Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Koca Gringo
Koca Gringo

Koca Gringo

Carlos Fuentes

Ünlü yazar Carlos Fuentes, bu kısa romanında, gerçek bir olaydan yola çıkar, Meksika’nın Pancho Villa ve devrim yıllarına ilişkin lirik ve felsefi bir masal…

Ünlü yazar Carlos Fuentes, bu kısa romanında, gerçek bir olaydan yola çıkar, Meksika’nın Pancho Villa ve devrim yıllarına ilişkin lirik ve felsefi bir masal yaratır. Roman, 1913 yılında Meksika’nın toza dumana bulanmış ortamında ortadan kaybolan Amerikalı gazeteci ve yazar Ambrose Bierce’in öyküsü üzerine kurulur. Mek­si­ka’da, Pancho Villa’nın generallerinden genç devrimci Tomás Arroyo’nun birliğine katılan Bierce ile Arroyo’nun âşık olduğu genç bir Amerikalı kadın arasında ilginç bir bağ kurulur. Bu üçlü ilişkide General Arroyo ile genç kadını birleştiren şey, her ikisinin de gerçek babaları tarafından ihanete uğramış olmalarıdır. Kadınla erkek, düşle gerçek, Meksika ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki sınırlarda gezinen Fuentes, büyülü gerçekçilik üslubunda, usta işi, incelikli bir roman sunuyor okuruna.

*

1

Kadın şimdi tek başına oturmuş, eskileri anımsıyor. Tomás Arroyo’nun, o ay yüzlü kadının ve Koca Gringo’nun1 hayaletlerinin pencere önünden gelip geçtiklerini görüyor hep. Ama hortlak değil bunlar. Yalnızca geçmişlerini seferber etmişler, onun da böyle yapıp kendilerine katılmasını umarak. Ne var ki onun bunu yapabilmesi uzun zaman almıştı. İlkin, ona ne olabileceğini gösterdiği, sonra da olabileceğin olmasını yasakladığı için, Tomás Arroyo’ya duyduğu kinin geçmesi gerekmişti. Tomás Arroyo onun öyle olmayacağını bal gibi biliyordu, bile bile izin vermişti bu olasılığı görmesine. Onun geldiği yere döneceğini başından beri biliyordu Arroyo. Yine de, kalırsa ne olabileceğini ona göstermişti. Bu kinden kendini arındırması gerekliydi. Bunu yapabilmesi uzun yıllarını aldı. Artık Koca Gringo yoktu ona yardım edecek. Arroyo yoktu. Tom Brook. Arroyo ona bu isimde bir çocuk verebilirdi istese. Ama onun bunu düşünmeye hakkı yoktu. Ay yüzlü kadın Arroyo’yu alıp götürmüştü, adsız yazgılarına doğru. Tomás Arroyo konusu kapanmıştı. Bu yüzden şimdi onun elinde kalan tek an, sınırı geçip de geriye dönerek o iki erkeğe, Inocencio adındaki askerle Pedrito adındaki gence baktığı andı. Bu ikisinin ardından kalkan tozların kıvrılıp bükülerek, ona, “Eskiyi anımsa!” diyen sessiz bir kronoloji oluşturduğunu şimdi görür gibi oluyordu. Ülkesine anısız dönmüştü; Meksika da elinin altında değildi artık, Meksika sonsuza dek gözden yitmişti. Gelgelelim, işte şu köprünün karşısında, ırmağın karşı kıyısında, anı tüten bir toz bulutu onun için kıvrılıp bükülerek türlü biçimlere girmekte direniyordu: Sınırdan geçerek çalıların, buğday tarlalarının üzerinden süzülmekte, ovalarla başı dumanlı dağları aşmakta, yaşlı adamın burnunda tütmüş olan derin yeşil ırmakları atlayarak dünyanın merkezine, Atlantik Okyanusu’na, ta onun Washington’da, Potomac kıyısındaki apartman katına gelmekte direniyordu. Toz bulutu dalgalanarak ona yalnız olduğunu söylüyordu. O şimdi eskileri anıyor. Tek başına.

2

“Koca Gringo Meksika’ya ölmeye gelmişti.” Albay Frutos García, fenerlerin, tümseğin üstüne daire biçiminde yerleştirilmesini buyurdu. Belden yukarıları çıplak, boyunları ıpıslak, terli neferler küreklerini kavradılar, mezquital1 çalılarına saplayarak toprağı canla başla kazmaya giriştiler. Koca Gringo: Albay, adamın bu adla anıldığını anımsarken genç Pedro çöl gecesinde ter döken askerlerin çalışmalarını izliyor ve bir kurşunun havada gümüş bir pesoyu delişini gene görür gibi oluyordu. “O sabah Chihuahua’da karşılaşmamız salt bir rastlantıydı. O bize asla söylemedi ama onun neden geldiğini hepimiz biliyorduk. Bizim, biz Meksikalıların onu öldürmemizi istiyordu. Bu nedenle buraya gelmişti. Bu nedenle sınırı geçmişti, ta o zaman, pek azımızın doğduğumuz yerleri bırakıp gittiğimiz o günlerde.” Küreklenen topraklar, gökyüzünden inip gelmiş kırmızı bulutları andırıyordu, çok alçak, fenerlerin ışığına çok yakın. “Ama onlar yaparlardı bunu,” diyordu Albay García; “evet, gringolar öyleydi. Ömürlerini sınırları aşmakla geçirirlerdi, kendi sınırlarını, başkalarının sınırlarını. Şimdi de bu yaşlı adam sınırın güneyine geçmişti; çünkü kendi ülkesinde geçmedik sınır bırakmamıştı.” “Yavaş olun!” “Ya buradaki sınır?” diye sormuştu Kuzey Amerikalı kadın parmağıyla alnına vurarak. General Arroyo da, “Ya buradaki sınır?” diye elini yüreğine götürerek karşılık vermişti. “Yalnızca geceleri geçmeye cesaret edebildiğimiz bir sınır var,” demişti Koca Gringo. “Başkalarıyla aramızdaki farklılıkların, kendi kendimizle yürüttüğümüz çatışmaların sınırı.” “Koca Gringo Meksika’da öldü. Sırf sınırı geçmiş olduğu için. Yeterli bir neden değil mi ki bu?” diye sordu Albay Frutos García. Inocencio Mansalvo, “Anımsar mısınız, tıraş olurken yüzünü kesecek olsa nasıl titrerdi?” dedi; o yeşil gözleri birer çizgiden ibaretti. “Kuduz köpeklerden de nasıl korkardı?” diye ekledi Albay. “Doğru değil bu,” dedi genç Pedro. “Cesurdu.” La Garduña, “Doğrusu, ben onu hep bir evliya olarak görürdüm,” dedi gülerek. Harriet Winslow, “Yok,” diyordu. “Onun tek istediği, her zaman olduğu gibi anımsanmaktı.” “Yavaş. Yavaş olun!” “Çok sonradan, hayatının bölük pörçük parçalarını yavaş yavaş birbirine eklemeyi öğrendiğimiz zaman, Koca Gringo’nun Meksika’ya neden geldiğini anladık. Doğru olanı yapmıştı, herhalde. Daha gelir gelmez herkese söylemişti yorgun olduğunu, hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmadığını; ama biz ona saygı duyardık, çünkü buradayken yorulduğunu hiç görmemiştik, hem de en cesurlar kadar cesur olduğunu kanıtlamıştı. Sen haklısın delikanlı, kendi kendine zarar verecek kadar cesurdu.”

“Yavaş.” Kürekler tahtaya vurmuştu; askerler bir an dinlenerek alınlarındaki terleri sildiler. Koca Gringo lafı şakaya vururdu: “Şu Meksikalıların doğru nişan alıp almadıklarını görmek istiyorum. İşim bitmiş, ben de öyle. Seviyorum bu oyunu,” derdi, “savaşı seviyorum; görmek istiyorum.” “Evet, evet, ‘veda’yı okuyabilirdiniz onun gözlerinde.” “Kimi kimsesi yoktu.” “Emekli olmuş, sonra gençliğinin geçtiği yerleri dolaşmış; gazeteci olarak çalıştığı California; İç Savaş sırasında dövüştüğü Güney illeri; içip zamparalık ettiği, şeytana pabucunu ters giydirdiğini düşünmekten hoşlandığı günlerin New Orleans’ı.” “Ah, bizim her şeyi bilen Albayımız!” “Albayımızın yanında tetikte dur. İçip sızmış sanırsın ya, aslında seni dinliyordur.” “Şimdi de Meksika: bir aile yadigârı. Babası da burada bulunmuş, asker olarak, hani yarım yüzyılı aşmış bir süre önce bizi işgal ettikleri sırada.” “Askermiş, çıplak vahşilerle dövüşmüş ve ülkesinin bayrağının ardından ta Güneylere yürümüş, uygar bir ırkın başkentine.” Koca Gringo lafı şakaya vururdu: “Şu Meksikalıların doğru nişan alıp almadığını görmek istiyorum. İşim bitmiş, ben de öyle.” “Biz bunu anlayamamıştık çünkü bizim gördüğümüz, dimdik, ihtiyar bir adamdı, çakı gibi dimdik, sinirleri taş gibi sağlam. Evet, General Arroyo’nun askerlerine katıldıysa bu, sen ona bu fırsatı verdiğin içindi, Pedrito. Bu şansı bir Colt 44’le kazandı o.” Adamlar, üstü açılmış mezarın çevresine diz çökmüş, çam ağacından yapılma sandığın köşelerini eşelemekteydiler.

“Ama aynı zamanda, ‘Meksika’da bir taş duvarın önünde dikilip kurşuna dizilerek paramparça olmak da bu yaşama veda etmenin iyi bir yolu sayılır,’ derdi. ‘İhtiyarlığa, hastalığa, bodrum merdiveninden aşağı yuvarlanmaya fark atar,’ derdi gülümseyerek.” Albay bir an sustu: Çölün ortasında gökten bir damla yağmur düştüğünü duymuş gibi belirgin bir izlenime kapılmıştı. Dupduru olan göğe baktı. Okyanusun sesi silinip gitti. Albay, “Onun gerçek adını asla bilmedik,” diye ekledi, yarı çıplak, ter içinde, ağır tabutun önünde diz çökmüş duran Inocencio Mansalvo’ya bakarak. Tabut inatla çöle yapışıyordu, bu kadar kısa bir sürede kök salmışçasına. “Gringo adları zor gelir bize, gringo çehreleri gibi; hepsi birbirine benzer; dilleri Çince gibi gelir kulağımıza.” Mezardan çıkarma törenleri bir yana, toprağa verme törenlerini bile dünyada kaçırmak istemeyen La Garduña kahkahasını böğürürcesine patlattı. “Onların silik yüzleri Çinli yüzü gibidir bizim için, hepsi birbirinin aynısı.” Inocencio Mansalvo yarı çürümüş bir tahtayı tabuttan ayırınca Koca Gringo’nun, ölümden çok, gece tarafından yenmiş yüzünü gördüler; doğa tarafından yenmiş, diye düşündü Albay Frutos García. Havanın yıprattığı o yeşilimsi yüzde tuhaf bir gülümseyiş vardı; ölüm kasılmasının ortaya çıkardığı avurtlarla o uzun uzun dişler –bir gringonun ya da bir atın dişleri– ölümsüz bir alaycı sırıtış yaratmıştı. Hepsi de bir an öylece durarak gecenin açığa vurduğu şeye, cesedin çökük ama açık duran gözlerinin çifte ışığına baktılar. Çocuğun dikkatini çeken, gringonun saçlarının ölümde bile düzgünce taranmış gibi durmasıydı; o beyaz tellerin her biri yerli yerindeydi, sanki orada, yerin altında saçlardan sorumlu minik bir ifrit vardı da, insanlar kendilerini Azrail’in tırpanıyla yüz yüze bulduklarında kafalarının yeni biçilmiş tarla gibi düzgün olmasını sağlıyordu. Adına La Garduña denen kadın, “Azrail’in tırpanı!” diye ağız dolusu güldü. Albay Frutos García, “Çabuk tutun elinizi, daha çabuk,” diye buyurdu. “Götürelim artık onu buradan. Yarın sabah erkenden Camargo’ya teslim etmemiz gerek koca deyyusu.” Sesi gergindi. “Acele edin. Uzun, tozlu bir yol var önümüzde; hele bir de rüzgâr çıkarsa Koca Gringo hepten yok olur…” Doğrusu ya, neredeyse öyle oluyordu; o tozlu, çorak, batak toprakların üstünde rüzgâr esmekteydi, gözüpek sığır hırsızlarıyla karanlık cehennem sellerine terk edilmiş madenlerin ülkesi olan bu topraklarda, kaçak İspanyollarla Kızılderililerin fethedilmiş topraklarında. Doğrusu, Koca Gringo’nun cesedi de neredeyse dağılıp çöl rüzgârına karışıyordu; bir gün geçmiş olduğu o sınır, sanki toprak değil de havaymış gibi, topraktan çıkarılan cesedi kucaklayan herkesin anımsayabildiği bütün zamanları kapsıyormuş gibi: Koca Gringo’nun üstündeki toprakları silkerek inildeyen, acele acele yürüyen La Garduña, ölüye dokunmaya cesaret edemeyen genç çocuk ve diğerleri bilinçsizce anımsıyorlardı, kuzeye doğru tıpkı Río Grande gibi açılan o yaranın iki yanındaki uçsuz bucaksız alanları: Sarp kanyonlardan aşağı çağlayan sular, ta yukarılarda kuzey çöllerinin adaları olan Sangre de Cristo Dağları’nı bölüp geçiyordu; İspanya’nın Yenidünya’daki sergüzeştlerinin ancak kısmen baş eğdirebildiği Puebloların, Navajoların, Apaçilerin eski diyarlarından, Chihuahua’ların ülkelerinden geçiyordu. İkisi de, ırmak ve yara, burada son buluyordu sanki, bir avuç askerin bulunduğu bu yüksek ovada. Yaptıkları işten ve bu işin yarattığı iç burkuntusundan sersemleyen askerler, birkaç saniye için bir  Pietà1 tablosu oluşturmuşlardı; sonra Albay büyüyü bozdu: Acele edin çocuklar, gringoyu kendi ülkesine götürmemiz gerekiyor, Generalimizin buyruğu böyle. Derken ölünün o çukura batmış mavi gözlerini gördü, korktu, çünkü bu gözler bir an için insanların ölümde aradıkları uzaklığı ortadan kaldırmıştı. Hâlâ öylesine canlı gibiydiler ki Albay seslendi onlara: “Hiç düşünmediniz mi, siz gringolar, bütün bu topraklar bir zamanlar bizimdi, hiç düşünmediniz mi? Evet ya, garezimizle anılarımız her zaman el eledir, bizim.” Inocencio Mansalvo, Albayı’na uzun uzun baktı, sonra o kire bulanmış Kovboy şapkasını başına geçirdi. Şapkasından tozlar saçarak atına doğru yürüdü; derken her şey birden hız kazandı, devinimler, buyruklar, uğraşlar: Tek bir tablo, giderek uzaklaştı, uzaklaştı, sonra askerler görünmez oldu: Albay Frutos García, genç Pedro, kaba kahkahalarıyla Garduña, bitkin düşmüş Inocencio Mansalvo, askerler, Koca Gringo’nun battaniyeye sarılıp çölün kızağına bağlanmış o kaskatı ölüsü, gözü bağlı iki beygirin çektiği çamdan bir sedye ve deri kayışlar. Albay, “Meksika’da gringo olmak,” diyerek gülümsedi. “Ah, ölüme çağrı çıkarmaktır bu. Koca Gringo böyle derdi.”

Eklendi: Yayım tarihi
  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıKoca Gringo
  • Sayfa Sayısı232
  • YazarCarlos Fuentes
  • ISBN9789750703799
  • Boyutlar, Kapak12.5 x 19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2013

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Diana – Yalnız Avlanan Tanrıça ~ Carlos FuentesDiana – Yalnız Avlanan Tanrıça

    Diana – Yalnız Avlanan Tanrıça

    Carlos Fuentes

    41 yaşında ünlü bir şair ve yazar, sadık kaldığı tek şey edebiyat olan bir Don Juan ve 31 yaşında güzelliğinin doruğunda bir kadın, ünlü...

  2. İnez’in Sezgisi ~ Carlos Fuentesİnez’in Sezgisi

    İnez’in Sezgisi

    Carlos Fuentes

    İki hikâye, iki tutku. İlki, insanlık tarihinde, kadınla erkeğin ilk buluşması ve bu buluşmanın kahramanları Neh-el ile Ah-nel’in tarih öncesi çağlardaki tutkulu hikayesi;ikincisiyse tanınmış...

  3. Bütün Mutlu Aileler ~ Carlos FuentesBütün Mutlu Aileler

    Bütün Mutlu Aileler

    Carlos Fuentes

    “Hepimiz ama hepimiz başka şeyler yapmak istedik ve kaybolduk, Lucy. Yapmayı başardıklarımızla tatmin olup gidiyoruz. Aileler kendi farklılıklarımızı keşfetmeye yükümlü kılıyor bizi. Sen zengin...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Tehlikeli ~ Sara ShepardTehlikeli

    Tehlikeli

    Sara Shepard

    Tık tık tık… “Kim o?” “Benim, Tehlikeli!” Rosewood kasabası bir fotoğraf karesinde harikulade görünse de, bazı fotoğrafların aldatıcı olabileceğini unutmamak gerekir; tıpkı kasabanın en...

  2. Yaşlı Adamın Savaşı ~ John ScalziYaşlı Adamın Savaşı

    Yaşlı Adamın Savaşı

    John Scalzi

    John Perry önce karısının mezarını ziyaret etti. Sonra da askere yazıldı. İyi haber, insanların nihayet yıldızlara ulaşmış olmaları. Kötü haberse uzayda yaşamaya uygun gezegenlerin...

  3. Bahar Tanrıçası ~ P.C. CastBahar Tanrıçası

    Bahar Tanrıçası

    P.C. Cast

    BÜTÜN KADINLAR!: İÇİNİZDEKİ TANRIÇAYI KUCAKLAMANIN ZAMANI GELDİ! Her şey Lina’nın çaresiz bir anında sihirli bir yemek kitabına rastlamasıyla başlar. Kızıyla başı dertte olan bir...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur