamanlar duygusal yönü ağır basan bir beraberliğimiz olmuştu. Ama yıllar geçmişti aradan. Herkes evinde, yuvasında çoluk çocuğuyla mutlu ve keyifli hayatlar sürüyordu. Uçağa binip yerime oturduğumda, gözlerimi kapatıp kare kare eski yaşanmışlıklarımla buluştum. O karelerin hemen hemen hepsinde o vardı: Kerem! Oysa tüm yaşananları tortop edip olabildiğince uzaklara savuşturmuştum kendimce. Ama pek başarılı olamamışım galiba. Ya da yalnızca yaşamının son halkasında ölüme direnen bir dosta vefa borcumu ödemeye çabalıyordum. Öyle miydi gerçekten? İtiraf etmeliyim ki, ne derece dürüst davrandığımı kestiremiyorum artık. Düğüm üstüne düğüm attığım bilinmezlikler arsızca hırpalıyor beni. Oysa Kerem’i hayatımdan çıkaralı yüzyıllar geçmişti sanki. Eski yaşanmışlıkların üstünü ağırlıklarla kapatıp çevirivermiştim sayfayı. Ya da öyle sanıyordum.

Mezuniyet töreninin ardından hepimiz çil yavrusu gibi dört bir yana dağılıvermiştik. Ama arkadaşlıklar, dostluklar sonsuza kadar devam edecekti. Öyle olacağını düşünüyorduk. Yanılmışız. İlk fireyi veren de ne yazık ki Kerem olmuştu. New York Üniversitesi’ndeki Baruch College’da işletme mastırı yapacaktı. Meğer aylardır hazırlıklarını sürdürüyormuş da haberimiz yokmuş. Çok kötü hissediyordum kendimi. Ama çabuk atlattım. İçinde debelendiğim öfke köpürdükçe, daha da güçlü kılıyordu beni. Rotamız belliydi: Kerem sayfasını bir daha asla açmamak üzere kapatıp yolumuza bakacaktık… Kerem de kendisini unutturmamak ve kendisiyle ilgili tüm gelişmeleri arkadaşlarıyla –tabii bu arada benimle– paylaşmak için elinden geleni yapıyordu. Bense eski sayfaları çoktan kapatmıştım. Bizim bir araya gelmemiz asla düşünülemezdi. O da aynı fikirde olmalı ki, yepyeni bir yol çizmişti kendisine. Haberi can arkadaşım Serpil’den aldım. Paylaşacağı konuda kendisinin de katkısı varmış gibi, ezile büzüle, “Kerem evlenmiş!” dedi. Hayrettir, zerrece etkilenmemiştim. Sanki böyle bir haber bekliyordum. Önceden hazırlıklı olursanız, darbeleri daha kolay atlatabiliyorsunuz. Benimki de o hesap. Ve Taner! Gerçek bir dost, yerine göre candan bir arkadaş, yerine göre harika bir dert ortağı. Yaşadığım olumsuzluklardan sonra ilaç gibi gelmişti bana. Bana kız arkadaşlarımdan bile yakın hissedebiliyordum. Her şeyimi paylaşabiliyordum onunla. Serpil bu kez de Taner’i dolamıştı diline. Pek çok erkek arkadaşı olmuştu ve bu konularda oldukça deneyimliydi. “Bak şuraya yazıyorum” dedi. “Taner kardeşimiz bugün değilse yarın, yarın değilse öbür gün kapını çalıp ‘Gel evlenelim!’ demezse, ben de Serpil değilim.” Serpil’ce bir yaklaşım diye gülüp geçtim. Huyuydu onun, iki dakikadan fazla yüzüne bakan olursa, bu yakınlığı “kısmet” niyetine değerlendirirdi.

Ama bu kez haklı çıkmıştı Serpil. “Yaşamının bundan sonrasında benimle beraber olmaya ne dersin?” diyerek ilk adımı attı Taner. Ardından gelecek adımları yönlendirmek bana düşüyordu. Ama öylesine kararsızdım ki… Olumlu ya da olumsuz hiçbir yanıt veremedim ona. Serpil ise arabuluculuk konusunda yüksek lisans yapmıştı sanki. Taner’le beni karşısına almış, adını anmadan Kerem’e verip veriştiriyordu. “Ne demiş büyüklerimiz, ‘Sev seni seveni yer ile yeksan olsa, sevme seni sevmeyeni Mısır’a sultan olsa.’” Bu kız çılgın! Ama itiraf etmeliyim ki, arabuluculukta bir numara. “Ne Mısır’ı, ne sultanı?” diyerek ortamı doğal çizgisine getirmeye çabaladım. Taner ise olabildiğince ciddi görünüyordu. “Mısır’a gücüm yetmez ama… Gönlümün sultanı olmaya var mısın?” derken öylesine içten, öylesine samimiydi ki…

***

Taner’le evlendiğim için asla pişman olmadım. Harika bir eş, harika bir baba; yeri geldiğinde arkadaş, kimi zaman sırdaş… Ve aradan geçen onca yıla inat, hâlâ bana ilk günkü kadar âşık… Şu an beni delicesine merak ettiğinden kuşkum yok. Ama beni kısıtlamak anlamına gelecek davranışlardan uzak duruyor. Ben de attığım her adımı onunla paylaşıyorum. “Uçağa bindim, gecikme görünmüyor, zamanında ineceğiz sanırım.” Buraya kadar her şey tamam. Bakalım hastane ziyaretimin sonrasında da her şey bu derece yolunda olacak mı? Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi! Burada yatıyor Kerem. Ağır hasta. Hayati tehlikesi var. Ölmesini istemiyorum. Uzaktan uzağa da olsa yaşadığını bilmek iyi geliyor bana. Birbirinden büyük binalar… Kerem hangi blokta, hangi katta, hangi odada yatıyor acaba? Selen’i arasam mı? Hayır! O kadar aciz miyim ben? Girişteki bankoya yaslanıp meramımı anlatıyorum. “Hastamız var. Onu görebilmek için ta İstanbul’dan buralara geldim. Hastanın adı Kerem Onur. Eşi de Selen.” Geldiğimi haber veriyorlar. Yanımdaki refakatçiyle beraber yedinci kata çıkıyoruz. “Sağdan ikinci oda” diyor refakatçi ve beni öylece bırakıp aynı asansörle aşağıya iniyor. Selen kapıda karşılıyor beni. Ve sımsıkı kucaklayıveriyor. Gözlerimizden inen yaşlar birbirine karışıyor. “İyi ki geldin!” diyor Selen. “Gözü arkada gidecekti yoksa. Hep seni sayıkladı.” Suçlu suçlu bakıyorum yüzüne. O andaki durumun tek faili benmişim gibi… Kaldığı yerden devam ediyor Selen, “Ne kadarından haberdarsın, bilemiyorum. Babasıyla sorunları vardı Kerem’in. Annesinin ezilmesine, hor görülmesine dayanamıyordu. Amerika’ya gidişi de bir kaçıştı aslında. Orada tanıştık biz. Ama şunu bilmeni isterim ki, biz evlenmeden Taner Bey’le siz evlenmiştiniz. Kısacası, ayrılığın ilk adımı senden gelmişti. Kerem’in tek hatası, ailevi sorunlarını seninle paylaşmamasıydı.” Yüreğim isyanlarda… Keşke’lerle aramda amansız bir boğuşma var. Her şey için çok, ama çok geç… Selen elimden tutup Kerem’in yattığı bölüme geçiriyor beni. Ve bizi bizimle bırakıyor. Ayaklarım birbirine dolanıyor yürürken. Başım önümde, suçlu suçlu bakıyorum yüzüne. O yakışıklı surat kaşık kadar kalmış. Ama gözleri dile gelmiş, yüreğindekileri üzerime yağdırıyor. “İyi ki geldin!” diyor, gücünü yitirmiş cılız sesiyle. Elimi  tutuyor usulca. “Biliyor musun,” diyor, “üniversite yıllarında elini bile tutmamıştım ben senin. Bugüne kısmetmiş.” Söylediği her söz bıçak gibi saplanıyor yüreğime.

“Geldiğin için ne kadar teşekkür etsem azdır” diyor.

“Gelmez olur muydum hiç!” diyorum.

“Biliyorsun, ne yaşanmış olursa olsun… ÖNCE SEN VARDIN!”

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıÖnce Sen Vardın
  • Sayfa Sayısı232
  • YazarCanan Tan
  • ISBN9786050985344
  • Boyutlar, Kapak13.5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviDoğan Kitap / 2021

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Issız Kadınlar Sokağı ~ Canan TanIssız Kadınlar Sokağı

    Issız Kadınlar Sokağı

    Canan Tan

    Taciz, tecavüz, şiddet mağduru 20 kadının hikâyesi… Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok...

  2. Yolum Düştü Amerikaya ~ Canan TanYolum Düştü Amerikaya

    Yolum Düştü Amerikaya

    Canan Tan

    Kimileri için komşu kapısı, her yıl iş için gidilen ya da tatil yapılan bir yer… Kimileri içinse ancak televizyonlarda izlenen, uzak bir düş-ler ülkesi....

  3. Fanatik Galatasaraylı ~ Canan TanFanatik Galatasaraylı

    Fanatik Galatasaraylı

    Canan Tan

    Ağız dolusu gülmeli çocuklar! Aynı noktada buluştukları Büyükler kadar…Böyle diyor Canan Tan, kitabın ön sözünde. Mizah öyküleriyle her yaştan insana hitap ettiğini anlatmak için....

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Satranç Ve Şövalye ~ Erol ÇelikSatranç Ve Şövalye

    Satranç Ve Şövalye

    Erol Çelik

    Bilinci yavaşça yerine geliyordu, bunu kulağına gelen bebek ağlamasının içine doğurduğu huzurdan dolayı anladı. Bebek, çaresiz ama o kadar tatlı ağlıyordu ki, bir an...

  2. Dedemin Cenneti ~ Habib BektaşDedemin Cenneti

    Dedemin Cenneti

    Habib Bektaş

    İnsanlık Hâlleri Gölge Kokusu adlı romanı, Eylül Fırtınası adıyla Atıf Yılmaz tarafından beyaz perdeye uyarlanan; şiir, öykü, roman ve tiyatro oyunu gibi farklı türlerde edebiyata kazandırdığı eserlerle...

  3. Kral Olacak Adam ~ Rudyard KiplingKral Olacak Adam

    Kral Olacak Adam

    Rudyard Kipling

    Kral Olacak Adam, İngiliz edebiyatının okurda belki de en çok heyecan uyandıran hikâye anlatıcısı Kipling’in en tuhaf, en esrarengiz, ama bir o kadar da...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur